isimler ve sözler
(sleeping at last - mars)
Hümeyra'dan
Bekliyordum.
Kafede yalnız oturan tek bendim. Sağıma soluma bakarken biriyle göz göze gelmemeye özen gösteriyordum. Buraya neden geldiğimi anlayacaklarmış gibi geliyordu.
Buraya neden geldim?
Biriyle tanışmak için? Kendimle tanışmak için.
Masanın üzerindeki ellerime baktım. Buraya ait değillermiş gibiydi. Parmaklarım az önce yerlerine takılmışlar gibi yabancı geldi. Ellerimi birleştirip karıncalanan parmaklarımı sıktım. İşe yaramadı.
Abim nerede kaldı? Onunla gelmiş olmam biraz fazla mı olmuştu? Fazla veya eksik, en doğrusu buymuş gibi geliyordu.
Neyse ki kapıda abimi gördüm de bu konudaki son tereddütlerim silindi. En doğrusuydu. Sağına soluna baktı ve beni gördü. Daha yanıma yaklaşırken siyah kabanının üzerindeki karlar eriyip ıslak izlerini bıraktı.
"Hümeyra'm," dedikten sonra başımın üzerine bir buse bıraktı.
"Donmuşsun, parmakların buz gibi." Omzumu sıvazlayan ellerini tuttum. "Petek benim yanımda, buraya otur da biraz ısın." Ben ayaklanmışken itiraz etse de duymazdan geldim. Onun karşısındaki sandalyeye geçtim.
"Cadde kenarına parkı yasaklamışlar, arka sokağa park ettim arabayı."
"Yeşil çay içer misin?"
"Dur bakalım, şu eleman bir gelsin de... Diğer masaya geçince söylerim."
"Abi," dedim nefesimi üfleyerek. "sakın kötü davranma."
"Tamam kızım ya, varlığım yeter benim."
"O yüzden seninle geldim ya..."
Uzanıp onun önünde kalan menengiç kahvesini aldım. Soğumuştu ama hâlâ menengiçti, yani içilmeye değer oluşundan bir şey kaybetmemişti. Bir yudumda içtim kalan kahveyi. "Senden bir şey isteyeceğim."
"Ha başımın gözümün sadakası, söyle." Bana böyle hitap ettiğinde küçük bir atışmaya girerdik hep. Girmedik bu sefer.
"Şimdi..."
"Oo, ciddi bir şeyler geliyor. Tamamdır." Üzerine giydiği kabanın düğmesini ilikleyip omuzlarını dikleştirdi.
"Abi... Tüm bu süreç -eğer ilerlerse- yanımda olmanı istiyorum. Ama bir şey söyleme, doğru da olsa yanlış da olsa benim fark etmemi bekle. Lisedeyken yaptığım o şeyi-"
"Tamam, tamam. Karışmayacağım hiçbir şeye." Ellerini havada kaldırıp açmak istediğim konuyu kapattı. Bu konuda beni dinlemediği için ona bir kez daha kırıldım fakat belli etmedim.
"Arkana bakma." dedi.
Arkama baktım. Gelmişti. "Geldi deseydin abi."
"Dedim ya işte."
"Demedin. Arkana bakma, dedin."
"Geliyor, cırlamaya devam etme istersen. Seni böyle bilmesin -biz biliyoruz ama ilk günden kaçsın istemeyiz."
Önümdeki peçeteyi abime fırlattım. Havada yakaladı. Ayağa kalkarken cebine sıkıştırmasından yanımıza geldiğini anladım onun. Ayağa kalkmalı mıydım? O abimle tokalaşırlarken çoktan kalkmıştım bile.
"Ben arka masadayım."
Abimin yüzüne bakakaldım. Hemencecik yalnız mı bırakıyordu kardeşini? Bir de üstüne göz kırpıyordu.
Hâlâ ayakta durduğunu fark ettim. Ardından benim de ayakta olduğumu fark ettim. "Şey, oturun lütfen."
Başıyla onayladıktan sonra oturdu. Yüzüne bakmak istiyordum fakat omuzlarında kaldım. Fazla hevesli görünmek istemiyordum. Utangaç davranmak da istemiyordum. Allah'ım orta yolu nasip et.
"Selamün aleyküm." Sesi sanki ona ait değildi. Yaşına göre tok ve kalındı. Ama... Güzel gelmişti kulağıma. Yüzüne baktım sonunda, konuşanın o olup olmadığını anlamak için. Cevap bekler gibiydi.
"Ve aleyküm selam. Hümeyra ben."
"Af buyurun."
"Hümeyra," dedim tekrar.
Başını eğdi. "Kusura bakmayın, anlayamadım bir an. İsminizi söylemişlerdi zaten."
Ah Asuman! Onunkini neden söylemedin bana peki?
"Sanırım benimkini söylemediler, Buğra."
"Önemli değil, memnun oldum."
Yüzüne bakmayı bıraktım. Beyaz teni; açık kumral saçı, sakalı, kaşı ve kirpiği; kahve gözleri vardı. Fotoğrafta göründüğünden daha... güzeldi.
Benim fotoğrafıma baktığında ne düşündüğünü merak ettim. Ondan daha koyu tenim, siyaha yakın kaş ve kirpiklerim vardı. Gözlerimin açık yeşil olmasından fotoğrafta olmasa da yüz yüzeyken rahatsız olacağını düşündüm -insanlar yüzlerine biraz uzun baktığımda bunu söylerdi.
Kısa bir süre sessizlik olduğunda bu, bir asırmış gibi geldi. Parmak uçlarımdaki karıncalar hâlâ oradalardı. Fincanın dibinde kalan menengiç tanelerini kaşıkla yemek istiyordum. Evde olsaydım bunu yapardım.
"Nasılsınız?"
"Hım?" dedim menengiç telvesinden çekebildiğim bakışlarımı ona yöneltirken.
"Nasılsınız?" Nasıl olduğumu gerçekten merak ederek mi sormuştu yoksa öylesine bir soru muydu?
"İyiyim elhamdülillah." Aslında bu soruya "Normalim." diye cevap verirdim. Ama o an iyi olduğumu düşündüm. İyiydim. "Siz?"
"Elhamdülillah." dedi sadece.
Yine sessizliğin kollarına düşmemek için konuşmaya karar verdim. "Asuman sizden bahsetti biraz."
"Öyle mi?" Yüzüme bir süre bakıp başını eğdi. Gözlerim onu da mı rahatsız ediyordu? Derin bir nefes verdi. Başını kaldırdı. "Bana da biraz bahsetti ama söylenilenleri bir kenara bıraksak... İnsan anlatıldığından fazlasıdır."
Son cümleyi kuran birisi kitap okuyordur. Kesin okuyordur... Tamam, heyecana gerek yok. Sormak lazım.
"Haklısınız. Öyleyse kendimden bahsetmemi ister misiniz? Ya da önce siz başlayın."
"Buyurun lütfen."
Neden hemen atladım ki?
"Beş kardeşiz, ben üçüncüleriyim. Ve tek kızım. Üniversite üçüncü sınıftayım. PDR okuyorum. Yakında yirmi ikiyi dolduruyorum. Hım... Kusura bakmayın, aklıma bunlar geldi. Sormak istediğiniz bir şey var mı?"
Gülümsedi ama bu kastiydi. "Henüz yok, aklıma geldikçe sorarım inşaallah." Boğazını temizledi. Önündeki şişeyi açıp büyük bir yudum aldı. "İki kardeşim var. İkisi de kız. Ben en büyükleriyim. Yirmi yedi yaşındayım. Mimarım. Genelde iç mi dış mı diye soruyorlar, düz mimarım. Ailemle yaşıyorum." Gülümsedi. Bu gerçekti. "Benim de aklıma pek bir şey gelmedi."
Başımı salladım. "Bir şey içer misiniz? Ben beklerken söylemiştim ama..."
"Olur, burada yeşil çay var mıdır?"
Abimin yüzünü görmesem de gülümsediğine emindim. Yeşil çayı yaşam iksiri olarak görüyordu.
"Menüde vardı." Önündeki menüyü gösterdim.
Garsonu çağırmasını izledim. Etrafta kendisine yakın olan var mı diye baktı, ardından elini kaldırdı. "Bakar mısınız?"
En ufak hareketini bile incelemiştim. Kibarlığında bir yapmacıklık var mı yoksa olağan hali mi, anlamak istiyordum. Hareketleri sıradan gelmişti, doğasında varmış gibi.
"Ben ballı yeşil çay alayım. Çayı paket mi yoksa dökme mi demliyorsunuz?"
Abimin gülümsemesi büyümüş olmalıydı.
"Dökme yeşil çayla demleme yapıyoruz. Başka arzu ettiğiniz bir şey var mı?"
"Hümeyra Hanım... Siz ne alırsınız?"
"Ben de ballı yeşil çay alayım o zaman." Abim akşam benimle dalga geçecekti.
Garson siparişleri not gittikten sonra derin bir sessizliğe daha gömüldük. Hatta çaylar önümüze gelene kadar konuşmadık. Benden konuşmamı bekliyor olabileceğini düşündüm. Aklımda hiçbir soru kalmamıştı. Deftere yazdıklarımı hatırlamaya çalıştım. Acaba çıkarıp okusam ayıp olur muydu? Olurdu.
Çayın yanında gelen baldan çayına döktü. Hatta çok döktü. Yanlışlıkla dökmüş olabileceğini düşündüm ama hiç öyle bir hali yoktu karıştırırken.
"Ben sizin bir gününüzü öğrenmek istiyorum." dedim. Sessizlikten sıkılmıştım. Defterdeki bir soruyu da hatırlamıştım üstelik. "Ne kadarını bu dünyaya ne kadarını öbür dünyaya ayırıyorsunuz? İşiniz gününüzün ne kadarını alıyor?"
Koyduğu balı eritmek için çokça karıştırmıştı çayı. Sorumla birlikte karıştırmayı bıraktı. Kaşığı kenara koydu. Omuzlarının dikleşip ifadesinin daha ciddi hale bürünüşünü izledim.
"Sabah erken kalkıyorum... Beş altı gibi. -Yani burada detay vermek istemem ama evlilik için konuştuğumuzdan sözlerimi böbürlenme olarak algılamayın.- Sabah namazından sonra Kur'an okumayı aksatmamaya çalışıyorum. Ardından hadis veya tefsir kitabı okuyorum. İşe dokuzda gittiğimden zamanım oluyor daha, bazen yürüyüşe ya da koşuya çıkıyorum." Çayından bir yudum aldı. Yüzüme kısaca baktı. "Devam etmemi ister misiniz?"
"Tabi, lütfen." dedim. Çoktan tüm gününü dinleyecek halete bürünmüş, ellerimi çenemde birleştirmiş onu dinliyordum.
"Kahvaltımı yaptıktan sonra işe gidiyorum. Gün içinde genelde yoğun olduğumdan yemek ve namaz molası dışında vaktim olmuyor. İş, altı gibi bitse de proje tarihleri yaklaştığında yatsıdan sonra eve döndüğüm oluyor. Akşam pek bir şey yapamıyorum açıkçası, günün planlamakta veya planı uygulamakta zorlandığım kısmı diyebilirim."
Başımı salladım. Cevabı yeterliydi. Aklıma bir soru daha geldi. "Peki namazlarınızın ne kadarını cemaatle, camide kılıyorsunuz?"
"Yatsıyı camide kılmaya çalışırım. Sabah namazlarında düzenli olmasa da gidiyorum elhamdülillah."
Sesine alışmıştım. Konuştuğunda ona ait olduğunu anlayacak kadar, uzaktan duysam da tanıyacak kadar... Parmaklarımdaki karıncalar yuvalarına dönmeye başladı.
"Sizin sorunuz yok mu?" dedim. Art arda sorulara boğmak istemiyordum. Asuman çok konuşkan biri olmadığını söylemişti.
Çayından birkaç yudum aldı. Bekledi. Karıncaları tenimde tekrar hissetmeye başladım. "Aslında evliliği düşünmüyordum."
Abimin ön masadan bunu duyup duymadığını düşündüm. Duymamış olmasını istedim. Karıncalar tenimi ısırdı. "Neden görüşmek istediniz o zaman?"
"Varlığınızdan haberdar oldum."
.
Yazmak benim için zorlaşmaya başlamıştı. Bir yerlerden tekrar başlamalıydım. Bu, bir hikaye olsun istedim. Çekirgeyle kelebeğin hikayesi olsun.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top