gurur ve korku

Hümeyra'dan

Arabaya bindiğimde donuk bir yüz ifadesine bürünmeyi denedim. Suratımı ne kadar ciddi tutmaya çalışsam da aynaya yansıyan zahirde dudağımın kenarı kıvrılmıştı. Abim geldiğinde başımı cama çevirdim. Kafeden çıktığımızdan beri hiçbir şey söylemediği için söze nasıl gireceğini tahmin etmeye çalışıyordum.

Arabada yankılanan müzik sesiyle başımı hızla abime çevirdim. "Müzik dinlemediğimi biliyorsun."

Arabayı çalıştırıp üniversite bulvarından çıkana kadar cevap vermedi.

"Abi..."

"Neşid falan bir şey aç o zaman, eve gidene kadar konuşmamı istemiyorsan."

Bu ses tonuyla bu cümleyi kuran kişinin Halit abim olduğuna inanamamıştım. Burak, belki Miraç ve hatta Enes abim bile olurdu ama Halit abim...

Müziği kapattım. "Ne söyleyeceksen söyle Halit abi. Annemle babam evde bugün."

"Bize gidiyoruz, Berru yengen bekliyor."

"Abi ne söyleyeceksin?"

"Kemerini tak önce, araba ötüp duruyor."

Kemerimi taktım. Konuşmasını bekledim bir süre. Bedenimle beraber ona döndüm. Rahatsız olacağı kadar uzunca baktım. "Abi..."

"O kadar bulutların üzerindesin ki Hümeyra!"

"Ne?"

"İkiniz de öylesiniz. Birbirinize elle tutulur bir tane soru sormadınız. Hangi yazarı sevdiğini soracağına sigara içip içmediğini sorsaydın ya benim saf bacım."

"Sigara mı içiyormuş? Ama dişleri bembeyazdı." Devam edecektim fakat söylediğimi duyunca sustum. Aferin Hümeyra, haksızdın, daha da haksız oldun.

"Af Allah'ım, dişleri beyazmış. Bembeyaz..."

"Nereden öğrendin?" Konuşursam kendime haklı bir yan bulacağımı düşündüm.

"Sandalyeni geri çekip oturmasaydın anlardın bacım. İlk buluşmanızda kokusunu almıştım ama emin olamamıştım. Bir şey söylemek istemedim ama bugün iyice emin oldum. Bu basit bir konu değil Hümeyra, sen sigaraya asla tahammül edemezsin. En önce sorman gerekirken neredeyse evlendikten sonra öğreneceksin. Abicim bir tane geleceğe yönelik, birbirinizi tanımaya yönelik soru sormadınız. Hadi o, Asuman'ın sözlerine güvenip gelmiş. Sen neye güvendin?"

"Ben..." Ben... neye güvendim ki?

Cevap vermeyince, kendi evine sürmesine itiraz da etmeyince zihnimdeki savaşın fitilini ateşlemiş oldum.

.

Eve vardığımızda kapıyı yengem açtı.

"Selamün aleyküm, hoş geldiniz Çamlı kardeşler."

"Ve aleyküm selam." deyip içeri giren abime baktık ikimiz de. Yengemle rutinleşen kapı önü muhabbetlerini, sarılmalarını sekteye uğratan bendim.

"Ve aleyküm selam yenge. Hoş buldum."

"Ne oldu ikinize?"

Abimin peşinden giderken yengemin sorusuyla durdum. Ne olmuştu ikimize? Aslında olan bana olmuştu. Abimin hayatının kararı değildi bu, benimkiydi.

"Ne olmuş ki?" Ve yılın en iyi cevabı Hümeyra'ya gidiyor.

"Gözlerin kıpkırmızı, abin desen... o ayrı bir tavırlar." Dönüp içeriye doğru baktı.

Akşamlarını zehir etmiştim işte. Ne vardı beni kendi halime bıraksaydı da düşünmek için fırsatım olsaydı...

Yengemin peşinden mutfağa geçmeden önce atkıyı, kabanı, feraceyi çıkarttım. Aslında hiç çıkartmadan geri dönmek istiyordum ama abime söyleyecek cesareti bulamadım.

"Niye zahmet ettin bu kadar?" Hazırladığı sofraya baktım. Yoğurtlu mantı vardı, en sevdiğim yemekti. Ağlamak için bunu bahane gösterip gösteremeyeceğimi düşündüm.

"Ne zahmeti kız, dikilmesene otur yerine."

Ellerimi yıkayıp geldiğimde hep oturduğum sandalyeye oturdum. Buğra'nın yanından ayrılırken hissettiklerimi düşündüm. Beş dakika sonra hissettiklerimi ve abimin haklı olmasının canımı ne kadar acıttığını da. Yalnız kalarak kendimi hesaba çekmem gerekiyordu. Birilerinin yanında olmak, hislerimi belli etmemeye çalışmak çok yorucuydu. Üstelik abimle kalmaya devam etmek...

"Halit, yemek hazır." Normalde farklı hitaplar kullanan yengem de ortamdaki soğukluktan nasibini almıştı. Yanıma oturduğunda elini koluma koydu. Bir şeyler söyleyecek gibi yüzüme baktı fakat abim gelince vazgeçti.

Oturduğum sandalyenin abiminkinin karşısında olduğunu fark ettim. Öncesinde sırf abimle daha rahat muhabbet edebileyim diye buraya otururdum.

Yemekte sohbetle gülüşmelerle geçen zamanları hatırladığımda şimdi duyulan sesin sadece kaşık tabak sesi olması ağlama isteğimi daha da artırıyordu.

"Hümeyra yemekle oynama."

Abimin yüksek çıkan sesiyle başımı kaldırdım. Ağlamamak için direnen tarafım vazgeçmişti. "Canım istemiyor."

"Berru evden çıktığımdan beri bununla uğraşıyor, sırf sen seviyorsun diye."

"Halit..." diyerek eşinin kolunu tuttu yengem. Abim gözlerini kapatıp başını eğdiğinde yengemin başlayacak bir tartışmayı durdurduğunu anladım.

Yemeğin devamında yine sessizliğe büründük. Bulaşıkları yıkama konusunda ısrarcı olup yengemi mutfaktan gönderdim. İşime çok odaklanmıştım. Kendime duyduğum öfkeyi, hıncı tabaklardan çıkarıyordum. Makineye bilerek dizmemiştim işim uzasın diye.

"O öyle yıkanmaz, duvara fırlatacaksın, parçalarını süpürgeyle temizleyeceksin. En temizi."

"Ne?" dedim. Kapıya yaslanmış, kollarını bağlamış abime döndüm.

"Bana bağır, tabağa değil."

"Hak etmiyorsun."

Köpüklemeyi bitirdiğimi fark ettim. Durulamaya geçecekken durdurdu. "Bırak, ben yaparım."

Yanıma çoktan gelmişti. Bulaşık eldivenlerini, önlüğü çıkardım. Gitmedim. O an gelmişti. Gerçekten konuşacağımız ve birbirimizi dinleyeceğimiz. Yükseklerde gezen duygularımız sakin kıyılarına dönmüştü.

"Seni bu konuda yanlış yönlendirdiğimi düşünüyorum. Kendi yaşadıklarımı anlatmam, örnek vermem falan... Her hikaye kendine özgüdür. Berru yengenle ilk konuşmamızda emin olmam, bunun her görüşmede olacağını göstermez. Biz neyi istediğimizi, neyi istemediğimizi biliyorduk Hümeyra. Ama sizin sorularınız, cevaplarınız... Anlıyor musun beni abicim?"

Halıya baktım. Desensiz dümdüzdü. Püskülleri muntazam bir şekilde taranmıştı. Gözlerim buğulanana kadar, mint yeşilini dağılmış çimler gibi görene kadar baktım. "Haklısın." diyebilmenin ağır yükündendi bekleyişim.

"Haklısın." dedim. Sesim boğazımdaki düğümü aşıp ona ulaşmamış olabilirdi.

Su sesi durdu. Dağılmış yeşil çimlerin üzerinde kara bir koyun belirdi. Annemin abimi kara kuzum diye sevdiğini hatırladım. Eğildiği yerde yüzüme bakmaya başladı. "Ağlıyor musun gülüyor musun kızım sen?"

"Karar veriyorum."

"Neye?"

"Hangisini yapacağıma."

"Hangisini yapacaksın?"

"Ağlayacağım."

"Dur, dur sakın zırlama, susturamam şimdi."

Boğazımdaki düğümü delen kahkahayı gözlerimden süzülen birkaç damla takip etti. Yanaklarımı sildim. Kahkaham kısa sürdü. Abim hâlâ yüzüme bakıyordu.

"Vazgeçmek için geç değil. Daha hiçbir şey olmadı. Seni bu kadar hırpalayan ne Hümeyra'm?"

Abimin bana çok benzeyen yüzüne gerçek anlamda bakabildiğim ilk saniyelerdi. Ağlamak veya gülmek istemiyordum. Gerçekliğe dönebilmiştim. "Her hikaye kendine özgüdür. Böyle mi demiştin?"

"Onun gibi bir şey."

"Bu hikayede benim kontrol edemediğim birtakım şeylerin olması normal mi?"

"Hangi hikayeyi tam anlamıyla kontrol edebiliyoruz ki? Ama irademiz her adımda bizimle."

"Abi, Berru yengemle görüşünce evleneceğin kişinin o olduğunu anlamana benziyorsa benim hikayem, özgünlüğünü yitirmiş midir?"

Kaşları çatıldı. Yengem böyle yaptığında eliyle kırışan alnını düzeltiyordu. "Ne diyo'n kızım sen?" Ayağa kalktı. Hep oturduğu sandalyeye oturdu. Karşısındaydım yine. "Sigara içmesine ve bunu sana söylememiş olmasına rağmen devam mı etmek istiyorsun?"

"Ben..." "Konuşmadan, tekrar görüşmeden bir karar vermek istemiyorum."

"Hümeyra, o çocuğun kelimeleri kullanma şeklini fark etmiyor musun? Seni tesiri altına alıyor. Övgüler, açık uçlu cevaplar, vazgeçmeyecek gibi tavırlar... Sen bunları anlamayacak bir kız değilsin. PDR okuyana ben mi açıklayayım bunları?"

Buğra'yla konuştuklarımızı düşündüm. Gerçekten abimin söylediği gibi miydi? Anlayamıyordum. Tam manada değerlendirmeme engel olan bir şeyler vardı. Beyaz bir sis kelimelerin etrafını sarıp gerçeği gizliyordu.

"Bir dahaki görüşmene gelmek istemiyorum abicim."

"Neden?"

"Onunla bir yerlere git, kitapçıya falan. Duygularını bir kenara bırakıp davranışlarını gözlemle. Namaz vakti girince ne yaptığını, alışverişte ilgisini çeken şeyleri, sigara içme ihtiyacı duyup duymadığını, ben yokken sana tavırlarını..." Ayağa kalktı. "Alık alık bakma kızım, bunları zaten derste falan görmüyor musunuz? İnsan davranışları, ilişkileri..."

Mutfaktan çıkarken söylenmeye devam ediyordu. "Berru şu bacına biraz da sen akıl ver."

Mint halıya baktım. Düzgünce taranmış püsküllerini dağıtmak istiyordum.

Abim tüm düğümleri çözmüştü. İpleri önüme bırakmıştı. Bir dantela örmek de benim elimdeydi, kaçıp gitmek de.

O an böyle düşünmüştüm. Fakat iplerin bileklerime bağlandığını fark edebilecek görüşe sahip değildim. Bağlayan Buğra mı yoksa ben miydim, hâlâ ayırt edemiyorum.

.

Bir arkadaşım başlayıp da bırakmadığın hiç bir şey yok mu, demişti. Aklıma ilk namaz gelmişti. Ama çok daha öncesinde yazmaya başladığımı ve ara versem de hiç bırakmadığımı fark ettim. Bunun farkında olmak, iyi geldi. Kendime özgü bir şeyi sürdürememiş olma düşüncesi beni bir kuyuya atmak üzereydi çünkü.


Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top