|8||Tehlikeli Silüetler


<><><><><>

Kitap nasıl gidiyor sizce?

Kitap hakkındaki düşünceleriniz Heon'un geçmişi kadar gizli... Yorumlarınızı bekliyorum ^^

<><><><><>
_______


_______

_8.Bölüm_
'Tehlikeli Silüetler'

^

Tehlikeyi bertaraf etmenin bir yolu da onu bastırmaktır. Kendinizi tehlikeden üstün tutarsanız tehlike size zarar veremez. Mantık basit haraket içgüdüseldir. Tehtide bir tehtid gibi yaklaşır, kurban sizken roller tam tersi gibi davranırsınız.

Öncünün tavrının karşılığı bende tam olarak buydu. Hepsinin beni bir tehtit olarak gördüğünün farkındaydım. Dışarıdan gelmiş bir yabancı, üstelik niyeti iyi mi kötü mü yabancının kendisi bile bilmiyor. Ne ironik, içten içe haklı olduklarını düşünürken bu tavırlarından öylesine rahatsızdım ki kontrolümü kaybederek ona sert bir çıkış yapmamak için zor tutmuştum kendimi.

Aptallık etmeyecektim, şu an tek sığınağım burasıydı. Kendimi öylece cehenem topraklarına atamazdım. Bir şekilde kendimi buraya kabul ettirmiştim bir kere. Herkes kadar ben de hayatta kalmayı istiyordum.

Onların beni bir tehtit olarak görmesi benim için pek bir şey ifade etmiyordu, ben yalnızca hayatta kalmaya çalışıyordum, başka bir niyetim de, amacım da yoktu.

En azından varsa bile, bilmiyordum.

Sorularına tek düze cevaplar vererek onu geçiştirmiş ve beni köşeye sıkıştırdığı uçurumdan kurtulup yanından ayrılmıştım. Hakkımda ne düşünüyordu bilmiyordum. Ama yanlış bir şey yapmamıştım. İnsanları asla tehlikeye atmazdım. En az öncüler kadar ben de koloninin güvenliğini önemsiyordum. Tabii onlar anlaşılan buna pek ikna olmuş değillerdi.

O yaratığın benim dışarıya çıktığımda saldırması tamamen tesadüftü. Hem diğer nöbetçiler de benim sayemde hayattaydı. Sanırım bunu görmezden gelip benden şüphe duymayı tercih etmişlerdi. Sorumsuz davrandığımı düşünüyordu. Artık ne gibi bir düşünce ile bu kanıya vardılarsa...

Dört yıldır üzerimde olan gözleri her fırsatta bana karşı durmak için hazır olmalarını sağlıyordu. Yine farklı olmamıştı, iki yıl önceki bir kazada içme suyunun yağmur yüzünden kirlenmesi üzerine sorumluluk bana kalmıştı. Benimle birlikte sularla ilgilenen kişi korkudan kendi hatasını benim üzerime atınca, yağmur suyunun, içme suyuna karışmasını engellemeyen ben olmuştum. Halbuki onu uyarmış ve sorunu çözdüğüne dair ondan yanıt da almıştım. Suyun kesildiğini, yarıktan akan suyu başka bir yere yönlendirdiğini söylemişti. Üstünkörü aldığı önlem işe yaramayınca suçu benim üzerime kalmış insanların hayatını tehlikeye atmakla suçlanmıştım.

Öncülerin bana karşı ilk karşı durduğu an da bu zamandı zaten bana tereddüt ile yaklaşan insanlar iyice uzaklaşmıştı. Eynis ve Konza olmasa o zaman kurtulamazdım kolay kolay. Eynis öncülerin beni yargılamasına engel olmuş Konza ise suçu üzerime atan kişiye yaptıklarını itiraf ettirmişti.

O olaydan sonra ilk kez, öncülerin baskısını üzerimde hissediyordum. Olaydan günler sonra bile bana olan bakışlarından kurtulamamıştım.

Konza bile, "Fırsat arıyorlar seni buradan yollamak için, nereye yollayacaklarsa." Diye söyleniyordu bazen.

Gülüp geçiyordum bu dediğine, içten içe endişe duyduğum son bu olsa da. İnsanlarda merhamet de acıma da yoktu. Eğer beni tehtit olarak görüyorlarsa burada can sağlığım bile güvende değildi. Daha önce burada kasıtlı olarak kimse öldürülmemiş olsa da, ihtimal her zaman vardı.

Gücümü toparlamak için fazla zamanım olmamıştı ancak dinlenmeye pek fırsatım yoktu. Konza, Nisha'ya ona gönderdiğim haberle günler sonrasında tam da bu geceye üçümüz için bir nöbet ayarlamıştı. En korunaklı kıyafetlerimi giydim ve kalın pelerinimi omuzlarıma aldım, hafif bir eğim ile yerleştirilmiş başlığı başıma büyük gelse de gözlerimi kapatmaya ak şekilde takıp ellerime kumaş parçaları sardım. Kısa kılıcımı ve kanlı çubuğu belime sarılı kemere iliştirip mağaradan dışarıya çıktım.

Hava kararmıştı, etraf sessizleşir sessizleşmez bundan emin olmuştum. Hızlı adımlarla tünelleri geçerek ilerledim. Konza ve Nisha koloninin çıkışında sessizce bir köşede oturuyorlardı. Yanlarına vardığımda Konza başıyla sağ tarafı işaret etti.

Kayalıkların sağ tarafında elindeki uzun sopayla yaslanarak etrafa bakınan adamın varlığını o an fark etmiştim.

"Jeffrey bu gece bizimle. Öncüler senin hala tam olarak iyileşmediğini öne sürerek nöbetçi sayısını arttırdı."

"İyi de oldu." dedi Nisha fısıltıyla. "Gecenin karanlığında elinize bir fener alıp ormana dalmak delice bir fikir."

"Günlerdir kimse tek bir yaratık bile görmedi Nisha." dedim ona karşı çıkarak. "Bu çubuğun sahibi o ormanda belirdiği anda orman sessizliğe gömüldü."

Mağara ağzının yanında duran küçük fenerlere ilişti gözlerim, cılız ışıkları ancak kendi kendilerini aydınlatmaya yetiyordu. Kasıtlı olarak dikkat çekmemesi için bu kadar az miktarda yakıyorlardı. Yaratıkların duyularını uyarmak ve onları buraya çekmemek için. Gerçi işe yaradığı söylenemezdi...

"Plan iptal, bu tehlikeyi göze almaya değer mi bilmiyorum..."

Nisha, "Değmez, öncülere haber verecek miyiz?" dedi hoşnutsuzca. Yaşananlar onu bir hayli tedirgin ediyordu.

"Hesabını soracaklar."

Konza'nın sözlerine hak vermemek elde değildi, yalan söylediğimiz ortaya çıkınca muhakkak hesabını soracaklardı.

" Kolonide düşeceğimiz hali bir düşünün," dedim uykusuz bir sesle. "Saldırı olursa önceden haberdar olsalar da olmasalar da yapılabilecek pek bir şey yok."

"Söylemeyeceğiz."

İki kardeş de hep bir ağızdan konuşunca aramızda bozulmayacak bir anlaşma yapmıştık bile.

Jeffrey bize uzak bir noktada etrafa bakarken fenerlerden birini alıp onun tarafında bir kayaya oturup sessizliği dinlerken etrafı seyre daldım. İki kardeş de diğer tarafa kendilerine bir yer bulup oturmuşlardı bile.

Jeffrey sessiz kalıp konuşmaktan geri durunca ben de bir şey söyleme gereği duymamış sadece görevime odaklanmıştım.

"Duyuyor musun?"

Jeffrey'in derin ve tok sesini duyunca başımı ondan yana çevirdim, kırklı yaşlarının sonunda gibi duran bu beyaz tenli sarışın adam yaslandığı sopadan geri çekilip bir kayanın üzerine oturdu.

Elindeki uzun sopayı bir kenarıya koyarken," Neyi? " diye sordum.

Ormana bakıp derin bir nefes aldı, "Sessizliği." Dedi gözleri ile ormanı boylu boyunca tararken.

"Fazla sessiz, bırak bir yaratığı bu tuhaf şeyler bile," ormanı işaret etti,"Hiç bu kadar sessiz olmaz. Bir gariplik var."

Haklıydı, önceki nöbetlerimde ağaçların dallarının hareketlerini, türlü haşerelerin ve küçük hayvanın sesini işitirdim gece boyu. Şimdi ise her yer fazla sessizdi.

Birkaç gündür kolonide nöbet tutan insanlar ormandaki bu garipliği anlatsa da bu söylentileri saldırı olmadığı için söylediklerini sanıyordum, halbuki onlar ormanın tamamen sessizliğe gömüldüğü konusunda tamamen gerçeği söylüyorlarmış.

"Korktun mu yoksa?" dedi gülmeye başladığı sırada. Gülümsemesi dolarken, "Orası hakkında hiçbir şey hatırlamıyor musun? Bunca zamandır hâlâ..."

Başımı iki yana sallayarak yanıtladım. "Bilseydim, burada seninle sessizliği dinliyor olmazdım. Neler olduğu hakkında en ufak fikrim bile yok."

Asık suratı bir süre söylediklerimden sonra uzaklara dalda da dikkatini ormana verdiğinde ben de başımı karanlığa doğru çevirdim.

"Sunu gördün mü?"

Jeffrey'in bağırması ile işaret ettiği yere baktım, gördüğüm tek şey karanlık ve daha çok karanlıktı.

"Hey!" dedi sağımızda duran iki kardeşe bakıp, "Az önce orada bir hareketlilik gördüğüme yemin edebilirim, siz bir şey gördünüz mü?"

İkisi de olumsuz yanıt verdi ve yanımıza doğru gelmeye başladılar.

Ayağa kalktım, ormanın derinliklerini az da olsa görebilmek için bir fenere ihtiyacım vardı, arkamda mağaranın girişine asılmış fenerlerden birini aldım.

Ormana doğru yürürken, Konza, "Heon dur!" diye bağırdı.

"Sadece biraz yaklaşıp bakacağım." Dedim güven vermeye çalışarak.

Arkamdan söylenmeye devam etti, ileriye doğru birkaç adım attım. Elimdeki fenerin ışığı ile aydınlanan yerlerde gezdirdim gözlerimi. Her bir köşeye tek tek bakarken ormana da yaklaşıyordum. Çok geçmeden Konza da yanıma başka bir fenerle gelmişti. Nisha ve Jeffrey ise geride kalmıştı.

"Sen sağ tarafı kontrol et," dedim Konza'ya. Cevap vermeden o yöne doğru ilerledi.

Sol tarafta kalan ağaçların arasına daha iyi bakabilmek için daha da yaklaştım. Karanlığa gömülü dallar ve yapraklara kaplı çalılıkların üzerini örten sarmaşıkların arasına kadar her bir yere dikkatle bakıyordum. Etraf fazla sessizdi ama herhangi bir yaratık şu an ormanın içinden bizi izliyor olabilirdi. Özellikle de bir Awhoz, yaratıklar sessizlik konusunda ustaydı. Kendini gösterene kadar onu görmememiz çok zordu.

"Hiçbir hareketlilik yok, bir şey olsa çoktan saldırırdı."

Konza'nın rahatlamış sesi geldiğinde o yöne baktım. Ormana arkasını dönmüş olduğum tarafa bakıyordu.

"Haklısın," diye mırıldandım. "Sorun yok."

Sözcükler ağızımdan donuk bir sesle çıkıyor aramızdaki uzaklık sayesinde Konza ona değil de başka bir yere odaklandığımı görmüyordu. Yanıma yaklaşmaya başlayınca az önce gözlerimi diktiğim ağaçların arasından ona çevirdim bakışlarımı.

"Cesaretin gözlerimi yaşartıyor dostum," diye hayıflandı. Feneri kapıp ormana doğru geldiğim için böyle diyordu. "Kendini biraz olsun düşünmüyorsan beni düşün, endişeliyim."

Sahte bir gülümsemeyle, "Denerim." Diye yanıtladım.

Az önceki yerimize dönmeden önce gözüm ister istemez yine aynı ağaçlara takılıyordu. Görmesem de karanlığın arasındaki varlık beni tedirgin ediyordu. Az önce Konza'nın tam ardından geçen karaltı kendini bana göstermek için kasten mi böyle yapmıştı. Yerinde kalsaydı onu fark edemezdim bile.

Açıkça görmüştüm orada bir şey olduğunu, bundan dolayı gece boyu huzursuzca bekledim. Jeffrey bile sessizliğimden sıkılıp muhabbet etmeye kalktı ancak ben üçünün konuşmalarına odaklanamıyordum bile. Aklım ormandaydı. O karaltının zihnimin bir oyunu olmadığını umdum, zira gördüğüm silüet, ancak bir bir insana ait olabilirdi.

___________

Ormanda bir insan olabilir mi?

Heon neden diğerlerini uyarmadı?

Ormanda her ne varsa neden saklanıyor olabilir?

____________

06/07/19

SONSUZSİYAH

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top