|11| |Zararsız Düşünceler |

<><><><><>

İyi okumalar dilerim!

Cehennem Bekçisi wattys2019'da.

<><><><><>

_______

_______

_11. Bölüm_
'Zararsız Düşünceler'

Zihnimi sürekli meşgul eden bir düşünce vardı. Geçmişimi bulmak. Ona ulaşmak için duyduğum bu karşı koyamadığım arzu gün geçtikçe daha çok gün yüzüne çıkmıştı. Sonra bir gün bir rüya gördüm...

Sanki bana kayıp geçmişimi sunuyor, bana kim olduğumu gösteriyordu. Ben geçmişimde acımasız bir katildim. Korktum. O rüyada olduğum adam olmaktan, bana korku dolu gözlerle yalvaran kadını acımadan öldürmekten çok korktum.

Tek başıma bu yükü kaldırmak zordu, nitekim bir süre sonra içime peydah olan bu dert beni olmayan hayatımdan kopardı. İçi boş bir kabuğa dönüştüm... Aklıma rüya geldiğinde bir iş ile kendimi oyalıyordum. Aklıma geçmişim geldiğinde durum yine aynıydı, unuttuğum geçmişimin bilinci ve bu bilinçsizliği hatırladığımda da. Sürekli bir şeylerle uğraştım. Sonunda görünmez biri oldum, her gün güneş batana kadar bahçeyle ilgilenen, koridoru temizleyen gündüzler ve geçer boyu nöbet tutan o silik kişi oldum buradaki zihinlerde...

Kimse beni görmüyordu ama bir gün içimde kopan fırtınayı nihayet yaşlı bir kadın anladı. Onunla konuştum...

Beni  bir katil olmadığıma inandırdı. O rüyayı değersiz bir görüntü olarak düşünmem gerektiğini her seferinde bana söyleyen o kadına inandım. Üzerimdeki yük hafifledi...

Geçmişimi biraz olsun unuttum, şimdiyi yaşamaya başladım yeni dostlar kazanırken yaşamsal alışkanlıklarım değişmedi... Hala kendimi ağır işlerde tüm gün çalışırken buluyordum. Aradan bir süre geçti her şey durağan ilerlerken geçmişimde kalması gereken zehirli düşünce hâlâ yakamı bırakmayan rüyalar sayesinde yine kendini göstermeye başladı.

Kurtulamıyordum, geçmişimi bulmalıydım...

Sorgulamaya başladım, kendimi, çevremi ve zaman geçtikçe aradığım yanıtlara ulaşamadığım her gün burada kalamamın gerekliliği konusunda tereddüte düştüm. Bir yandan da dışarıda hayatın olmadığını bildiğimden sürekli burada kalamam konusunda kendimi sınırladım. Burada kalmak yaşamak demekti, dışarıda hayat yoktu.

Öncülerin söylediğine göre diğer kolonilerle yıllardır iltibat kurulmamıştı, yok olmuş  olmaları konusunda çoğu insan hemfikirdi. Bu koloni herkes için tek yaşam alanı, hayat kaynağıydı.

Son zamanlarımı sürekli bu gerçeği kendime hatırlatarak geçirmiştim. İnsanlarla ilişkimi iyi tutmak benim için her gün daha da zorlaşmış olsa da öylece ölüme gidecek kadar aklımı yitirmemiştim henüz. Sık sık yukarıya çıkar ve gökyüzünü, uzakta yer alan sisli toprakları seyrederdim, hepsi o sisin ardına karşı duyduğum merak yüzündendi.

Şimdiye kadar merakımı, hayatta kalma içgüdüsü sayesinde geri planda tutmuş olsam da tam da şimdi işler biraz degişiyordu...

Karşımda dizleri üzerine çökmüş adam dışarıdan mı gelmişti? Düşüncesi bile beni heyecanlandırıyordu.

"Size zarar vermem, veremem."

Yabancı ilk kez konuştuğunda öncüler sorularının yanıtını alamadıkları için hoşnutsuzdu. Sabırsızca karşılarında duran gözcülerin merhametine kalan yabancının fazla şansı yoktu.

"Bakın," Diye devam etti sözlerine. "Fırtınadan saklamam mümkün değil, bu şey her neyse nefes alamıyor insan. En azından fırtına bitene kadar burada kalmama izin verin. Başka hiçbir şey istemiyorum."

Öncüler aralarında konuşmaya başladığı sırada yabancı onları biraz olsun sakinleştirdiği için olsa gerek başını kaldırıp etrafına bakmaya başladı. Pelerinin altından görünen başı tamamen saçsızdı. Açık kahveye parlayan gözlerinde yeşil pırıltılar güneş ışığı ile kendini belli ediyordu. Bu tuhaf göz renginin adını bilmiyordum.

Etrafa bakarken gözleri bizlerin üzerinde tek tek gezindi. Ben de onu izlediğimden her hareketini görüyordum. Ona güvenemezdik, onu içeriye alsak bile diğer insanlara yapacak yeterli bir açıklamamız yoktu.

Gözcüler ona yine nereden geldiğini sordu. Yabancı harabe bir şehirde yaşadığını ve yıllardır yalnız olduğunu söyleyip duruyordu, bir rominanın saldırısı yüzünden saklandığı yüksek katlı yapıdan ayrılmak zorunda kalmıştı.

"Sadece fırtına geçene kadar," dedi az önce Adolf'a adıyla seslenen kadın. Adolf ise çok da istekli bakmıyordu bu işe.

"Olmaz," dedi donuk bir sesle. "Daha buraya nasıl geldiğini bile tam olarak açıklamayan birine yuvamızı acmayacağız."

"Onu ölüme mi terk edeceğiz? " dedi Nisha sorgulayan bakışlarını yabancının üzerinde gezdirirken.

"Buradaki insanları korumak önceliğimiz, bizden olanı korumak önceliğimiz."

Daha fazla kendime hakim olamadım, nedense bu sözleri beni rahatsız etmişti, hem de fazlasıyla.

"İnsanları korumaktan sorumlusunuz. Her birimiz diğerinden sorumlu. Bizden olan ya da olamayan diye ayrım yapmadan. "

Öncünün öfkeli bakışları beni buldu, kalabalığın içinden yükselen sesler diğerlerinin de benim fikrime katıldığını gösteriyordu.

"En ufak bir hata bile sonumuzu getirmeye yeter."

Adolf'un cümlesi biter bitmez yanındaki kadın size girdi. "Bu bir hata değil, yağmur geçene kadar sadece..."

Adolf sözlerinin geri kalanını yutmak zorunda kalmıştı. Öncülerden birkaçı yabancının yanına gidip onu yerden kaldırırken Adolf yüzünde garip bir gülümseme ile bana bakıyordu.

"Bence ondan Heon sorumlu olmalı." dedi hiç tereddüt etmeden.

Diğer öncülerin dikkati de yine bizim üzerimizde toplandı. Bu adam bana olan düşmanlığını göstermek için daha fazla beklemeye gerek duymamıştı anlaşılan.

"Neden?"

Bu soru Konza'dan gelmişti. Gergince yanıtını bekledim, üzerimde oynadığı bu oyunun bana getirisi pek de iyi olacak gibi değildi. Bu sadece bir görev değil aynı zamanda bir karalama planıydı belki de...

Beni göndermek için bir yol arıyor, bir sebep bulmaya çalışıyorlardı. Ya da, bu sadece benim paranoyamdı. Deliliğin en alt sınırını aşmış gibi hissediyordum, bu fazlasıyla sinir bozucuydu. Düşüncelerimi kontrol etmekte zorlanıyordum.

"Sonuçta o da dışarıdan geldi, hem tüm insanları korumamız gerektiğini söyleyen de oydu..."

Adolf haklı sebeplerini bir bir sıraladığında kimse bu fikre itiraz etmedi. Ben ise karşı çıkmak istesem de bir yandan bu durumdan pek de şikayetçi değildim. O yabancıyla konuşmak istiyordum. Belki anlatacakları bana geçmişim hakkında birkaç yol gösterebilirdi.  En azından ondan bu toprakların ötesinde hayat olup olmadığını öğrenmeliydim.

Yabancı birkaç kişi tarafından göz hapsinde tutulurken biz de iyice şiddetini arttıran rüzgarla hızla içeriye dolan küllerden korunmak için yarıya kadar kapanmış kapıyı tamamen kapatarak zemine ve tavana halatlar yardımıyla zincirledik. Esen rüzgar garip bir ses çıkartarak küçük boşluklardan içeriye sızmaya devam etse de artık tehlikeli değildi, rahatça nefes alıyorduk.

Nisha, kapı kapandıktan sonra ana mağarada olanları zorlukla anlattı, hala olanların etkisinden çıkamamış olacak ki anlatırken yüzünü buruşturmuştu. Zihninde, son derece kötü bir anı olarak kalacaktı orada olanlar...

Öncülerin gitmesiyle rahatlayarak yabancıya doğru yürüdüm. Öncüler insanları yeni misafirimizden haberdar etmek istememişti. Yabancı derindeki soğuk mağaralarda birinde kalacaktı, dolaylı yolda ben de onun başında nöbet tutacaktım. Bu arada onunla konuşmayı umut ediyordum.

"Aç mısın?" diye sordum isteksizce. Ona şu an yiyecek temin etmem çok zordu. Nisha soğuk mağarada üşümememiz için depoya battaniye almaya gitmişti.

Yabancı başını iki yana salladı, "Orman cömert davrandı."

Cebinden birkaç tane meyve çıkarmıştı, bunlar ormanda sıklıkla bulunan dikenli bir çalının kızıl renkli yumuşak dokuya sahip meyveleriydi.

İlgisizce yürümeye başladım, peşimden beni takip ediyordu.

"Açıkçası," dedi tereddütle, "Uenrei sandığımdan daha büyükmüş..."

Duraksadım, az önce Uenrei mi demişti?..

O anda, yüzüne doğru dönerek söylediğim sözler adamın yüzündeki rengin birden artmasına neden olmuştu.

"Uenrei mi? Burası Terpakre."

_______________

Herkese yeniden merhaba!

Sizce yabancı, olmaması gereken bir yerde mi?

Yoksa aslında zararsız değil mi?

Neler olacak?

En sevdiğiniz karakter kim?

Peki ya sevmediğimiz?
_________

__________

27/07/19

SONSUZSİYAH

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top