|10| |Kimseye Kaptırma |
<><><><><>
Herkese merhabalar!
İyi geceler hepinize^^
<><><><><><>
______
_____
_10. Bölüm_
'Kimseye Kaptırma'
Mantıklı kararlar vermek, mantıklı davranmak hayatta kalmanın anahtarıydı. Tek bir düşüncesiz hareketin bile affı yoktu çoğu zaman. Ölmek çok kolaydı, zahmetsiz bir çabayla her şey sona erebilirdi. Tam tersi yaşamak için biz insanlar pek çok şeye karşı koymak zorundaydık. Gücümüzün yettiği yere kadar, yetmediği yerde son kaçınılmazdı biz insanlar için.
Bir cevap arıyordum zihnimi meşgul eden sorulara. Kimliğimi bulmak için duyduğum arzu gün geçtikçe gözümü daha da körleştiriyordu... Hiçbir zaman geçmişimle ilgili sorunu hayatımın merkezine koymamış yine de zihnimin bir köşesinde daima merakımı ve geçmişime duyduğum arzuyu canlı tutmuştum. Fark etmediğim nokta, bir köşede zihnimi bulandıran bu düşüncelerin gün geçtikçe zihnimin tamamını kaplamasıydı. Gün geçtikçe geçmişimden başka bir şey düşünemez hâle gelmiştim.
Şu an bile Eynis ile konuşurken geçmişimin peşine düşmek için koloniden ayrılmak gibi çılgınca bir fikir bile dolanabiliyordu zihnimde.
Ölümü arzulamak bir yana bu fikir bile intiharın kendisiydi.
Dışarıda hayat yoktu, dışarıda hiçbir şey yoktu. Cehenemdi burası, alevden topraklar her birimizi yutmak için kavruluyordu. Yaratıklar bir neden olmaksızın saldırıyor doğa git gide daha da tehlikeli bir hale evriliyordu.
Eynis ile konuşurken kapıldığım uçuk fikri yok saymayı denedim. Öyle ki zihnimin tam arta yerine düştüğü andan beri beni meşgul ediyordu.
Halbuki buraya rüyamı anlatmaya gelmiştim. Eynis'e soracağım asıl soru Cehennem'in kendisi değil ona ait olabilecek bir şeydi...
Burası cehennemdi, buradaki her şey oraya aitti, kötülüktü... Tabii biz insanlar hariç. Biz hala neden buradaydık bilmiyordum, kimse bilmiyordu. Burası için fazla iyi kalpler tanıyordum, cehheneme düşmeyecek kadar temiz ve iyi niyetli kalpler. Aynı şu an karşısında oturduğum kadınınki gibi...
"Sanırım bir rüyanın beni bu denli etkilemesine izin vermem yanlış? Sen ne dersin?"
Eynis yemeği ile meşgulken düşüncelerinden yeni yeni sıyrılarak konuşmaya başlamam üzerine, "Bunun kararını verecek olan sensin." Dedi.
Gözlerinde şüpheci fakat sakin bir bakış vardı. Yaşlı kadının verdiği bu kaçamak cevap beni tedirgin etmişti. Ona karşı bu kadar dürüst olmam doğru muydu? Ben sadece hayatımı büyük ölçüde borçlu olduğum iyi bir insana karşı dürüst olmaya çalışıyordum, onun için en azından bunu yapabilirdim sonuçta. Ona en azından bu kadarını borçlu hissediyordum. Yine de tedbirli olmam gerektiğini şu dört yıldır gayet iyi anlamıştım. Beni aralarına asla kabul etmemiş bir grup insana karşı yalnız olmasam da, çevremde bulunan insanlara güvenim tam değildi. Onların da kendinden olanların iyiliğini düşünerek hareket edebileceklerini göz ardı edemezdim.
Sonuçta ben onlardan değildim...
Kendimi ayrı tutmam ne kadar doğru, tartışılırdı. Diğer bir yandan içimde bitmek tükenmek bilmeyen bu şüphe tufanı dinecek gibi durmuyordu. Herkesten, her şeyden şüphe duyuyordum, hatta bazen kendimden bile... İçten içe alışkanlığa dönüşen bu huyumun bana zarar verdiğini hissetsem de şu anlık elimden pek bir şey gelmiyordu.
Rüyamdaki ayrıntıyı paylaşmaktan vazgeçmişken cehennem ile ilgili daha fazlasını merak etsem de sustum. Yanlış bir şey yaptığını hisseden ama yine de yaptığından geri durmayan küçük bir çocuk gibi Eynis'in karşısında ne yapacağımı bilememiştim. Sonrasında sorduğum soruyla Eynis'in üzerinde hissettiğim gerginlik bile bana susma konusunda doğru kararı verdiğimi söylüyordu.
Mantıklı olanı yapmıştım. İçgüdülerime güvenerek hareket etmek bile bir tüy kadar hafif hissetmemi sağlamıştı. Rüyamı yaşlı kadınla paylaşsam bile içimdeki kargaşa sona etmeyecekti sanki. Hem söylesem bile bana vereceği herhangi bir cevap, beni tatmin etmeyecekti.
Ayaklandım.
Eynis, "Gidiyor musun?" diye sordu isteksizce. Kalmamı istediğinden emin olamıyordum, yaşanan son olaydan beri şüpheci kişiliğim adeta bir paranoyağa dönüşmüştü...
Sırf mazeretim olsun diye, "Kül yağmuru başladı," dedim koloninin sıcak gündemine değinerek. Yaşlı kadının suratı asıldı ve omuzları düştü, yorgun gözleri öylece yere bakıyordu. "Tanrı yanımızda değil."
Fısıldayarak söylediği sözlere kendi içinde binlerce kez cevap bulan kadın, artık kendi içindeki cevaplara gerçeği hatırlatıyordu. Ne zaman bir felaket yaşansa, kolonideki biri ölse aynı şeyi söylerdi. Tanrıya inanıyordu, hala ona dua ettiğini biliyordum. Yine de o bile herkesin içine düştüğü umutsuzluk denizinden kendi payına düşeni almıştı...
Gerisin geri hızlı adımlarla yanından ayrıldım. Koridorda koloninin çıkışına doğru ilerlerken her adımımda ciğerlerim normal zamanda bile kirden solumak istemediğim havanın bir zerresini dahi içine kabul etmiyordu. Nefesim daraldı bir anda, boğazım yanıyordu, birkaç kere öksürdüm, izin versem bir öksürük krizine yakalanmam içten bile değildi. Bu iklimsel afetlere alışan bedenim içime dolan zehre karşı koymak için hala yeterince güçlüydü. Boynuma düşen bez parçasını gözlerimin hizasına kadar çekerek biraz olsun rahat nefes almak için alabileceğim en iyi önlemi aldım, elimden başka bir şey gelmiyordu.
Koridordan yükselen öksürük sesleri bu yağmurdan bu denli etkilenenin yalnızca ben olmadığımın kanıtı gibiydi. Uğultular eşliğinde yürümeye devam ettim, havalandırma kanallarından içeriye dolan toz duvarlara yapışmış ve yer yer gri izlere neden olmuştu, yerler ise duvardan daha beter bir haldeydi. Bu kez yağan küller önceki sefere göre daha yoğundu. Öyle ki bu kadar kısa sürede bu denli bir etkiye sebep olmuştu.
Ana mağaraya gitmeye ve fanlara bakmaya karar verdim, havalandırma kanallarının bağlı olduğu bu dev makinelerin büyük paletleri, sırayla beşerli gruplar halinde onları çeviren insanlar sayesinde çalışıyordu. Oraya gidersem belki bir yardımım dokunabilirdi bu insanlara, dışarısını düşünmemek için en iyi yol yine ve yine beni meşgul edecek ağır işlerdi.
Ana mağaraya hızlı bir şekilde geldim, mesafenin kısa olmasına rağmen zorlukla nefes aldığım ciğerlerim beni zorluyordu. O kanalların önünden geçmekle büyük bir hata yapmıştım. Bulunduğum koridorun bir ucu ana mağaraya bir diğer tarafı ise koloninin geniş ağızlı çıkışına varıyordu. İkiye ayrılan geniş koridorun sonundaki ayrıma geldiğimde, ana mağaranın girişine doğru koşuşturan birkaç kişi ellerinde su dolu kovalarla önümden geçti. Bu manzara bile bir terslik olduğunu anlamam için yeterliydi. Adımlarımı hızlandırdım mağaraya vardığımda su kaynağının gerisinde mağaranın kubbe şeklindeki duvarının bir köşesine oyulmuş girintiye yerleştirilmiş üç dev teker ve geniş paletler gözüme ilişti.
İki fan olanca hızıyla dönüyor paketler hızla birlikte tek parça gibi görünüyordu gözüme, sorunsuz çalışıyorlardı. Diğer iki fanın ortasında yer alan fan ise durmuştu, ve etrafta etten bir duvar olacak şekilde insanlarlar toplamıştı.
Kalabalığa yaklaşırken çocuklarını yanlarına gelmeleri konusunda azarlayan ve onları kucaklarına aldıkları gibi dışarıya çıkan kadınları gördüm ve hemen ardından da o kadınların çocuklarını almasına yardım eden Nisha'yı. Yanımdan geçerken göz göze gelmiştik, onunla konuşmak için ileriye doğru atıldığımda, Nisha inatla suyun yanında kalan ve beyaz güzel şekilli bir taşı yerinden çıkarmaya çalışan bir çocuğa doğru yürüdü. Binlerce taş vardı suyun yanında, irili ufaklı taşlardan birçoğu eşsiz renklerle bezeli pürüzsüz yüzeyli taşlardı. Küçük çocuk bulduğu güzel taşı kimseye kaptırmak istemiyor olacak ki Nisha'ya direndi. İstese onu saniyesinde alıp götürebilecek olan arkadaşım ise çocuğun başında çatık kaşları ile hala bir taş uğruna sözünü dinlemeyen çocuğa bakıyordu.
Çocuk haklıydı, ben de olsam o güzel taşı kimseye kaptırmazdım.
Yanlarına yaklaştım, Nisha başını geriye atarak bana garip bir bakış attı. Geldiğim için sevinmişti ama bunu göstermekten çekiniyordu. Sürekli gülümsemeye hazır şekilde yukarıya doğru kıvrımla duran dudakları birbirine sıkıca bastırılmış, ifadesiz bırakılmıştı. Gözlerindeki duygu yoğunluğuna anlam veremedim.
Gidip küçük çocuğun yanına çöktüm. Çıkarmaya çalıştığı taşın yanındaki büyük kayanın altını kazarak boşluk oluşturdum ve bacağıma bağladığım kısa kılıcımı taşla karışık kuma batırarak yukarıya kaldırdım. Çocuğun ulaşmaya çalıştığı taş ve yanındaki birkaç tanesi havaya kalkmıştı. Tek bir tabaka halini alan taşları da birbirinden ayırınca bembeyaz taş parçası olduğundan daha da kusursuz görünüyordu.
"Al bakalım."
Çocuk ilk önce yüzüme sonra da elimdeki oval şekline benzer bir şekle sahip taşa baktı, tahminen altı ya da yedi yaşlarında olmalıydı. Canlı ve enerji dolu parlak kahve gözlerine imrendim, insanlar sağlıklarını korumakta fazlasıyla zorlanıyordu. Öyle ki bu parlak gözler birkaç yıl içinde yetersiz beslenme ve kötü koşullar yüzünden parlaklığını kaybedecekti...
Çocuğun tereddüt etmesi üzerine elimi ona doğru uzattım. Çekinerek elimdeki taşı aldı ve hızlıca çömeldiği yerden doğruldu, uzun kahverengi saçları terden alnına yapışmış ve taşı çıkarmaya çalışırken yorulduğu için hızlı nefesleriyle göğüsü belli bir düzenle inip kalıyordu.
Arkasına bile bakmadan dışarıya çıktığında Nisha elini bana doğru uzattı. Ondan destek alarak ayağa kalktım ve, "Neler oluyor burada?" diye sordum akabinde...
"Fanı görmüyor musun?" dedi soruma soruyla yanıt vererek.
Arkasında kalan dev makineyi işaret etti. Yer yer pas tutmuş makineyi önündeki insanlar yüzünden zar zor görüyordum.
"Neden çalışmıyor?" diye sordum vereceği yanıttan korkarak. Tam da şu anda bir fanın çalışmaması bile bizim bu delikte boğulmamıza neden olabilirdi.
"Çalışacak..."
Durgunluğu verdiği güzel hebare göre fazla karamsardı.
"Uykusuz kalmış, sağlığı da iyi değilmiş son zamanlarda..." sözlerini bitirmesine izin verdim ama ne olduğunu az çok kavramıştım. "Kendi gönüllü oldu, yorgun görünüyordu ama diğerleri de sırf biraz olsun dinlenmek için aralarından yorgun bir kişinin öncelikle o fana çıkmasına izin verdi."
Öfkeli görünüyordu, burada bulunan herkese karşı öfkeliydi...
"Düşmüş, tekerin arasına hem de," duraksayarak yüzünü bana çevirdi. "Kemiklerinin kırılma sesini herkes duydu. Çocuklar bile..."
Elleriyle yüzünü kapattı, buna tahammül etmek onun için oldukça zordu zira bu fanda gerçekleşen bir kazada sol serçe parmağını kaybetmişti ve neredeyse enfeksiyona kurban gidecekti.
Destek olmak için elimi omuzuna koyduğumda yüzünü ellerinin arasından çekerek sakin bir ifade ile yüzüme baktı.
"Hadi gidelim buradan," dedim kapıyı işaret ederek. Cevap vermek yerine yürümeyi tercih etti. Arkasından gitmeden önce son kez fana baktım, insanlar el yordamı ile büyük tekeri yavaşça çeviriyor ve kovalarla taşınan suyu oradaki boşluklara boşaltıyorlardı.
O cesur adamdan kalan parçalar temizlenmeliydi, böylece diğer insanlara yaşama koşullarını sağlayacak makine de ölen adamın yerine gelen bir yani insanla daha yeniden çalışmaya devam edecekti...
Kolonide her ne yaşanırsa yaşansın unutulurdu, burada unutulmayan tek bir şey vardı o da hayatta kalmak. Her ne olursa olsun kimse yaşama şansını kimseye kaptıramazdı. Beklemek yoktu, durup üzülmek bile garip karşılanır yas tutmanın esmesi okunmazdı.
En azından iyi bir amaç uğruna ölmüştü, bu onun seçimiydi. Hastalıktan bitap düşüp yavaş bir ölümü de kabullenebilirdi ama o daha iyisini bulmuştu kendisi için...
Nisha hala durgundu, ölümler onu bende olduğunun aksine fazla etkiliyor kendi ölümünü düşünüp bir süre sonra da kurduğu karamsar son hayallerini anlatırken buluyordu kendini.
Sırf aklını dağıtmak için gözcülere yardım etmeyi teklif ettim. Biz Nisha, Konza ve ben arayıcı gibi görülen savaşarak kendini koruyacak yeteneğe sahip insanlar sınıfındaydık. Genelde gözcülere sorunlarda yardım edenler de biz ve bizler gibi olanlardı. Şu an gözcülerden biri bile son görmek isteyeceğim kişiler olmasa da Nisha için bu can sıkıcı durumun içine atmıştım kendimi.
Yanımda yürüyen genç kızın sessizliği benim tedirginlik suskunluğumla birleşince fazla uzun olmayan koridor bir anda daha da uzamıştı sanki.
Koridorun sonunda bizi karşılayan ışıkla birlikte üzerimize uçuşan kül parçacıklarıyla tek tersliğin fanlarda olmadığını anlamamız uzun sürmedi.
Bugün nasıl bir gündü böyle? Her şey üst üste geliyordu...
Şu ana kadar çoktan kapanmış olması gereken giriş hala açıktı. Geniş mağara ağzının iki yanındaki duvara zincirli geniş metal levhalardan biri kapının yarısına kadar, yani kendi kapasitesiyle sonuna kadar kapatılmış ve zincirle zemine tavana mühürlenmişti. Diğer taraftan kapalı kanadın eşi olan diğer kanat yarı yarıya kapatılmış, bir miktar aralık bırakılmıştı...
İçeriye keskin hatlarla dolan güçlü ışık, güneşin en parlak olduğu şu birkaç saatte olduğumuz için adeta gözümüzü alıyordu. Gözlerimi kısarak yaklaşmaya devam ettim, üzerime gelen toz parçaları kıyafetimin üzerine yapışıyordu. Kapının aralık kısmından içeriye gelen küller yeri ve bulunduğunuz alandaki havayı griye boyamıştı.
Öncülerden birkaçı girişin hemen yanında duruyordu, birkaç arayıcı da gözüme ilişti hemen sonra. Adımlarım beni öncülerin gerisinden Konza ve Jeffrey'in yanına götürdü.
O an onların birkaç adım önünde diz çökmüş pelerinli adamı gördüm. Ellerini hafifçe yukarıya kaldırmış ve başını hafifçe eğmişti. Kendince zararsız olduğunu göstermeye çalışıyordu sanki.
Zihnimi yokladım, onu daha önce nöbette veya bahçede her gün topluca yenen yemeklerde toplandığımız ana salonda hiç görmemiştim ya da hatırlamıyordum.
"Son kez soruyorum." dedi gözcülerden biri.
Yanında duran kadın uyarı amacıyla, "Adolf!" diye seslendi az önce konuşan adama.
Adolf kadına kısa bir bakıştan sonra başını yine yerdeki adama çevirdi ve tehtitkar bir üslupla konuştu.
"Buraya nasıl geldin?"
_____________
"Belki de Dünya'nın geri kalanında yaşam vardı. "
Yeni karakterimiz, bakalım size ne gibi sürprizler getirecek...
Sorunuz var mı?
_____________
27/07/19
SONSUZSİYAH
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top