Bölüm 5/1

En karanlık geceden çeyrek asır önce:

Tüm kıyafetlerinden, unvanlarından ve adından soyunmuştu lanetli.

Üzerinde bir tek solgun derisi, sırtında belini bükercesine ağırlık yapan geçmişi kalmıştı.

Ne aradığını bilmeden çam ağaçları ve kalın gövdeli karaağaçlar arasında dolaştı.

İlk önce bir süredir kayıp olan iştahı hatırlattı kendini.

Kıskıvrak yakaladığı yaban tavşanıyla açlığını dindirdi.

Bu tatlı yaratık damağına, yediği en güzel yemeklerin lezzetine sahipmiş gibi geldi.

Onlarca gün döngüsü bu şekilde devam etti.

Anadan doğma dolandı bir bir diyarın tepelerini, ormanlarını.

Hayvanlar karnını doyurmaya yetmez olunca insanlara dadandı.

Oduncular canlarından endişe edip terk edince kulübelerini,

Krallar bu gizemli hayvanı avlasınlar diye askerler, av partileri yolladı.

Onlardan da geriye dönen olmadı.

Neticede insanlar her zamanki gibi, çareyi sorunu görmezden gelmekte buldu.

Ormanların içlerine kurdukları evlerinden, şehirlere çekildiler.

Gür ağaçların altında hiçbir Adem kızı ve oğlu kalmadı.

Biri hariç tüm yabani hayvanlar ve ağaçlar bu durumdan memnundu.

Gerçi memnuniyetsiz yabani de zaman zaman ormanın içindeki kestirme yolları tercih etme gafletinde bulunan yolcularla nefsini doyurdu.

Günler ayları, Mathias geyikleri ve yaban tavşanlarını kovaladı.

Hangi günde, nerede olduğunu bile takip etmiyordu ki artık,

Ormanlardan birinin tam da kalbinde derme çatma bir kulübeye vardı.

Meraklı köpekler misali heyecanla zıplaya zıplaya evin etrafında birkaç tur attı.

Çalılarla ve çürük tahtalarla kurulmuş bu yapı ancak tek bir insanı barındırabilecek boyuttaydı.

Zaten hali hazırda içinde tıslama sesleri çıkartarak bir insanoğlu uyumaktaydı.

Her ne kadar karnını yeni doyurmuş olsa da,

Paketlenmiş şekilde bulduğu bu yemek Mathias'ın iştahını kabarttı.

Heyecanından biraz fazla ses çıkarmış olacak ki, adam panikle yatağından fırladı.

Adam: Her kimsen var git yoluna. Kimseye zarar vermeden, kendi halimde yaşıyorum.

Ama bil ki yanımda kullanılmaktan aşınmış bir kılıç taşıyorum.

Aç kurtlar tehditlerden ne kadar etkilenirse,

Mathias da o kadar etkilendi bu sözlerden ve şevkle kulübeden içeri daldı.

Aynı hızla bir esinti geçti çıplak göğsünün üzerinden.

Yabani oracıkta donakaldı.

Ne olduğunu idrak bile edemeden suratına yediği yumruk onu gerisin geriye döndürdü.

Kıçına aldığı bir başka darbe ile dışarıya atıldı.

Kuyruğuna basılmış enikler gibi ciyaklayarak yerde yuvarlandı.

Kan sızdırmakta olan göğsü hemencecik iyileşti.

Gururunun toparlanması ise biraz daha fazla zaman alacaktı.

Kafasını çevirdi ve şimdi kulübenin girişinde hilal gibi uzanan kılıcından kanlar damlayarak bekleyen; esmer, kara kaşlı, kara gözlü adama bakakaldı.

Yaşını almış bu yabancının kafası cilalanmış bir taş kadar pürüzsüz ve parlaktı.

Pas rengi sakalı, şişkin göbeğine kadar uzanmaktaydı.

Adam da karşısındaki insandan bozma bu hayvana aynı şaşkınlıkla bakmaktaydı.

Altın saçları posta dönüşmüştü Mathias'ın, tenini kir ve çamur tabakası kapatmaktaydı.

Gövdesini boydan boya yardığını zannettiği yaratığın biraz korkmuş ama sapasağlam yerde uzandığını görünce, adamın şaşkınlığı daha da arttı.

Adam: Iskaladığımı düşünür, yaşlılığıma verirdim görmeseydim akan onca kanı.

Söyle bana: İn misin, cin misin? Tabii eğer ısırmaktan başka bir şey için açabiliyorsan ağzını.

İlk seferinde gafil avlamıştı adam onu fakat bu kez apaçık ortadaydı.

Şimdi atılsa üzerine engel olamazdı Mathias'a. Parçalayabilirdi tek nefeste ihtiyarın boğazını.

Ancak itiraf etmek gerekir ki bu ilginç tipli adam cezbetmişti yabaninin merakını.

Sert görünüşüne rağmen karşısındakine huzur veren havası, tatlı bir konuşması vardı.

Adam: Ata toprağımda da anlatılırdı bir kurt ile insan kırması.

Yoksa sen de ondan mısın?

Söyle çocuğum:

Nasıl bir lanetin altındasın?

Bu soru bir çığlık gibi yankılandı kulaklarında Mathias'ın.

O kadar uzun zaman olmuştu ki bir hayvan gibi yaşayalı...

Unuttuğu her ne varsa çöktü tekrar zihnine ansızın.

Adam: Yiyecek bir şeyler getireyim sana yavrucak, belli ki açsın.

Sanki az önce bir hayvan tarafından yenmek üzere değilmiş de, sahipsiz bir köpeği beslemek istermiş gibi döndü adam arkasını.

Her bir hayvansal güdü saldırma isteğiyle yüklendi yabaniye, hazır düşmüşken adamın savunması.

Bunun yerine dikeldi iki büklüm uzanmakta olduğu zeminde.

Dağıldı çehresini saran yaban havası.

Az sonra elinde tahtadan bir tabakla döndü adam.

Başını da kızıl bir bez parçasıyla sarmıştı.

Bıraktığı vahşi hayvanı büyük badireler atlatmış kazazedeler gibi yardım beklercesine oturur bulunca,

Tebessüm ederek tabağı gariban misafirine uzattı.

Hala neler olduğunu idrak edemiyordu lanetli.

Büyülenmişçesine adamın hareketlerini izliyordu, itiraz etmeden tabağı aldı.

Adam: Kusuruma bakma, yemeğim biraz yavandır.

Ama merak etme midene oturmaz, helal lokmadır.

Doyur güzelce karnını, sonra da söyle bana:

Şemşirin kesemediği bedeni bu hallere düşüren nasıl bir beladır?

Bir konuşma denemesi daha boşa gitti adamın.

Kuru ekmek ve küçük bir parça koyun etini ağzında yuvarlarken,

Terk ettiği her bir anı, her bir isim döndü yabaninin hafızasına teker teker.

Annesini, dostlarını hatırladı. Acaba onlar ne haldeydiler?

Yemek için teşekkür etme niyetiyle bir nefes çekti ciğerlerine.

Fakat hırıltılar çıkarabildi ancak, kelimeler yerine.

Adam: Böylece son koyunumdan kalanlar da tükenmiş oldu.

Ama bereketli bir ormandır burası, afiyet olsun.

Mathias bir kez daha hırıltılarla cevapladı adamı.

Adam da yabaninin hırıltılarına, ne demek istediğini anlamışçasına samimi bir gülümsemeyle karşılık verdi.

Adam: Pek anlayamadım, neyin nesisin? İnsan mısın, kurt musun?

Ya da sıkışmış da arada mı durursun?

Konuşmak ister gibi bakarsın yüzüme ama hırıldar durursun.

Biraz zamana ihtiyacın vardır belki, o zaman ben anlatayım kendimi.

Kızılbaş derlerdi bana, öz ismimi unuttum.

Doğu illerinden çıktım, akıncıların peşi sıra bu topraklara yürüdüm.

Küffar ile pek çok cenge tutuştum.

Yeryüzünde zulmü görüp karşısında durunca,

Dokuz köyden kovuldum, bu ormana kuruldum.

Peki seni bu ormana sürükleyen neydi, kimdi?

Tekrar konuşmayı denedi lanetli, yine beceremedi.

Bunun üzerine ayağa kalktı adam ve kulübeye girdi.

Kısa süre sonra elinde garip şekilli bir tahta parçasıyla geri geldi.

Ucu ince ve uzundu tahtanın, altına ise yuvarlak ve adamın göbeği gibi şişkin bir şekil verilmişti.

Uzun sapına onlarca dikey çizgi çekilmişti.

Bağdaş kurdu Kızılbaş ve şekilli tahtayı kucağına aldı.

Tellerin arasına sıkıştırılmış küçük ağaç kabuğu parçasını çıkartarak tellerin üzerinde gezdirdi.

Huşu verici bir ezgi yayıldı ormana, yabani heyecanla irkildi.

Bütün gece Mathias'ın hiç işitmediği ezgiler çaldı, anlamadığı dilde türküler söyledi.

Adeta ehlileşmişti yabani.

Yine aynı gece boyu, katılaşmış her bir hissi ateşin sıcaklığında erirken,

Aradığı huzuru bulmuşçasına Kızılbaş'ı dinledi.

Bu egzotik müzik uyuttu Mathias'ın özgür bıraktığı hayvanı.

Çözdü düğümlenmiş dilini.

Ateşin başında uyuya kalan lanetli, gözlerini yeni doğmuş bir bebek gibi hayretle açtı.

Sık ağaçların arasından sızan zayıf ışık gözlerini kamaştırdı.

Ormanın taze havası çamurun kuruttuğu teninde anne şefkatiyle dolaştı.

Kızılbaş'ın tıslamaları yankılanıyordu ormanda, belli ki daha uyanamamıştı.

Adamın misafirperverliğini ödeyebilmek adına ayaklandı, ağaçların arasına daldı.

Olan bitenle hiçbir alakası olmayan, görkemli boynuzlarıyla ormanı dolaşan bir geyiği yakaladı.

Yaşamı bedeninden çekilmiş hayvanın içini temizledi, derisini etinden çıplak elleriyle ayırdı.

Ateşi harladı, yavaş yavaş geyiği kızarttı.

Kızılbaş: İlk defa çevirme yapan bir kurt görüyorum. Gerçi babaanne kılığına girmenden iyidir.

dedi ihtiyar, elini başına sardığı kızıl beze attı.

Mathias: Şanslı say o zaman kendini Kızılbaş. Çünkü öyle olmasaydı yanmıştın. Bu ormanda seni kurtaracak avcı kalmadı.

Kızılbaş: Bak sen! Dili çözülür çözülmez kurdumuz imalara başladı.

Oturdu ateşin başına bu iki farklı dünyanın insanı.

Bir güzel sıyırdılar sulu eti kemiğinden.

Kızılbaş: Karnımız da doyduğuna göre bahset bakalım delikanlı, hikayenden.

En başından başladı Mathias, bahsetti acılarından, terk edilişinden, kutsal şehirden.

Bahsetti annesinin onu buluşundan, karanlığın içinden tüm görkemiyle yükselişinden.

Ve bittabi olanca kederiyle lanetinin üzerine çöküşünden, yaşamın tüm renklerini yitirişinden.

Kızılbaş: Demek yıllarca sakındım da şeytanın nimetlerinden,

Şimdi daha beteriyle soframı paylaştım.

Mathias: Yargı dağıtmada ne kadar da çabuksun.

Ben sadece tanrının bana biçtiği rolü oynadım.

Kızılbaş: Yani dersin ki Tanrı emretti bunca zulmü sana, sen de yaptın.

Aslında sen de hepimiz gibi onun bir hizmetkarısın.

Öfkeyle parladı Mathias:

Mathias: Asla kendi arzularımdan başkasının hizmetkarı olmadım!

Kızılbaş: Öyleyse niçin kendi eylemlerinin yükünü bir başkasına yıkarsın, sana sorarım?

Mathias: Yalnızca yaratıldığım gibi davrandım.

Ellerim henüz kirlenmemişken bile yaratılışımdı çektiğim her çilenin sebebi.

Böyle doğmayı ben istemedim ama intikam rahatlatıyor zihnimi, yüreğimi.

Kızılbaş: Gerçekten öyle mi?

Buradan bakıldığında görünmüyorsun rahatlamış gibi.

Eğdi başını Mathias, düşünceler gözlerini gölgeledi.

Mathias: Belki de almam gereken intikamlar bitmedi.

Kızılbaş: Nice hükümdarlar gördüm, nice kanlar döktüler.

Okyanuslar onların susuzluğunu gidermeye yetmedi.

Eğer dinlersen benim gibi korkak bir ihtiyarı.

Bil ki senin lanetin ölümsüzlüğün değil nefretindir.

Nar besledin yüreğinde, yaksın diye hasmını.

O ise önce seni tüketti.

Küllerin bu ormana üfledi.

Mathias: Sen ateşi ne bilirsin?

Kızılbaş: Ben de ateş-i aşkla yaktım özümü.*

Yanışımız aynı, ateşimiz farklıdır.

Sen ararsın gece ile boğduğun günü.

Bu sırra yalnız aşk ile erersin.

Mathias: Yani dersin ki güzel bir kadın mı tüm dertlerimin çaresidir?

Kızılbaş: Beden dediğin kuru bir et parçası.

Aradığın can ise o bedenin cevheridir.

Cevheri görmen için daha derine bakman gerekir.

Mathias: Önceleri pek çok insanın içini dışına çıkardım.

Fakat bahsettiğin cevhere hiç rastlamadım.

Kızılbaş: Can almakta üstüne yok belli ki.

Yaşam vermeyi denedin mi hiç peki?

Beslenmeyi iyi bilirsin de, ya beslemeyi?

Kucağına yeni doğmuş bir bebeği aldın mı hiç?

Ömr-ü hayatında emek verip büyüttün mü herhangi bir çiçeği?

İki kefesi vardır terazinin.

Hep aldın, karşılığında düşündün mü vermeyi?

Mathias: Tanrın o kadar çok şey aldı ki benden,

Vermeye zamanım kalmadı yitirdiklerimi geri almaya çalışırken.

Kızılbaş: Her zaman da hazırmış bahanen.

Manasız geliyor bu sözlerin, ölümsüz bir hayatın varken.

O zaman bir türkü söyleyeyim sana memleketimden, bu sefer anlayacağın dilden.

Sen de düşün söylediklerimi türkümü dinlerken.

Bir koşu kaptı geldi çalgısını Kızılbaş, Mathias beklerken.

Bir kez daha kabuğu sürttü tellere ve söze girdi.

Tüm orman kulak kabarttı Kızılbaş çalıp söylerken.

Kızılbaş: Bir garip yetim, dara düş olmuş.

Ekmişler toprağa, büyümüş huş olmuş.

Galip gelmiş düzene, memlekete baş olmuş.

Dost bu derman derde değmez mi?

İçmiş zafer şarabını, tadı hoş gelmiş.

Doluymuş ibriği, ona boş gelmiş.

Baharına, yazına hep kış gelmiş.

Dost bu yangın ısınmaya yetmez mi?

Uçmuş diyar diyar, kendini kuş bilmiş.

Unutmuş evvelini, düş bilmiş.

Hak yoluna güller sermiş, o taş bilmiş.

Dost bu yolu yürümeyi bilmez mi?

Bilmez misin? Ey dost! Her suyun sonu ummandır.

Dert yolunda gezinenin evi dermandır.

Bir tohum eker isen gönlün ormandır.

Hayy'ın verdiği Hû'ya geri dönmez mi?

Mathias: Ey ihtiyar! Peki dost bu türküyü şimdi uydurduğunu bilmez mi?

Güldü Kızılbaş, nazikçe çalgısını bir kenara bıraktı.

Ağaçların arasından gelen hışırtıları işitince gerildi yüzü, endişeyle Mathias'a baktı.

Kızılbaş: Türkü vakti bitti çocuğum, haydi artık var git yoluna.

Mathias: Neden kaygıyla bakar gözlerin? Kimdir bu gelenler?

Birileri zarar mı vermek isterler yoksa sana?

İzninle hoş sohbetinin karşılığını vereyim.

Ter bile dökmeden tez vakitte gider gelirim yanına.

Kızılbaş: Muhabbetimizin yüzü suyu hürmetine; yapma.

Aynı yollardan geçip başka yere varırsın sanma.

Çok bile kalmıştım bu diyarda.

Rica ederim git fakat sözlerimi hatırla.

Mathias: Pekala.

İstemeye istemeye kalktı Mathias ateşin başından.

Sözünü tam da tutamadı, saklandı bir ağacın arkasına.

Dört figür belirdi kulübenin önünde az sonra.

Civar köylerin halkına benziyorlardı uzaktan.

Kıskıvrak yakaladı köylülerden biri Kızılbaş'ı, davranmasın diye kılıcına.

Köylü: Gürültün köye kadar ulaştı. Demek temizleyememişiz senin türünü tamamıyla bu ormandan.

Kızılbaş: Dünya dediğimiz bu güzellik elbet bir gün arınacak insan hastalığından.

Köylü: Öyleyse senden başlayalım, bizim de katkımız olsun bu davaya.

Kızılbaş: Elinizden geleni ardınıza koymayın dostlar, kul ne eyleyebilir ki hakkın yarattığına.

O vakit gözleri buluştu Kızılbaş ile Mathias'ın.

Öfkeyle birkaç adım ileri attı ölümsüz olan.

Sert bir bakışla durdurdu onu ihtiyar, fazla yaklaşmadan.

Aşinaydı Kızılbaş kadere, kurtulmak istemedi yazgısından.

Köylüler bağladılar ihtiyarı hiç zaman harcamadan.

Kulübenin içine attılar kurbanlıklar gibi tutarak kolundan bacağından.

Ateşe verdiler sürgündeki ihtiyarın kendine ev ettiği çalı çırpıyı hiç acımadan.

Dişlerini parçalamak istercesine birbirine kenetledi Mathias.

Kapattı gözlerini ağlamadan.

Kahkahalar ve zafer nidalarıyla ayrılınca köylüler ormandan,

Daldı kulübenin içine lanetli, bu sefer yardım amacıyla.

Hala yanmakta olan tahta parçalarını bir sağa bir sola savurdu.

Gözlerinde umutla, yaşam belirtisi aradı.

İnsan bedeni bu kadar çabuk tutuşup kül olamazdı.

Köylülerin ihtiyarı bağlamakta kullandıkları, şimdi ise bir köşede alevleri beslemekte olan ipler dışında adamın yaşadığına ya da öldüğüne dair bir emare bulamadı.

Ayrıca hilal kılıcı da yoktu ortalıkta.

Didik didik etti yangın yerini, baktı her tarafa.

Ne bir iz ne bir işaret, sanki karışmıştı Kızılbaş gayba.

Hayretle çöktü yere, gülmeye başladı aniden.

Mathias: O kadar garip bir adamsın ki, ancak böyle bir son yakışırdı sana.

Bu iki günde yaşadıklarını anlamlandıramasa da,

Mathias'ın ilk defa bir yol göstereni olmuştu düştüğü bu çıkmazda.

Ayaklandı, bilinmez bir süredir yaptığını yaptı, yürümeye başladı.

Fakat bu sefer saptı her zamankinden farklı bir yola.



____________________________________________________________________

*Seyyid Nesimi - Ateş-i Aşkına Yaktım Özümü (Şiir)



















Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top