Bölüm 7

Medyada: Loren Allred - Never Enough

===

O kadar çabalamıştım ki kendimi iyileştirebilmek için. Bu şekilde eksik, yarım kalmış gibi yaşamak istemiyordum. Evet, birini zorla sevemezdin, zorla seni sevmesini isteyemez ve bekleyemezdin. Ama o yanımdayken bazen öyle bir davranırdı ki, ellerinde çok kıymetli bir hazine tutuyormuş gibi hissederdim. Bir nefes kadar kısa sürse de benim için anlamını bilemezdi. Ben hayranlıkla ağzım bir karış açık onu izlerken, kimi zaman dayanamayıp bütün şefkatini parmaklarıyla aktarıyormuş gibi öyle bir dokunurdu ki yüzüme, bütün hücrelerim gün ışığıyla sarmalanırdı. Belki acıdığı için yapıyordu, bilmiyorum.

Nasıl oluyordu da karşı koyamıyordum çekimine? Ona giderken de ondan kaçmaya çalışırken de defalarca dizlerimin üzerine düştüm, ellerimi kalkan yaptım kendime. Yaralar içindeki ellerimden damlayan kanları görmezden gelip her seferinde ezilip geçildiğini, üzerine basıldığını unutan kalbim, nasıl olurdu da ona karşı olan hislerimi unutamazdı?

Her ne kadar kendime kızsam da onu sevmeyi sevdiğimi fark ettim. Beni, onu onsuz da sevmeye alıştırmıştı. Gelmeyeceğini bile bile her gün buraya, son kez gördüğüm bu yere gelmeye devam ettim. Zaman acımasızca yavaş yavaş yüzünün izlerini hafızamdan silerken hislerime, beni yakan duygularıma dokunamıyordu. O duygularla yaşamaya çalışıyordum ama zordu ve canım acıyordu. Çoğu defa başarısızlıkla sonuçlansa da zorlukla iyileştirdiğim, iyileştirdiğimi düşündüğüm hastalığım yeniden ve daha güçlü bir şekilde nüks etmişti. Damarlarımda dolaşan, yıkım getirecek olan zehrin tamamıyla farkındaydım.

Gözlerim ufuk çizgisinde saatlerce beklediğim bir günün sonunda o kadar ıslanmıştım ki hissettiğim soğuk yüzünden kalbim bile buz kesmişti. O günden sonra sızlayan kalbime, sürekli ağrıyan sırtım ve gecelerce uyutmayan öksürükler eşlik etmeye başlamıştı. Ateşimin olduğu, başımı gövdemin üzerinde sabit tutamadığım o günlerde bile buraya gelmeyi hiç ihmal etmedim.

Aylardır düzenli olarak geldiğim bu yere her zamanki gibi saatinde gelmek için evden çıktığım bir gün o kadar ağrım vardı ki dayanamadım ve hastaneye gitmek zorunda kaldım. Sıra almak için önümde anlamsızca sekreterle tartışan adamın çekilmesini beklerken çevremde ne kadar hasta olduğunu gülümseyerek övünçle anlatan gereksiz kalabalığı izliyordum.

Hastaneleri özellikle de acilleri sevmezdim. Hasta oldukları için değil de birbirleriyle sohbet etmek için gelmişler gibi yanlarındaki insanlarla konuşup gülen, uğultudan kimsenin yanındakini dahi duyamayacağı bir güruhla çevriliydim. Bir kısmı işlerini mecbur oldukları çalışanlara bağırarak halletmeye çalışırken, diğer bir kısım da yanlarındaki kişilerle hastalıklarını kıyaslayarak tanımadıkları insanların hayatlarına burunlarını sokmaya çalışıyorlardı. Ben daha fazla hastayım yarışması var gibiydi. İlginç olan ise insanlar hastalıklarıyla mutluydu!

Muayene olmak için bekleyen hastaların ilk önce kendileriyle ilgilenilmesi için gösterdikleri çabaları hayretle izlerken acil servisi dolduran siren sesiyle irkildim. Bulunduğum yerden acilin giriş kapısını rahatlıkla görüyordum. Süratle yaklaşan ambulans daha tam olarak durmadan arka kapısı hızla açıldı ve görevlilerin bağırmaları arasında genç bir bedene müdahale eden iki kişi ile sedye çıkarıldı. Ne ayakkabı ne de çorap olan bedenin bembeyaz ayakları ilk dikkatimi çeken şey olmuştu.

Hızla ambulanstan indirilen sedye aynı hızla önümden geçerken bakışlarım önce uçları yenmiş tırnakların olduğu ellerin iradesiz sallanışlarına daha sonra ağzına tüp takılmış ambuyla solunum desteği verilen gencin yüzüne takıldı. Yaşamın emaresi olan sıcaklığın çekilmiş olduğu yüzü morarmıştı. Bu genç bedenin sahibi O'ydu!

Sedye saniyeler önce önümden geçmiş olmasına rağmen bakışlarım yüzünü gördüğüm o noktada sabit kalmıştı. Her şey bir anda durmuştu; nefesim bile. Hayal meyal gördüğüm o görüntüden sonra ne olduğunu anlayamadan ayağımın altındaki yer yüzüme doğru yaklaşmaya başladı ve her şey karanlığa gömüldü.

Gözümü açtığımda acil servisin parlak ışıklarının asılı olduğu tavana bakarken buldum kendimi. Gözlerimi kırparak parlak ışığın rahatsızlığından kurtulmaya çalıştığım ve düşüncelerimin bana ulaştığı birkaç saniyenin ardından hızla yerimde doğrulurken ne dönen başım ne de koluma takılı olan serum umurumda oldu. Sendeleyerek masa başında oturan doktorun yanına gittim. Etraf sakindi.

Bir saat önce getirilen gence ne olduğunu sorarken, bakışlarım doktorun arkasındaki duvarda asılı olan saatin üzerine sabitlenmişti. Bir yanım sanki vereceği cevabı biliyormuş gibi oradan kaçmak istiyordu, söylenecek hiçbir şeyi duymak istemiyordu. Diğer yanımı dinledim ve durdum. Israrla tanıyıp tanımadığımı irdeleyen doktora eski bir arkadaşım olduğunu söyledim ve tekrar sordum. Sürekli bu tarz haberler veriyor olmanın rahatlığı ve sıkıntısıyla tek nefeste söyledi. Öldü!

Duvardaki saate takılı olan bakışlarım doktora döndüğünde nasıl baktıysam açıklama gereği duymuş olacak ki aşırı dozdan dedi ve morga kaldırıldığını söyledi. Bunları dinlerken kolumdaki damar yolunun çıkmış olmasından dolayı kanayan yeri hemşirenin pamuk koyarak yapıştırdığının hayal meyal farkındaydım. Beyaz mermer zeminin üzerinde avucumdan damlayan kanla oluşan lekeler umurumda değildi. 'Bırak kanasın' dedim sessizce, ne önemi vardı ki artık!

Düşüncelerim odağını yitirmiş beynimde oradan oraya çarparken zorlukla sürüklediğim ayaklarımın beni morgun kapısına götürmesine engel olamadım. Dört harf, iki hece ne kadar da güzel özetlemişti hayatımı: Öldü!

Morga girmemi engelleyen görevliye ne kadar çok yalvarmıştım. Saatlerce morgun olduğu o koridorda sırtımı duvara yaslayarak soğuk zeminde oturdum. Onu görmeye kimse gelmemişti. Yakını olmadığımdan bana da göstermiyorlardı ama görmek zorundaydım. Ben onun hiçbir şeyi iken o benim herşeyimdi ve onlar bunu bilmiyordu.

Önceleri dört yapraklı bir yoncaydım; ailem, arkadaşlarım, hayallerim ve biriktirdiğim sevinçlerim. Sonra o yapraklar arasında rengarenk bir yaprak çıkmaya başladı. Daha ben renklerinin güzelliğine alışamadan büyüdükçe kırmızıya dönüşen rengiyle diğer yaprakları dökerek kendine yer açmaya başladı. Bütün darbelere rağmen bir ceninin anne rahmine tutunması gibi tutunuyordu o yaprak da içime. Gözyaşlarımla besleyip büyüttükçe rengi solsa da ayrılmadı, düşmedi gövdesinden. Ama bir gün bütün gövdeyle birlikte yanıp kül oldu. Gücüm yetmedi; durduramadım, engelleyemedim. Kül kokusu dağılırken düşlerime, bedenimi hayata bağlayan ve yaşadığımı gösteren o noktada geçmeyen, geçmeyecek bir yanık izi bıraktı.

Soğuk karanlıklara hapis kalmayı tercih ederdim, güneş ışığının ıssız topraklarımı böyle kavurmasındansa. Gözyaşlarım hep aksın isterdim pınarlarımın kurumasındansa. Yalnızlığımla arkadaş olurdum hatta severdim, böyle kimsesiz kalmaktansa... Ama o bana kalbini ve bedenini çok gördüğü gibi şimdi de ruhunu çok görmüştü. Söyleseydi bütün izlerini bedenimden, yüreğimden hatta düşlerimden bile silerdim, istemesi yeterdi, yeter ki izlerini dünya üzerinden silmeseydi. Elim bağrımda kalmadı: Elim mutlulukta kaldı, elim yaşayamadıklarımda kaldı, elim bir ümidin cansız bedeninde kaldı!

Kendi kıyametim başımın üzerinde koparken dudaklarımdan kaçmasına engel olamadığım o tek hıçkırıktı anlatan hayatımı. Tanımadığım bir adamın dudaklarında hayat bulan kelimeydi: Öldü!

Saatlerce oturduğum soğuk zeminde uyuşmuş halde beklerken güvenlik görevlilerinin bana doğru geldiklerini gördüm. İnsaf edip beni içeri alacaklarını düşünmüştüm. Yanılmışım...

'Bir dakika, sadece bir dakika! Son kez yüzünü göreyim, ne olur!' diye yalvarırken kendi içimde bin parçaya bölündüğümü görmüyorlardı, anlamıyorlardı. Onları suçlayabilir miydim? Her şeyim olduğu için kendimi suçlayabilir miydim? Peki ya onu, tırnaklarını defalarca geçirip kanatarak açtığı yaralar yetmezmiş gibi şimdi ise kalbimin olduğu yeri rastgele bıçak darbeleriyle kesip attığı için suçlayabilir miydim?

Ölümün bütün sıcaklığını almış haliyle görmek, ilk defa beyazların yakışmadığı ve dudağının kenarında asılı olan gülümsemesinin olmadığı haliyle hatırlamak istemiyordum ama bu kez de kendi gözlerimle görmezsem inanmayı reddeden tarafımı yine susturamayacaktım.

Güneş doğmayan ülkemde beni bir tutam ot bitmeyecek kuraklıkla bırakıp gitmişti. Ahımın feryatlarını benden başka duyan yoktu. Akıl melekelerim ince bir iple bağlıymış ve her an kopacakmış gibi hissederken parmakları uyuşmuş ellerimle son kez gerçeğe dokunmak istedim. İzin vermediler. Beni önlerine katıp, acil kapısının dışına çıkarırlarken akan gözyaşlarımın damladığı soğuk zemin bile daha merhametliydi.

Acil kapısında saatlerce bekledim. Kimse gelip onun cansız bedenini almıyordu. Benden başka kimse onun için üzülmüyordu. Hayat nasıl hiçbir şey olmamış gibi devam edebilirdi? Birkaç saat önce Azrail yaralı bir ruhu bedeninden söküp almış, dünyanın kurulduğu tarihten beri doymayan toprak yine bir gence kucak açmış bekliyordu. Bedeni buluşurken toprakla yalvarmak için bir tek benim açtığım ellerim yetecek miydi ruhunun huzura kavuşmasında?

Çalan telefonuma daha fazla dayanamayarak uyuşmuş ellerimle zorlukla açtım. Annemin merak eden sesi yarım saat sonra karşımda vücut bulurken kolumdan çekerek beni götürmeye çalışıyordu. Anneme daha fazla karşı koyamadım. Beni eve götürmek için sürüklerken gözyaşlarım sadece kaybım için değildi; onu soğuk morg odasında tek başına bırakmanın vicdan azabını üzerimden atamıyordum.

Hayatımda daha önce bu kadar uzun bir gece geçirmemiştim. Karanlığın bu kadar koyu ve kulakları sağır edecek kadar sessiz olabileceğini düşünmemiştim. Buram buram huzursuzluk yayılırken içime evde benden başka herkes uykunun huzurlu kollarındaydı. Sabah olur olmaz mezarlığa gittim. Saatlerce, teker teker mezar taşlarına bakarak onu aramama rağmen bulamadım. Çıldırmak üzereydim, neden yoktu? Kimse morga almaya gitmemiş miydi? Ben gitsem bana vermeyeceklerdi, biliyordum. Eşi neredeydi? Ayrıldığını söylemişti ama cenazesi için bile gelmemiş miydi? Kimsesizler gibi belediye tarafından mı defnedilecekti?

Bir gün sonra tekrar gittim ve yeni baştan mezar taşlarına teker teker baktım. Diğer mezarlardan ayrı, otların arasında bir mezarda yatıyordu. Yeni kazılmış toprağın kokusu hala havada asılı duruyordu. Burnuma dolan bu kokuyla bir an için onun kokusunu da almış gibi hissettim. 'Bir daha benden kaçamayacaksın. Bak, yine bana kaldın.' diyerek mezarının kenarına oturdum. Özensizce yazılan ismini mezar taşında görünce kimsesizliği elimi kolumu kullanılmaz hale getirdi. Midemin olduğu yerde koca bir taşla başımı toprağına koyarak saatlerce orada yattım. Gözyaşlarım kuruyana kadar...

Yaklaşık iki ay boyunca her gün mezarına gittim. 'Ben geldim. Buradayım, yalnız değilsin.' diyerek mezarının başına oturup kendi kendime konuşuyordum. Mezarının etrafındaki otları teker teker parmaklarımla kopararak temizledim. Çiçekler diktim toprağına ve gözyaşlarımla suladım. Ona, karşılıksız sevginin ağına düşmüş, sevdiğinin bakışlarına tutsak bir kızın aşkını anlatıyordum. Ona, bu dünyada cehennemi yaşayan, sevdiğine duyduğu özlemle yanıp kül olan, bir değil bin ömür geçse de kavuşma anını bekleyecek olan bir kızı anlatıyordum. Ona, kendimi anlatıyordum.

Yağmurlar yağdı, ayrılmadım. Rüzgâr tenimi yaktı, ayrılmadım. Hastalandım, her uzvum acı içinde kıvranırken yine de ayrılmadım mezarının başından. Her gün, hiç aksatmadan gün doğumuyla gittiğim mezarlığa gün batımına kadar yanında, en yakınında durdum. Ta ki o güne kadar...

Annem dışarı çıkmayayım diye kapıyı kilitlemişti. Benimle baş edemiyordu. Aklımı kaçırmışım gibi davranıyordu. Belki de kaçırmıştım, bilmiyorum. Bütün ısrarlarıma, yalvarmalarıma rağmen kapıyı açtıramamıştım. İnsanlıktan çıktığımı söyleyip kendime bakmam için zorla aynanın karşısına götürmüştü. Aynada tanımadığım bir yüzle karşılaşınca şaşırsam da kısa sürdü. Onun bedeni yavaş yavaş çürürken benim bedenimin sağlıklı kalmasının ne anlamı vardı ki!

Bütün ısrarlarıma rağmen kapıyı açtıramadığım annem bir daha evden çıkarmayacağına dair avazı çıktığı kadar bağırıyordu. Anlaşılan canına yetmişti. Çaresizce odama gittim ve yattım. Birkaç saat sonra kapının sesini duydum. Oralı bile olmamıştım ta ki annem odama gelip seni görmek isteyen biri var diyene kadar.

Yirmili yaşlarının sonunda esmer bir kız, elinden tuttuğu yedi ya da sekiz yaşlarında bir erkek çocuğuyla rahatsızca kapıda duruyordu. Kız bana, beni tanıyormuş gibi bakarken ben de dikkatle yüzüne baktım ama daha önce hiçbir yerde görmediğimi düşündüm. Hiçbir şey söylemeden çantasından çıkardığı zarfı elime uzattı. Anlamayarak bir kıza bir zarfa bakarken çocuğun merakla yüzüme bakan bakışlarıyla karşılaştım. Hayatımın anlamı olan o bir çift kahverengi göz karşımda duruyordu. O'nun gözleriydi. Kim olduklarını anlamanın şaşkınlığıyla yüzüne baktığım kız bir açıklama beklediğimi fark etmişti.

'Sana yazmış. Senin için yazmış.' dedi. Konuşurken zorlanıyormuş gibi yutkunup duruyordu. 'Bir ay önce elime geçti. Daha önce getirmediğim için üzgünüm. Benden son ricasıydı.' dedi ve başka tek kelime etmeden, arkasından seslenmelerimi duymazdan gelerek koşar adım gitti. Bu yaptığı için ona teşekkür bile edemedim, yaptığı şey onun için çok zor olmalıydı.

Elimde zarfla kapının önünde bir süre kalakaldım. Nereye gittiğime bakmadan yavaşça yürüdüm. Kendimi odamda yatağımın kenarına ilişmiş şekilde bulduğumda hala elimdeki zarfa birbirinden farklı yüzlerce düşünceyle bakıyordum. Kırk yıl düşünsem bana bir mektup yazacağı aklıma gelmezdi çünkü mektup yazacak bir yapıda değildi. Ne yazmış olabilirdi ki? Açmalı mıydım? Ya okuduklarım daha çok üzülmeme neden olursa diye düşünürken bir yandan da onun düşüncelerine bakabileceğimin farkına varmanın heyecanıyla derin bir nefes alarak dikkatle zarfı açtım. Zarfın içinden çıkan şey yüzünden daha çok şaşırdım. Sayfalarca yazmıştı."

Ahzen bir süre hareket etmeden durdu sonra derin bir nefes aldı ve çantasına uzandı. Kalın bir zarfı bana uzatırken gözünden damlayan yaş dikkatimden kaçmamıştı. Şaşkınlıkla uzanırken ne yaptığımı fark ettiğimde elim havada asılı kaldı. Okumamın yanlış olacağını söylememe rağmen bundan sonrasını anlatamayacağını, bunun için yeterli gücü olmadığını söyledi. Solgun yüzüyle darmadağın halde yüzüme bakarken zarfı yavaşça kucağıma bıraktı ve bakışlarını akan suya çevirdi. Sessiz ağlayışını izlemek daha zor geldiğinden zarfı alarak okumaya başladım.

===

(Bölümle ilgili düşüncelerinizi merak ediyorum. Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın LÜTFEN...)

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top