Bölüm 4
Medyada: Sezen Aksu- Ben Öyle Birini Sevdim Ki
(Bölüme başlamadan medyayı açmanızı öneririm.)
==============
Birkaç ay sonra üniversiteyi kazanmış, okumak için başka bir şehre gidiyordum. Çok uzak sayılmazdı; sadece altı saat kadar uzakta olacaktım. İlk kez evimden ve ailemden ayrıldığım için korkmuştum ve yeni bir heyecan kuşanmıştım.
Ailemi, arkadaşlarımı ve sevdiğim adamı geride bırakıp bilmediğim bir şehirde, bir anda tanımadığım insanlar arasında kalmıştım. Kendimi çok yalnız hissettiğimi hatırlıyorum. Onu bırakıp gitmek benim için işkence gibiydi, sürekli aklımdaydı. Ayda en az iki kez, ne kadar yorucu olsa da, sadece onu görebilmek için eve dönerdim. Bu çabalarımın sonucu genellikle hüsran olsa da kendime engel olamazdım.
Yabancı bir şehirde, yeni insanların arasında olduğumu ve yalnızlığımı bilmesine rağmen aylarca bir kez bile aramazdı. Oysa benim gecem ve gündüzümde hep o vardı. Aylar sonra aklına gelip aradığında 'Neden aramadın?' diye sormaya korkardım. Hiçbir şey olmamış gibi, beni hiç yalnız bırakmamış gibi konuşurdum. Çünkü özlerdim, çok özlerdim. Onu kaybetmekten ölesiye korkuyordum. Bu yüzden o kadar süre geçmesine rağmen sesini duyduğum o anda bütün kırgınlıklarımı unuturdum, hiç olmamışlar gibi. Sonra yine aylarca aramazdı. Her gece gözyaşları ile uykuya dalardım. Kendimi oyalayabilmek için bir sürü meşgale bulurdum kendime ve onlarla oyalanırdım. Ama beynime koca bir mıh saplanmış gibi orada öylece dururdu ve sürekli sızlardı.
Başka kızlarla görüldüğüne dair haberler geliyordu kulağıma. Arkadaşlarımın açıkça söyleyemediği zamanlarda kelime aralarına sıkıştırdıkları imalarda duyardım çoğu zaman. Göze çarpan bir delikanlı olduğundan etrafında ona hayran hayran bakan kızları görmeye alışmıştım zaten ama yapı gereği gereksiz kıskançlık yapacak karakterde biri değildim. Kim olursa olsun kişisel alanlara saygı duyulması gerektiğini düşünen, bu şekilde yetiştirilmiş bir kızdım; ama o öyle değildi. Bulduğu her fırsatta telefonumu eline alır ne var ne yok diye karıştırırdı. Kendisinin bu şekilde rahat hissettiğini düşünerek, yaptığı davranışın saygısızlık olduğunu bile bile görmezden gelirdim, aynı arkadaşlarımın sözlerini ve imalarını görmezden geldiğim gibi. Beni aldatıldığıma dair defalarca uyarmalarına rağmen hiç kulak asmadım. Ama korkardım ve korkum hüznümü körükledikçe, mutluluğumu gölgeledikçe umutsuzluğum damarlarımda akan kana karışırdı. İçten içe beni yiyip bitiren bir kurdun pençesine düşerdim. Bazen o kurt öyle aç olurdu ki, acısı dalga dalga yayılırken gözlerimden boşalan sicim gibi yaşlar bile dindiremezdi bu acıyı.
Bir hafta sonu onu görebilmek için memleketime dönmüştüm. O kadar özlemiştim ki adeta burnumda tütüyordu. Sürpriz yapmak istedim. Eve geldiğimin ertesi günü heyecanla hazırlanıp onu görebilme ihtimalimin en yüksek olduğu o mekâna gittim. Merdivenleri çıkarken içimdeki huzursuzluğu heyecanımdan kaynaklanıyor diye görmezden geldim. O heybetli cam kapıyı güçlükle iterken arkası bana dönük, eli bir kızın omzunda oturan onu gördüm. Anlamlandırmaya çalışarak baktığım görüntü korkularımın gerçekleştiğini haykırıyordu adeta. Kıskançlık, keder ve öfkeyle oluşan bir elin kalbime ulaşıp ezdiğini, nefesimi kestiğini, kaslarımı felç ettiğini hissediyordum. Beni gördüğü ana kadar olduğum yerde çakılıp kaldığımın farkında değildim. Gözlerimiz buluştuğunda birçok yerinden kırılmış ince bir dal gibi acımı yansıtarak baktığımın farkındaydım. Belki de o bakış hızla kalkıp bana doğru gelmesine neden olmuştu ama yüzleşmek istemediğim, duyacaklarımdan korktuğum için arkamı dönüp bütün çaresizliğimle koşmaya başladım. Birbiri üzerine binmiş gibi duran evlerin olduğu dar bir sokakta beni yakaladı ve hızla kolumdan tutarak kendine çevirdi. Kesik kesik nefes alıyordum. Ciğerlerimin oksijensizliğe isyanı bile kalbimin isyanını bastıramamıştı.
Onu dinlemem için ikna ettiğinde buna gerek bile olmadığını anladım çünkü dünden hazırdım. Birbiri ardına sıraladığı biri diğerinden güzel cümleleri, duymayı beklediğim ama inanmadığım baldan tatlı kelimelerden oluşuyordu. Öyle güzel yalan söylüyordu ki yalan söylemesine bile âşık oldum. Beynimde uyarı zilleri çalarken kalbimi bu şekilde yaralayan kişinin yine kalbimi iyileştirecek kişi olması ne kadar da acıydı! Benliğimi kuşatan, beni çaresiz bırakan, hayatımın anlamını bir çift kahverengi göze bağlayan bu hissin kölesi olmuştum. Ruhuma kadar sirayet eden bu his, günden güne kat be kat artıyordu ve benim bunu durduracak ne gücüm ne de isteğim vardı.
O, kelimelerin gizli gücünü keşfetmiş gibi kendinden emin bir şekilde konuşurken, usta bir illüzyonist gibi gerçeği kendi istediği şekilde beynime kodlarken, ağzının kenarında iyileşmeye yüz tutmuş bir morluk olduğunu fark ettim. Kendine güvenen gülümsemesinin yanında bu gülümsemenin ne kadar sahte, ne kadar zoraki olduğunu gösterir gibi geriliyordu. Birileriyle nedenini bilmediğim, bana anlatmaktan kaçındığı kavgalar içinde olduğunu biliyordum. Her fırsatta uyarmama rağmen uzak durmadığı gün gibi ortadaydı. Biraz önceki gördüğüm şeyden çok bu görüntüyü önemsiyor olmam da varlığının kölesi olduğumu kanıtlar nitelikteydi.
Ertesi gün okula döndüm. İlk zamanlar neredeyse her gün arıyor ve neler yaptığıma dair konuşuyorduk. Gelecek ile ilgili sınır tanımayan planları vardı. Bazen o geleceğe dair planlarından bahsederken beni de bir yerlere sıkıştırırdı. Kısa süreli oluşan mutluluk bulutunun içinden ruhumu sıkan hüzün canavarlarının fırlamasına engel olamazdım. Kabul etmekten kaçınsam da o gelecekte yerim olmadığına dair içten içe oluşan hislerin çevremi kuşatmasından kurtulamaz, bu hisleri kendimden uzaklaştıramazdım.
Bir yılanın sinsice yaklaşıp bir insanı baştan aşağı kuşatması gibi kelimeleri de beynimi öyle kuşatırdı. Kaçmak isteyip kaçamadığım, zehrini zerk ederek uyuşturduğu, bakışlarındaki yoğunlukla oluşan sarhoşluğumdan faydalanıyordu adeta. Aslı virane olan, kelimelerinin büyüsüyle inşa ettiği sarayının güzelliğine aldanarak teslim ettiğim düşüncelerim kapana kısılmış teker teker avlanıyordu. Her defasında tuzağa düşürülen, en büyük hatası saflığı olan kalbim yüzünden yüzümdeki bu aptal sırıtışı bir türlü silemiyordum. Dalga geçer gibi mimiklerime kazınmıştı adeta. Beynimin mantıklı olan küçük bir bölümünün canhıraş çırpınışları da fayda etmiyordu.
Mutluluğum bir ay bile sürmeden yine ve yeniden yalnızlığım ve ben baş başa kalmıştık. İçimde büyüyen hezeyanlar yaralı kalbime sonu gelmeyen işkenceler ediyor, korkaklığımın cezasını geceler boyu uyku haram olan, sicim gibi yaşlar boşalan gözlerim çekiyordu. Her gece defalarca idam sehpasına çıkarılan zavallı ruhum, aynı gecenin sabahında umutla yeni güne başlıyordu.
Sınavlarım bitmişti, yaz tatili için eve dönecektim. Hem biraz gezmek hem de beni almak için ailem gelmişti. Annem, babam ve kardeşlerimle şehrin her yerini gezdik. Son günlerdeki huzursuzluğuma, beynimi yiyip bitiren düşüncelerime öyle iyi gelmişlerdi ki! Birkaç gün sonra eve dönerken direksiyon başında uyuyakalmış bir tır şoförü yüzünden kaza geçirdik.
Yaklaşık bir hafta hastanede yattım. Bacağım kırılmıştı ve önemli olmayan birkaç sıyrıkla atlatmıştım. Kalıcı bir hasarım yoktu ama kalbimde yeni ve yabancısı olduğum bir acı yerini almıştı. Kardeşimin ani ölümü içimde yerini bir daha asla dolduramayacağım bir boşluk açmıştı. Ailemin feryatları arasında küçük bedeni toprakla buluşurken acıyla hissizleşmiş parmaklarımı ruhuna Fatiha okumaktan başka bir şey yapamamanın acziyetiyle havaya kaldırdım. Yalnız kalmayı, acıyı doya doya yaşamayı istediğin bu anda bile aslında başını omzuna yaslayıp 'geçecek' diyen birinin varlığını istiyorsun ve bu kişi her zaman kalbine en yakın hissettiğin kişi oluyor. Bütün arkadaşlarım acımı paylaşmak için aynı acıyı hissetmeseler de, hep o kalıplaşmış cümleyi kullanmalarına rağmen yanımdaydılar ama o aramadı bile. Ne hastanede kendimden geçmiş bir halde yatarken ne kardeşimin mezarı başında ağlarken ne de başa çıkamadığım bir acıyla kuşatılmışken.
___________
Bölümle ilgili düşüncelerinizi paylaşmaktan çekinmeyin LÜTFEN!
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top