Bölüm 8
***
I try to figure it out
I can't seem to find out how
I guess I don't know much at all
***
BÖLÜM 8:
Shawn
"Tamam, tamam Jo. Tekrar teşekkür ederim anlayışın için. Sana borçlandım." Telefondaki kadın ne karşılık verdiyse gözlerini devirdi Tom. "Evet, evet elbette şehre döndüğümde görüşeceğiz. Tamam. Tamam... ben de seni..."
Kendini koltuğa yanıma bıraktı Tom. "Bu sondu," dedi başını geri yaslayıp. "Bana kaç akşam yemeğine mal olduğun hakkında hiçbir fikrin yok."
"Gidecekler mi?" diye sordum endişeyle.
Başını sallamıştı Tom. Odada sigara içmenin yasak olduğuna emin olduğum halde cebinden paketini çıkarıp bir tane yaktı.
"Ee?" dedim sinirle.
"Ee?" diye taklit etti beni aynı sinirle. "Duydun işte söylediklerimi."
Doğru, duymuştum. Sabah altıda odasına daldığım andan beri birileriyle konuşuyordu Tom. Beni sakinleşmem için duşa girmeye zorlamış, kendi kıyafetlerinden vermiş ve kahve söyleyip bir köşeye oturtmuştu. Yersiz yere paniklediğimi, benim aksime bu ilginin kariyerim için iyi olacağını düşünüyordu. Yine de paparazzileri büyükannemin etrafından uzaklaştırmak için ulaşabileceği kim varsa aramıştı.
"Merak etme," dedi Tom. "Artık büyükannen hasta olduğu için buraya geldiğini düşünüyorlar. Bu ilk aşk olayını rafa kaldıracaklar bir süre. Ailevi durumuna saygı göstermek için..."
Ve bu daha mı iyiydi? Her yalan bir yenisini doğuruyor, ben giderek daha berbat bir insan oluyordum. Şimdi de büyükannemi alet etmiştim bu çirkin oyuna. O adamları Nana'nın evinin önünde gördüğümde öyle bir kan sıçramıştı ki beynime... Sanki onun bahçesinin değil de benim çocukluğumun, geçmişimin, anılarımın etrafını kuşatmışlardı. Masum kalmış tek parçam da lekelenmiş gibi hissetmiştim. Her şeyin kendi suçum olduğunun farkındaydım elbette. Tüm hıncımı Tom'dan ya da o kızdan çıkarmamın nedeni de bu suçluluk duygusuydu. Öne eğilip yüzümü avuçlarımın arasına gömdüm.
"Shawn," dedi Tom elini sırtıma koyup. "Biliyorum, zor bir dönemden geçiyorsun. Biliyorum yalan söylemekten rahatsızsın, mutsuzsun, gerginsin. Biliyorum, sadece müziğin konuşulsun isterdin. Ama bu işin başka yolu kalmadı artık. O kızla bugün konuşup bu işin adını mutlaka koymamız lazım. Beğen ya da beğenme, ilk aşk hikayen, burada olman, dün gece o sahneye çıkman... hepsi üzerinde inanılmaz bir merak yarattı. Yeniden seni konuşuyor herkes. Takip ediyor, araştırıyor, şarkını bekliyor! Ve bu, prodüksiyon şirketi karşısında elin artık daha güçlü demek. Senden öyle kolay kolay vazgeçemezler demek. O konserlere çıkacaksın demek Shawn! Anlıyorsun değil mi?"
Başımı kaldırıp ona baktığımda pek sık rastlamayacağım bir şefkatle yüzüme bakıyordu Tom. Yanındayım ve senin için elimden geleni yapıyorum, ama sen de bu işi mahvetme der gibiydi yukarı kalkmış kaşları. Sıkıntıyla nefes verip arkama yaslandım ve bir süre sessizce düşündüm. Son bir haftada olanları, yaptıklarımı, söylediklerimi... Aslında hepsi aylardır devam eden buhranımın bir meyvesiydi. Hayatımın kontrolünü bu birkaç günden çok daha önce kaybetmiştim ben. Bu kasabada olmak sadece bu gerçeği tüm çıplaklığıyla görmemi sağlamıştı.
Nana'yla o piyanonun başına oturduğumdan beri tüm eski ve yeni kimliklerim çarpışıyordu kafamın içinde. Hayalleri için kalbiyle o şarkıları yazan genç Shawn, sesini dünyaya duyurmayı başarmış Shawn, ışıkların arasında yolunu kaybetmiş Shawn... Birinden biri olmaya çalışıyordum devamlı, oysa hepsi bendim, hepsi benim seçimlerimin sonucuydu. Ve şimdi esas soru şuydu, bugün burada, bu noktada olan Shawn ne yapmayı seçecekti?
"Senden bir şey daha isteyebilir miyim?" dedim Tom' dönüp.
"Evet dersem pişman olacak mıyım?"
Belli belirsiz gülümsedim ve cebimdeki anahtarı ona uzattım. "Buraya geldiğim Vespa'yı sen geri götürür müsün? Ben biraz daha burada kalıp düşünmek istiyorum." Tom itiraz etmek için ağzını açtığında "Lütfen," diye ekledim. "Sadece birkaç saat için. Söz veriyorum sonra olgun bir adam olup hayatımın kontrolünü ele alacağım ve bu işi bugün halledeceğim."
Tom şüpheyle suratıma baktı. Endişelenmekte haksız olduğunu söyleyemezdim, çünkü bu söylediklerimi nasıl yapacağım konusunda hala hiçbir fikrim yoktu. Ama menajerim bana benden daha çok inanıyor olsa gerek başını sallamıştı sonunda.
"Birkaç saat!"
"Birkaç saat," diye onayladım.
Anahtarı elimden aldı ve sehpanın üzerindeki eşyalarını cebine tıkıp beni odada bir başıma bıraktı Tom. Bir süre sadece durdum. Sonra odayı arşınladım, ileri geri her köşesini tavaf ettim. Kendimi yatağa bırakıp tavanı izledim. Yataktan kalkıp yeniden dolandım. Bu anlamsız hareketlerime tonlarca düşünce eşlik ediyor, ama doğru cevap bir türlü önümde parlayıp beni arasında kaldığım ikilemden kurtarmıyordu. Sonunda bir faydası olur diye internete bakmayı düşündüm. Belki Tom'un bahsettiği o heyecanı, hayranlarımın ilgisini, yazdıkları güzel şeyleri okumak bu odadan çıkıp Lea'nın yanına gitmem için beni motive ederdi. Ama...
"Ne?" dedim koltukta öne kayıp.
Son postumun altında gördüğüm ilk yorum beni diğerlerine sürüklemiş, oradan başka paylaşımlara kaymış ve en sonunda haber sitelerinin birinde okuduğum yazıyı sinirle kapamıştım.
Büyükannem için bana sabır dileyen mesajlarla doluydu sosyal medya. Shawn Mendes'in ani Santa Barbara seyahatinin ailevi bir mesele olduğunu yazmıştı siteler. Büyükannemle yıllar öncesine ait resimlerimiz dolanıyordu her yerde. Onun kanser olduğunu yazan vardı, geceyi hastanede geçirdiğimizi iddia eden vardı, onun çoktan öldüğünü söyleyen bile olmuştu.
"Lanet olsun," dedim bir hışımla yerimden kalkıp.
Otelin lobisine inmem, bana bir araç ayarlamalarını istemem ve o araçla büyükannemin evinin yolunu tutmam on dakika bile sürmemişti. Tom haklıydı, sahiden de Nana'nın evinin önündeki kalabalık yoktu artık. Ama buna sevinemeyeceğim kadar karışmıştı işler. Bahçeyi geçerken koşuyordum nerdeyse. Bir hışım daldım evin içine. Salona ulaşmayı öyle kafaya koymuştum ki ilk adımımda Nana'yla burun buruna gelince öylece kalakalmıştım. Mutfaktan çıkan büyükannem elinde bir fincan çay ve kurabiye dolu bir tabakla bana bakıyordu şimdi.
"A... Shawn?" dedi kaşlarını kaldırıp. "Eve döndün demek. Ben de seni bekliyordum. Lütfen hastalığımın ölümcül olmadığını söyle bana."
Omuzlarım daha da çöktü. "Büyükanne..."
"Tamam bana böyle seslenmeye başladığına göre durumum gerçekten ciddi olmalı. Kanser olduğunu okudum. Öyle olmamasını umuyordum ama..."
"Nana..." diye yeniden girdim cümleye. "Biliyorum bana kızgınsın. Çok haklısın! Seni bu işe asla karıştırmamam gerekirdi, ama o adamlardan kurtulmamızın başka yolu yoktu. Bunu senin için yaptım, inan bana."
"Sana inanayım?"
Şöyle demek istemişti Nana: senin gibi durmadan yalanlar söyleyen birine inanayım yani? O an genzimde yükselen öfkenin kime karşı olduğunu bilemedim. Kendime, Tom'a, Nana'ya? Evet yalan söylemiş, hatalar yapmış, her şeyi elime yüzüme bulaştırmıştım. Ama neden tek istediğimin bir çıkış yolu bulmak olduğunu anlamıyordu büyükannem? Eski hayatıma dönmeye çabalıyordum. Yeniden ürettiğim, yeniden parladığım, hayatımın değil müziğimin konuşulduğu o döneme...
"Bak Nana..." dedim. "Tamam, ilk yalanı söyleyen bendim. O şarkıyı buradan bir kız için yazdığım masalını asla anlatmamalıydım. Ama masum bir yalandı bu. Birkaç gün konuşulup unutulacaktı. O kızların bunu kullanacağını bilemezdim ki."
"Shawn!" diye uyardı Nana. Durmadım. İçimdeki öfkenin kilidi kırılmıştı bir kere.
"Dört kız sarhoş olup komik bir video çektiler ve şimdi tüm dünya o videodaki kızı bulmamı, ona karşılık vermemi bekliyor. Düne kadar adını bile bilmediğim bir kıza ilan-ı aşk etmem ve benimle şarkı söylemeye ikna etmem lazım. Etmezsem kontratımı kaybedeceğimi, kariyerimin biteceğini söylüyor menajerim. İstemiyorum Nana! Bunların hiçbirini istemiyorum! O kızları, şarkılarını, bu yalanı! Gidebilsem şimdi giderdim inan bana. Ama çarem yok işte. Sıkışıp kaldım bu kasabada!"
Büyükannem tek kelime etmeden dinlemişti sözlerimi. Bağırıp çağırmak yerine iliklerime işleyecek üç beş kelime edeceğine emindim. Oysa daha önce şahit olmadığım bir hayal kırıklığıyla yere düşmüştü bakışları. Aynı anda biri belirdi salonun eşiğinde. Yutkundum. Nasıl? Nasıl? Nasıl? diye bağırıyordu kafamdaki ses, ama buradaydı işte. Karşımda. Camila... Ben tüm o lafları ederken içeride olmalıydı. Ve her şeyi duyduğuna şüphe yoktu.
Gayri ihtiyari dudaklarım aralandı, ama değil sesim nefesim bile boğazıma takılmıştı. Hoş konuşsam da ne diyecektim ki? Bir yolu var mıydı sözlerimi çevirmenin? Bana hiç bakmadan büyükannemin yanına kadar ilerlemiş, oldukça başarısız bir tebessümle onu yanağından öpmüştü Camila bu arada.
"Çayı başka zaman içerim Nana," dedi kibarca. "Kurabiyeleri abartma, olur mu? Her gün bir tane."
Ona gülümseyerek başını sallasa da büyükannemin mutsuzluğunu yüzünün her köşesinde görebiliyordum. Camila bir kez bile gözlerini yerden kaldırmadan yanımdan geçip gittiğinde onun ardından öyle bir bakışı vardı ki... Midemdeki huzursuz boşluk bir krater oldu. Arkamı döndüm panikle. Camila diyecektim. Dur, yanlış anladın, aslında ben... Daha cümleyi kafamın içinde kuramadan o evden çıkıp kapıyı ardından kapamıştı.
"Aferin Shawn."
Müthiş bir pişmanlıkla büyükanneme döndüm. "Onun burada olduğunu bilmiyordum Nana," dedim özür diler gibi.
"O benim yan komşum Shawn. Haftada bir bana bu harika kurabiyelerden getirir. A, tabii bir de en iyi öğrencilerimden biri. Tıpkı az önce bahsettiğin o kızlar gibi... Ve bil diye söylüyorum, hepsi çok çok iyi kızlar. Ve bu kasabaya sıkışmış da olsalar, hiçbiri yalan söyleyecek insanlar değil."
Ama sen öylesin... demeliydi büyükannem. Ahmaklığım, şımarıklığım, bencilliğim için beni azarlamalıydı. Midemi kanatmakta olan vicdanımın üzerine bir tuz gibi gelir, beni kendime getirirdi belki bu. Oysa usulca salona dönmüştü Nana. İki üç adım attıktan sonra durup yandan bana baktı.
"Umarım sorunları da çözümleri de dışarıda aramayı bırakıp kendi içine bakmayı başarırsın oğlum."
Sonra da beni müthiş bir karanlığın ortasında, olduğum yerde tek başıma bıraktı.
***
-BÖLÜM SONU-
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top