Bölüm 4

I wonder if I'm being real

Do I speak my truth or do I filter how I feel?

***

BÖLÜM 4:

Shawn

Yarım saattir aynı sokaklarda ileri geri sürüyordum arabayı. Gidecek bir yerim olmadığından değil, gitmem gereken bir yer olduğu ve ben o kapıdan içeri nasıl gireceğimi bilmediğimden. Tom'u kalacağı otele bırakırken bir an onun yanındaki odayı tutup herkesten saklanmak öyle cazip gelmişti ki... Hele de kasabaya adımımı atar atmaz başıma gelen talihsiz kazanın üstüne...

Çarptığım kız tek kelime etmeden, yardım etmemize de izin vermeden motoruna atlayıp uzaklaşmıştı. İyi görünüyordu. Öyle kaçıp gidebildiğine göre iyi olmalıydı. Gel gör ki ben geride kalmış o ezik büzük pastadan farksızdım. Midemdeki huzursuzluğu bine katlamıştı bu dikkatsizliğim. Bana göre evrenin verdiği bu mesajı alıp o kız gibi kaçıp gitmeliydik bu kasabadan. Tom'sa hala ilk anki kadar kararlı görünüyordu planında. Yarın sabaha kadar dinlenmemi ve kendimi hazırlamamı öğütlemişti bana. Hazırlanmam gereken her neydiyse artık...

Oflayıp başımı camdan dışarı uzattım. Ne garipti araya giren onca zamana rağmen her şeyin bu kadar tanıdık gelmesi. Değişmişti Santa Barbara. Daha ışıl ışıl, daha bakımlı, daha kalabalıktı. Yine de... Bu sokaklarda koşturmuş, kaymış, bisiklete binmiştim tüm çocukluğum boyunca. Hala şu sağ köşede duran dondurmacının önünde geçmişti saatlerim. Külahı kaptığımız gibi sahile kadar yarışırdık okul çıkışı. Derimiz kırış kırış olana kadar inmezdik sörf tahtasının üzerinden.

İstemsizce gülümsedim o günler aklıma geldiğinde. Sonra aynı hızla aşağı sarktı dudaklarım. Geçmişimle arama soktuğum o koca boşluğun ağırlığı vardı her hatıranın üzerinde. Kendi isteğimle, farkında bile olmadan kopmuştum buradan. Artık sadece uzaktan izleyebileceğim bir yansımaydı sanki o küçük Shawn. Bense büyümüş, değişmiş, farklı bir kimliğe bürünmüştüm. Hala bir parça vardı ruhumda o günlere tutunmuş, çok çok içerde. Sanki yeterince derine baksam tutup çıkarabilirdim onu ama...

Başımı sallayıp bu yersiz düşünceleri kafamdan uzaklaştırdım. Eve dönmek beni melankolik yapmıştı ve bu, şu an ihtiyacım olan son şeydi. Kafamı toplamalı, odaklanmalı, kendimi içine soktuğum durumdan kurtarmalıydım. Buraya gelmeyi kabul etmiştim, çünkü başka çarem yoktu. Ama hala o herkesin benden beklediği şarkıyı tamamlayıp daha fazla hata yapmadan -ve hiçbir kızın şarkısını çalmadan- kendi hayatıma dönebilirdim.

Kendi hayatıma, diye tekrarladım içimden. Kendi ışıltılı, göz kamaştıran, büyüleyici hayatıma!

Şimdi tek bir sorun vardı. Arabayı önüne park ettiğim evin kapısından içeri girmek ve neden yıllarca o eşikten geçmediğimi büyükanneme anlatmak... Oflayarak cipten indim ve ilerlemeden önce bir süre kapıya yaslanıp ellerim cebimde evi izledim. Çiçekli bahçenin ötesindeki beyaz bina biraz olsun bile değişmemişti. Tıpkı açık pencereden dışarı süzülen piyano sesi gibi...


İşte bu beni yeniden gülümsetmişti. Söz konusu müzikse Nana için saatin kaç olduğunun hiçbir zaman önemi olmazdı. Oydu bana notalara aşık olmayı öğreten. Tuşlara bir kuşu sever gibi narince dokunmamı öğütleyen... Bu kasabadaki pek çok çocuk gibi ben de onunla bulmuştum müziğe olan tutkumu. Ama içlerinde en şanslı olan şüphesiz ki bendim. Nancy Mendes okuldaki herkesin müzik öğretmeni olabilirdi, ama benim Nana'mdı. İlk gitarımı alan da ilk şarkımı yazmama yardım eden de oydu.

Ve tam bu anda yine yeniden aşağı sarkıyordu dudaklarım. Duymamak için debelensem de Nasıl? diyordu içimdeki ses. Nasıl onca yıl bir kez bile onu ziyarete gelmezsin? Sahi, nasıl olmuştu da bir kez olsun onu görmeye gelmemiştim?

Hala bir rol modeldi o benim için. Hiçbir zaman Nana'ya olan sevgim, hayranlığım azalmamıştı. Ama hep bir engel vardı işte. Okul, arkadaşlar, sevgililer... Annem ve babam defalarca kez onlara katılmamı söylese de hiçbir ziyaretlerine eşlik etmemiştim. Ünlendikten sonra da tamamen imkansızlaşmıştı buraya gelmek. Yani... en azından şu ana kadar kendime anlattığım masal buydu. Kim bilir, belki de tam şu an, sahip olduğum her şey ellerimden kayıp giderken, benim için her şeyin başladığı bu eve, sıfır noktasına dönmemin bir anlamı vardı.

Bu düşüncenin verdiği cesaretle valizimi ve arka koltuktaki gül buketini alıp bahçeye daldım. Verandaya ulaştığımda müziğin sesi iyice yükselmiş, fazlasıyla iyi tanıdığım bir ezgi halini almıştı. Nana'nın kapısını hiçbir zaman kilitlemediğini bildiğimden zili çalmadan tokmağa uzandım. Anında suratıma çarpmıştı çocukluğumun kokusu. Vanilya ve gül... Büyük annemin vazgeçilmezleri...

Holü geçip acele etmeden salona doğru ilerledim. Duvarlardaki fotoğraflar benim de dahil olduğum eski bir zaman diliminde takvimin yapraklarını sabitlemişti sanki. Öyle ilgi çekiciydi ki hafızama takılı kalmış görüntüleri karşımda görmek, valizi bırakmış kendimi çerçevelerin önünde bulmuştum. Bir anıdan diğerine sekerek salona kadar geldiğimi ancak ayağım eşiğe takıldığında fark ettim.

Arka bahçeye açılan kapının yanındaki piyanosunun başındaydı Nana. Parmakları tuşların üzerinde dolaşmaya devam ederken muzip bir gülücükle bana bakmış ve sonra yeniden önüne dönmüştü.

"O çiçeklerle sahiden de ilk aşkını bulmaya gelmiş gibisin."

O kadar zeki bir kadındı ki büyükannem... Ettiği tek bir cümleyle hem neden burada olduğumu bildiğini söylüyordu hem de bunu onaylamadığını. Geleceğimi babam haber vermişti ona. Gerisini ise son günlerde herkesin diline düşmüş videodan çıkarmış olmalıydı. İlk şarkımı bu kasabadan bir kız için yazmadığımı da bunun koca bir yalan olduğunu da herkesten iyi biliyordu. Suçlu bir çocuk gibi ona doğru yürüyüp taburede yanına oturdum ve gül buketini piyanonun kapağına bıraktım.

"Benimle çal," dedi Nana başıyla tuşları işaret edip. "Bakalım unutmuş musun sana öğrettiklerimi."

Muhtemelen tam şu an ondan özür dilemem ve ziyaretine gelemediğim yıllar için bir açıklama yapmam doğru olurdu. Bunun yerine büyükannemin bana sunduğu kaçış için şükredip sağ elimi piyanoya koydum ve tıpkı çocukken yaptığımız gibi ona eşlik ettim. Başta çekinerek üzerinde gezindiğim notalar bir süre sonra düşünmeden akmaya başlamıştı.

Bir süre sonra diğer elimi de tuşlara koyup akordu değiştirdim. Büyükannem hemen bana uyum sağlayıp yeni bir şarkıya kaymıştı. Tamamen doğaçlama yapıyorduk o noktadan sonra. Hangimiz şarkıyı değiştirirse diğeri ona uyum sağlıyor, müziğe kendi yaratıcılığını katıyordu. Eskiden de oynadığımız bir oyundu bu. Sonradan yazdığım pek çok şarkı böyle anlarda gelen ilhamdan beslenerek çıkmıştı.

"Şimdi burada yüksel!" dedi Nana o öğretmen edasıyla.

O pes notalarda gezinirken ben istediği gibi şarkıyı zirveye taşıdım. Kulağa mükemmel gelen bir kaostu yarattığımız. Sesler çarpışıyor, notalar birbiri altında eziliyor, salon ve muhtemelen yan komşuların evleri uydurduğumuz şarkıyla sallanıyordu. Parmaklarım hızla tuşlar arasında gidip gelirken Nana da aynısını piyanonun diğer ucunda yaptı ve birbirimize doğru kayarak aynı anda şarkıyı bitirdik. İkimizin de dudaklarından dökülen bir kahkahaydı sonrası. Sanki daha dün bu koltukta onunla çalan çocuk bendim. Aynı heyecanla çarpıyordu kalbim. Aynı heyecanla terlemişti sırtım.

Omzuyla benimkine vurdu Nana. "Güzel, hala bir şeyler hatırlıyorsun demek."

Gülümsedim. Hislerim gibi kırık dökük bir tebessümdü bu. Bir süre sessizce yeri izledikten sonra "Özür dilerim Nana," deyiverdim bir anda. "Daha önce gelmem gerekirdi."

Çenesini hafifçe kaldırıp bana baktı büyükannem. "Her şey olması gereken zamanda olur benim yakışıklı torunum. Daha önce burada olman gerekseydi, daha önce gelirdin. Demek ki şu an tam da burada olman gereken zaman."

Kaşlarım istemsizce yukarı kalkmıştı. Bu seyahat planı ortaya çıktığından beri büyükannemin ziyaretime ne tepki vereceğini düşünüyordum, ama bu cevap kesinlikle düşünebildiklerim arasında yoktu.

"Bana kızgın değil misin?" diye sordum çekinerek.

Omuz silkmişti. "Kızgınım elbette. Ama büyükanneni unuttuğun için değil, kendini unuttuğun için." Anlamadan ona baktığımda tamamen bana döndü ve elini yanağıma koydu. "Seninle gurur duyuyorum Shawn. Hep duydum. Sen çok yetenekli, çok özel bir çocuksun. Burada olman, ziyaretime gelmen ya da gelmemen bunu değiştirmez."

"Ama..."

"Ama..." diye tekrarladı büyükannem dudaklarını büzüp. "Benim torunumun başarılı olmak için yalan söylemeye ihtiyacı olacağını hiç düşünmemiştim."

"Bu benim fikrim değildi," diye savundum kendimi hemen.

"Yine de o yalanı söyledin. Ve herkes de buna inandı."

Doğru, söylemiştim. Ve herkes de inanmıştı. Hatta bazıları öyle inanmıştı ki yıllarca kalplerinde sakladıkları sırrı bana açacak kadar... Üstelik bu yalanı bitirmek değil, devam ettirmek için dönmüştüm bu kasabaya. Tanrım, sahiden de berbat bir adamdım ben. Bakışlarım yeniden yere düşünce bu kez uzanıp yanağıma sıcacık bir öpücük kondurdu Nana.

"Şimdi gidip uyu. Küçükken kaldığın odayı sana hazırladım. Artık burada olduğuna göre bu işi nasıl çözeceğini yarın düşünebiliriz. Elbette güllü çay ve vanilyalı Nana kekiyle birlikte."

O şefkatle yüzüme gülümserken karşılık vermeyi denediysem de damağımdaki kekremsi tat her an biraz daha yoğunlaşıyordu. Hazır ondan özür dilemişken buraya gelme amacımızı bir çırpıda anlatabilir, Tom'un planlarını itiraf edip göğsümdeki baskıdan kurtulabilirdim. Ama büyükannem tabureden kalkıp başımın üstüne bir öpücük bırakana dek tek kelime çıkmamıştı ağzımdan.

"Seni seviyorum Shawn," dedi beni piyanoyla bir başıma salonda bırakmadan önce. "Ve iyi ki tam da şu an buradasın."

***

-BÖLÜM SONU-

Biliyorsunuz, tam şu an yorum ve kalp zamanı ;) 

Öpücükler

E.Ç.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top