Bölüm 10

Güzel haftalar olsun sevgili okurlar,

Sizi sıcacık bölüm yazdım ki haftaya güzel başlayalım. Keyifle okuyunuz  :)

E.Ç

***

Sometimes I feel like giving up
But I just can't
It isn't in my blood

***

BÖLÜM 10:

Shawn

Gitarı kenara bıraktım ve arkama yaslandım. Birkaç gün öncesine kadar bana düşman olmuş kağıt tomarlarını şimdi gülümseyerek izliyor olmam ne garipti. Uzun süre sonra ilk kez korku yoktu kalbimde. Baskı yoktu. Sınırlar yoktu. Özgürce, içimden geldiği gibi akıyordu şarkı sözleri boş sayfalara. Nana'nın arka verandasındaki masanın üstü tamamen benim karalamalarımla kaplanmıştı. Üzeri yazılıp çizilmiş kağıtlar, buruşturulup fırlatılmış kağıtlar, hayal gücümle dolmayı bekleyen boş kağıtlar...

Beş gün olmuştu Santa Barbara'da kalmayı seçtiğimden beri. Tom'un tüm isyanına, mantıklı açıklamalarına ve yüzüme çarptığı göz korkutucu gerçeklere rağmen buradaydım işte. Gitarım ve kendimle baş başa... Menajerim başıma açtığım sorunları çözme umuduyla ertesi sabah kimse uyanmadan Los Angels'ın yolunu tutmuş, bense uyanır uyanmaz pastaneye koşmuştum. Aldığım tarçınlı kurabiyeler ve hazırladığım gül çayının yediğim haltı telafi etmeye yarayacağına emin değildim ya, karışıma samimi bir özür ve yanaktan sıcak bir öpücüğü de eklenince Nana beni affetmişti.

Sanırım Camila tarçınlı kurabiyenin sorunları çözdüğünü söylerken haklıydı. Tıpkı diğer konularda olduğu gibi... Bir yere ait olmaya çalışmayı bıraktığım an kalbimin üzerindeki kilit de kendiliğinden kırılmıştı sanki. Zorlamıyor, kovalamıyor, sadece yaşıyordum artık. Nana'nın evinde, kasabanın sokaklarında, sahilde... Ben onu özgür bıraktıkça yeniden bir çocuğun saf merakıyla dolmuştu kalbim. Sadece bakmıyor, baktığımı görüyor, duyuyor, kokluyor, hayatı sonuna kadar hissediyordum.

Belki de bu yüzden onca zaman peşinden koştuğum kelimeler notalara karışıp aklıma dolmuştu ilk kez ben onları çağırmadan. Ve ben yeniden yazıyordum. Başta zorla yan yana gelmiş üç beş kelime vardı elimde. Sonra bir dörtlük oldu cümleler. Bir şarkıya evirildi yavaşça. Yetmedi başka başka şarkılara uzadı. Şimdi önümde duran tüm bu kağıtlar farkında bile olmadan kelepçe vurduğum onlarca duygunun yansımasıydı.

"Mola zamanı," dedi bir ses arkamdan. Kapıya dönmeden gülümsemeye başlamıştım bile, çünkü büyükannemin sesinden önce ulaşmıştı tarçın kokusu burnuma. Zaten hemen sonra kurabiye dolu tabağı ve fincanı önüme bırakmıştı Nana. Başımın üstüne minik bir buse kondurdu.

"Ben alışverişe gidiyorum. Akşama istediğin özel bir şey var mı?"

Gülümsedim. "Şu meşhur soslu tavuğun gibi bir şeyler mi? Hani hamburger ekmeği arasına koyduğun..."

"Hiç büyümeyeceksin," dedi Nana kıkırdayarak. Omuz silktiğimde ben küçükken yaptığı gibi saçlarımı karıştırmış ve "Çok geç kalmam," deyip içeri girmişti. Kapının kapandığını duyduğumda yeniden elimdeydi gitar. Neredeyse tamamladığım şarkının ilk kısmını çaldım, durup kurabiyeden ısırdım, sonra giriş için farklı bir şey denedim. Böylesi çok daha hoşuma gidince dizelerin üstündeki notaları değiştirmiştim hemen. Kurabiyeyi yutup sözlerle denedim ezgiyi bu kez.

"Help me, it's like the walls are caving in

Sometimes I feel like giving up

But I just can't

It isn't in my blood."

Yardım et, sanki duvarlar üstüme çöküyor,

Bazen pes edecekmiş gibi hissediyorum,

Ama edemem işte,

Çünkü bu kanımda yok.

Yüzüme yayılan gülümseme kalbimdeki heyecanı yansıtmak için yetersizdi. Oluyordu. Hem de harika oluyordu. Parmaklarımı esnetip bir daha çaldım girişi. Ve sonra bir kez daha. İkinci bir ses benimkine karıştığında dördüncü ya da beşinci kez tekrarlıyordum aynı sözleri. Durdum, oysa diğer ses şarkıma devam etmişti. Giriş bitince ikinci kısma geçti ve nakarata ilerlemeyi sürdürdü. Farkında olmadan gitarı bırakmış, yavaşça doğrulmuştum. Sanki acele edersem sihir bozulacak, şarkı kaybolacaktı. Ama ben bahçeye doğru ağır ağır ilerlerken kafamın içindeki melodi başka dudaklardan akmaya devam ediyordu.

Camila...

Elbette oydu bu. Kendi bahçelerinde çiçeklerle uğraşırken bir yandan şarkımı söylüyordu. Gece, gündüz o kadar çok çalmıştım ki aynı notaları, öyle çok maruz kalmış olmalıydı ki sesime, farkında bile olmadan ezberlemişti. Kesinlikle arkasında durduğumdan haberi yoktu. Kendince şarkıyı değiştiriyor, uzatıp kısaltıp seslerle oynuyordu. Çite yaslanıp onu dinledim bir masal dinler gibi. Şu ana kadar benim aklımda bir hayaldi bu şarkı. Onun dudaklarına değdiği ansa bu dünyada vücut bulmuştu.

"It isn't in my blood," diye eşlik ettim ona sonunda. "I need somebody now."

Sesimi duymasıyla anında bana dönmüş, dönerken de elindeki makası düşürmüştü Camila. "Shawn?"

"Selam," dedim çite yaslanıp. "Sanırım söylediğin benim şarkım."

"Be... ben..." diye kekeledi. "Ben öyle... mırıldanıyordum sadece. Aklıma takılmış fark etmeden."

Gözlerini kaçırıp makas için yere eğilmiş, o sırada omzundaki bez kaymış, onu tam havada yakaladığında bu kez kolundaki sepeti tutamamıştı. Onun çırpınışını izlerken gülüşüm yüzümde büyüdü kontrolsüzce.

"Aklına takıldığına göre iyi bir şarkı diyebilir miyiz peki?"

Bu soruyu beklemiyor gibi kaşları çatıldı. "Bunu menajerinin sana söylemesi gerekmiyor mu?"

Omuz silktim. "O henüz bu şarkıyı duymadı. Aslında... sanırım benden başka onu bilen bir tek sen ve Nana var. O yüzden... senin yorumunu duymak güzel olurdu. Büyükanneminkiler biraz fazla... eleştirel olabiliyor."

Nana'yı oldukça iyi tanıyan biri olarak ne kastettiğimi anlamış olsa gerek kahkaha attı Camila. Sonra yeniden gözlerini kaçırıp uzaklara çevirdi. Artık bana kızgın olduğunu sanmıyordum, ama sanki hala rahat değildi ben yakınındayken. Her gün bir şekilde kesişiyordu yollarımız oysaki. Her sabah koşum onların pastanesinden aldığım kahveyle bitiyor, öğleden sonra Nana'nın kurabiyeleri için mutlaka geri dönüyordum.

Yolda karşılaşıyorduk, markette karşılaşıyorduk, sahilde karşılaşıyorduk. Kısa cümleler dışında pek muhabbetimiz yoktu ama, geceleri o da benim gibi verandada oturup gitar çaldığından bir iki defa birbirimize eşlik ettiğimiz bile olmuştu. Uzaktan elbette... Belki de koltuğuma geri dönüp onu rahat bırakmalı ve kulağıma gelen sesiyle yetinmeliydim.

Ama beni şaşırtıp çaprazımda çite yaslanmıştı Camila. "Bence..." dedi yüzüne düşen saçı kulağının arkasına takıp. "Bu şarkı çok... gerçek. Hissettiklerini seninle yaşamak ya da içini görmek gibi... Açık. Yalın. Samimi." Gülümsedi. "Popüler bir şarkı olur mu, tutar mı, menajerini mutlu eder mi bilmiyorum ama, tüm bu söylediklerim yüzünden benim için çok ama çok iyi bir şarkı."

Kaşlarım yukarı kalktı hayretle. Tanrım, bu kız gerçekten farklıydı. Kim bu kadar basit bir soruya böyle cevap verir, iki cümleyle beni sonsuz düşüncenin ortasında bırakabilirdi ki? Onu izlemekten kendimi alamadım. Sanırım ilk kez böyle yakınımda duruyor, ama bakışlarını benden kaçırmıyordu Camila. Uzun kirpiklerinin altında ışıl ışıldı gözleri. Güzel bir kızdı evet ama... o güzelliğin ötesinde bir enerjiydi insanı sersemleten, merak ettiren, daha fazlasını keşfetmeye iten. Hep konuşsun, hep anlatsın, beni şaşırtmaya devam etsin istiyordum içten içe.

"Umarım diğerleri de senin gibi düşünür," dedim dürüstçe.

Gülümsemiş, ama sonra aklına bir şey gelmiş gibi gözleri kısılmıştı. "Aslında..." dedi. "İnsanların ne düşündüğünü öğrenmenin kolay bir yolu var."

Gülüp başımı iki yana salladım. "Şarkıyı internete yüklememi önereceksen henüz onu dünyayla paylaşmaya hazır değilim."

Bu kez o başını sallamıştı itiraz ederce. "Dünyayla değil, kasabalılarla paylaşmandan bahsediyorum ben. Sahilde Caja Negra diye bir mekan var. Minik de bir sahnesi var. Haftada bir herkese açıyorlar o sahneyi yeteneklerini göstermeleri için. Kimi şarkı söylüyor, kimi stand-up yapıyor, kimi dans ediyor. Biz neredeyse her hafta gideriz. Eğlencesine yani... On gibi başlıyor program. Sen de şarkını orada çalabilirsin."

"Ben..." diye başladım itiraz etmek için. Ne diyeceğimi fark ettiğim an yarım kalmıştı sözlerim. Ben Shawn Mendes'im çıkacaktı az daha dudaklarımdan. Nasıl olur da ünlü Shawn Mendes basit bir mekanın uyduruk sahnesinde çalar diyordu çünkü tüm öğrenilmiş kalıplarım. Bir an öyle utanmıştım ki böyle düşünüyor olmaktan rahatsızlığım yüzüme yansımış olmalıydı.

"Ya da boş ver," dedi Camila tepkimi üzerine alınıp. "Saçma bir fikirdi. En iyisi sen Tom'a gönder şarkıyı. O nasılsa en doğrusunu söyler." Zoraki bir tebessümle gerilemişti. "Ben... artık gitmeliyim. Sana da şarkınla kolay gelsin."

O evlerine doğru iki adım atmıştı ki "Camila," diye seslendim ardından. Merakla dönüp yüzüme baktı. Gülümsedim. "Akşam onda orada olurum."

Bana cevap vermek için ağzını açsa da başını aşağı yukarı sallamaktan fazlasını yapamamıştı. Yukarı kıvrılan dudaklarını ıslatıp gülüşünü bastırdı ve arkasını döndü. Üç dört adım atmıştı ki bir anda yeniden durup bakmıştı omzunun üstünden.

"En sonunda nakaratı birkaç kez daha tekrar edebilirsin belki," dedi. "Şarkıyı daha güçlü bitirmek için... Baya etkileyici bir söz. İnsanın kalbine işliyor."

Bir cevap beklemeden ve bir daha arkasına bakmadan eve dönmüştü Camila. Ben mi? Ben aptalca sırıtıyordum. İnsanın kalbine işliyor diye düşündüm. Bazı şeyler sahiden de insanın kalbine işliyordu. 

***

-BÖLÜM SONU-

Mutlulu emojileri tam BURAYA bırakıyoruz :p 

Sonraki bölüm AŞK, MÜZİK, DANS, DANS, DANS!

Öpücük

E.Ç.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top