🔸⚜️GİRİŞ⚜️🔸
Herkese selamlar, buraya aslında çok uzun zamandır beklediğim bir haberin verdiği mutluluk ile dönüş yaptım.
Bir Avuç Yalan, Oleksa Yayınevi tarafından kitap oluyor. Çok yakında raflarda buluşmak dileğiyle.
Hoşça Kalın ✨🕯️
“Kendime bir söz verdim, beni unutmaya çalışanı hatırlamak için uğraşmayacağım…”
Koyu kahverengi ahşap masanın üzerinde duran çayımı içmek için sabırsızlanıyordum. İçeriden gelen konuşmalar artık canımı sıkmıyordu.
“Bu evden gidecek!” diyordu kuzenim. Teyzem ne kadar kızsa da o hâlâ söyleniyordu.
“Onun bu evde yeri yok!”
Gözlerimin hafifçe dolduğunu anladığımda dişlerimi o kadar çok sıktım ki şakaklarım kalp ritmimden daha fazla atmaya başladı. Sakinleşmek için bardağı aldım. Bir yudum içtikten sonra aldığım gibi yerine koydum. “Sana sessiz ol diyorum Can!” teyzem sesini yükseltmeye başladığında Can elini hızla masaya vurdu.
Çayın üzerinden göğe doğru yükselen buhar, büyük bir esaretten kurtulmuş gibiydi o sıra. Derin bir nefes aldım. Bu evde çok eşyam yoktu. Masanın üzerinde birkaç kitap, dolapta iki eşofman takımım vardı. Siyah okul çantamı bana ait olmayan o dolaptan çıkarttım. Kitaplarımı ve eşofmanlarımı koyup kapıya yöneldim. Elim kurşuni soğuk metale değdiğinde teyzem Can'a iyice yükselmişti.
“Baban bana eziyet ederken bu kadar sesin çıkmıyordu Can, yazıklar olsun sana!”
Koyu yeşil gözlerinin dolduğunu hissedebiliyordum teyzemin. Hızla çıkıp Can'ı yumruklamayı geçiriyordum içimden.
Ama onun buna bile değmeyeceğinin, üzerine düştükçe sinirlerimi daha fazla bozacağının farkındaydım.
Toparlandım, kapıyı açmadan önce. Tekrar derin bir nefes alarak kalp ritmimi düzenlemeye çalışıyordum. Son kez bana ayrılan bu odaya baktığımda, çayın buharı çoktan onu terk etmişti, tıpkı benim burayı terk edeceğim gibi. Kapı kulpunu yana doğru çevirdiğimde teyzemin “Kes sesini!” diye fısıldadığını duydum umutsuzca.
“Emre!” antreye yöneldiğimde Eylül bana seslenmişti. Ona bakmak istemesem bile kafamı çevirdim zorla. “Hayırdır, bu saatte nereye gidiyorsun?” gözlerini sırtımdaki çantaya dikerek “Anne!” diye mırıldandı.
Mahmelek teyzem hızla salondan çıkıp yanımıza geldiğinde yüzündeki gerginliğin kalbimde yarattığı sızıyla bakışlarımı başka yöne çevirmek için zorladım kendimi. Gözlerindeki doluluk fark ettiğim gibiydi. “Emre, oğlum uyudun sanmıştım.” dedi ve bir adım atarak yanıma yaklaştı. Elini, koluma doğru getirip “Acıktın mı?” diye fısıldadı. Ses tonunu ayarlaması o kadar muhteşemdi ki bana hiçbir şey belli ettirmiyordu.
Kafamı salladım. “Hayır teyze, acıkmadım.” Teyzem bir süre gözlerimin içine baktı kıpırtısızca. Çantamı fark ettiğinde Eylül'ün verdiği tepkinin aynısını o da vermişti.
“Nereye gidiyorsun oğlum, bu saatte?” gözleri hızla duvardaki saate kaydı.
“Gidiyorum!” diyerek fısıldadım ve başımı hafifçe eğdim. Gözlerimi ondan kaçırarak, “Benim burada yerim yok!” diye çıkıştım.
Sesimin çatallaştığını hissettiğimde teyzemin gözleri hızla büyümüştü. “O ne demek öyle oğlum?” ellerini omzumdaki çantaya yöneltti ve yanağından süzülen yaşı hafifçe sildi. Bir adım uzaklaştım ve, “Gitmem hepimiz için iyi olur teyze.” dedim. Titreyen ellerimi hızla cebime koydum. İçeriden ayak sesleri geldiğinde arkamı çoktan dönmüş ve gölgelere savaş açmıştım. Ardından Can, yüzünde pis bir sırıtmayla kapının önüne çıktı ve ona son kez bakmak için başımı geriye çevirdim. Sırtını duvara yaslayıp, kollarını bağladığında içinden bana hakaretler savurduğunu sezebiliyordum.
“Kuzen, bu saatte nereye gideceksin?” yüzündeki sırıtma artığında burnunu çekti ve gözlerime baktı. “Bak anlaşalım. Bugün de eski yatağımda yatabilirsin ama sabah ilk işin bu evden gitmek olsun.”
Bu defa sesini yükselten teyzem değil Eylül olmuştu. “Kes sesini Can, o yatağı sana kimin verdiğini unuttun galiba!” Can'ın yüzündeki sırıtma yerini büyük bir öfkeye bıraktığında dişlerini sıkmış kardeşine bakıyordu. Ardından Eylül'e doğru bir adım attı.
“Can, derhâl odana çık!” teyzem hızla bağırdığında Can sendeleyerek geri çekildi ve yutkundu. Dişlerini sıkıp gözlerini Eylül'e dikti. “Görüşeceğiz seninle!”
“Can, odana çık dedim!” Can'ın odasına çıkmasından hemen sonra ilerleyen saatin sesi dışında hiçbir fısıltı çıkmıyordu kimseden. “Gel, odana geç Emre.” teyzem koluma girdiğinde yerimde inatla durmaya karar vermiştim.
“Lütfen zorlama teyze, gitmem hepimiz için iyi olacak.” Omzumdaki çantayı düzeltip sağımda duran dolaba yöneldiğimde kırışan yüzümü, umutsuzca fark ettim aynada. Gözlerimi hızla kendimdenkaçırdım. Tüm bu yaşananların tek sorumlusu benmişim gibi hissediyor ve kendimden tiksiniyordum o anda. Ayakkabılarımı elime aldığımda kapıya doğruyürümekle yetindim. Teyzem ve Eylül gitmemem için arkamdan yalvarmayabaşlamışlardı. Ama mecburdum, öyle hissediyordum.
Burada kalıp onların kurdukları düzeni bozmaya hakkımın olmadığını, bu kurulu düzene dahil olamayacağımı, bu haktan annemi kaybettiğim andan itibaren mahrum kaldığımı biliyordum ve farkındaydım. Zamanın ruhlara boyun eğdirdiği bu acımasız yaşamda, sulanmaya mahkûm bir çiçeğin boyun büktüğü gibi susuyordum kaderime karşı, biliyordum yine; sevgi selindeki suyun hafif olduğunu ama benim gözyaşlarımda boğulduğumu, biliyordum.
“Emre,” diye bağırıyordu teyzem arkamdan. Sesi kulaklarımda yankılanırken o gece aklıma geliyor ve sinirlerim bozuluyordu. Annemin yere yığılışı, çaresizce ortada kalışım aklıma geliyordu. “Eğer o kapıdan çıkarsan arkandan gelirim. Sana yetişemesem de sen gelesiye kadar eve girmem.” dediklerini yapacak kadar inatçı olan teyzemi içime içime işleyen sesiyle, yere kenetlenen ayaklarımdan bütün bedenime acı bir sızı yayıldı aniden.
Gözleri tıpkı annemin gözleri gibiydi, parlıyordu. O sırada çene kaslarım titriyor, dişlerim birbirlerine savaş açmış gibi acımasızca hareket ediyorlardı. Titreyen ellerimi aldırmıyordum, gözümden serince bir gözyaşı tıpkı hayatımın yüksekten düştüğü gibi düşüyordu yanaklarımdan.
Bütün bedenim titremeye başlıyor, kemiklerim kitlenmiş gibi hareketsiz kalmamı sağlıyordu. Ruhum bedenime ağır geliyordu artık. Gözlerimin yukarıya doğru hareket ettiğini anladığımda olduğum yere yığılıp öylece titremeye devam ettim. Son duyduğum boğuk ve kalın seslerle ismimi söyleyen teyzemin çığlığı olmuştu.
Gözlerimi araladığımda büyük bir yükten kurtulmuş gibi hissetmiştim bir anlığına. Sağımda duran makine öterken kafamı yavaşça kaldırdım. İçerisi loş ay ışığı ile aydınlanıyordu. Teyzem hemen yanı başımda uyuyordu. Başını duvara yaslamış, üzerine ince bir örtü örtmüştü. Onu göresiye kadar kafamda hiçbir şey canlanmıyordu. Her şey boş gibiydi. Yüksek bir uçurumdan itilmiştim, ama ölmemiştim yine. Sessiz hareketlerle üzerime örtülen beyaz çarşafı ayaklarımla açtım. Çoraplarım ve tişörtüm çıkarılmıştı. Kolumda takılı olan serumu fark ettiğimde daha da dikkatli davrandım.
Derin bir nefes alıp cama yaklaştım. Gökyüzünde tek bulut yoktu ve yıldızlar bir bir parlıyordu.
Ay tepeye doğru süzülüyordu yavaş yavaş. Etrafımı saran duvarları aldırmadan cama bir adım daha yaklaştım.
Saatlerce gökyüzünü izleyebileceğim gerçeği ile başımı havaya diktim, hafifçe. Geceyi seviyordum çünkü. Karanlıkta gölgem bile beni yalnız bıraktığında karanlığa sığınmıştım haftalardır. Çaresizliğimi şimdilik bir köşeye bırakmalıydım galiba.
Midemin bulanmasıyla lavaboya koşmam bir olmuştu. Başım dönüyordu. Yine ne oluyordu bana? Gittikçe bulanıklaşan gözlerim hiçbir şeyi görmüyor, kulaklarım bir şeyi algılamıyordu. Olduğum yere yığıldım yine. Bu düşüş öyle kolayolmadı bu defa, daha sert bir şekilde çarptığımı hatırlıyorum yere.
Gerisi karanlık...
Donuk bir ifade ile yüzüme baktığını görüyordum teyzemin. Ellerini yüzüme çarpıp “Emre, uyan! Doktor!” diye bağırıyordu. Neler olduğunu anlamıyordum. Odaya hızla iki hemşire giriyor, sonra uzun sarı saçlı bir doktor canlanıyordu zihnimde. Cebinden çıkarttığı bir şeyle gözlerime bakıyordu. Ardından birkaç kişinin yardımıyla yatağıma yatırıldığımı hatırlıyorum tekrardan.
*
Uzunca yol kateden güneş ışıkları yüksek binaların camından yansıyıp içeriyi fazlasıyla aydınlatıyordu. Gözlerimi hafifçe aralamak istediğimde gelen sesleri dinlemeye koyuldum zorla.
“Yeğeninizin durumu gayet iyi Mahmelek Hanım lakin testlerde çeşitli yan etkiler yaratabilecek bazı maddelere rastladık. Bildiğiniz bir şey var mı?” teyzem anlamamış olacak ki sorgulayıcı gözlerle hızla doktora yaklaştı. “Ne gibi doktor hanım?” Doktor boynundaki stetoskobunu düzelttikten hemen sonra “Yeğeniniz Emre'nin kullandığı herhangi bir ilaç vs. bir şey var mı?” teyzem bir müddet düşündü ve bu düşünceyle derin bir sessizliğe gömüldü birkaç dakika.
“Hayır,” dedi. Ardından, “Kullandığı bir ilaç yok.” diye ekledi. Doktor, kendinden emin bir şekilde “Sanırım yeğeninizin yediği veya içtiği bir şeyin içine bir şey karıştırılmış ya da kendisi bilerek içmiş.”
Teyzem şaşkın şaşkın doktora bakarken yüzünün ne kadar çok gerildiğini hissedebiliyordum. Doktor birkaç tetkik daha yapması gerektiğini vurguladı ve bunun için kesin yargıyı sonuçlardan sonra dile getireceğini de aynı şekilde izah etti. Yanıma gelirken, “Can!” diye mırıldandığını duymuş gibi oldum.
“Bunu senden başkası yapamaz!”
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top