6. Bölüm: "Düşmanın İninde."
"Kafanı aslanın ağzına sokarsan, bir gün onu ısırırsa şikayet edemezsin.” - Agatha Christie
- Peki Sen hazır mısın bu bölüme?
6. Bölüm: "Düşmanın İninde."
"Kesinlikle... Bu o!"
"Ama yine de arenaya sokmak zorundayız."
İşittiğim sesler dalgalanır biçimde beynime hükmediyor, beni sarsılmam için harakete geçirmek istese de yarı baygın bedenim, buna engel olarak tepkisiz kalıyor.
Gözlerimi açma hissi uyanıyor içimde birbirine kenetlenmiş kirpiklerin engeliyle, akabinde sınırlarımı zorluyorum. Bağırmak istiyorum, sesimin çıktığı kadar, doyasıya.
"Ya ölürse? Biliyorsun ki elimize geçen tek yengeç."
Bağırma iç güdülerim boğazımda düğümlenirken, kime ait olduğunu anlayamadığım bir başka ses duyulmaya devam ediyor.
"Kimin kızı olduğunu çok iyi biliyorsun. Kılına zarar geldiği an, kendini öldün bil."
Benden mi bahsediyorlar?
Ah, tabi ki benden!
Beynim algılamakta güçlük çekiyor.
Sesler kendini koca bir sessizliğe bıraktığı sırada uzanmakta olduğum yatağın haraket etmesi ile tedirgin oluyorum. Bir karınca kadar güçsüz, bir kurt kadar hırslı ama bir o kadar da ölü.
Evet, kendimi biçimine soktuğum şeyler tam da bu.
Hatırlıyorum. Kesik ve yarı karanlık bir şeyi hatırlıyorum.
Akademide ilk sabahımı. Kendimi kamufle bir kişiliğe sokmaya çalıştığım o günü.
Ne olmuştu?
Bana kim, neden böyle bir şey yapmıştı?
Yine hatırlıyorum. Sam'e üzgün olduğumu belli etmeye çalıştığım o anı.
Sanırım başarısız olmuştum,
Tam da akademiye alışmaya başlamışken hem de.
Kendimi haraket ettirme gücünü bulduğum vakit bileklerimi saran zincirler, birbiriyle kavga edercesine tiz sesini yayıyor boş koridora. Gözlerimin bir şerit ile bağlandığını hissediyorum.
Ağzımı bağırmak için açıyorum fakat çığlık bir sessizlikten ibaret kalıyor.
Sesim çıkmıyor, kapana kısılmış gibi hissetmem normalin ötesinde benim için.
"Siyah." Diyor beni getiren erkek sesi.
"Uzun zaman oldu," diyerek saçlarımı okşuyor başka biri.
Bir öpücük sesi yayılıyor çevreye. Ardından, "onu arenaya hazırla." Diyor.
Ne arenasından bahsediliyor?
Ya da bunlar kim ve benden ne istiyor soruları sarıyor merakımı.
Yavaştan hızlıya yol izleyen bir öfke sarıyor bedenimi. Öfke, yattığım yerin sağ ve sola sallanmasına neden olurken gözlerim açılıyor.
Siyah!
Yengeç binasının vazgeçilmezi. Bağlı bir şekilde, başımı döndürebildiğince çevreye bakıyorum. Tek bir eşya, farklı bir renk dahi olmaması bunaltıyor beni. Karşımda bana bakmakta olan siyah giyinimli kişiye bakıyorum ve aynı tepkiyle o da bana. Bir kadın ya da erkek mi olduğunu seçemiyorum, her ikisine de aynı oranla benziyor. Birbirine kenetlendiği kollarını ayırarak, tekrar yanıma geliyor derin sessizliği yararak. Sanırım eserine bakıyor.
Eğiliyor ve eğilmesi ile gözleri gözlerimi buluyor. Boğazımı kokluyor onu ise bir burun kıvırma takip ediyor. Gırtlağımın çıkıntı kısmına tam üç kez yavaşça vurarak, "konuş!" Diyor bana.
"Neredeyim?" Sesim, ses tellerimi es geçerek kısık çıkmasına neden oluyor. Boğaz temizliyorum.
"Neredeyim?"
Öksürüyor, "Gerçek hayatın tam da giriş kısmında."
Neyden bahsediyor?
Neden her şeyin sadece uç kısmı gösteriliyor?
Öfkeme engel olamayarak çıkışıyorum.
"Yapma, her şeyi gizemli bir şekilde anlatarak havalı olduğunu sanmıyorsun umarım.
Katı bir sesle, "Hayır!" Diyor, "böyle gerek."
"İnan bana gerekli değil."
Yarım bir gülümseme yerini sırıtmaya bırakırken, cebinden bir kağıt çıkararak yüzüme bakıyor.
"Kardeşini yaralamışsın, Alannen bir pislik, ve çalışma bahanesi ile patronunun oğlu ile flört etmişsin!"
Kan, beynime sıçrayarak bileklerimdekileri koparmama yardım ediyor.
Onun üzerine atlıyorum. Bu öfke, evet, bu o! Karakterimi alaşağı ederek yeni bir kimlikle saldırıyor karşımdakine. Çırpınışları arasında gözlerime bakarak fısıldıyor.
"Doğru değil mi?"
Ellerimi üzerinden çekerek kendimi geriye atıyorum.
"Değil!"
Bağrışlarım gözyaşlarımı tenimden aşağı koyverirken, saç uçlarıma erişiyor parmaklarım, Çığlıklar eşliğinde, nefret ve pişmanlığın esareti ile...
Bitkin düşen bedenim duvarın köşesini bulduğu vakit, üstten aşağı yol izleyen sırtımın pürüzlere batıp çıkmasıyla zemini boyluyorum.
Karnıma çekilmiş diz kapakları, hıçkırıklarımın dinmesiyle daha da canımı acıtırken, ona tekrar bakıyorum.
"Sadece sana anlatılan hikayeyi yaşıyorsun, karakteri değil."
Üzerini temizleyerek ayağa kalktığında, bir pisliğe bakarcasına bana bakıyor.
"Bir pislik karakterini yaşamak istemem."
Gözlerime püskürür biçimde yayılan nefret, beni tekrar onun üzerine atlamam için güçlendirirken, kapının açılması ile sağıma odaklanıyorum.
Odaklanmam ile birlikte suratıma yediğim darbe ile gözlerim aralanıyor.
"Seviye bire elveda diyin."
Sırılsıklam bir şekilde çevreye bakarken karşımdaki dijital tahtada fotoğrafım gözüme çarpıyor.
"Doksan sekiz?"
Profesör, bana cevap verme gereği duyuyor olmalı ki konuşmaya başlıyor.
"Bu liderlik tablosu." Tahtayı işaret ediyor, "bugünkü liderliği Sarah Jones alıyor. Onu alkışlayın lütfen."
Sınıfta koca bir alkış tufanı kopuyor, ardından ismim duyuluyor ağzından.
"Eliza Evans, kıl payı kaçırdığı liderliği haftaya alabilecek mi?"
"Gerek duymuyorum Profesör ve duyacağımı da sanmıyorum." Ben alnımdaki ter damlacıklarını silerken, o önce bana, sonra koca sınıfa bakarak devam ediyor.
"Ve her bir liderlik, ailenize bir otçul hayvan demek."
Yüzüm düşüyor. Sanırım o da amacına ulaşıyor.
Gözlüklerini çıkartıyor profesör. Eline aldığı kağıt parçasını sınıfa gösteriyor hızla.
"Üzgünüm Peter, bölümü geçemedin."
Bölümü geçememek? Bu ne anlama geliyor?
Eline bir sayfa veriyor. "Evine dönme vakti Peter. Bay Cehester'i görmen gerek."
Kapı aralanıp Peter omuzları düşük halde kapıya yol aldığında, aklımdaki sorular cevap buluyor umutsuzca.
O, bana umutsuzluğu hatırlatıyor.
O an bana çaresizliği hatırlatıyor. Titrer biçimde zihnime yayılıyor. Yüzümde geçmişimdeki aynı bakış, aynı donukluk.
Yıllar önce, annemle sefil hayatımızın son anlarını yaşadığımızı anladığımda, onun bunu çoktan anladığını sezmiştim.
Jack henüz yoktu, kulübe, bir işim... büyükbabamın bize veda edişiyle birlikte harabe evde açlıkla daha da zor mücadele ediyorduk. Annem bir fırında ekmek hazırlamak için çalışıyordu. Günde en az on beş saat çalışmak! Gözlerinin altındaki mor halkalar gün geçtikçe siyaha çalarken, bir gün eve yanında bir adamla çıkageldi.
O temiz, güler yüzlü, ve sıcakkanlı duruyordu. Ta ki onun yanına yerleşene kadar.
İçkihanede çalışıyordu. Eve hiçbir zaman ayık gelmiyordu. Bazen şiddet, bazen çevre eşyayı kırma ve dökme...
O, bana tacizde bulunmaya kalkıştığı zaman henüz çocuktum. Anneme söylediğimde ise beni dövmüş ve odaya kilitlemişti. Kaçabilirdim. Ormanda avlanabilir, gölde balık tutabilir hayatta kalabilirdim. Ama, yapmadım.
Umutsuzluk ve çaresizlik, beni tam da o gün ele geçirdi. Karnının ay geçtikçe şiştiğini biliyordum, kocasının ise fazla hayatta kalamayacağını.
Cesedinin içki bardakalarının ya da göl kenarında bulunacağını biliyordum.
Öyle de oldu. Cesedi kıyıya vurdu. Boğulduğunu söylediler.
Annem ise hissizleşti.
Düşüncelerim ve geçmişinden çıkmaya çalıştıkça gözlerim daha da dolmaya başlıyor.
Ve işte gözlerim gerçek rengini alıyor, kırmızı!
"Haftaya görüşmek üzere," diyerek hızla kapıdan çıkıyor profesör.
Ne kadar da basit geliyor onlara kaderimiz.
Ayağa kalkıp, Lily'e döndüğümde kollarını sıraya yastık yaparak kafasını içine gömüyor. Umarım ağlamıyordur, elektirk çarpmasını istemem.
Gözlerim Sarah'ı idrak ettiği vakit, uzun zamandır beni izlediğini seziyorum.
Öfkeli bakıyor, kalın kara kaşları çatık, at kuyruğu bağladığı saçlarını düzeltiyor onu fark ettiğimi anlayarak.
Kanım donuyor. Düşman edinmiş olabilir miyim? Hem de bir Yengeçle.
Kendi burcumdan korkuyorum.
Duygusalız, karamsar, merhametli ama bir o kadar da yufka görünüm ardında öfkeli bir yaratık yatıyor oluşu beni ürkütüyor. Sam ve Samuel'in sıralarının ortasında durup kendilerine gelmeleri için alkış yaptığımda, yanımda Lily beliriyor.
"Sınavdaki bize vuran kişilerin boğa akademisinin öğrencileri olduğunu biliyor muydunuz?" kollarını birbirine kenetliyor Lily, öfkeli olduğunu anlamak için bir kâin olmaya gerek olmadığını varsayıyorum. Gözlerini üçümüze de göz gezdirerek baktığında, bıkkınlıkla başını öne serbest bırakıyor.
Ekliyor Lily,
"Ve her bölümün bir öncekinin devamı olacağını?"
Gülümsüyorum. Gülümseme yerini kahkahaya bırakıyor.
"Neye gülüyorsun?" Diyor Samuel, keyfinden ödün vermiyor arkasına yaslanmasını sürdürerek.
"İntikama," diyorum.
Omzuma vuruyor Sam alışık olmadığım bir biçimde. "Nasılsın şampiyon?"
"Sanırım aç," diyerek kapıya yöneliyorum. Burası içime karanlığı işliyor, çıkmak istiyorum. Daha aydınlık, daha ferah bir yer isteği duyuyorum.
Kahvaltı dahi yapmadan dışarıya, çimlere ilerliyoruz. Sırtımı çimlere uzatıyorum. Parıldayan güneş tatlı bir hisle tenimi yakıyor. Hiçbirimiz konuşmuyoruz. Güneş, bizi yere kilitliyor.
Gökyüzüne bakarak, "Peter denilen o çocuk gitmeyi istemezdi," diyorum iç çekerek.
"Sanırım," diyerek karşılık veriyor Samuel, "ağladığını gördüm."
Sam sessizliğini bozuyor, "Hiçbirimizin garantisi yok."
Evet, bu hiçbirimizin garantisinin olmadığının kanıtı.
"Eğer o harabe kasabaya döneceksem, bir keçi ya da bir sığır almadan dönmeyeceğim!" Diyorum ciddiyetle.
"Ben de." İşittiğim ses, Lily'e ait. Onun, böyle şeylerle pek ilgilenmediğini düşünmüştüm. Belki de birbirimizi çok az tanıyoruz.
Sırtüstü uzanırken bir çift ayak beliriyor yanımda. Yukarıya dek izliyorum onu. Bu... bu, Sarah!
Üstünlüğünü pekiştirmek için kavga etmek istiyor olmalı. Birkaç ezici cümle belki...
"Gitmemiz gerek!"
Afallıyorum.
Ayağa kalkarak ona bakıyorum.
"Ne?"
Cümlesini tekrar ediyor, "buradan gitmemiz gerek!"
Yüzü koşmaktan kızarmış, göğüs kafesininin aşağı yukarı harekelerinden gözümü alarak gözlerinin içine 'neden' der biçimde bakıyorum.
"Peter..." derin bir nefes alıyor Sarah, "onu götürdüler... Ama eve değil."
Ona inanmıyorum.
Korkutmaya çalışıyor beni. Ödülleri sadece kendine almak.
Beni elemek istiyor bu savaşta. Diğer yandan ikilemde kalıyorum.
Söyledikleri, doğru olabilir mi?
Burç Savaşları 6. Bölüm sonu. 02.09.2019
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top