XV

XV

Hizmetçi kız Katya girdi odaya. Çok korkmuştu.

— Orada neler oluyor, bilemiyorum Nastasya Filippovna, on adam yığılmış kapıya, hepsi de sarhoş, buraya gelmek istiyorlar, dediklerine göre birinin adı Rogojin'miş, tanıyormuşsunuz kendisini.

— Tamam Katya, hemen içeri al onları.

— Gerçekten mi... hepsini mi Nastasya Filippovna? Ama içeri alınacak gibi değiller. Çok kötüler!

— Hepsini, hepsini al içeri Katya, korkma. Hepsini, yoksa seni dinlemez, girerler. Ne çok gürültü ediyorlar, tıpkı sabahki gibi. (Konuklarına döndü Nastasya Filippovna) Baylar, böyle birilerini siz buradayken içeri aldığım için güceneceksiniz belki. Çok üzgünüm ve sizlerden özür diliyorum. Ama öyle gerekiyor. Ayrıca bu çözüm olayında benim tanığım olmanızı öyle çok istiyorum, öyle çok istiyorum ki... ama yine de siz bilirsiniz...

Konukların şaşkınlığı sürüyordu. Aralarında fısıldaşıyor, bakışıyorlardı. Sonunda her şeyin önceden hesapladığı, hazırlandığı, Nastasya Filippovna'yı –şimdi çıldırmış gibi olsa da–kararından döndürmenin olanaksız olduğu anlaşılmıştı. Herkes büyük bir merak içindeydi. Öte yandan aralarında korkacak kimse de yoktu. Yalnızca iki kadın vardı: Feleğin çemberinden geçmiş, kolay kolay korkmayacak, hareketli bir kadın olan Darya Alekseyevna ile sesi soluğu pek çıkmayan güzel bir yabancı kadın. Ancak sessiz kadın ne olup bittiğini anlamıyor gibiydi: Almanya'dan gelmişti, Rusça hiç bilmiyordu. Ayrıca güzel olduğu kadar da aptal görünüyordu. Kente yeni gelmişti; kentte onu gösterişli giysileriyle, gözalıcı saç tuvaletiyle bazı önemli akşam toplantılarına davet etmek, toplantı salonunu "renklendirmek" için güzel bir tablo diye, tıpkı eşten dosttan bir akşam için alınan bir tablo, vazo veya pano gibi bir köşede oturtmak alışkanlık olmuştu. Erkeklere gelince, Ptitsın arkadaşıydı Rogojin'in, Ferdışçenko ise kendi havasındaydı, Gavrila hâlâ gelememişti kendine ve belirsiz de olsa, içinde bulunduğu bu rezilliğin sonuna kadar bekleme ihtiyacı hissediyordu. Ne olup bittiğini pek anlayamayan yaşlı öğretmen, salonda ve torunu gibi sevdiği Nastasya Filippovna'da kaygı verici bir olağanüstülüğün olduğunu fark ettiği için neredeyse ağlayacaktı, korkudan titriyordu. Nastasya Filippovna'yı böyle bir durumda bırakıp gitmektense ölmeyi yeğlerdi. Afanasiy İvanoviç'e gelince, kuşkusuz böyle serüvenlerle küçük düşürülmesine razı olamazdı. Üstelik böylesine çılgın bir hal alan olayın içine girmişti artık. Nastasya Filippovna da kendisi için öyle bir iki sözcük söylemişti ki, her şey iyice açıklığa kavuşmadan kalkıp gidemezdi. Yalnızca, kendisine yakışır biçimde ağzını açmadan ne olup bitiğini izleyerek sonuna kadar oturmaya karar vermişti. Bir tek General Yepançin (biraz önce armağanının ciddiyetten uzak ve komik bir biçimde kendisine geri verilmesinden sonra) bütün bu tuhaflıklar üzerine, sözgelimi Rogojin'in çıkagelmesi üzerine de elbette kendini küçük düşürülmüş sayabilirdi. Aslında Ptitsın ile, Ferdışçenko ile bir arada oturmaya razı olmakla da yeterince küçük düştüğü kanısındaydı. Ama tutkuların yaptırabildiğini nihayet sorumluluk, görev, rütbe, toplumsal konum ve genellikle kendine saygı gibi duygular da yaptırabilir insana. Bu durumda ekselansları ister istemez Rogojin ve çetesine katlanmak zorundaydı.

Tam bu konuda düşüncelerini söylemeye hazırlanıyordu ki, Nastasya Filippovna ondan önce davrandı:

— Ah, general, unuttum! İnanın, sizi düşünmemiş değilim. Bunu kendiniz için küçültücü buluyorsanız, özellikle sizi yanımda görmeyi çok istiyorsam da ısrar etmeyeceğim, tutmayacağım da sizi. Dostluğunuz, gösterdiğiniz yakınlık için çok minnettarım size, ama korkuyorsanız...

General şövalyelere özgü bir yüce gönüllülükle

— Rica ederim Nastasya Filippovna! diye yükseltti sesini. Kime söylüyorsunuz bunu? Herhangi bir tehlike söz konusuysa, yalnızca size olan bağlılığımdan kalırım yanınızda... Öte yandan, ne yalan söyleyeyim, neler olacağını da merak etmiyor değilim hani. Ben halılarınızı kirletecekleri, belki bir şeylerinizi kırabilecekleri için düşünmüştüm ki... Bana sorarsanız, içeri almasaydınız onları daha iyi ederdiniz Nastasya Filippovna!

Ferdışçenko,

— İşte Rogojin! diye haykırdı.

General hemen Afanasiy İvanoviç'in kulağına eğilip fısıldadı:

— Ne dersiniz Afanasiy İvanoviç, aklını mı yitirdi Nastasya Filippovna? Yani sözün gelişi değil de, gerçekten... ne dersiniz?

Afanasiy İvanoviç sinsi sinsi gülümsedi.

— Onun her an aklını yitirmeye meyilli olduğunu söylemiştim size.

— Sanki ateşi de var...

Rogojin'in çetesinde aşağı yukarı yine sabahki kişiler vardı. Yalnızca bir zamanlar onun bunun kirli çamaşırlarını ortaya dökmekle uğraşan aşağılık bir gazetenin editörlüğünü yapmış, takma altın dişlerini rehine verip aldığı parayla içki içtiği söylenen berbat bir ihtiyar ile, yumruklarına güvenen sabahki gencin meslek yönünden de, görev yönünden de rakibi, onunla didişen, Rogojin'in çetesinde hiç kimsenin tanımadığı, Nevskiy Caddesi'nin güneşli yanında gelen geçeni durdurup, Marlinski ağzıyla "kendisinin bir zamanlar dilencilere on beş ruble verdiğini" söyleyerek dilenen, sokakta gruba katılmış, ordudan ayrılmış bir asteğmen de vardı. İki rakip hemen düşmanca davranmaya başlamışlardı birbirine. Yumruklarına güvenen bay, gruba bir "dilenci"nin alınmasından sonra kendini aşağılanmış hissetmeye bile başlamıştı ve doğuştan pek konuşkan biri olmadığından kimi zaman ayı gibi homurdanıyordu yalnızca. Yüksek tabakadan, kurnaz biri olduğu anlaşılan "dilenci"nin ona yaltaklanmasına, sırnaşmasına tiksinerek bakıyordu. Görünüşte asteğmen "iş"te ustalığıyla, kıvraklığıyla güce oranla çok daha verimli olacağa benziyordu. Üstelik yumruğu kuvvetli baya oranla çok daha kısa boyluyken... Kibarca onunla tartışmaya girmeden, ama müthiş bir biçimde övünerek birkaç kez İngiliz boksunun üstün olduğunu ima ettiği için bir batı hayranı olduğu da anlaşılıyordu. Onun "boks"tan söz etmesine yumruğu kuvvetli bay küçümser, aşağılar bir tavırla gülümsüyordu yalnızca, ama rakibini açıkça küçümsemeyi kendine yediremiyor, onu buna değer görmüyor, kimi zaman sesini çıkarmadan, sanki bilmiyormuş gibi ya da daha doğrusu bilerek ulusal nesnesini (kalın damarlı, yumru yumru, sarı tüy kaplı kocaman yumruğunu) ortaya çıkarıyor, o anda herkes bu derin-ulusal nesnenin bir yere inecek olsa oranın suyunun çıkacağını düşünüyordu.

Bütün gün aklında hep Nastasya Filippovna'ya akşam yapacağı ziyaret olan Rogojin'in çabası sonucu, grupta sabahki gibi "kafayı bulmuş" kimse yoktu. Kendisi de neredeyse bütünüyle ayılmıştı. Ama hayatının bu en berbat, hiçbir şeye benzemeyen gününde başından geçenlerden aptallaşmış gibiydi. Yalnızca bir şey gitmiyordu gözünün önünden, belleğinde de, kalbinde de her dakika, her saniye o şey vardı. Saat beşten gece yarısı saat on bire kadar bütün zamanını sonsuz kederler, endişeler içinde, onun işini görmek için kentte koştururken neredeyse akıllarını yitirecek Kinderler'le, Biskuplar'la dolaşarak o şey için harcamıştı. Ve biraz önce Nastasya Filippovna'nın şaka yollu, belli belirsiz sözünü ettiği nakit yüz bin ruble Biskup'un utancından Kinder'le ancak fısıldayarak konuşabildiği bir faizle sonunda toplanabilmişti.

Sabahleyin olduğu gibi Rogojin yine grubun en önünde girmişti kapıdan, ötekiler ise, üstünlüklerine güven duyarak olsa bile yine de biraz korkarak izlemişlerdi onu. Önemli olan onların Nastasya Filippovna'dan neden korktuklarıydı. Hatta bazıları şimdi onları "merdivenlerden aşağı yuvarlayacaklarından" korkuyordu. Böyle düşünenler arasında züppe, yürek yakan Zalyojev de vardı. Ama ötekiler, bu arada özellikle yumruğuna güvenen bay da, yüksek sesle olmasa bile içlerinden Nastasya Filippovna için son derece küçümseyerek, hatta nefretle bir şeyler söyleyerek, eve orayı işgal edeceklermiş gibi giriyorlardı. Ancak ilk iki odanın zengin görünümü, ömürlerinde görmedikleri, duymadıkları eşyası, nefis mobilyası, tabloları, kocaman Venüs heykeli... bütün bunlar ansızın karşı konulmaz bir saygı, hatta neredeyse bir korku uyandırmıştı onlarda. Bu onların Rogojin'in arkasından salona yavaş yavaş küstah tavırlarla girmelerine engel olmadı kuşkusuz. Ama yumruklarına güvenen bay, "dilenci" ve gruptan birkaç kişi daha konukların arasında General Yepançin'i görünce ilk anda öylesine şaşırmışlardı ki, bir an geri çekilmeyi, bitişik odaya geçmeyi bile düşünecek olmuşlardı. Daha bir yürekli, rahat olanların arasında yalnızca Lebedev vardı. Neredeyse Rogojin'in hemen yanında yürüyordu. Bir milyon dört yüz bin ruble nakit paranın, şimdi de eldeki hazır yüz bin rublenin gerçekte ne demek olduğunu bilir gibiydi. Ama bu arada şunu da belirtmek gerekir: Çokbilmiş Lebedev de dahil, güçlerinin sınırları, nereye kadar uzandığı, neleri yapıp neleri yapamayacakları konusunda hepsinin kafası biraz karışıktı. Lebedev bazen istedikleri her şeyi yapabileceklerine yeminler edebilirdi; öte yandan bazen de ne olur ne olmaz diyerek, daha çok yasaların insanları yüreklendiren, rahatlatan maddelerini düşünmek ihtiyacını duyuyordu.

Nastasya Filippovna'nın konuk salonu Rogojin'in üzerinde, arkadaşlarının üzerinde bıraktığı izlenimden değişik bir izlenim bırakmıştı. Kapının perdesi kalkıp da Nastasya Filippovna'yı gördüğü anda o sabah olduğu gibi, geri kalan her şey yok olmuştu gözünde, hatta şimdi sabah olduğundan bile güçlüydü bu duygusu. Ansızın bembeyaz kesildi yüzü, bir an duraladı; kalbinin duracak gibi çarptığı belliydi. Gözlerini ayırmadan, ürkek bir dalgınlıkla birkaç saniye baktı Nastasya Filippovna'ya. Sonra birden, kendini bilmiyormuş gibi neredeyse yalpalayarak masaya doğru yürüdü. Oraya giderken Ptitsın'ın sandalyesine takılmış, sessiz Alman güzelinin göz kamaştırıcı mavi giysisinin dantelli eteğine çamurlu kocaman çizmeleriyle basmıştı. Bayandan özür dilememiş, yaptığının farkına bile varmamıştı. Masaya varınca, salona girerken iki eliyle önünde tuttuğu tuhaf bir şeyi üzerine bıraktı. On dört-on beş santim yüksekliğinde, on yedi-on sekiz santim uzunluğunda, Borsa Haberleri gazetesine sıkı sıkı sarılı, kelle şekeri gibi sicimle iki kez çapraz yapılarak sıkı sıkı bağlanmış büyük bir paketti bu. Sonra kendisi için verilecek kararı bekliyor gibi bir şey söylemeden, kolları iki yana sarkık, beklemeye başladı. Boynundaki, üzerinde böcek biçiminde pırlanta bir iğne olan açık yeşilli kırmızılı, yepyeni ipek eşarbı, sağ elinin kirli parmağındaki kocaman pırlanta yüzüğü saymazsak, giysisi sabahki gibiydi. Lebedev masaya üç adım kala durdu. Ötekiler, söylediğimiz gibi arkadan yavaş yavaş giriyorlardı salona. Nastasya Filippovna'nın hizmetçileri Katya ile Paşa koşup gelmiş, kapının kalkık örtüsünün arkasından büyük bir şaşkınlık ve korku içinde neler olup bittiğine bakıyorlardı.

Nastasya Filippovna meraklı, dikkatli bakışlarla Rogojin'i bir süre süzdükten sonra, bakışıyla "tuhaf şey"i göstererek sordu:

— Nedir bu?

Rogojin neredeyse fısıldayarak,

— Yüz bin! dedi.

— Sözünüzü tuttunuz, vay canına! Şuraya oturun lütfen, işte şu sandalyeye. Sonra bir şey anlatacağım size. Kimler var yanınızda? Sabahkiler mi yine? Neyse, gelip otursunlar bakalım. Şu sedire oturabilirler, şurada bir sedir daha var. Alın size iki de koltuk... Ne o, oturmak istemiyorlar mı yoksa?

Gerçekten de Rogojin'in adamlarından birkaçı utanmış, geri çekilip öteki odada oturmuş, beklemeye başlamıştı; birkaçı ise kalmış, Nastasya Filippovna'nın gösterdiği yerlere, ama masadan biraz uzağa, çoğunlukla duvar diplerine oturmuştu. Bazıları hâlâ göze batmamaya çalışıyordu. Bazıları ise giderek daha çok ve sanki daha hızla cesaretleniyorlardı. Rogojin Nastasya Filippovna'nın gösterdiği sandalyeye oturmuştu. Ama uzun süre oturmadı orada, hemen kalktı, bir daha da oturmadı. Yavaş yavaş çevresine bakınmaya, salonda kimlerin olduğunu anlamaya başlamıştı. Gavrila'yı görünce kötü kötü gülümseyerek, kendi kendine "Vay!" diye mırıldandı. Generalle Afanasiy İvanoviç'e çok rahat, hatta pek ilgisiz baktı. Ama Nastasya Filippovna'nın yanında prensi görünce, büyük bir şaşkınlık içinde, bu rastlantıyı kendine açıklayamıyormuş gibi gözlerini uzun süre alamadı ondan. Zaman zaman kendinde değilmiş gibi görünüyordu. O günün bütün telaşı, kargaşası yanında, son geceyi de trende geçirmiş ve iki gündür hemen hiç uyumamıştı.

Nastasya Filippovna konuklarına dönüp, heyecanlı bir sabırsızlık içinde meydan okurcasına yüksek sesle,

— Burada, bu kirli paketin içinde yüz bin ruble var baylar, dedi. Bu sabah deliler gibi bağırarak akşama bana yüz bin ruble getireceğini söylemişti, ben de deminden beri onu bekliyordum. Beni satın almak istedi. On sekiz binden başladı, sonra birden kırk bine çıktı, sonra yüz bin dedi. Sözünü de tuttu! Öf, yüzü nasıl da bembeyaz oldu!.. Sabahleyin Gavrila'nın evinde oldu bütün bunlar: Gelecekteki ailemi, Gavrila'nın annesini ziyarete gitmiştim. Ama kız kardeşi yüzüme bakarak "Bu utanmaz kadını kovmayacak mısınız buradan!" diye bağırdı, sonra tutup Gavrila'nın yüzüne tükürdü. Yaman bir kız!

General sitemli,

— Nastasya Filippovna! dedi.

İşin nereye varacağını yavaş yavaş anlamaya başlamıştı.

— Ne var general? Yakışıksız mı kaçtı? Caka satmayı bırakalım artık! Bugüne kadar Fransız Tiyatrosu'nda locamda ulaşılmaz bir erdem örneği olarak oturdum, arkamdan koşanlardan beş yıl bir yabani gibi kaçtım, gururla, olanca temizliğimle baktım çevreme, öylesine ileri gittim ki... İşte şimdi beş yıllık el değmemişliğimin karşılığı, biri gelip masanın üzerine yüz bin ruble attı. Belki arabası da kapıda beni bekliyordur. Yüz bin ruble değer biçti bana! Gavrila, yanılmıyorsam hâlâ kızıyorsun bana, öyle mi? Sahi, gerçekten sokacak mıydın sen beni ailene? Rogojin'in Nastasya Filippovna'sını? Biraz önce ne demişti prens?

Prens sesi titreyerek,

— Rogojin'in demedim ben, dedi. Rogojin'in değilsiniz siz!

Darya Alekseyevna sabredemedi.

— Nastasya Filippovna, yeter anacığım, yeter güvercinim. Onlara katlanmak o kadar zor gelmeye başladıysa sana, ne diye bakıyorsun yüzlerine? Ortada yüz bin ruble bile olsa, böyle biriyle nasıl gidersin! Evet, çok para yüz bin ruble! O zaman sen de al yüz bin rubleyi, sonra yolcu et, gitsin... Böylelerine öyle yapmak gerekir. Ah senin yerinde ben olacaktım ki... ne yapacağımı bilirdim!

Darya Alekseyevna öfkelenmişti bile. Aslında iyi yürekli, oldukça duygulu bir kadındı.

Nastasya Filippovna gülümsedi.

— Kızma Darya Alekseyevna, ben kızmadan söyledim bunu. Sitem ettiğimi mi sandın ona yoksa? Doğrusu nereden aklıma esti de temiz bir aileye katılmak istedim, aklım almıyor. Annesini gördüm, elini öptüm. Gavrila, senin evinde öyle alaycı bir tavırla bilerek konuştum, işi nereye kadar vardırabileceğini son bir kez daha görmek için yaptım bunu. Doğrusu çok şaşırttın beni. Çok şey bekliyordum senden, ama bu yaptığını beklemiyordum! Evlenmeye hazırlandığımız bir sırada onun bana böyle bir inci hediye etmesinden, benim bu hediyeyi almamdan sonra kabul edebilecek miydin beni? Ya Rogojin? Öyle ya, senin evinde, annenin, kız kardeşinin önünde satın almaya kalkıştı beni, öyleyken sen yine de bu akşam geldin buraya, benimle evlenmeyi düşünüyorsun, az kaldı kız kardeşini de getirecektin, öyle değil mi? Rogojin senin üç ruble için Vasilyevski Adası'na dört ayak üzerinde gideceğini söylerken haklı mıydı yoksa?

Rogojin birden alçak sesle, ama kendinden son derece emin bir tavırla,

— Gider, dedi.

— Açlıktan ölecek durumda olsan hadi neyse, oysa dediklerine göre iyi de maaş alıyormuşsun! Üstelik bütün bunların, işin rezaletinin yanında, nefret ettiğiniz bir kadını alacaksınız evinize!.. Benden nefret ediyorsun, biliyorum bunu! Evet, artık inanıyorum, senin gibi biri para için insan bile keser! Evinizde para hırsı herkesin gözünü döndürmüş, her şeyi parayla ölçüyorlar. Daha dünkü çocuk tefecilik etmeye hevesleniyor! Geçenlerde bir gazetede okudum, böyle bir çocuk usturayı ipeğe güzelce sarmış, arkadan usulca yaklaşmış arkadaşına, koyun keser gibi kesmiş gırtlağını. Ne utanmazsın sen! Ben utanmazım, ama sen benden de utanmazsın. O kamelyacıdan ise söz etmiyorum artık...

General gerçekten üzgün, ellerini çırparak,

— Siz mi, siz mi söylüyorsunuz bunları Nastasya Filippovna? dedi. Sizin gibi hassas, ince ruhlu biri mi söylüyor bunları? Nasıl söyleyebiliyorsunuz böyle bir şeyi? Nasıl böyle konuşabiliyorsunuz?

Birden gülümsedi Nastasya Filippovna.

— Şu anda sarhoşum general. Dağıtmak istiyorum biraz! Bugün benim günüm, bayram günüm; uzun zamandır bekliyordum bu günü. Darya Alekseyevna, şu kamelyacıyı görüyor musun? İşte şu Monsieur aux camélias orada oturmuş, bize bakarak gülüyor...

Totskiy ağırbaşlı bir tavırla karşılık verdi:

— Gülmüyorum Nastasya Filippovna, büyük bir dikkatle sizi dinliyorum.

— İşte bunun için beş yıl acı çektirdim ona, benden uzaklaşmasına izin vermedim! Değer miydi buna? Her şey her zaman nasıl olması gerekiyorsa öyledir... Ayrıca benim kendisine karşı suçlu olduğumu düşünür: Eğitimimi tamamlattı, kontesler gibi yaşattı beni, ne paralar, ah ne büyük paralar harcadı benim için, daha köydeyken iyi bir koca adayı buldu bana, burada da Gavrila'yı... Ne dersin: Bu son beş yıldır ondan ayrı yaşıyorum, ama her zaman para aldım ondan, hem bunun benim hakkım olduğunu düşünerek aldım! Sanırım aklımı yitirdim ben! Şimdi sen bana diyorsun ki, adam iğrenç biriyse, al bu yüz bin rubleyi, sonra da kov onu yanından, gitsin. Evet, iğrenç biri... Şimdiye kadar çoktan evlenirdim ben, hem de Gavrila ile değil, ama bu da iğrenç bir şey olmaz mıydı? Ne diye nefret içinde geçirdim bu beş yılımı? İster inan, ister inanma bundan dört yıl önce, kimi zaman şu benim Afanasiy İvanoviç'le evlensem nasıl olur diye düşündüğüm oluyordu. O zamanlar öfkemden düşünüyordum öyle. Az şey mi düşünüyordum o zamanlar? Aslında benimle evlenmek zorunda bırakabilirdim de onu! İnanır mısın, kendisi de çok istiyordu bunu. Yalan söylüyordu, oysa çok düşkündü bana, dayanamıyordu. Neyse ki, Tanrı'ya şükürler olsun, sonra aklımı başıma topladım: Böylesine kin beslemek olur muydu? İşte o zaman birden tiksinmeye başladım ondan, öyle ki çok isteseydi bile evlenmezdim onunla. İşte ondan sonra tam beş yıl sağa sola caka sattım! Hayır, sokağa insem daha iyi olacak, oraya aidim çünkü! Ya Rogojin'le oynaşıp duracağım ya da yarın çamaşırcılık yapmaya başlayacağım!.. Çünkü benim olan hiçbir şeyim yok. Her şeyini ona geri verip gideceğim, son çaputunu da bırakacağım ona... Peki, öyle kim ister beni, sor bakalım Gavrila'ya, alır mı beni öyle? Evet, Ferdışçenko bile almaz...

Ferdışçenko sözünü kesti Nastasya Filippovna'nın:

— Ferdışçenko almaz belki Nastasya Filippovna... ama prens alır! Oturmuş ağlıyorsunuz, oysa dönüp prense baksanıza! Deminden beri onu izliyorum...

Nastasya Filippovna merakla dönüp baktı prense.

— Doğru mu? diye sordu.

— Doğru, diye fısıldadı prens.

— Yani öyle, olduğum gibi, hiçbir şeyim olmadan mı?

— Evet, Nastasya Filippovna. Alırım...

General,

— Buyurun size yeni bir hikâye! diye mırıldandı. Olacağı buydu!

Prens, kendisine bakmayı sürdüren Nastasya Filippovna'nın yüzüne acıklı, ciddi, büyük bir içtenlikle bakıyordu.

Nastasya Filippovna birden tekrar Darya Alekseyevna'ya döndü,

— İşte bir tane daha! dedi. Elbette iyi yürekliliğinden yapıyor bunu. Tanıyorum onu çünkü. Kurtarıcımı, velinimetimi buldum işte! Bununla birlikte, belki de onun için söylenenler... yani şey olduğu... doğrudur... Peki, bir prens olarak Rogojin'inkini alacak kadar âşıksan, geçimini nasıl sağlayacaksın?..

— Ben temiz olan sizi alacağım Nastasya Filippovna, dedi prens, Rogojin'inkini değil.

— Yani o temiz olan ben miyim?

— Evet, siz.

— Sizin o dediğiniz... romanlarda olur! Eski uydurma hikâyelerdir onlar canım. Ama akıllandı artık insanlar, böyle saçmalıklar geçmişte kaldı! Ağzın süt kokuyor daha, evlenmek kim, sen kimsin...

Prens ayağa kalktı, ürkek, titrek bir sesle, ama aynı zamanda kendinden emin bir tavırla,

— Ben bir şey bilmiyorum Nastasya Filippovna, bir şey görmedim, çok haklısınız, ama ben... öyle düşünüyorum ki, evlenirsek ben size değil, siz bana onur vereceksiniz. Ben bir hiçim, oysa siz çok acı çektiniz ve böyle bir cehennemin içinden tertemiz çıktınız. Bu çok büyük bir şey! Ne için utanç duyuyor, Rogojin'le gitmek istiyorsunuz? Bir nöbet bu sizinki... Bay Totskiy'e yetmiş beş bin rubleyi geri verdiniz, ayrıca her şeyinizi bırakıp gideceğinizi söylüyorsunuz, burada hiç kimsenin yapabileceği şey değil bu. Ben sizi... Nastasya Filippovna... seviyorum. Sizin için ölürüm Nastasya Filippovna. Sizin için kimsenin kötü söz söylemesine izin vermem Nastasya Filippovna... Yoksul olursak, çalışırım Nastasya Filippovna...

Prensin son söylediklerine Ferdışçenko ile Lebedev'in kıs kıs güldükleri duyuldu. General bile büyük bir can sıkıntısıyla homurdanmıştı. Ptitsın ile Totskiy gülümsemeden edememişlerdi, ama öfkeli bir gülümsemeydi onlarınki. Geri kalan herkesin ise şaşkınlıktan ağzı açık kalmıştı.

Prens yine o ürkek, çekingen tavrıyla sürdürdü konuşmasını:

— Ama belki de yoksul değil, çok zengin olacağız. Aslında kesin bilmiyorum, ne yazık ki bugün bütün gün hâlâ bir şey öğrenebilmiş değilim... İsviçre'deyken Salazkin adında birinden bir mektup aldım. Çok büyük bir mirasın sahibi olabileceğimi yazıyordu. İşte burada o mektup...

Prens gerçekten de bir mektup çıkardı cebinden.

General,

— Evet, yanılmıyorsam sayıklıyor, diye mırıldandı. Tam bir tımarhaneye döndü burası!

Arkasından birkaç saniye süren bir sessizlik oldu.

Ptitsın,

— Galiba Salazkin'den bir mektup aldığınızı söylediniz prens? diye sordu. Çok tanınmış biridir Salazkin. İş takibi konusunda da ünlüdür. Mektubu yazan gerçekten Salazkin ise büyük bir mirasa konacağınıza inanabilirsiniz. Neyse ki el yazısını tanıyorum, geçenlerde bir işim oldu onunla çünkü... Bakmama izin verirseniz belki bir şey söyleyebilirim size.

Prens bir şey söylemeden, eli titreyerek uzattı Ptitsın'a mektubu.

General, herkesin yüzüne aklını yitirmiş gibi bakarak karıştı söze:

— Neymiş, ne oluyor? Miras mı?

Herkes mektubu okuyan Ptitsın'a bakıyordu. Genel merak yeni, olağanüstü bir itici güç kazanmıştı. Ferdışçenko oturduğu yerde duramıyordu. Rogojin şaşkındı, büyük bir huzursuzluk içinde bir prense, bir Ptitsın'a bakıyordu. Darya Alekseyevna diken üzerinde oturuyormuş gibi sabırsız bekliyordu. Lebedev bile sabırsızdı. Oturduğu köşeden kalkıp gelmiş, Ptitsın'ın arkasında iki büklüm eğilmiş, omzunun üzerinden, kafasına her an bir odunun indirileceğinden korkan bir insanın tedirginliğiyle mektuba bakıyordu.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top