XIV

XIV

Öyküsüne başlarken yüksek sesle şöyle dedi Ferdışçenko:

— Nükte yeteneğim yok da onun için gereksiz konuşuyorum Nastasya Filippovna. Afanasiy İvanoviç veya İvan Petroviç gibi bir nükte yeteneğim olsaydı, bütün akşam Afanasiy İvanoviç veya İvan Petroviç gibi hep oturur, ağzımı açmazdım. Bir şey sorabilir miyim size prens, ne dersiniz, dünyada hırsız olmayanlardan çok hırsız olduğunu, bir kez olsun çalmayan dürüst bir insanın olmadığını düşünürken yanılıyor muyum? Benim düşüncem bu, ama bundan tüm insanlar hırsızdır sonucuna da varmıyorum elbet... Aslında kimi zaman bu sonuca varmayı çok isterdim ya, neyse... Bu konuda siz ne düşünüyorsunuz prens?

Darya Alekseyevna girdi araya:

— Öf, ne aptalca konuşuyorsunuz! Saçmalıyorsunuz! Herkesin bir şey çalmış olması olacak şey mi? Örneğin, ben hiçbir zaman hiçbir şey çalmadım,.

— Siz hiçbir zaman hiçbir şey çalmadınız Darya Alekseyevna; ama yüzü birden kıpkırmızı olan prens ne diyecek bakalım?

Her nedense yüzü gerçekten kıpkırmızı kesilen prens,

— Sanırım doğru söylüyorsunuz, dedi, yalnız biraz abartıyorsunuz.

— Peki, prens, siz hiçbir şey çalmadınız mı?

General araya girdi:

— Öf! Çok komiksiniz! Kendinize gelin Bay Ferdışçenko!

Darya Alekseyevna üzerine basa basa,

— İş ciddiye binince anlatmaktan çekinmeye başladınız, dedi. Prensi yanınıza çekmeye çalışıyorsunuz, neyse ki susuyor prens, bir şey söylemiyor.

Nastasya Filippovna sert, canı sıkkın bir tavırla söylendi:

— Ferdışçenko, ya anlatın ya da kesin sesinizi; hem kendi işinize bakın. Sıktınız ama!

— Hemen Nastasya Filippovna, hemen şimdi başlıyorum. Ama prens itiraf ederse, çünkü benim için önemli onun itiraf etmesi, o zaman örneğin (ismi gerekli değil) başka biri gerçeği anlatacak olursa neler söyler? Benim öyküme gelince baylar, anlatmaya değecek bir şey yok ortada: Son derece basit, aptalca ve iğrenç bir olay... Ama inanın, bir hırsız değilim ben. Evet, çaldım, ama bunu nasıl yaptığımı bilmiyorum. Üç yıl önce bir pazar günü Semyon İvanoviç İşçenk'in yazlığında oldu olay. Yemeğe konukları vardı. Yemekten sonra erkekler şarap içmek için masadan kalkmamışlardı. Evin genç kızı Marya Semyonovna'ya piyanoda benim için bir şeyler çalmasını rica etmek esti aklıma. Bitişik odadan geçerken Marya İvanovna'nın çalışma masasında üç rublelik yeşil bir banknot ilişti gözüme. Marya İvanovna evle ilgili bir harcama için çıkarıp koymuş olmalıydı onu oraya. Odada kimsecikler yoktu. Alıp cebime attım banknotu, nedenini bilmiyorum... O anda ne olmuştu bana, farkında değildim. Hemen yemek odasına dönüp masaya oturdum. Oldukça büyük bir heyecan içinde oturuyor, durmadan konuşuyor, fıkralar anlatıyor, gülüyor, bekliyordum... Sonra geçip hanımların yanına oturdum. Aradan yaklaşık yarım saat geçmişti ki, paranın olmadığı fark edildi, hizmetçi kızları sorguya çekmeye başladılar. Darya adında bir hizmetçi kızdan kuşkulanıyorlardı. Olayı büyük bir merak ve ilgiyle izliyordum. Hatta hatırlıyorum, Darya ne diyeceğini, ne yapacağını iyice şaşırınca araya girdim, yüksek sesle kızcağıza suçunu itiraf etmesini, Marya İvanovna'nın çok iyi yürekli biri olduğuna, onu bağışlayacağına her şeyimle kefil olduğumu söyledim. Herkes bana bakıyordu, bense kızcağıza akıl verirken banknot cebimde olduğu için olağanüstü bir haz duyuyordum. O üç rubleyi hemen o akşam bir restoranda içkiye verdim. İçeri girip bir şişe Lafite şarabı söyledim kendime. Oysa o güne kadar bu şaraptan yanında bir şey olmadan hiç öyle bütün bir şişe söylediğim olmamıştı. O üç rubleyi bir an önce harcayıp bitirmek istiyordum. Bu olay yüzünden vicdanım o zaman da, daha sonra da pek o kadar sızlamamıştır. Sanırım bir kez daha yapmam aynı şeyi. İnanın ya da inanmayın, umurumda değil. Hepsi bu kadar işte.

Darya Alekseyevna nefretle,

— Elbette en kötü davranışınız bu değildir, dedi.

Afanasiy İvanoviç ekledi:

— Bu bir davranış değil, psikolojik bir olay.

Nastasya Filippovna tiksintisini saklamaya gerek görmeden,

— Ya hizmetçi kız ne oldu? diye sordu.

— Hizmetçi kızı ertesi gün kovdular elbette. Sıkı kurallar vardı o evde.

— Siz de izin verdiniz buna?

Kıs kıs güldü Ferdışçenko.

— Bundan iyisi ne olabilirdi? Gidip suçu üzerime mi alacaktım yani?

Ama öyküsünün salonda neden olduğu aşırı tatsız havadan biraz etkilenmiş gibiydi.

Sesini yükseltti Nastasya Filippovna:

— Ne iğrenç bir şey bu!

— Hah! İnsandan hayatında yaptığı en iğrenç şeyi anlatmasını istiyorsunuz, sonra da bunun güzel bir şey olmasını bekliyorsunuz! En kötü davranışlar her zaman iğrenç olanlardır. Biraz sonra İvan Petroviç'in anlatacaklarında göreceğiz bunu. Dışarıdan bakınca ışıl ışıl, soylu görünmek ister, çünkü bir kupa arabası vardır. Kupa arabası sahibi olan az mıdır? Hem de ne yollarla!..

Sözün kısası, Ferdışçenko sonunda dayanamamış, birden öfkelenmiş, hatta kendini kaybetmiş, haddini aşmıştı. Yüzünü bile ekşitmişti. Tuhaftı, ama büyük ihtimalle öyküsünden bambaşka bir başarı bekliyordu. Ferdışçenko, Totskiy'in deyişiyle "bir tür övünme" yüzünden sıklıkla bu türden "falsolar" yapardı.

Öfkesinden neredeyse titremeye başlayan Nastasya Filippovna dik dik Ferdışçenko'nun yüzüne bakıyordu. Ferdışçenko'ysa bir anda ürküp sustu; hatta korkudan buz kesti: Fazla ileri gitmişti.

Afanasiy İvanoviç kurnazca gülümseyerek,

— Ne dersiniz, bıraksak mı bu saçmalığı artık? dedi.

Ptitsın kararlı,

— Sıra bende, dedi, ama anlatmama hakkımı kullanacağım.

— Anlatmak istemiyor musunuz?

— Yapamam Nastasya Filippovna. Hem bu çeşit oyunları genellikle doğru bulmam ben.

Nastasya Filippovna generale döndü.

— Sıra sizde sanırım general, dedi. Siz de anlatmayacaksanız korkarım oyun bozulacak ve ben çok üzüleceğim. Çünkü en sonunda "kendi hayatımdan" bir olayı anlatmayı düşünüyordum. Ama sizden ve Afanasiy İvanoviç'ten sonra yapacaktım bunu. Çünkü ikinizden cesaret alacaktım.

Nastasya Filippovna sözünün sonunu gülümseyerek getirmişti.

General heyecanla haykırdı:

— Ah, söz veriyorsanız, ben bütün hayatımı anlatmaya hazırım. Doğrusunu isterseniz, sıramı beklerken anlatacağım öykümü de hazırlamıştım...

Kendini henüz bütünüyle toplayamamış olan Ferdışçenko acı bir gülümsemeyle,

— Bu öyküyü ne büyük bir edebi zevkle hazırladıkları ekselanslarının yüzünden anlaşılıyor, dedi.

Nastasya Filippovna şöyle bir baktı generale, Ferdışçenko gibi o da gülümsedi. Ama can sıkıntısının, gerginliğinin giderek arttığı belliydi. Nastasya Filippovna'nın bir öykü anlatacağını söylemesi üzerine Afanasiy İvanoviç'in korkusu bir kat daha artmıştı.

— Baylar, diye başladı general, herkes gibi benim de hayatımda pek hoş olmayan birtakım şeyler yaptığım oldu. Ancak şimdi size anlatacağım bu küçük, tuhaf olayı ben hayatımın en iğrenç olayı sayıyorum. Üzerinden neredeyse otuz beş yıl geçti, ama her hatırladığımda içim sızlar. Aslında son derece saçma bir şeydi: Orduya yeni girmiştim. Asteğmendim. Asteğmenlik nasıldır, bilirsiniz: Kanın kaynıyordur, eline geçen de çok az bir paradır... Bir emir erim vardı, Nikifor. Ev işlerimi çok iyi yapardı. Yemek pişirir, sökük diker, siler süpürür, hatta evin bir eksiğini gidermek için çalıp çırpardı. Son derece sadık, temiz yürekli bir çocuktu. Elbette ona karşı serttim, ama hakça davranıyordum. Kimi zaman birlikte kente gidiyorduk. Emekli bir üsteğmenin eşinin (aynı zamanda duldu kadın) kent dışındaki evine yerleştirmişlerdi beni. Kadın seksen ya da ona yakın yaşlardaydı. Evi çok eski, ahşap ve küçüktü. Yoksulluktan hizmetçisi bile yoktu. En önemlisi de bir zamanlar kalabalık olan ailesinden ayrı düşmesiydi. Zaman içinde bazıları ölmüş, bazıları sağa sola dağılmış, yaşlı kadının kapısını çalmaz olmuşlardı. Kocasını ise kırk beş yıl önce toprağa vermişti. Birkaç yıl öncesine kadar yeğeniyle birlikte yaşıyormuş; anlatılanlara bakılırsa kambur, kötü niyetli bir kızmış yeğeni, cadının tekiymiş. Hatta bir gün yaşlı kadının parmağını ısırmış. Ama sonra o da ölmüş, öyle ki üç yıldır yapayalnız yaşıyordu yaşlı kadın. Onun evinde canım çok sıkılıyordu. Kafası bomboş bir kadıncağızdı, konuşamıyordum bile onunla. Sonra günün birinde horozumu çaldı. Aslında horozumu kimin çaldığını hâlâ bilmiyorum, ama çevrede ondan başka kimse yoktu. Horoz yüzünden tartıştık onunla. Ama büyük bir tartışmaydı bu. Sonra ilk başvurum üzerine kentin öbür yanında başka bir eve aldılar beni. Bugünkü gibi hatırlıyorum, kalabalık bir ailesi olan, kocaman sakallı bir tüccarın eviydi yeni taşındığım. Yaşlı kadını nefretle yalnız bırakıp, Nikifor'la birlikte sevinç içinde yeni evimize taşındık. Aradan iki üç gün geçti, talimden eve döndüğümde Nikifor rapor verdi: "Çorba kâsemizi eski ev sahibenize bırakmamız hiç iyi olmadı komutanım. Çorbanızı koyabileceğim kabımız yok." Şaşırdım kuşkusuz. "Çorba kâsemiz neden eski ev sahibemizde kaldı?" dedim. Şaşıran Nikifor anlatmayı sürdürdü: Eşyalarımız arabaya yüklenirken kâseyi Nikifor'a vermemiş, kırdığım bir çömleğine karşılık kâsemize el koyduğunu söylemiş, sözde bunu ben önermişim ona. Yaşlı kadının bu alçaklığı karşısında kuşkusuz çok sinirlendim, tepem attı, fırladım çıktım evden, doğruca yaşlı kadının evine gittim. Karşısına dikildiğimde sinirimden kendimde değildim. Baktım, güneşten kaçmış gibi holün bir köşesine sinmiş, eli yanağında, yapayalnız oturuyor. İnanır mısınız, birden ağzıma geleni söylemeye, bağırıp çağırmaya başladım: "Ne aşağılık şeymişsin sen!" gibi şeyler işte... Anlayacağınız, tam bir Rus gibi... Ama baktım, bir tuhaflık var kadında: Oturduğu yerden gözlerini bana dikmiş, bir şey söylemeden tuhaf tuhaf gözlerimin içine bakıyordu. Sanki hafifçe sallanıyor gibiydi de. Sonunda sakinleştim, yüzüne baktım, bir şeyler sordum, ama cevap alamadım. Kararsız, bir süre bekledim. Sinekler vızıldıyordu. Güneş batmak üzereydi, etraf sessizdi. Şaşkın bir durumda uzaklaştım oradan. Eve varmamıştım ki, binbaşının beni çağırdığını söylediler, sonra bölüğe uğramam gerekti, öyle ki eve gittiğimde hava iyice kararmıştı. Beni görünce Nikifor'un ilk söylediği şu oldu: "Duydunuz mu efendim, bizim eski ev sahibemiz ölmüş." – "Ne zaman?" – "Bugün akşam üzeri, bir buçuk saat önce." Yani tam ben ona bağırıp çağırırken... kadıncağız ölüyormuş. İnanın, derinden etkilenmiştim. Bir an kendimi kaybettim sandım. Bir an rüyadaydım sanki. Kör inançları olan biri değilimdir, ama iki gün sonra kiliseye, yaşlı kadının cenaze törenine gittim. Sonrasındaysa zaman geçtikçe daha çok düşünmeye başlamıştım onu. Öyle değil de, hani bazen bir şey aklınıza gelince fena olursunuz ya... Sonunda neyim olduğunu anladım. Öncelikle o kadın da bir insan, günümüzün deyimiyle, duyguları olan bir varlıktı, yaşamıştı, çok uzun süre yaşamış, hatta dünyaya kazık çakmıştı. Bir zamanlar çocukları, kocası, bir ailesi, akrabaları vardı, kısacası çevresi kalabalıktı, çevresinde herkesin yüzü gülüyordu, sonra birden hepsi yok oldu, uçup gitti, kadın yapayalnız kaldı... yüz yılın lanetini üzerinde taşıyan bir sinek gibi... İşte şimdi de ölüm çalmıştı kapısını. Sakin sessiz bir yaz akşamı günbatımıyla birlikte benim ihtiyarcık da uçup gitmişti. Bunda insanın öğreneceği çok şey var kuşkusuz. Kadıncağızın gözyaşlarıyla uğurlanması gerekirken, kendini bilmez genç bir asteğmen kaybolan kâsesi için karşısına dikilmiş, elleri belinde, kaba küfürlerle toprağın üstünden altına yolcu ediyordu zavallıyı! Hiç kuşkusuz suçluyum. Çok eskiden yapmış olduğum bu davranışıma şimdi yılların ardından, bu arada çok değiştiğim için bir yabancı gibi bakıyor olsam da, elimde olmadan yine de üzülüyorum. Tekrar söylüyorum, suçlu olmasına suçluyum, ama kendimi tam suçlu hissetmiyor olmam tuhaf geliyor bana: Yaşlı kadın neden tam da o anda tutup ölüvermişti sanki? Sanırım bu davranışımı aklamak için de –bir bakıma psikolojik bir olay tabii– şunu yaptım: Bundan on beş yıl önce yatalak iki yaşlı kadını bu dünyada son günlerini biraz olsun rahatlatmak amacıyla ücretlerini cebimden ödeyerek bir bakımevine yatırdım ve ancak o zaman biraz huzur buldum. Belli bir para ayırarak bu işin sürekli olmasını sağlamak istiyorum. Hepsi bu kadar işte. Tekrar söylüyorum, hayatımda belki de çok yanlış yaptım, ama bu olay benim gözümde en iğrenç davranışımdır.

Ferdışçenko,

— Ekselansları, dedi, hayatınızda en iğrenç davranışınız yerine en iyi davranışlarınızdan birini anlatarak alt ettiniz Ferdışçenko'yu!

Nastasya Filippovna pek hafifser bir tavırla,

— Sizin bu kadar iyi kalpli olduğunu tahmin etmiyordum general, dedi. Doğrusu çok yazık!

General tatlı tatlı gülümseyerek,

— Yazık mı? Nedenmiş? dedi.

Ve kendinden hoşnut bir tavırla kadehindeki şampanyayı yudumladı.

Sıra anlatmaya hazır olduğu belli Afanasiy İvanoviç'e gelmişti. Onun İvan Petroviç gibi anlatmaktan vazgeçeceğini hiç kimse düşünmüyordu. Ayrıca bazı nedenlerden ötürü öyküsünü özel bir merakla bekliyorlardı. Bu arada herkesin gözü Nastasya Filippovna'nın üzerindeydi. Afanasiy İvanoviç gösterişli dış görünümüyle tam uyumlu sakin, sevecen ses tonuyla olağanüstü mağrur, "sevimli öykücükleri"nden birini anlatmaya başladı. (Sırası gelmişken belirtmeli: Etkileyici bir havası vardı Afanasiy İvanoviç'in, uzun boyluydu, saçları hafif kırlaşmış, tepesi açılmıştı. Epeyce şişmandı. Biraz sarkık, yumuşak yanakları kırmızı, dişlerinin çoğu takmaydı. Çok zengin, şık giyinirdi. Gömlekleri de her zaman gözalıcıydı. Tombul, bembeyaz ellerinden gözünü ayıramazdı insan. Sağ elinin işaretparmağında her zaman pahalı pırlanta bir yüzük olurdu.) Afanasiy İvanoviç öyküsünü anlattığı sürece Nastasya Filippovna giysisinin kol ağzındaki dantelli süslemelerden gözünü ayırmamış, sol elinin iki parmağıyla danteli didikleyip durmuş, başını bir kez olsun kaldırıp Afanasiy İvanoviç'e bakmamıştı.

Afanasiy İvanoviç,

— Görevimi yerine getirmemi en çok kolaylaştıran, başka bir şey değil de hayatımda yaptığım en kötü şeyi anlatmak zorunda olmam diye başladı. Bu konuda herhangi bir kuşku söz konusu olamaz çünkü: Vicdanım da, kalbim de özellikle neyi anlatmam gerektiğini söylüyor bana. Hayatımda yaptığım düşüncesizce, saçma belki de sayısız davranışım arasında biri var ki, her hatırladığımda içim sızlar. Yaklaşık yirmi yıl öncesinin olayıdır bu. Platon Ordıntsev'in köyüne uğramıştım. Başkanlığa yeni seçilmiş ve genç karısıyla kış tatilini geçirmek için köyüne gelmişti. Anfisa Alekseyevna'nın doğum günü yaklaşmıştı, iki balo için hazırlıklar yapılıyordu. O sıralar Dumas Fils'in harika romanı La dame aux camélias yüksek sosyetede pek modaydı. Bence hiçbir zaman ölmeyecek, eskimeyecek bir yapıttır bu. Taşrada bütün kadınlar, en azından bu yapıtı okumuş olanlar büyük heyecan içindeydiler. Öykünün büyüsü, başkahramanın anlatılışının orijinalliği, her türlü inceliğiyle anlatılan o çok çekici dünya ve nihayet kitabın içine serpiştirilmiş bütün o büyüleyici ayrıntılar (örneğin beyaz ve kırmızı kamelyaların yerine göre kullanılmasının gerektiği durumların sıralanışı), kısacası bütün bu harika ayrıntılar, hepsi birlikte sosyetenin neredeyse tümünü sarsmıştı. Kamelya en gözde, en moda çiçek olmuştu. Herkes kamelya istiyor, herkes kamelya arıyordu. Sorarım size: Balolar için (düzenlenen balo sayısı çok olmasa da) herkes kamelya arıyorsa, taşrada yeterince kamelya bulmak mümkün olur mu? Petya Vorhovskiy o sıralar Anfisa Alekseyevna'ya fena tutulmuştu. Doğrusu aralarında bir şey var mıydı, bilmiyorum, yani şunu söylemek istiyorum, Petya'nın küçücük olsun bir umudu olup olmadığından haberim bile yoktu. Zavallıcık balo için Anfisa Alekseyevna'ya kamelya bulacağım diye çıldırıyordu. Petersburg'dan valinin eşine konuk gelmiş Kontes Sotskaya ile Sofya Bespalova'nın baloya beyaz kamelyalarla geleceğini herkes biliyordu. Anfisa Alekseyevna değişik bir etki yaratsın diye baloya kırmızı kamelyalarla gitmek niyetindeydi. Anfisa Alekseyevna'nın zavallı kocası Platon da kırmızı kamelya bulmaya söz vermişti; kocaları bilirsiniz... Peki, ne oldu dersiniz? Anfisa Alekseyevna'nın her alanda kanlı bıçaklı rakibesi Katerina Aleksandrovna Mıtişçeva, Anfisa Alekseyevna'nın doğum günü balosuna bir gün kala kentteki bütün kamelyaları toplatmasın mı? Anlaşılacağı gibi sinir krizleri, ayılıp bayılmalar... Platon'un durumu felaketti. Anlaşılacağı üzere bizim Petya, bu pek kritik zamanda bir yerlerden bir demet kamelya bulmayı başarırsa, Anfisa Alekseyevna konusunda hayli ilerleme kaydedebilirdi. Böyle durumlarda kadınların minnet duygusu sınırsızdır. Üstü başı tutuşmuş gibi sağa sola koşturup duruyordu, ama olacak gibi değildi, tek kamelya yoktu kentte. Doğum günü ve balodan bir gün önce, gece saat on birde Ordıntsev'in komşusu Bayan Marya Petrovna Zubkova'nın evinde karşılaşmayayım mı Petya'yla... Gözlerinin içi parlıyordu. "Ne bu sevinç?" – "Buldum, evreka!" – "Doğrusu şaşırttın beni kardeş! Nerede? Nasıl?" – "Yekşayska'da (yirmi versta uzakta, bizim kente bağlı olmayan bir kasabaydı burası), Trepalov adında bir tüccar var, yaşlı ve çok zengin biri. Yaşlı karısıyla yaşıyor, çocukları yok, onun yerine kanarya besliyorlar. Karıkoca çiçek yetiştirmeye merak sarmışlar, bahçelerinde kamelya varmış." – "Peki ama, garanti değil ki bu, ya vermezse adam?" – "Ayaklarına kapanacağım, verinceye kadar önünde yatıp yuvarlanacağım, buraya kamelyasız dönmeyeceğim!" – "Ne zaman gidiyorsun?" – "Yarın sabah ortalık aydınlanır aydınlanmaz, saat beşte yola çıkacağım." – "Neyse, Tanrı yardımcın olsun!" Biliyor musunuz, onun adına sevinmiştim. Ordıntsev'in evine döndüm. Saat biri geçiyordu. İnanır mısınız, aklımda hep Petya'nın söyledikleri vardı. Yatıp uyumak istiyordum ki, birden aklıma çok değişik bir şey geldi! Hemen mutfağa geçtim, arabacı Saveliy'i uyandırdım, on beş ruble sıkıştırdım eline, "Yarım saat sonra araba hazır olsun!" Anlayacağınız, yarım saat sonra araba kapıda hazırdı. Duyduğuma göre, Anfisa Alekseyevna'nın migren ağrısı tutmuş, ateşler içinde sayıklıyormuş. Arabaya atladığım gibi yola çıktım. Saat beşte Yekşayska'da oteldeydim. Ortalık aydınlanana kadar bekledim. Ortalık aydınlanır aydınlanmaz, saat yedide Trepalov'un yanındaydım. "Böyleyken böyle, babamsın, atamsın, yardım et, kurtar beni, ayaklarına kapanırım!" Bir yandan da süzüyordum onu. Uzun boylu, ak saçlı ve çok sert ihtiyardı. "Hayır, olmaz! Dünyada vermem!" dedi. Birden ayaklarına kapandım! Öylece yere uzandım önünde. "Neyiniz var, anam babam, neyiniz var?" diyordu. Korkmuştu bile. "Bir insanın hayatı söz konusu!" diye haykırdım. "Öyleyse alın, Tanrı yardımcınız olsun!" dedi. Küçük bir limonluğu vardı ihtiyarın. Harika kırmızı kamelyalar yetiştirmişti! Ben kamelyaları keserken ihtiyar iç geçiriyordu. Bir yüz rublelik çıkarıp uzattım ona. "Hayır, anam babam, bu davranışınızla küçük düşürmeyin beni lütfen." – "Öyleyse, çok saygıdeğer efendim, bu yüz rubleyi hastaların daha iyi bakımı ve beslenmesi için kasabanızın hastanesine bağışlayın." – "Bu başka anam babam, dedi, hayırlı, yararlı, Tanrı huzurunda iyi bir şey... Öyleyse sizin adınıza, sağlığınıza yatırırım parayı." Bu yaşlı ihtiyar Rus'u, nasıl desem, gerçek Rus'u, de la vraie souche çok sevdim, biliyor musunuz? Yaptığım işin sevinciyle hemen arabaya atlayıp kente doğru yola çıktım. Petya'yla karşılaşmamak için arabacıya yan yollardan gitmesini söyledim. Eve gelince buketi uyanmasına yakın Anfisa Alekseyevna'ya yolladım. Nasıl heyecanlandığını, sevindiğini, minnet gözyaşları döktüğünü tahmin edersiniz! Platon, daha bir gün önce kendini bitmiş, ölmüş hisseden Platon başını göğsüme dayamış, hüngür hüngür ağlıyordu. Heyhat! Bütün kocalar böyledir... yani yasal evlilik icat edildi edileli! Başka bir şey söylemeyeceğim, ama zavallı Petya'nın bu olaydan sonra bütünüyle çöktüğünü eklemeliyim. Başlangıçta, yaptığımı öğrenince beni öldürür diye düşünüyordum, buna hazırlamıştım da kendimi, ama benim de inanamadığım bir şey oldu: Birden düşüp bayıldı, akşama sayıklamaya başladı, sabah ateşlendi... Nöbetlerden kasılarak çocuklar gibi yırtınırcasına ağlıyordu. Bir ay sonra düzelince Kafkasya'ya gönderilmesi için dilekçe verdi. Tam bir aşk romanı yani! Sonunda Kırım'da vurulup öldü. O sıralar alay komutanı olan ağabeyi Stepan Vorhovskiy da önde gelen bir subaydı. Ne yalan söyleyeyim, uzun yıllar vicdan azabı çektim: Neden öylesine üzmüştüm onu? Anfisa Alekseyevna'ya ben de âşık olsaydım, hadi neyse. Oysa benimki basit bir çapkınlık özleminden, şımarıklıktan başka bir şey değildi. O buketi ondan önce alıp Anfisa Alekseyevna'ya vermeseydim, kim bilir, adamcağız şimdi hayatta, mutlu olacaktı, başarılar kazanacaktı ve belki de Türklerle savaşmaya gitmeyi aklının ucundan geçirmeyecekti.

Afanasiy İvanoviç başladığı gibi yine büyük bir ağırbaşlılıkla bitirdi öyküsünü. Sözleri bittiğinde konuklar, Nastasya Filippovna'nın gözlerinin tuhaf bir biçimde parladığını, hatta dudaklarının titrediğini fark ettiler. Herkes merakla ikisine bakıyordu.

Artık bir şeyler söylemesinin sırası geldiğini, buna zorunlu olduğunu düşünen Ferdışçenko ağlamaklı bir sesle,

— Kandırdınız Ferdışçenko'yu! diye haykırdı. Çok kötü kandırdınız! Evet, çok kötü kandırdınız!

Totskiy'in eski dostu, sırdaşı Darya Alekseyevna mağrur bir tavırla kesti Ferdışçenko'nun sözünü:

— Olayın buraya geleceğini neden düşünemediniz? Aklı başında insanlardan ders alın işte!

Nastasya Filippovna pek önemsemez bir tavırla,

— Haklısınız Afanasiy İvanoviç, dedi. Çok sıkıcı bir oyunmuş, hemen bitirelim bunu. Ama önce, söz verdiğim gibi ben de anlatacaklarımı anlatayım, bütün kartları açalım...

General heyecanlı,

— Evet, dedi, önce sözümüzü yerine getirelim!

Nastasya Filippovna yavaşça prense döndü, pek ağırbaşlı, ciddi bir tavırla ona birden şöyle dedi:

— Prens, işte size benim eski dostlarım general ile Afanasiy İvanoviç... İkisi de evlenmemi istiyor. Söyler misiniz, siz ne düşünüyorsunuz: Evleneyim mi, evlenmeyeyim mi? Siz ne derseniz, onu yapacağım.

Afanasiy İvanoviç'in yüzü çarşaf gibi bembeyaz olmuş, general donup kalmıştı. Herkes başını uzatmış, gözünü dikmiş, prense bakıyordu. Gavrila olduğu yerde taş kesilmiş gibiydi.

Prens ölgün bir sesle,

— Ki-kiminle? diye kekeledi

Nastasya Filippovna yine öyle ciddi, kararlı, açık bir biçimde karşılık verdi:

— Gavrila Ardalionoviç İvolgin'le.

Birkaç saniyelik sessizlik oldu. Prens bir şey söylemeye çalışıyor, göğsünün üzerinde korkunç bir ağırlık varmış gibi söyleyemiyordu. Sonunda,

— H-hayır... evlenmeyin! diye mırıldandı.

Ve derin bir soluk aldı.

Nastasya Filippovna buyurur bir tavırla, mağrur,

— Öyle olsun bakalım! Gavrila Ardalionoviç! dedi. Prensin kararını duydunuz. Size cevabım bu işte. Bir daha açmamak üzere kapatalım artık bu konuyu!

Afanasiy İvanoviç sesi titreyerek,

— Nastasya Filippovna! diye mırıldandı.

General kesin, ama biraz tedirgin bir sesle,

— Nastasya Filippovna! dedi.

Herkes kaygılı, şöyle bir kıpırdandı oturduğu yerde.

Nastasya Filippovna konuklarına şaşkınlıkla bakarak sürdürdü konuşmasını:

— Ne oluyor size baylar? Neden telaşlandınız öyle? Yüzleriniz allak bullak!

— Ama... unutmayın Nastasya Filippovna, diye kekeledi Totskiy. Söz verdiniz... Hem kendiniz isteyerek, kimse sizi zorlamadan... İnsaf edin... Çok zor durumdayım ve... elbette... şaşkınım, ama... Kısacası, şimdi, böyle bir anda ve... ve... herkesin önünde... ve her şey böyle... böyle bir oyuna bu kadar önemli bir gönül ve gurur işini karıştırmak... her şey buna bağlıyken...

— Anlayamıyorum sizi Afanasiy İvanoviç. Gerçekten de iyice şaşırdınız. Önce "herkesin önünde" ne demek oluyor? Hepimiz yakın dost değil miyiz burada? Ayrıca neden "oyun"? Gerçekten, anlatmak istiyordum öykümü. Anlattım da işte. Hoşunuza gitmedi mi? Bunun ciddi bir şey olmadığını nereden çıkardınız? Ciddi değil mi yani? Prense "Siz nasıl derseniz öyle olacak" dediğimi duydunuz. Evet deseydi, evleneceğimi söyleyecektim, ama Hayır dedi, ben de reddettim. O anda bütün hayatım incecik bir pamuk ipliğine bağlıydı, bundan daha ciddi ne olabilir?

Artık öfkesine hâkim olamayan general prensi, itibarını falan hiç düşünmeden homurdandı,

— Prensin ne ilgisi var bununla? Hem kim oluyor prens?

— Prens benim için hayatımda güvenilirliğine, sadakatine inandığım ilk insandır. İlk görüşte inandı bana, ben de ona inanıyorum.

Nihayet söze karıştı Gavrila, yüzü bembeyaz, dudaklarını bükerek, titrek bir sesle,

— Bu durumda bana, şimdiye kadar... gösterdiği olağanüstü incelik için Nastasya Filippovna'ya teşekkür etmek kalıyor, dedi. Böyle olması da gerekiyordu zaten. Ama... prens... prens, bu işte...

Nastasya Filippovna birden sözünü kesti:

— Yetmiş beş bine o mu konacak? Bunu mu söylemek istiyorsunuz? Açık konuşun, kesinlikle bunu söylemek istiyordunuz, değil mi? Afanasiy İvanoviç, demin eklemeyi unuttum: O yetmiş beş bin ruble sizde kalsın ve şunu bilin, karşılıksız olarak özgür bırakıyorum sizi. Yeter artık! Siz de rahat bir soluk alın! Dokuz yıl ve üç ay! Yarın yeni bir gün olacak, bugün ise doğum günüm benim ve yarın hayatımda ilk kez özgür olacağım! General, siz de alın şu inci kolyenizi karınıza götürün. Buyurun... Yarın bu evi de boşaltacağım. Artık akşam toplantıları da olmayacak baylar!

Böyle söyledikten sonra odadan çıkıp gitmek istiyormuş gibi birden ayağa kalktı Nastasya Filippovna.

Her yandan sesler yükseldi:

— Nastasya Filippovna! Nastasya Filippovna!

Herkes heyecanla yerinden kalkmış, Nastasya Filippovna'nın çevresini almış, heyecan içinde onun kesik kesik, huzursuz, hummalı konuşmasını dinliyordu. Kalabalık, karışık şeyler duyuyor, söylediklerinden hiç kimse bir şey anlayamıyordu. O anda o sabah Gavrila'nın evindekinin aynı, güçlü bir çıngırak sesi duyuldu.

Heyecanla haykırdı Nastasya Filippovna:

— A! A-a-a! İşte de çözüm! Nihayet! Saat on iki buçuk! Rica ediyorum, oturunuz baylar, çözüm zamanı!

Böyle dedikten sonra tekrar oturdu Nastasya Filippovna. Tuhaf bir gülümseme dolaşıyordu dudaklarında. Sessizce oturuyor, heyecanlı bir bekleyiş içinde kapıya bakıyordu.

Ptitsın mırıldandı kendi kendine:

— Kesin, yüz bin rubleyle Rogojin.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top