XII

XII

Kolya prensi Liteynaya yakınlarında, kapısı sokağa açılan giriş katında, bilardo da oynanan bir kahveye götürdü. Ardalion Aleksandroviç buranın sürekli müşterilerinden biri olduğu için hemen sağdaki küçük odada, köşede küçük bir masada, önünde bir şişe, elinde de gerçekten Indépendance Belge, oturuyordu. Prensi bekliyordu. Onu görür görmez bıraktı elinden gazeteyi, heyecan içinde durmadan konuşarak bir şeyler anlatmaya başladı. Ama prens hemen hiçbir şey anlamıyordu anlattıklarından. Çünkü general hayli sarhoştu.

Prens kesti sözünü:

— On ruble yok bende. Şu yirmi beşliği buyurun, bozdurun, on rublesini kendinize alın, on beş rublesini bana geri verin. Başka param yok çünkü.

— A, elbette, kuşkunuz olmasın, hemen şimdi...

— Ayrıca bir ricam olacak sizden general. Nastasya Filippovna'nın evine gitmişliğiniz var mıdır?

General kendinden pek hoşnut, mağrur bir tavırla bağırdı:

— Benim mi? Benim ha? Birkaç kez gittim dostum, birkaç kez gittim! Ama sonra gitmez oldum, çünkü çirkin bir birlikteliği desteklemek istemedim. Kendiniz de gördünüz, bu sabah siz de tanık oldunuz: Bir babanın yapabileceği her şeyi yaptım. Yumuşak yürekli, hoşgörülü bir babanın, kuşkusuz... Ama şimdi bambaşka bir baba çıkacak sahneye. O zaman neler olacağını göreceğiz: Emektar, yaşlı bir asker mi boşa çıkaracak bu entrikayı, yoksa utanmaz arlanmaz kamelyalı bir kadın mı soylu bir ailenin içine girecek...

— Ben de size bir tanıdığı olarak bu akşam beni Nastasya Filippovna'nın evine götürüp götüremeyeceğinizi soracaktım. Bu akşam kesinlikle gitmem gerekiyor oraya. Bir işim var orada, ama içeri nasıl gireceğimi bilmiyorum. Bugün tanıştırıldım kendisiyle, ama davet etmedi beni. Bu akşam bir toplantı var evinde. Aslında kimi nezaket kurallarını çiğneyerek oraya gitmeye hazırım, isterlerse bana gülsünler, nasıl olursa olsun, yeter ki içeri gireyim...

General mağrur bir tavırla bağırdı yine:

— Siz de aynı benim gibi düşünüyorsunuz genç dostum, aynı... (Bu arada parayı alıp cebine indirirken ekledi:) Ben bu önemsiz para için çağırmamıştım sizi! Nastasya Filippovna'ya doğru çıkacağım seferde ya da daha doğrusu, Nastasya Filippovna'ya yapacağım saldırıda yanımda olmanız için çağırmıştım! General İvolgin ve Prens Mışkin! Ne düşünecektir acaba? Doğum gününde kibarca açıklayacağım ona son kararımı! Doğrudan değil de dolaylı olarak, ama sonuçta doğrudan gibi olacak. O zaman Gavrila da anlayacak ne yapması gerektiğini: Emektar babasını ve... nasıl desem... neyse işte, babasını mı, yoksa... Ama ne olacaksa olsun varsın! Çok iyi düşünmüşsünüz. Saat dokuzda gideriz. Daha zamanımız var.

— Nerede oturuyor?

— Buraya uzak. Bolşoy Tiyatrosu'nun yakınlarında, Mıtovtsova'nın evinde, hemen oracıkta, meydanda, ikinci katta... Bu akşam pek kalabalık olmayacak evi, doğum günü de boşuna yapılacak, herkes erken kalkacak...

Çoktan akşam olmuştu. Prens hâlâ oturuyor, generalin anlatmaya başladığı, ama hiçbirinin sonunu getiremediği sayısız öyküyü dinlemeyi sürdürüyor, bekliyordu. Prens geldiğinde yeni bir şişe ısmarlamış, on beş dakikada onu bitirmiş, arkasından bir tane daha istemiş, onu da bitirmişti. Onun bu arada yaşamöyküsünü baştan sona anlattığı düşünülebilirdi. Nihayet ayağa kalktı prens, daha fazla bekleyemeyeceğini söyledi. Şişenin dibindeki son damlaları da içtikten sonra general de kalktı ve yalpalayarak çıktı odadan. Prens umutsuzluğa düş-müştü. Böylesine aptalca nasıl güvenebilmişti generale, aklı almıyordu. Aslında güvendiği falan yoktu da, biraz olaylı da olsa, büyük bir skandal çıkmadan Nastasya Filippovna'nın evine bir şekilde girmesine generalin yardımcı olabileceğini düşün-müştü. Oysa körkütük sarhoştu general. Büyük bir heyecan içinde, duygulu, gözlerinden yaşlar akarak durmadan anlatıyordu. Konu sürekli olarak aile üyelerinin kötü davranışları nedeniyle her şeyin altüst olduğu ve artık buna bir son verilmesinin gerektiğiydi. Sonunda Liteynaya'ya gelmişlerdi. Hava hâlâ yumuşaktı; hüzün yüklü, ılık, pis bir rüzgar ıslık çalıyordu sokaklarda. Arabalar çamurlara bata çıka ilerliyor, besili atların, sıska atların nalları kaldırım taşlarını tok sesler çıkararak dövüyor, sırılsıklam, bezgin yayalar kalabalığı kaldırımlarda yürüyordu. Yer yer sarhoşlarla karşılaşıyorlardı.

General,

— Işıklar içinde şu lüks daireleri görüyor musunuz? dedi. Oralarda oturanların hepsi arkadaşımdır. Ben onların hepsinden daha çok hizmet ettim yurduma ve daha çok acı çektim. Şu anda çamurlara bata çıka, yayan, Bolşoy yakınlarında oturan kuşkulu bir kadının evine doğru yürüyorum! Ben, göğsünde on üç kurşun olan ben... İnanmıyor musunuz? Pirogov sırf benim için Paris'e telgraf çekmek amacıyla kuşatma altındaki Sivastopol'den bir süre için ayrılmış, Parisli Doktor Nélaton da bilim adına aldığı serbest giriş izniyle kuşatma altındaki Sivas-topol'e beni muayene etmeye gelmişti. En üst komutanlarımızın da bildiği bir şeydir bu. "Göğsünde on üç kurşun olan İvolgin budur işte!.." Evet, böyle derler işte! Şu evi görüyor musunuz prens? Eski arkadaşım General Sokoloviç kalabalık, soylu ailesiyle bu lüks dairede oturuyor. İşte bu ev de, Nevskiy'de üç, Morskaya Caddesi'nde iki ev daha... benim kişisel dostlarımın oturdukları evlerdir. Nina Aleksandrovna koşulları çoktandır kabullenmiş durumda. Ama ben hâlâ hatırlamayı sürdürüyorum... yani daha doğrusu, bugüne kadar beni taparcasına sevip sayan eski arkadaşlarımın, astlarımın kültürlü çevresinde dinlenmeyi sürdürüyorum. Şu General Sokoloviç (ama uzun zamandır uğramıyorum ona, Anna Fyodorovna'yı da görmedim)... biliyor musunuz sevgili prens, insan kimseyi evine konuk edemiyorsa, ister istemez kimseye konuk da gidemiyor. Ama bununla birlikte... hım... sanırım inanmıyorsunuz bana... Peki, en iyi dostumun, çocukluk arkadaşımın oğlunu neden bu harika aileyle tanıştırmayayım? General İvolgin ve Prens Mışkin! Olağanüstü güzel bir kız göreceksiniz orada, hayır, bir değil iki, hatta üç... Başkentimizin ve sosyetemizin süsü üç harika kız: Güzellik, kültür, eğitim... kadın sorunlarına ilgi, şiir, sanat, ne ararsa her şeyin kusursuz birer karışımı her biri; her kız kardeş için, kadın ve toplumsal sorunlara ilgiye hiç engel olmayacak, en azından seksen bin rublelik nakit drahomayı hiç saymıyorum bile... sözün kısası, sizi kesinlikle, kesinlikle götürmeliyim oraya. General İvolgin ve Prens Mışkin!

— Şimdi mi? diye sordu prens. Hemen şimdi mi? Ama unuttunuz mu...

— Önemli bir şey değil canım, önemli değil, unutmadım, gidelim! Şuradan, şu harika merdivenden çıkacağız. Şaşırdım doğrusu, kapıcı yok, ama... tatil bugün, bir yerlere sıvışmıştır. Hâlâ kovmadılar şu ayyaşı. Bu Sokoloviç yaşamındaki mutluluğunu da, askerlik hayatındaki başarılarını da bana borçludur. Yalnızca bana, başka hiç kimseye değil, ama... hah geldik işte.

Prens bu ziyarete itiraz etmiyordu artık, generali kızdırmamak için uysalca izliyordu onu. Sağlam bir umut vardı içinde: General Sokoloviç'in de, ailesinin de bir serap gibi yavaş yavaş gözden kaybolacağını, yok olacağını, öyle ki biraz sonra merdivenlerden sakin sakin ineceklerini umuyordu. Ne var ki dehşet içinde kaybetmeye başlamıştı bu umudunu: General gerçekten de burada tanıdıkları varmış gibi çıkıyordu merdivenleri. Bir yandan da durmadan matematik bir kesinlikle biyografik ve topografik bilgiler veriyordu. Nihayet ikinci kata çıktıklarında sağda zengin bir dairenin kapısının önünde durdular. General çıngırağın kolunu tuttuğu anda prens kaçmaya kesin kararını vermişti. Ama tuhaf bir şey durdurdu onu.

— Yanılmışsınız general, dedi. Kapıda Kulakov yazıyor, Sokoloviç'in kapısını çalacaktınız.

— Kulakov... Neyi kanıtlar ki kapıda Kulakov yazması... Sokoloviç'in dairesi burası, ben de onun kapısının çıngırağını çalıyorum. Boş verin Kulakov'u... Açıyorlar işte...

Gerçekten de açıldı kapı. Bir uşak çıkıp "beyefendinin evde olmadığını" söyledi.

Ardalion Aleksandroviç derin bir üzüntü içinde birkaç kez,

— Çok yazık! Çok yazık! diye tekrarladı. Şu tersliğe bakın! Söylersin canım, General İvolgin ile Prens Mışkin en derin saygılarını sunmak için uğradılar ve çok teessüf ettiler dersin...

O anda içeride bir kapı aralandı, evin kâhya kadını olsa gerek, (belki de mürebbiyeydi) kırk yaşlarında, koyu renk giysili bir kadın göründü. General İvolgin ve Prens Mışkin adlarını duyunca merakla, kuşkulu yaklaştı.

Özellikle generalin yüzüne bakarak,

— Marie Aleksandrovna evde yok, dedi. Küçük hanımla, Aleksandra Mihaylovna ile büyükanneye gittiler.

— Aleksandra Mihaylovna da onunla gitti ha, aman Tanrım, ne büyük bir şanssızlık bu! Düşünebiliyor musunuz hanımefendi, her zaman böyle şanssızımdır ben! Kendilerine saygılarımı iletin lütfen, Aleksandra Mihaylovna'ya ise... kısacası, perşembe akşamı Chopin'in baladını dinlerken dile getirdikleri dileklerinin gerçekleşmesini yürekten istediğimi söyleyin; hatırlayacaktır... Bunu yürekten dilediğimi söyleyin! General İvolgin Prens Mışkin'le uğradı deyin!

Kadının kuşkusu biraz dağılmış gibiydi.

— Söyleyeceğim efendim, dedi.

Merdivenlerden inerlerken general ev sahiplerini evde bulamadıkları, prens "öylesine harika bir aileyle tanışmaktan" yoksun kaldığı için yakınmayı hâlâ sürdürüyordu.

— Biliyor musunuz dostum, biraz şair ruhluyum ben... Fark ettiniz mi? (Birden aklına gelmiş gibi ekledi:) Ama yine de... sanırım, yanlış yere gittik biz dostum... Şimdi hatırladım, Sokoloviçler başka bir evde oturuyor, hem sanırım şu anda Moskova'dalar. Evet, biraz şaşırdım ama... o kadar önemli değil.

Prens canı sıkkın,

— Yalnız bir şeyi bilmek isterdim, dedi, sizin yardımınızdan umudumu temelli kesip, oraya yalnız gitmeyi mi denemeliyim, ne dersiniz?

— Kesmek mi dediniz? Umudunuzu mu? Yalnız gideceksiniz oraya ha? Ben bütün ailemin kaderini böylesine ilgilendiren çok önemli bir girişimde bulunacakken mi? Ama İvolgin'i henüz tanımıyorsunuz siz genç dostum. "İvolgin" demek "duvar" demektir: Göreve başladığım süvari bölüğünde "Duvara güvendiğin gibi güvenebilirsin İvolgin'e," derlerdi. Yalnız yolumuzun üzerinde bir eve, onca çektiklerimden sonra birkaç yıldır huzur bulduğum eve bir dakikalığına uğramam gerekiyor...

— Eve mi uğramak istiyorsunuz?

— Hayır! Benim istediğim... bir zamanlar komutanı... hatta dostu... olduğum Yüzbaşı Terentyev'in dul eşi Terentyeva'ya uğramak... Orada ruhum hafifliyor. Sıkıntılarımı, sorunlarımı atıyorum üzerimden... Bugün de çok üzgün olduğum için...

— Sanıyorum büyük bir aptallık ettim, diye mırıldandı prens. Sizi de boşuna rahatsız ettim. Neyse, şimdilik... Hoşça kalın!

General,

— Hayır, hayır genç dostum, bırakmam sizi! diye haykırdı. Ailenin annesi o dul kadıncağızın yüreğinde titreşen teller, benim tüm varlığımda yankılanıyor. Beş dakikacık kalacağım yanında. Aileden biri gibiyimdir orada. Sanki orada yaşıyorum... Elimi yüzümü yıkayacağım, üstüme başıma bir çekidüzen vereceğim, sonra arabaya biner, doğru Bolşoy Tiyatrosu'nun oraya gideriz. İnanın, bu akşam çok gereklisiniz bana... İşte geldik bile eve... A, Kolya, burada mıydın? Marfa Borisovna evde mi? Yoksa sen de yeni mi geldin?

Onlarla kapıda karşılaşan Kolya,

— Yo, hayır, diye karşılık verdi. Uzun zamandır burada İppolit'in yanındayım. Bu sabah fenalaşıp yattı. Ben de oyun kâğıdı almak için dükkâna inmiştim. Marfa Borisovna sizi bekliyor. (Kolya generalin duruşuna ve yürüyüşüne uzun uzun baktıktan sonra ekledi:) Ama babacığım, durumunuz biraz!.. Neyse, hadi yukarı çıkalım!

Kolya ile karşılaşmaları prenste Marfa Borisovna'nın yanına giderken generale eşlik etmek isteği uyandırmıştı. Ama yalnızca bir an için... Prense gerekli olan Kolya idi. Ne olursa olsun generalden ayrılmaya kararlıydı, daha önce ona güvenebileceğini düşündüğü için kendini affedemiyordu şimdi. Arka merdivenden dördüncü kata uzun sürede çıkabildiler.

Yolda sordu Kolya:

— Prensi tanıştıracak mısınız?

— Evet canım, tanıştıracağım: General İvolgin ve Prens Mışkin, ama sahi... Marfa Borisovna... nasıl?

— Bir şey söyleyeyim mi babacığım, bence yukarı çıkmasanız daha iyi edersiniz! Öldürecek sizi! Üç gündür ortalarda yoksunuz, oysa para bekliyor kadıncağız... Neden para sözü verdiniz ona? Her zaman böyle yapıyorsunuz! Gelin çıkın şimdi işin içinden bakalım.

Dördüncü katta alçak bir kapının önünde durdular... General korkuyor, prensi öne sürmeye çalışıyor gibiydi.

— Ben burada kalacağım, diye mırıldandı, sürpriz yapmak istiyorum...

Kolya önden girdi. Saçları örgülü, kırk yaşlarında, sürmüş sürüştürmüş bir kadın, ayaklarında terlikler, üzerinde yelek, kapıdan bakmış, generalin sürprizi de böylece suya düşmüştü. Generali görünce birden bağırmaya başladı kadın:

— İşte geldi sonunda alçak, hain! Geleceği içime doğmuştu zaten!

General masumca gülümsemeyi sürdürerek prense döndü.

— Girelim, tamam, diye mırıldandı.

Ama tamam değildi. Basık ve karanlık antreyi geçip, yarım düzine hasır iskemle ile çuha kaplı iki masanın olduğu dar salona girdiklerinde ev sahibesi kendisine özgü ağlamaklı sesiyle ezbere konuşur gibi bağırmaya başladı:

— Hiç utanmaz mısın sen, hiç utanmaz mısın ailemin zorbası, barbar, canavar? Soyup soğana çevirdin bizi, kanımızı emdin, hâlâ doymadı gözün! Daha ne kadar çekeceğim senden utanmaz, onursuz adam?

General titrek, bitik bir sesle,

— Marfa Borisovna, Marfa Borisovna! diye mırıldanıyordu. Bu... Prens Mışkin...

Yüzbaşının dul karısı birden prense döndü.

— İnanır mısınız, dedi, inanır mısınız, bu utanmaz adam yetimlerime hiç acımadı! Her şeyimizi çaldı, alıp götürdü, sattı, rehin verdi, bir şey bırakmadı bize... Ne yapacağım ben senin o borç senetlerini, alçak, üçkâğıtçı herif? Cevap ver dolandırıcı, cevap ver bana kalpsiz adam! Yetim çocuklarımın karınlarını nasıl doyuracağım, söyle bana? Bir de küfelik olup geliyorsun buraya, ayakta duracak hali yok, baksanıza... Ne günahım vardı ki, Tanrım başıma sardı senin gibi bir rezili? Cevap ver!

Oysa general hiç oralı değildi. Salonun ortasında dikilip öne eğilerek dört bir yana selamlar vererek şöyle dedi:

— Marfa Borisovna, buyurun size yirmi beş ruble... Soylu bir arkadaşımdan alabildiğimin hepsi bu kadar. Prens! Çok kötü yanılmışım. Böyle işte... hayat... Ama şimdi... bağışlayın, çok bitkinim... Çok bitkinim, bağışlayın! Lenacığım! Bir yastık getir bana... canım!

Sekiz yaşlarında bir kız olan Lenacık hemen yastık getirmeye koştu. Getirip muşamba kaplı, yırtık pırtık, sert divana koydu. General bir şeyler daha söylemek amacıyla divana oturdu, ama oturur oturmaz uzandı, yüzünü duvara dönüp içi tertemiz insanlara özgü derin bir uykuya daldı. Marfa Borisovna resmi bir tavırla, üzgün, çuha kaplı masanın yanında bir sandalye gösterdi prense. Kendi de geçip onun karşısına oturdu, elini sağ yanağına koyup prensin yüzüne bakarak sessiz sessiz iç çekmeye başladı. Üç küçük çocuk (iki kız, bir oğlan, en büyükleri Lena idi) masanın yanına geldi, üçü de ellerini masaya koyup dik dik prense bakmaya başladı. Bitişikteki odanın kapısında Kolya göründü.

Prens seslendi ona:

— Sizi burada bulduğuma çok sevindim Kolya... Yardım edebilir misiniz bana? Bu akşam Nastasya Filippovna'nın evine gitmek zorundayım. Demin Ardalion Aleksandroviç'ten rica etmiştim, ama uyuyakaldı. Götürür müsünüz beni oraya? Çünkü ne oturduğu sokağı biliyorum, ne de yolu... Ama adres var bende: Bolşoy Tiyatrosu'nun yakınları, Mıtovtsova'nın evi...

— Kim? Nastasya Filippovna mı oturuyormuş orada? İyi ama Nastasya Filippovna hiçbir zaman Bolşoy Tiyatrosu'nun yakınında oturmadı ki. Doğrusunu isterseniz, babam da hiçbir zaman gitmemiştir onun evine. Ondan bir şeyler beklemeniz de gerçekten çok tuhaf... Nastasya Filippovna Vladimirskaya'da, Beş Yol'da oturuyor. Buraya çok yakındır... Hemen mi gitmeniz gerekiyor? Şu anda saat dokuz buçuk. Buyurun, götüreyim sizi.

Prensle Kolya hemen çıktı. Ne yazık ki araba tutacak kadar bile para yoktu prenste. Yürümek zorundaydılar.

Kolya,

— İppolit'le tanıştırmak isterdim sizi, dedi. Deminki kadının büyük oğludur. Öteki odadaydı. Hasta, sabahtan beri yatıyor. Ama çok tuhaf bir çocuktur. İnanılmaz derecede sıkılgandır. Evlerine böyle bir anda geldiğiniz için sanırım utanıp karşınıza çıkmak istemedi... Aslını isterseniz, onun gibi ben de utanıyorum sizden. Ben babamın yüzünden, İppolit ise annesinin... Arada fark var kuşkusuz. Çünkü erkekler için pek o kadar utanılacak bir şey değildir bu... Öte yandan, erkeklerle, kadınlarla ilgili bu görüş farkı bence önyargıdan başka bir şey değildir. Çok iyi bir çocuktur İppolit, ama birtakım önyargıların tutsağı olmuştur.

— Verem olduğunu mu söylemiştiniz?

— Evet, ölüp kurtulsa daha iyi sanırım. Onun yerinde olsaydım, kesinlikle ölmek isterdim. Kardeşleri, demin gördüğünüz küçükler için üzülüyor. Olanak bulsak, biraz paramız olsa birlikte ayrı bir daire kiralar, ailelerimizden ayrı orada yaşardık. Bütün hayalimiz bu. Biliyor musunuz, demin ona sizin olayınızı anlatınca tepesi attı. Yediği tokadın karşılığını vermeyen, tokat atanı düelloya davet etmeyen insan alçaktır dedi. Bu aralar sinirleri çok bozuk, bu yüzden hiç tartışmıyorum onunla. Demek Nastasya Filippovna daha ilk görüşünde evine davet etti sizi ha?

— Aslında etmedi.

Kolya sokağın ortasında birden durup haykırdı:

— O zaman neden gidiyorsunuz oraya? Ve... ve... bu kıyafetle... Çağrılı bir toplantı değil mi bu?

— İnanın, içeri nasıl gireceğimi bilmiyorum. İçeri alırlarsa iyi... almazlarsa iş yatar... Kıyafetim konusuna gelince, ne yapabilirim?

— Bir işiniz mi var orada? Yoksa yalnızca "soylu bir çevrede" pour passer le temps için mi?

— Hayır, ben özellikle... yani bir iş için... anlatabilmem zor bunu, ama...

— Neyse, oraya ne için gittiğiniz sizin bileceğiniz şey, ama beni asıl ilgilendiren, sizin oraya, kamelyalıların, generallerin, tefecilerin o parlak çevresine bir iş için girmek istemeniz. Öyle olmasaydı, bağışlayın beni prens, gülerdim size, küçük görürdüm sizi. Böyle yerlerde dürüst insan çok azdır, saygı duyabileceğiniz tek insan bulamazsınız. İster istemez yüksekten bakmaya başlarsınız onlara, onlarsa senden kendilerine saygı duymanı beklerler. En başta da Varvara... Hiç fark ettiniz mi prens, çağımızda herkes serüven peşinde! Özellikle de Rusya'da, bizim pek sevgili anayurdumuzda... Nasıl böyle oldu, aklım almıyor. Bir zamanlar durum iyi gibiydi, bir de şimdi bakın! Herkesin dilinde bu, herkes aynı şeyi yazıyor. Aynı şeyi anlatıyor. Herkesin kirli çamaşırlarını döküyorlar ortaya... En başta da anne babalar eski ahlaki değerlerinden utanıyor. Sözgelimi, gazetelerin yazdığına göre Moskova'da bir baba oğluna paraya giden yolda hiçbir engel tanımamasını öğütlüyormuş. Benim generale bakın... Ne duruma düştü? Bununla birlikte bana soracak olursanız, dürüst bir insandır benim general. İnanın öyle! Her şey düzensiz bir yaşam ve içki yüzünden... Yemin ederim öyle! Hatta ona acıyorum da, ama bunu söylemeye korkuyorum, çünkü sonra herkes alay eder benimle. Ama inanın, çok acıyorum ona. Peki, ya akıllı geçinenlere ne demeli? Hepsi tepeden tırnağa tefeci! İppolit tefeciliği doğru buluyor, ekonomik sarsıntıların, birtakım yükselmelerin ve düşüşlerin (hepsinin canı cehenneme) gerekli olduğunu söylüyor. Onun bu sözlerine canım çok sıkılıyor, ama bu konuda acısı var. Düşünebiliyor musunuz, dul yüzbaşı karısı annesi generalden para alıyor, sonra o parayı ona, oğluna yüksek faizle veriyor. Korkunç çirkin bir şey!.. Öte yandan annem, yani general eşi Nina Aleksandrovna para veriyor İppolit'e, giysi, iç çamaşırı veriyor... İppolit aracılığıyla hepsine, çocuklara bile yardım ediyor. Çünkü kadının çocuklarıyla ilgilendiği yok. Onlar için Varvara da bir şeyler yapıyor.

— Gördünüz mü ya, bir de dürüst, sağlam kişilikli insan kalmadı, herkes tefeci oldu diyordunuz. İşte iyi, güçlü insanlar da varmış demek: Anneniz, Varvara... Bu durumdaki insanlara yardım etmek sağlam ahlaklılığın kanıtı değil de nedir?

— Varvara övünmek, annemden geri kalmamak için yapıyor bunu, ama annemin içinden geliyor... saygı duyarım. Evet, buna saygı duyar ve onaylarım. İppolit de benim gibi düşünüyor. Ama öte yandan kızıyor da. Başlangıçta alay edecek olmuş, annemin bu yaptığının aşağılık bir davranış olduğunu söylemişti. Ama şimdi kimi zaman duygulandığı da oluyor. Hım! Demek siz buna sağlamlık, güç diyorsunuz? Bunu unutmayacağım. Annemin yaptığı bu yardımlardan Gavrila'nın haberi yok, olsaydı "gösteriş" derdi.

Prens dalgın,

— Gavrila'nın haberi yok demek? dedi. Sanırım çok şeyden haberi yok onun...

— Size bir şey söyleyeyim mi prens, çok hoşlanıyorum sizden. Sabahki olayınız aklımdan çıkmıyor.

— Ben de sizden çok hoşlanıyorum Kolya.

— Bakın ne diyeceğim, burada ne yapmak niyetindesiniz? Yakında bir iş edineceğim ben kendime, bir şeyler kazanmaya başlayacağım... Gelin siz, ben ve İppolit üçümüz bir daire kiralayalım, generali de yanımıza alalım.

— Çok mutlu olurum. Ama sonra düşünürüz bunu. Şimdilik kafam çok... karışık. Ne o? Geldik mi? Bu evde mi... Ne gösterişli bir girişi var! Kapıcısı bile var... Eh, Kolya, bakalım sonu ne olacak bu işin...

Prens şaşkın bir durumdaydı.

— Yarın anlatırsınız bana! O kadar korkmayın. Tanrı yardımcınız olsun. Her konuda düşüncenizi paylaşıyorum çünkü! Hoşça kalın. Şimdi oraya döneceğim, her şeyi anlatacağım İppolit'e. Sizi kabul edeceklerinden ise kuşkum yok, içiniz rahat olsun! Çok değişik bir kadındır Nastasya Filippovna. Şu merdivenden birinci kata çıkacaksınız, kapıcı yolu gösterir!

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top