VI


VI

Lebedev'in yazlığı küçük, ama kullanışlı, hatta güzeldi. Kira için ayrılan bölümü özellikle süslenmişti. Sokaktan girişteki oldukça geniş verandada, yeşil tahta fıçılar içinde birkaç turunç, limon, yasemin fidanı vardı. Lebedev'e göre bu fidanlar eve büyük bir çekicilik veriyordu. Bu fidanların bir bölümü Lebedev evi satın aldığında da vardı. Onların verandaya verdikleri güzellik Lebedev'i öylesine etkilemişti ki, bir fırsatını bulmuş, açık arttırmadan yine öyle fıçıda birkaç fidan daha satın almıştı. Fidanlar eve getirilip verandaya yerleştirildikleri gün Lebedev birkaç kez verandanın merdiveninden inip sokağa çıkmış ve sokaktan evine büyük bir hazla, uzun uzun bakmıştı. Her sokağa inip baktığında da yazlığını kiralayacak olan kişiden isteyeceği kirayı kafasında biraz daha arttırıyordu. Yazlık bitkin, yıkılmış, kederli prensin çok hoşuna gitmişti. Bununla birlikte, Pavlovsk'a geldikleri gün, yani sara nöbetinin üzerinden üç gün geçtikten sonra prensin dış görünüşü oldukça sağlıklıydı, ama ruhsal yönden hâlâ iyi hissetmiyordu kendini. Bu üç gün çevresinde gördüğü herkes sevindirmişti onu. Yanından hemen hiç ayrılmayan Kolya'yı, Lebedev'in bütün ailesini (bir yerlere kaybolan yeğeni dışında), hatta Lebedev'i çevresinde görmekten mutlu oluyordu; ziyaretine gelen General İvolgin'i bile seve seve kabul etmişti yanına. Yazlığa geldikleri gün (ancak akşam varabilmişlerdi Pavlovsk'a) birçok konuk toplanmıştı verandada: Önce Gavrila gelmişti. Prens zor tanımıştı onu, bu arada öylesine değişmiş, zayıflamıştı... Sonra Pavlovsk'ta yazlıkları olan Varvara ile Ptitsın geldi. General İvolgin, Lebedev'in evinden hemen hiç çıkmıyordu, sanki birlikte gelmişlerdi yazlığa. Lebedev, İvolgin'i prensin yanına sokmamaya çok dikkat ediyor, hep kendi yanında tutmaya çalışıyor, ona dostça davranıyordu. Görünüşte uzun zamandır tanışıyorlardı. Prens bu üç gün içinde ikisinin kimi zaman uzun uzun konuştuklarını, bazen birbirlerine seslerini yükselttiklerini, tartıştıklarını, hatta galiba bilimsel konularda bile tartıştıklarını, bu tartışmaların ise Lebedev'e gizli bir haz verdiğini fark etmişti. Generale ihtiyacı olduğu bile düşünülebilirdi. Yazlığa taşınmalarından sonra Lebedev kendi ailesiyle ilgili de sıkı birtakım önlemler almıştı: Prensi rahatsız etmemeleri için çocuklarını onun yanına sokmuyor, prensin oturduğu verandaya çıkacaklarından kuşkulandığı anda (çocukları kovalamaması için prensin yaptığı bütün ricalara karşın) tepiniyor, kızlarını, bu arada kucağında bebekle Vera'yı bile kovalıyordu.

Prensin doğrudan sorduğu soruya, sonunda şöyle karşılık vermişti:

— Bir kere onları serbest bırakırsam saygıyı falan unutuverirler. Ayrıca yakışık almaz...

Prens biraz sitemle,

— Peki ama, neden? diye sormuştu. Ne yalan söyleyeyim, beni böyle kolladığınız, başımda nöbet tuttuğunuz için rahatsız oluyorum. Aslında yalnız kalınca canım sıkılıyor. Birçok kez söyledim size, sürekli elinizi kolunuzu sallayıp duruyorsunuz, parmaklarınızın ucuna basarak dolaşıyorsunuz evin içinde, bu daha da rahatsız ediyor beni.

Prens bununla, Lebedev'in hastanın rahat etmesi gerektiğini öne sürerek yanına kimseyi sokmamasına karşın, kendisinin bu üç gün içinde neredeyse her dakika prensin yanına girdiğini, her girişinde de önce kapıyı aralayıp başını uzatarak, onun içeride olup olmadığını, kaçıp kaçmadığını anlamaya çalışıyor gibi odayı gözden geçirdiğini, sonra parmaklarının ucuna basarak usulca oturduğu koltuğa yaklaştığını, hatta bazen onu ürküttüğünü ima etmek istiyordu. Lebedev sık sık gelip bir şey isteyip istemediğini soruyordu prense. Prens nihayet ona kendisini artık rahat bırakmasını söylemeye başlayınca da Lebedev uysal, söz dinler bir tavırla dönüyor, yine parmaklarının ucuna basarak kapıya yürüyor, bu arada kapıya gidinceye kadar da bunu öylesine yaptığını, artık ağzını açıp tek sözcük etmeyeceğini, bir daha buraya da gelmeyeceğini anlatmak ister gibi elini kolunu sallıyor, gelgelelim, on dakika, bilemediniz on beş dakika sonra tekrar geliyordu. Prensin yanına serbestçe girip çıkan Kolya'ya çok canı sıkılıyordu Lebedev'in. Hatta bu gururunu incitiyor, onu öfkelendiriyordu. Prensle oturup konuşurlarken Lebedev'in kapıda yarım saat dikilip konuşmalarına kulak kabarttığı Kolya'nın gözünden kaçmıyordu, elbette bunu prense de söyledi.

Prens söylendi Lebedev'e:

— Kendi malınız gibi görüyorsunuz beni ve kilit altında tutmaya çalışıyorsunuz. Hiç değilse yazlıktayken biraz değişiklik olsun istiyorum. Hem şunu da bilmenizi isterim ki, kimi istersem konuk kabul edeceğim buraya, nereye istersem gideceğim.

Elini kolunu sallamaya başladı Lebedev:

— Bundan en küçük bir kuşkunuz olmasın.

Prens tepeden tırnağa şöyle bir süzdü onu.

— Ee, Lukyan Timofeyeviç, karyolanızın başucunda asılı o küçük dolabı da getirdiniz mi buraya?

— Hayır, getirmedim.

— Yoksa orada mı bıraktınız?

— Getirilecek gibi değildir ki, duvarı kırmam gerekirdi... Çok sağlam gömülmüş duvara.

— Herhalde burada da öyle bir dolabınız vardır?

— Hatta daha iyisi, daha da iyisi. Bu evi de onun için aldım zaten.

— Sahi, demin kimi sokmuyordunuz yanıma? Bir saat önce.

— Şey... Generali efendim... Gerçekten de izin vermedim girmesine. Sizin yanınızda işi yok onun. O adama büyük saygım vardır prens; o... o büyük bir insandır efendim... İnanmıyor musunuz? Neyse, görürsünüz... Ama yine de saygıdeğer prens, onu yanınıza kabul etmeyin efendim.

— İzninizle, neden böyle söylediğinizi sorabilir miyim? Hem, Lebedev, neden şu anda parmaklarınızın ucuna basıyorsunuz ve her zaman yanıma sanki kulağıma bir sır fısıldayacakmış gibi geliyorsunuz?

Lebedev duygulu bir tavırla göğsünü yumruklayarak birden cevap verdi:

— Alçağın biriyim ben, biliyorum bunu! Peki, general sizin için biraz fazla konuksever olmayacak mı efendim?

— Fazla konuksever mi?

— Evet efendim, fazla konuksever... Önce buraya taşınmayı düşünüyor. Önemi yok, varsın taşınsın efendim. Ama taşkın yaradılışlı biridir, ayrıca aranızda hemen bir akrabalık bağı bulur. Biz onunla aramızda birkaç kez değişik akrabalık bağları bulduk ve sonunda bir tür bacanak olduğumuz anlaşıldı. Siz de onun anne tarafından kuzenlerinden birinin yeğeni oluyormuşsunuz, daha dün açıklamıştı. Onun yeğeniyseniz, demek ki biz de sizinle akrabayız saygıdeğer prens. Pek önemli olmayabilirdi bu, küçük bir zayıflık der geçerdim, ama şimdi ısrarla söylediğine göre, asteğmenlik rütbesinde olduğu günlerden başlamak üzere geçen yılın on bir haziranına kadar geçen süre içinde evlerinde yemek masasına her gün iki yüz kişiden az insan oturmazmış. Sonunda öyle olmuş ki, öğle yemeğinin arkasından kalkmaz olmuş konuklar, akşam yemeğine kadar masada oturmaya başlamışlar, akşam yemeğini de yiyorlarmış, arkasından çay faslı başlıyormuş, sözün kısası günün on beş saati kalkmıyorlarmış masadan. Aralıksız otuz yıl devam etmiş bu böyle. Hatta yemek masasının örtüsünü değiştirmeye bile zor fırsat oluyormuş. Konuğun biri kalkıp gidiyor, bir başkası geliyormuş. Hele yortularda, çarın tahta çıkış yıldönümlerinde bu sayı üç yüzü buluyormuş. Öyle ki Rusya'nın kuruluşunun bininci yıl kutlama gününde sayı yedi yüz kişiye çıkmış. Aslında hastalık onunki efendim... Bu çeşit şeyler kötüye işarettir. Böylesine konuk canlısı birini eve almak da korkunç bir hata olur, ama şöyle düşündüm: Böyle konuksever birinin bu evde bulunması benim için de, sizin için de fazla olmaz mı?

— Yanılmıyorsam, aranız fena değil?

— Bir kardeş gibi davranıyorum ona ve yaptıklarını ciddiye almıyorum. Varsın, bacanak olalım. Benim için şeref bile olur bu... İki yüz kişilik yemek masaları, Rusya'nın bininci yılı kutlamaları bir yana, ben harika bir insan olarak görüyorum onu. İnanın, bütün içtenliğimle söylüyorum bunu efendim. Demin sırlardan söz ediyordunuz efendim, yani size bir sır vermek istiyormuşum gibi yanınıza sokuluyormuşum, öyle diyordunuz. Gerçekten de bir sır var ortada: Malum kadın bugün haber yollamış, sizinle görüşmeyi çok istiyormuş, gizli olarak...

— Neden gizli? Kesinlikle olmaz. Ben kendim gidip görürüm kendisini, belki de bugün...

Lebedev elini kolunu sallayarak,

— Sakın, kesinlikle olmaz, dedi. Sizin düşündüğünüz şeyden korktuğu için değil. Aklıma gelmişken söyleyeyim, canavar düzenli olarak her sabah gelip sağlığınızın nasıl olduğunu soruyor, bunu biliyor muydunuz?

— Ondan söz ederken nedense pek sık canavar diyorsunuz. Bu çok kuşkulandırıyor beni.

Hemen karşı çıktı Lebedev:

— Kuşkulanmanıza hiç gerek yok, hiç yok... Benim size söylemek istediğim, malum kadının ondan değil, bambaşka birinden korktuğuydu.

Prens, Lebedev'in yüzünü pek anlamlı biçimde kırıştırmasına bakarak sabırsız,

— Ne söyleyecekseniz çabuk söyleyin hadi..

Gülümsedi Lebedev.

— Sır burada işte.

— Kimin sırrıymış bu? diye sordu prens.

Lebedev,

— Sizin sırrınız. Yanınızda konuşmamamı siz istediniz benden çok sayın prens... diye mırıldandı (Karşısındakinin merakını aşırı tutkulu bir sabırsızlığa vardırdığı için mutlu, birden şöyle bağladı sözünü:) Aglaya İvanovna'dan korkuyor.

Prens yüzünü buruşturdu, bir dakika kadar sessiz durdu. Sonra birden,

— Yemin ederim, evinizden ayrılacağım Lebedev, dedi. Gavrila Ardalionoviç ile Ptitsınlar nerede? Sizin evinizde mi kalıyorlar? Onları da evinize aldınız demek.

— Gelecekler efendim, gelecekler. General de peşlerinde. Bütün kapıları açacağım, kızlarımı da, hepsini hemen şimdi, şimdi çağıracağım.

Lebedev korkuyormuş gibi alçak sesle, elini kolunu sallayarak, bir kapıdan ötekine koşturarak konuşuyordu.

Tam o sırada Kolya sokaktan bahçeye girmiş, verandaya çıkmıştı. Beraberinde konukların olduğunu, Lizaveta Prokofyevna'nın üç kızıyla birlikte onu görmeye geldiğini söyledi.

Bu habere şaşırmıştı Lebedev.

— Ptitsınlar'la Gavrila Ardalionoviç'i de içeri alayım mı? diye atıldı. General de gelsin mi?

— Neden gelmeyecekmiş? Kim isterse buyursun gelsin! İnanın Lebedev, ta baştan yanlış anladınız siz beni. Hep yanıldınız. (Gülümsedi prens.) Kimseden gizleyecek bir şeyim yok benim.

Onun gülümsediğini görünce Lebedev de gülümsemeyi kendisi için bir görev saymış, gülümsemişti. Son derece heyecanlı olmasına karşın, görünüşte durumdan hoşnuttu.

Kolya'nın söylediği doğruydu. Yepançinler'in gelişini haber vermek için önden yürümüştü. Konuklar bir anda iki yandan (Yepançinler verandadan, Ptitsınlar, Gavrila ve General İvolgin kapıdan) girmişti.

Yepançinler, prensin hastalığını ve onun Pavlovsk'ta olduğunu Kolya'dan daha yeni öğrenmişti. Generalin eşi o zamana kadar büyük bir şaşkınlık içindeydi. General prensin kartını daha üç gün önce getirmişti. Bu kart Lizaveta Prokofyevna'da prensin kartın arkasından hemen Pavlovsk'a geleceği, onları ziyaret edeceği kanısını uyandırmıştı. Kızlar altı aydır bir mektup bile yazmamış bir insanın şimdi hemen onları ziyarete gelmeyeceğini, ayrıca Petersburg'da belki birçok işinin olduğunu, onları düşünecek durumunun bile olmayabileceğini anlatmaya çok uğraşmışlardı, ama boşuna... Lizaveta Prokofyevna kızlarının bu sözlerine çok kızıyordu ve prensin Pavlovsk'a geldiğinin en geç ertesi günü, "gerçi o bile geçti ya", onları ziyarete geleceğine bahse girmeye hazırdı. Ertesi gün sabahtan öğlene kadar bekledi; yemeğe beklediler, akşama beklediler, artık hava iyice karardığında Lizaveta Prokofyevna pek bir sinirli oldu, herkese çatmaya başladı. Ne var ki önüne gelene söylenirken prensten tek sözcükle bile etmiyordu. Üçüncü gün de prensin adı hiç geçmedi evde. Yemekte Aglaya, prens ziyaretine gelmediği için "maman"ın sinirlerinin bozuk olduğunu ağzından kaçırınca ve general de "bunda kendisinin bir suçu olmadığını" söyleyince Lizaveta Prokofyevna birden masadan kalkmış, öfkeyle çıkmıştı yemek odasından. Sonunda Kolya akşama doğru prensin hasta olduğu haberiyle gelmiş, bildiklerini anlatmıştı. Bunun üzerine pek rahatlamıştı Lizaveta Prokofyevna, ama yine de azarlamadan edememişti Kolya'yı: "Günlerce oturup durursun evimizde, kovsak gitmezsin... kendin gelemediysen lütfedip bir haber yollasaydın bari..." Kolya "kovsak" sözcüğüne öfkeyle karşılık vermek istemişse de bunu başka bir zamana ertelemişti. Prensin hasta olduğunu duyduğunda Lizaveta Prokofyevna'nın heyecanı ve telaşı öylesine hoşuna gitmişti ki, bu sözcük o kadar ağır olmasa bağışlayabilir, unutabilirdi de. Lizaveta Prokofyevna uzun süre, Petersburg'a adam yollayıp ilk trenle en ünlülerinden bir doktor getirtmelerinde ısrar etmiş, ama kızları onu bu ısrarından vazgeçirmişti. Yine de anneleri hemen hastayı ziyarete gitmeye kalkışınca arkasına takılmışlardı.

Telaşlanmış, şöyle demişti Lizaveta Prokofyevna:

— Prens orada ölüm döşeğinde, biz burada görgü kurallarının derdindeyiz. Sonuçta aile dostumuz mu, değil mi?

— İyi ama, paldır küldür gidilmez ki oraya, demişti Aglaya.

— Öyleyse sen gelme; doğrusu iyi de edersin: Biraz sonra Yevgeniy Pavloviç gelecek, onu karşılayacak kimse yok evde.

Bunun üzerine hemen gidenlerin peşine takılmıştı Aglaya. Aslında o da gitmek niyetindeydi. Adelaida'nın yanında oturan Prens Ş., Adelaida'nın ricası üzerine bayanlara eşlik etmeye razı olmuştu. Yepançinler'le yeni tanıştığı günlerde de prensin adını duyduğunda çok ilgilenmişti. Sonradan onunla tanıştığı da anlaşılmıştı. Üç ay önce küçük bir kasabada iki hafta bir arada olmuşlardı. Hatta Prens Ş., prensle ilgili o kadar çok şey anlatmış ve genellikle onunla ilgili o kadar güzel şeyler söylemişti ki, eski tanıdığını ziyaret etmeye şimdi seve seve gidiyordu. General İvan Fyodoroviç bu kez evde değildi. Yevgeniy Pavloviç de henüz gelmemişti.

Yepançinler'in eviyle Lebedev'in evi arasında en çok üç yüz adım vardı. Prensin yanında Lizaveta Prokofyevna'nın canını sıkan ilk izlenimi, etrafında büyük bir kalabalığın bulunması, hele bu kalabalığın arasında hiç hoşlanmadığı iki üç kişinin olmasıydı. İkinci izlenimi ise şaşkınlıktı: Ölüm döşeğinde bulacağını düşündüğü prens gayet şık giyimli, sapasağlam, yüzünde gülücükler, karşılamak için onlara doğru yürüyordu. Lizaveta Prokofyevna şaşkınlık içinde olduğu yerde kalakalmış, bu durum da Kolya'yı çok mutlu etmişti. Lizaveta Prokofyevna'ya evden ayrılmadan önce, kimsenin ölüm döşeğinde olmadığını pekâlâ açıklayabilirdi, ama açıklamamıştı, çünkü onun en iyi dostunu karşısında hasta değil, sağlıklı bulduğunda şaşkınlığından ne komik duruma düşeceğini biliyordu, özellikle de bunun için kurnazlık etmiş, durumu anlatmamıştı ona. Aralarında sık sık öfkeli atışmalar geçse de, yakın dostluk bağıyla bağlı olduğu Lizaveta Prokofyevna'yı kızdırmak için yapmıştı bunu.

Lizaveta Prokofyevna prensin kendisine oturması için gösterdiği koltuğa yerleşirken söyleniyordu Kolya'ya:

— Dur hele canım, acele etme bakalım, bekle biraz, hemen sevinme zaferine!

Lebedev, Ptitsın, General İvolgin kızlara sandalye vermek için atıldılar. Aglaya'ya general verdi sandalyeyi. Lebedev bu arada derin saygılarını belirtmek için yerlere kadar eğilerek Prens Ş.'ye bir sandalye verdi. Varvara her zaman olduğu gibi heyecanla, fısıldayarak selamlaştı kızlarla.

— Ne yalan söyleyeyim prens, seni yatakta bulacağımı sanıyordum, yaşlı olduğum için olayı öylesine büyütmüşüm ki, doğrusunu istersen, buraya gelip de seni ışıl ışıl yüzünle sağlıklı görünce, yemin ederim, bir an canım çok sıkıldı, ama hemen toparladım kendimi. Her zaman böyleyimdir, düşününce daha bir akıllıca konuşur, davranırım. Bu konuda sen de öylesin. Öte yandan, oğlum olsaydı ve de hastalansaydı, iyileştiğini gördüğümde seni şu anda iyileşmiş gördüğümden daha çok sevinemezdim... Bana inanmıyorsan bu benim değil, senin ayıbındır. Şu haylaz çocuk bazen böyle kötü şakalar yapıyor bana. Sanırım sen onu korursun. Ama uyarırım seni, inan, güzel bir günün sabahı onun dostu olma onurunu temelli yasaklayacağım kendime...

Kolya,

— Ne suçum var benim? diye haykırdı. Prensin durumunun iyi olduğunu kaç kez anlatmaya çalıştım size, bir türlü inanmak istemediniz. Çünkü onu ölüm döşeğinde düşünmek çok daha ilginç geliyordu size.

Lizaveta Prokofyevna prense döndü:

— Çok kalacak mısın burada?

— Bütün yaz, belki daha da uzun.

— Yalnız mısın? Daha evlenmedin mi?

İğneli takılmanın saflığına gülümsedi prens.

— Hayır, evlenmedim.

— Gülünecek bir şey yok; böyle şeyler oluyor. Yazlık konusuna gelince, neden bizim yanımıza yerleşmedin? Bağımsız bomboş bir bölümümüz var. Ama neyse, sen bilirsin. (Başıyla Lebedev'i göstererek alçak sesle ekledi:) Burasını ondan mı kiraladın? Şundan? Ne diye öyle kırıtıp duruyor?

O sırada Vera, her zaman olduğu gibi kucağında bebekle iç odalardan verandaya çıktı. Sandalyelerin çevresinde dört dönen, nereye gideceğini bilemeyen, ama verandadan çıkmak da istemeyen Lebedev, elini kolunu sallayarak birden Vera'ya doğru koştu. Onu dışarı çıkarmaya çalışıyor, hatta kendini kaybetmiş gibi tepiniyordu.

Lizaveta Prokofyevna birden,

— Deli mi bu adam? Dedi.

— Yo, o...

— Sakın sarhoş olmasın? (Lizaveta Prokofyevna öteki konuklara da şöyle bir baktıktan sonra sert bir tavırla ekledi:) Pek iyi bir çevrede değilsin... Ama şu kız ne tatlı! Kimdir o?

— Vera Lukyanovna... Lebedev'in kızı.

— Ya!.. Çok tatlıymış. Tanışmak istiyorum onunla.

Lizaveta Prokofyevna'nın Vera'yı övdüğünü duyan Lebedev, bu kez Vera'yı yakalayıp, tanıştırmak için Lizaveta Prokofyevna'nın yanına çekelemeye başlamıştı.

Ezilip büzülerek yaklaşırken mırıldanıyordu:

— Öksüzlerim efendim! Öksüzlerim! Onun kucağındaki de öksüz kız kardeşidir efendim, kızım Lyubov, bundan altı hafta önce onu doğururken Tanrı'mın emriyle ruhunu teslim eden nikâhlı karım Yelena'dan doğma yetim evladım... Evet efendim... Yalnızca ablası olsa da, annelik ediyor ona işte... evet efendim, ablasından başka bir şey değil...

Lizaveta Prokofyevna birden öfkeyle kesti sözünü:

— İyi ama anam babam, sen de aptaldan başka bir şey değilsin, kusura bakma. Neyse yeter, sanırım ne demek istediğimi anlıyorsun...

Lebedev son derece saygılı, yerlere kadar eğilerek,

— Çok doğru efendim! dedi.

Aglaya girdi araya:

— Bakar mısınız Bay Lebedev, sizin bir Apokalipsis yorumcusu olduğunuzu söylüyorlar, doğru mu bu?

— Çok doğru efendim... On beş yıldan beri...

— Sizden söz edildiğini duymuştum. Sanırım gazetelerde de sizinle ilgili yazılar çıktı.

Lebedev sevinçten kendinde değilmiş gibi,

— Hayır, o başka bir yorumcuydu efendim, dedi. O öldü, yerine ben geçtim.

— Rica etsem, komşuluk adına bir ara bana da biraz yorum yapar mısınız? Apokalipsis'i hiç anlamıyorum.

O ana kadar iğne üzerinde oturuyormuş gibi, büyük bir heyecan içinde konuşmaya karışma fırsatını ne zaman yakalayacağını bekleyen General İvolgin birden araya girdi:

— Sizi uyarmadan edemeyeceğim Aglaya İvanovna, şarlatanlıktan başka bir şey değildir onun yaptığı, inanın bana... (Geçip Aglaya İvanovna'nın yanına oturduktan sonra sürdürdü konuşmasını:) Yazlıkçı olmanın elbette birtakım kuralları, kendine özgü hazları vardır efendim; Apokalipsis'i yorumluyorum diyen taklitçiler de eğlenceli olabilir elbette, hatta ilginç, zekice bir eğlence... Ama ben... Sanırım şaşkınlıkla bakıyorsunuz bana. Kendimi tanıtmaktan onur duyarım: General İvolgin. Bir zamanlar sizi kucağımda gezdirirdim Aglaya İvanovna.

Aglaya kahkahalarla gülmemek için kendini zor tutarak mırıldandı:

— Çok sevindim. Varvara Ardalionovna ile Nina Aleksandrovna'yı tanıyorum.

Lizaveta Prokofyevna'nın yüzü bir anda kıpkırmızı oldu. Bir süredir içinde birikenleri dışa vurmak istedi. Bir zamanlar, ama çok eskilerde tanıştığı General İvolgin'den hiç hoşlanmazdı. Öfkeyle kesti sözünü:

— Her zaman olduğu gibi, yine yalan söylüyorsun azizim... Hiçbir zaman kucağında gezdirmedin sen onu.

Aglaya birden,

— Unutmuş olacaksınız anneciğim, diye araya girdi. Gerçekten kucağında gezdiriyordu beni. Tver'de... O zamanlar Tver'deydik. Altı yaşındaydım, hatırlıyorum. Okla yay yapmıştı bana, ok atmayı öğretmişti, bir güvercin bile vurmuştum. Hatırlıyor musunuz, birlikte okla bir güvercin vurmuştuk?

Adelaida,

— Bana da kartondan bir miğferle tahtadan bir kılıç getirmişti, diye araya girdi. Çok iyi hatırlıyorum!

Aleksandra,

— Ben de hatırlıyorum, diye doğruladı kız kardeşlerini. Yaralı güvercin yüzünden kavgaya tutuşmuştunuz da, köşede cezaya dikmişlerdi sizi. Adelaida öyle başında miğferiyle, elinde tahta kılıcıyla dikilmişti köşede.

Aglaya'yı kucağında gezdirdiğini sırf konuşmaya başlamak amacıyla öylesine söylemişti general. Gençlerle tanışmayı gerekli gördüğünde söze hemen her zaman böyle girerdi. Gelgelelim bu kez aksi gibi gerçeği söylemişti. Hem de unuttuğu bir gerçeği. Öyle ki Aglaya onunla birlikte okla bir güvercin vurduklarını söylediğinde, yaşlı insanlarda uzak geçmişi hatırlamakta pek sık görüldüğü gibi, belleği bir anda aydınlanmış, olayı en küçük ayrıntısına varana kadar hatırlamıştı. Zavallı generali (her zaman olduğu gibi hafif çakırkeyifti de) bu anısında neyin öylesine duygulandırdığını söylemek güçtü. Birden çok etkilenmişti.

— Hatırlıyorum, her şeyi hatırlıyorum! diye bağırdı. Yüzbaşıydım o zamanlar. Minnacık, çok sevimli bir çocuktunuz. Nina Aleksandrovna... Gavrila... ben sizdeydik... Evinize kabul etmiştiniz bizi. İvan Fyodoroviç...

Lizaveta Prokofyevna kesti generalin sözünü:

— Bak şimdi ne hale gelmişsin ama! Bu kadar etkilendiğine göre, anlaşılan, soylu duygularının tümünü henüz içkiyle birlikte içip bitirmiş değilsin! Karına çok eziyet ettin. Çocuklarının başında duracak yerde, borçlular cezaevinde yatıyorsun. Yıkıl karşımdan azizim, bir yere git, bir kapı arkasına veya köşeye çekil, ağla orada, eski masum günlerini hatırla, belki bağışlar seni Tanrı. Hadi yürü, yürü, ciddi söylüyorum. Ruhun temizlenmesi için en iyi yol insanın geçmişini pişmanlıkla hatırlamasıdır.

Ne var ki Lizaveta Prokofyevna'nın ciddi söylediğini belirtmesine aslında hiç gerek yoktu. General, her sarhoş gibi aşırı hassastı ve çok düşmüş her sarhoş gibi de mutlu geçmişinden hatıralar ağır geliyordu ona. Kalkıp uysalca kapıya yürüdü, öyle ki o anda acıdı ona Lizaveta Prokofyevna. Arkasından seslendi:

— Ardalion Aleksandroviç, dostum! Bir dakika dur. Hepimiz günahkârız. Vicdanının daha az sızladığını hissettiğinde bana gel, oturup sohbet ederiz, geçmişten konuşuruz. Kim bilir, belki de ben senden elli kat daha günahkârımdır. Neyse, şimdilik güle güle. Ama şimdi git, sana göre değil burası...

Generalin geri döneceğinden korkmuştu bir an.

Prens babasının arkasından koşmaya davranan Kolya'yı durdurdu.

— Şimdilik arkasından gitmeseniz iyi edersiniz. Yoksa hemen içerler ve şu anın etkisi de kaybolur.

Lizaveta Prokofyevna destekledi prensi:

— Doğru, hiç ilişme ona şimdi. Yarım saat sonra gidersin yanına.

Lebedev cesaretini toplayıp söze karıştı:

— Hayatında bir kez olsun doğruyu söylemek neler yapıyor insana, görüyorsunuz, ağladı adamcağız!

Hemen susturdu onu Lizaveta Prokofyevna:

— Kulağıma gelenler doğruysa, hani sen de hiç fena değilmişsin canım...

Prensin yanında toplanmış konukların karşılıklı ilişkileri yavaş yavaş belirginleşmeye başlamıştı. Prens, Lizaveta Prokofyevna'nın da, kızlarının da onu ziyarete gelmekle kendisine gösterdikleri yakınlığın değerini bilecek durumdaydı ve biliyordu da. Elbette onlar ziyaretine gelmeden kendisinin hasta olduğuna da, saatin geç olduğuna da bakmadan, onları bugün ziyaret etmek niyetinde olduğunu bütün içtenliğiyle açıklamıştı. Lizaveta Prokofyevna prensin konuklarını tek tek inceledikten sonra, bu niyetini hemen gerçekleştirebileceklerini söyledi. Pek kibar ve aşırı derece hassas biri olan Ptitsın hemen ayağa kalktı, Lebedev'in kaldığı bölümüne yürüdü. Lebedev'i de oraya götürmeye çalışmıştı, ama Lebedev biraz sonra geleceğini söyleyerek gitmek istememişti. Bu arada Varvara kızlarla sohbete dalmıştı. Generalin gitmesine Gavrila da, Varvara da sevinmişti. Çok geçmeden Gavrila da gitti Ptitsın'ın arkasından. Verandada Yepançinler'in yanında bulunduğu birkaç dakika süresince pek alçakgönüllü, ciddi durmuştu Gavrila. Onu iki kez yukarıdan aşağı süzen Lizaveta Prokofyevna'nın kararlı bakışları karşısında hiç bozulmamıştı. Daha önceden tanıyan biri onun gerçekten de çok değiştiğini düşünebilirdi. Ondaki bu değişiklik Aglaya'nın çok hoşuna gitmişti.

Birden yüksek sesle ortadan sordu:

— Şu çıkan Gavrila Ardalionoviç değil miydi?

Bazen başkalarının konuşmasını böyle kesmeyi pek severdi.

— Evet, dedi prens.

— Zor tanıdım onu. Çok değişmiş, hem de... iyi yönde.

Prens,

— Onun adına sevindim, dedi.

Varvara duygulu, sevinçli bir sesle ekledi:

— Çok hasta oldu.

Lizaveta Prokofyevna hışımlı bir şaşkınlıkla, neredeyse korkmuş gibi sordu:

— Neyiyle iyi yönde değişmiş ki? Nereden çıkardın bunu kızım? İyi yönde değişmiş bir yanı yok. İyi ne buldun onda?

Baştan beri Lizaveta Prokofyevna'nın oturduğu sandalyenin yanında ayakta duran Kolya birden yüksek sesle atıldı:

— "Zavallı şövalye"den iyisi yoktur.

Prens Ş. gülerek,

— Ben de öyle düşünüyorum, dedi.

Adelaida mağrur bir tavırla,

— Ben de bütünüyle aynı görüşteyim, diye ekledi.

Lizaveta Prokofyevna konuşanlara şaşkınlık içinde, öfkeyle bakıyordu.

— Ne "zavallı şövalye"si? dedi. (Aglaya'nın kıpkırmızı olduğunu görünce öfkeyle ekledi:) Herhalde saçmalıktan başka bir şey değil! Kimmiş bu "zavallı şövalye"?

Aglaya kibirli bir öfkeyle karşılık verdi:

— Sizin gözdeniz olacak şu çocuk başkalarının sözlerini ilk kez mi çarpıtıyor sanki!

Aglaya'nın hemen her öfkeli çıkışında (ki çok sık olurdu bu) gözle görülen bütün ağırbaşlılığına, acımasızlığına karşın, gizlemeyi pek beceremediği öylesine çocuksu, sabırsız bir okul çocuğu havası vardı ki, o anda ona bakan kimse gülmeden edemezdi ve bu da Aglaya'nın canını çok sıkar, onların neden güldüklerine, "böyle gülmeye nasıl cüret edebildiklerine" akıl erdiremezdi. Şimdi de ablalarıyla Prens Ş. gülmüş, hatta nedense yüzü kızaran Prens Lev Nikolayeviç bile gülümsemişti. Kolya zafer kahkahaları atıyordu. Aglaya çok kızgındı, bu daha da güzelleştirmişti onu. Utanması, utandığı için kendine kızması olağanüstü yakışıyordu ona.

— Kaç kez sizin sözlerinizi de çarpıttı... diye ekledi.

Kolya sesini yükselterek Aglaya'ya karşılık verdi:

— Sizin söylediğiniz şeyi söylüyorum! Bundan bir ay önce "Don Quijote"yi karıştırırken tam böyle, "zavallı şövalye"den iyisi yok demiştiniz. Bunu kim için dediğinizi bilmiyorum, Don Quijote için mi, Yevgeniy Pavloviç için mi, yoksa başka biri için mi, bilemem... Ama biri için söylediğiniz kesin. Uzun uzun söz ettiniz bundan...

Lizaveta Prokofyevna sert bir tavırla susturdu onu:

— Bakıyorum fazla ileri gidiyorsun tahminlerinde oğlum...

Ama susmadı Kolya.

— Yalnızca ben miyim bunu yapan? dedi. Herkes aynı şeyi söylüyordu, şimdi de söylüyor. Bakın, Prens Ş. de, Adelaida İvanovna da, başkaları da "zavallı şövalye" konusunda bana hak veriyor. Demek "zavallı şövalye" diye biri var... Bence de kesinlikle var öyle biri... Adelaida İvanovna olmasaydı "zavallı şövalye"nin kim olduğunu hepimiz çoktan öğrenmiştik.

Gülümsedi Adelaida İvanovna.

— Benim suçum ne bunda?

— Sizin suçunuz, portreyi yapmamanız! Aglaya İvanovna o zaman "zavallı şövalye"nin portresini yapmanızı istedi sizden, kafasında canlandırdığı tablonun bütün ayrıntılarını bile anlattı size. Tablonun konusunu hatırlıyor musunuz? Yapmak istememiştiniz...

— Öyle bir tabloyu nasıl yapabilirdim? Konusundan anlaşılıyordu ki, bu "zavallı şövalye"

Kaldırmıyordu kimsenin karşısında

Yüzündeki çelikten kafesi.

Nasıl bir yüz çıkabilirdi kafesin altından? Nasıl bir yüz çizecektim? Yoksa yalnızca bir kafes mi çizmem gerekiyordu?

"Zavallı şövalye" sözüyle kimi (belki de uzun zamandan beri kararlaştırılmış biriydi bu) ima ettiklerini yavaş yavaş çok iyi anlamaya başlayan Lizaveta Prokofyevna kızmaya başlamıştı.

— Ne kafesinden söz ediyorsunuz, anlamadım! dedi. (Ama canını en çok sıkan, Prens Lev Nikolayeviç'in bile şaşırması, hatta sonunda on yaşında bir çocuk gibi mahcup olmasıydı. Sürdürdü konuşmasını:) Bu saçmalığı kesecek misiniz, kesmeyecek misiniz? Kimdir bu "zavallı şövalye" söyleyecek misiniz bana? Açıklanamayacak kadar korkunç bir sır mı var ortada yoksa?

Ama herkes gülmeyi sürdürüyordu.

Sonunda Prens Ş. besbelli bir an önce konuyu değiştirmek amacıyla karıştı söze:

— Yalnızca eski bir Rus şiiridir bu, hepsi o kadar efendim. Bir "zavallı şövalye"yle ilgili, başı sonu belli olmayan bir şiir... Bundan bir ay önce bir gün yemekten sonra hep birlikte oturmuş konuşup gülüşüyor, her zaman olduğu gibi, Adelaida Nikolayevna'nın yapacağı tablo için bir konu arıyorduk. Biliyorsunuz, Adelaida İvanovna'nın tablosu için bir konu bulmak uzun zamandır ailenin başlıca sorunu. Sohbet arasında kimdi hatırlamıyorum, biri "zavallı şövalye"yi attı ortaya...

— Aglaya İvanovna! diye haykırdı Kolya.

Prens Ş. sürdürdü konuşmasını:

— Olabilir. Kabul edebilirim, ancak hatırlamıyorum... Bu konuya bazıları güldü, bazıları da bundan daha uygun bir konunun olamayacağını, ama "zavallı şövalye"nin resmini yapmak için önce bir yüzünün olması gerektiğini söyledi. Bütün tanıdıkların yüzleri incelenmeye başlandı, hiçbiri uygun bulunmadı. Orada da kapandı konu. Hepsi o kadar işte. Nedendir bilmem, Nikolay Ardalionoviç şimdi bu konuyu hatırladı ve ortaya attı. O zaman komik ve yerinde olan bu konunun şu anda hiçbir ilginçliği yok.

Lizaveta Prokofyevna Prens Ş.'nin sözünü kesti:

— Çünkü bambaşka bir aptallık, utanç verici ve kötü bir aptallık söz konusu bunun altında...

Bu arada kendini toparlayan, önceki utangaçlığını yenen Aglaya kendisinden hiç beklenmeyen mağrur, ciddi bir tavırla birden şöyle dedi:

— Son derece derin bir saygıdan başka bir şey söz konusu değil burada, aptallık da yok...

Hatta yüzündeki bazı belirtilerden, şakanın giderek dallanıp budaklanmasından, ayrıca prensin giderek daha çok şaşırmasından ve bu şaşkınlığının sonunda en üst düzeye çıkmasından hoşnut olduğu söylenebilirdi.

Lizaveta Prokofyevna,

— Birileri deliler gibi kahkahalarla gülerken, birileri de derin bir saygıdan söz ediyor! dedi Çılgınlar! Saygı da nereden çıktı şimdi? Hemen şu anda söyler misin bana, durup dururken nereden çıktı bu derin saygı?

Aglaya annesinin neredeyse öfkeli bu sorusuna yine öyle mağrur, ciddi bir tavırla cevap verdi:

— Derin bir saygı var, çünkü bu şiirde kendine bir ideal edinme yeteneği olan bir insan anlatılıyor bir defa. Sonra bu insan bir kez edindiği, inandığı idealine ömür boyu bağlı kalıyor. Günümüzde az görülen bir şeydir bu. Şiirde "zavallı şövalye"nin idealinin ne olduğu açıkça anlatılmıyor, ama idealinin aydınlık bir imge, "saf bir güzelliğin imgesi" olduğu bellidir ve âşık şövalye atkı yerine tespih bağlıyor boynuna. Kuşkusuz, kalkanına kazınmış A. N. B., harfleri gibi tam olarak açıklanmamış bir şeyler de var şiirde...

— A. N. D., diye düzeltti onu Kolya.

Aglaya canı sıkkın, karşılık verdi:

— Ama ben A. N. B. diyorum, böyle de demek istiyorum. Aslında bu zavallı şövalye için kadının kim olduğu, ne yaptığı hiç önemli değildir. Kadınını seçmiş olması, onun "saf güzelliğine" inanmış, sonra onun önünde ömür boyu olmak üzere eğilmiş olması yeterlidir. Kadını sonra hırsız çıksa bile, yine inanmak, onun saf güzelliği uğruna kargısını kırmak zorundadır. Anlaşılan, şair ortaçağ şövalyelerinin platonik aşkını temiz, yüce gönüllü bir şövalyede vermek istemiş. Yani bir idealdir bu. "Zavallı şövalye"de bu duygu en yüksek düzeye, dünya nimetlerinden kendini yoksun bırakmaya kadar varmıştır. Şunu kabul etmek gerekir ki, böyle bir duyguya sahip olmanın büyük anlamı vardır ve bu çeşit duygular insanda derin izler bırakır. Öte yandan, Don Quijote bir yana, övgüye de değer bu. "Zavallı şövalye" Don Quijote'nin kendisidir. Yalnız komik değil, ciddi olanı. Önceleri anlamıyordum onu, gülüyordum, ama şimdi seviyorum "zavallı şövalye"yi, en önemlisi de yiğitliğine saygı duyuyorum.

Aglaya konuşmasını böyle bitirdi. Ciddi mi, yoksa şaka mı yapıyor, anlamak çok zordu.

Kesip attı Lizaveta Prokofyevna:

— Onun kendisi de, yiğitliği de saçmalıktan başka bir şey değil! Sen de amma saçmaladın anacığım! Ne söylevdi o öyle! Bence hiç yakışmadı sana. En azından hiç uygun kaçmadı. Ne şiiriymiş o öyle? Okusana bize, sanırım biliyorsundur onu! Dinlemek istiyorum o şiiri. Ömür boyu hoşlanmamışımdır şiirden, sanki içime doğmuş. (Prens Lev Nikolayeviç'e döndü.) Tanrı aşkına sık dişini prens, sabret, sanırım senin de, benim de sabırla dinlememiz gerekecek bu şiiri.

Lizaveta Prokofyevna'nın canı çok sıkkındı.

Prens Lev Nikolayeviç bir şey söyleyecek oldu, ama önceki şaşkınlığı sürdüğü için bir şey söyleyemedi. Yalnızca olanca rahatlığıyla "söylev" veren Aglaya'da en küçük bir utangaçlık belirtisi yoktu, hatta sevinçli gibiydi. Yine ciddi, mağrur, (buna önceden hazırlıklıymış da yalnızca çağrı bekliyormuş gibi) hemen kalktı oturduğu yerden, verandanın ortasına çıktı, gelip koltuğunda oturmayı sürdüren prensin karşısında durdu. Hemen herkes şaşkınlıkla izliyordu Aglaya'yı. Prens Ş., ablaları, annesi hiç de hoş olmayan duygular içinde, onun yeni yaramazlığını endişeyle bekliyordu, hoş zaten biraz ileri gitmişti ya. Ne var ki şiir okuma törenine başlarken takındığı gösterişli heyecandan Aglaya'nın çok hoşlandığı belliydi. Tam Lizaveta Prokofyevna onu yerine oturtmak, Aglaya da sözü edilen şiire başlamak üzereyken, sokaktan verandaya yüksek sesle konuşarak yeni iki konuk girdi. General İvan Fyodoroviç Yepançin ile onun arkasından gelen gençten biriydi. Hafif bir heyecan oldu verandada.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top