IX
IX
Bir anda sesler kesildi odada. Prensin ne dediğini anlayamamış, anlamak istemiyorlarmış gibi herkes ona bakıyordu. Gavrila korkudan donakalmıştı.
Nastasya Filippovna'nın gelişi, özellikle o anda gelişi herkes için son derece tuhaf, kötü bir sürprizdi. Nastasya Filippovna'nın buraya lütfedip ilk kez gelmiş olması bir yana, o güne kadar kendisini pek yüksekten satmış, Gavrila ile konuşmalarında onun ailesiyle tanışma isteğini bile dile getirmemiş, son zamanlarda ise dünyada öyle birileri yokmuş gibi onlardan hiç söz etmez olmuştu... Gavrila, kendisi için tatsız olan aile konusuna Nastasya Filippovna'nın son zamanlarda hiç girmemesinden bir bakıma hoşnuttu, ama yine de ailesini böylesine küçümsemesini hazmedemiyor, bunun hesabını ileride görmeyi düşünüyordu. Nastasya Filippovna'nın onun ailesini alaya almasını, iğnelemesini beklerdi, ama evlerine gelmesini hiç beklemezdi... Evlenmeleri konusunda ailesinde neler olduğunu, ailede ona ne gözle baktıklarını Nastasya Filippovna'nın çok iyi bildiğinden Gavrila'nın kuşkusu yoktu. Resmini verdikten sonra Nastasya Filippovna'nın şimdi de evine gelmesi, hem de doğum gününde, Gavrila'nın kaderi konusunda kesin kararını vereceği günde gelmesi bu kararın ne olacağını gösteriyor olabilirdi.
Herkesin şaşkın şaşkın prense bakması uzun sürmedi: Nastasya Filippovna konuk salonunun kapısında belirmiş, prensi hafifçe tekrar kenara iterek odaya girmişti. Ona doğru atılan Gavrila'ya elini uzatıp neşeli,
— Nihayet içeri girebildim, dedi... Kapınıza ne diye çıngırak takarsınız ki? Yüzünüzün hali ne öyle? Tanıştırsanıza beni...
Ne yapacağını şaşıran Gavrila, önce Varvara ile tanıştırdı Nastasya Filippovna'yı. Varvara ile Nastasya Filippovna birbirine el uzatmadan önce bir süre tuhaf bakışlarla süzdüler birbirlerini. Bununla birlikte Nastasya Filippovna gülümsüyor, neşeli görünmeye çalışıyordu. Varvara ise neşeli görünmeye çalışmıyor, Nastasya Filippovna'nın yüzüne canı sıkkın bir tavırla dik dik bakıyordu. En olağan bir nezaket gereği olan hafif bir gülümsemeden bile iz yoktu yüzünde. Gavrila donup kalmıştı. Ricada bulunabileceği, yapılmasını isteyebileceği bir şey yoktu, buna zaman da kalmamıştı. Ve Varvara'ya öyle tehditkâr bir bakış attı ki, Varvara bu bakışın gücünden o anın ağabeyi için ne anlama geldiğini anlamakta gecikmedi. Bu yüzden Gavrila'nın karşısında geri çekilmeye karar vermiş olacak, Nastasya Filippovna'ya belli belirsiz gülümsedi (ailede herkes birbirini hâlâ çok seviyordu). Bu arada ne yapacağını iyice şaşıran Gavrila konukla önce annesini tanıştırması gerekirken, annesinden önce kız kardeşini tanıştırdıktan sonra, bu yetmiyormuş gibi, bu kez de tanıştırmak için konuğunu annesinin yanına götürecek yerde, annesini konuğunun yanına götürmüş, ama annesi yine de durumu kurtarmıştı. Ne var ki Nina Aleksandrovna "çok sevindiğini" anlatmaya yeni başlamışken Nastasya Filippovna onun sözünü bitirmesini beklememiş, hemen Gavrila'ya dönmüş, (kendisine yer gösterilmesini bile beklemeden) onun yanına, pencerenin hemen önündeki küçük divana oturmuş, yüksek sesle şöyle demişti:
— Çalışma odanız nerede sizin? Ve... ve kiracılarınız? Kiracılarınız vardı, değil mi?
Gavrila'nın yüzü kıpkırmızı olmuştu. Cevap olarak bir şeyler mırıldanacak oldu, ama Nastasya Filippovna sözünü kesti:
— Kiracı nasıl alabiliyorsunuz bu eve? Çalışma odanız bile yok. (Birden Nina Aleksandrovna'ya döndü.) Kârlı bir şey mi bu bari?
— Biraz zahmetli... dedi Nina Aleksandrovna. Ama kârlı olması gerek. Ne var ki biz daha yeni yeni...
Nastasya Filippovna yine sözünü bitirmesini beklemedi Nina Aleksandrovna'nın. Gülümseyerek bakıyordu Gavrila'nın yüzüne. Birden bağırdı ona:
— Neden asıyorsunuz suratınızı? Aman Tanrım, şu anda yüzünüzü görseniz!
Ama gülüşü kısa sürdü. Gavrila'nın yüzü gerçekten de çok kötüydü. Yüzündeki donakalmışlık, komik ürkeklik, hüzünlü şaşkınlık kaybolmuştu. Şimdi bembeyazdı yüzü, dudakları kasılmıştı. Gülmeyi sürdüren Nastasya Filippovna'nın gözlerinin içine bir şey söylemeden kötü kötü bakıyordu.
Nastasya Filippovna'yı gördüğü anda şaşırıp kalmış ve bu şaşkınlığını üzerinden hâlâ atamamış biri daha vardı odada. Gerçi o önceki yerinde, konuk salonunun kapısında dikilmeyi sürdürüyordu, ama Gavrila'nın yüzündeki korkunç değişikliği, beyazlığı o da görmüştü. Prensti bu. Neredeyse korku içinde, kendini bilmeden öne atıldı. Gavrila'nın kulağına fısıldadı:
— Su için. Öyle de bakmayın...
Onun bunu ilk anda herhangi bir özel amaçla söylemediği belliydi. Ne var ki söylediğinin olağanüstü bir sonucu oldu. Gavrila'nın bütün öfkesi bir anda prense yönelmişti. Omuzlarından yakaladı onu, nefretle, öfkeyle, söyleyecek bir şey bulamıyormuş gibi uzun uzun baktı yüzüne. Herkes heyecanlanmıştı. Nina Aleksandrovna hafifçe bir çığlık bile atmıştı. Ptitsın huzursuzca bir adım öne çıkmış, kapının yanında beliren Kolya ile Ferdışçenko şaşkınlık içinde öyle kalakalmışlardı. Yalnızca Varvara önce olduğu gibi kaşlarının altından dikkatle izliyordu olan biteni. Oturmuyor, kollarını göğsünün üzerinde kavuşturmuş, annesinin yanında ayakta duruyordu.
Ama birden toparladı kendini Gavrila, sinirli kahkahalar atmaya başladı. Tam anlamıyla kendindeydi şimdi.
Olabildiğince neşeli, içten bir tavırla,
— Ne o prens, doktor falan mısınız yoksa? diye haykırdı. Korkuttun beni... Nastasya Filippovna izninizle, kendisini daha bu sabah tanımış olsam da, bu çok değerli kişiyi takdim edebilir miyim size.
Nastasya Filippovna şaşırmış gibi baktı prense.
— Prens mi? Prens ha? Düşünebiliyor musunuz, demin antrede uşak sandım onu ve geldiğimi haber vermesi için buraya yolladım! Ha-ha-ha!
Odada gülmeye başlamalarına sevinen Ferdışçenko hemen yaklaştı,
— Hiç önemi yok, hiç önemli değil! dedi. Önemli değil: Se non é vero...
Nastasya Filippovna,
— Az kaldı bir kez daha kabalaşacaktım size karşı prens, dedi. Bağışlayın lütfen... Ferdışçenko, bu saatte işiniz ne sizin burada? En azından, sizinle karşılaşmayı beklemiyordum burada. (Bu arada onunla tanıştırmak için omzuna elini koyduğu prensin omzundan elini hâlâ çekmemiş olan Gavrila'ya döndü.) Kim? Hangi prens? Prens Mışkin mi?
— Kiracımız, diye tekrar etti Gavrila.
Besbelli prensi herkes (onları içinde bulundukları zor durumdan kurtaracak) az bulunur biri olarak görüyordu. Bu yüzden Nastasya Filippovna'nın önüne sürüyorlardı onu. Bu arada prens hemen arkasından, galiba Ferdışçenko'nun Nastasya Filippovna'ya açıklama yaparken açık açık "budala" diye fısıldadığını bile duymuştu.
Nastasya Filippovna, prensi yukarıdan aşağı son derece senlibenli bir tavırla süzerken sürdürdü konuşmasını:
— Söyler misiniz, demin sizinle ilgili öylesine feci... yanıldığımda neden uyarmadınız beni?
Sabırsızca prensin cevabını bekliyor, bu cevabın kesinlikle yine kahkahalarla gülmesini gerektirecek aptalca bir cevap olacağından emin görünüyordu.
— Sizi birden karşımda görünce... diye başlayacak oldu prens.
— Peki, karşınızdakinin ben olduğunu nasıl anladınız? Daha önce nerede görmüştünüz beni? Aslında ben de daha önce görmüş gibiyim onu sanki... İzninizle sorabilir miyim, karşınızda beni görünce neden öyle donakaldınız? Donakalacak ne var bende?
Ferdışçenko yüzünü buruşturarak,
— Hadi bakalım! diye sürdürdü konuşmasını. Hadi! Aman Tanrım, senin yerinde olsaydım bu soruya karşılık neler söylerdim neler! Hadisene prens... odun gibi durma hadi!
Prens gülümseyerek baktı Ferdışçenko'ya.
— Sizin yerinizde olsaydım ben de çok şey söylerdim... dedi. (Nastasya Filippovna'ya dönüp sürdürdü konuşmasını:) Bugün resminiz çok etkilemişti beni... Daha o anda sizi düşünüyordum, birden karşımda görünce...
— Peki, ben olduğumu nasıl anladınız?
— Resminizden.
— Başka?
— Başka, tam hayal ettiğim gibiydiniz... Sanki ben de bir yerde görmüş gibiydim sizi.
— Peki, nerede? Nerede?
— Gözlerinizi bir yerde gördüm sanki... Ama mümkün değil! Ben hiç burada bulunmadım. Belki rüyalarımda...
— Haydaa, prens! diye haykırdı Ferdışçenko. Hayır, se non é vero sözümü geri alıyorum. Bununla birlikte... (Üzgün bir tavırla ekledi:) Bununla birlikte, yüreğinin temizliğinden böyle söylüyor!
Prens birkaç cümlesini kesik kesik soluk alarak, tedirgin bir tavırla söylemişti. Çok heyecanlı olduğu her halinden belliydi. Nastasya Filippovna merakla bakıyordu ona. Gülmüyordu artık. Tam o anda prensle Nastasya Filippovna'yı çevreleyen kalabalığın arkasından yeni, gür bir ses yükseldi (öyle ki kalabalık iki yana ayrılmıştı), ailenin babası General İvolgin gelip Nastasya Filippovna'nın karşısına dikildi. Frak giymiş, temiz bir yakalık takmış, bıyıklarını boyamıştı...
Bu kadarına dayanamazdı artık Gavrila.
Hastalık, evham derecesine varan onuruna düşkünlüğü ve kibriyle son iki aydır hiç değilse daha bir yakışık alır biçimde dayanabileceği, kendini daha bir soylu gösterebileceği bir nokta arayan Gavrila, seçtiği bu yolda kendisinin henüz pek acemi olduğunu, muhtemelen sonunu getiremeyeceğini hissettiğinden, zaten bir despot olduğu evinde işi umutsuzca tam bir küstahlığa vurmuştu, ama onu son ana kadar şaşırtan, ona acımasızca üstünlük sağlayan Nastasya Filippovna'ya karşı bu tavrı kullanmaya cesaret edemediği için, Nastasya Filippovna'nın kendi deyimiyle "sabırsız dilenci" (Nastasya Filippovna'nın bu sözü kulağına gelmişti ve bunun acısını daha sonra ondan çok kötü çıkaracağına yeminler etmişti) kimi zaman çocukça, durumu toparlamayı, terslikleri düzeltmeyi hayal ediyordu ve şimdi bu korkunç kadehi, hem de böyle bir anda içmek zorundaydı! Şimdi de hiç beklenmedik, gururuna düşkün biri için çok ağır bir işkence (kendi evinde ailesi adına utanmak işkencesi) düşmüştü payına. O anda "Bütün bunlara değer mi elde edeceklerim?" diye geçirdi içinden.
Tam o anda da yalnızca geceleri rüyalarına kabus gibi giren, kanının donmasına, içinin utanç ateşiyle yanmasına neden olan şey gerçekleşmişti: Babası ile Nastasya Filippovna sonunda karşılaşmıştı. Gavrila generali kimi zaman nikâh töreninde düşünmeye çalışır, ama o korkunç sahneyi düşünmeye hiçbir zaman sonuna kadar dayanamaz, bu düşünceyi kafasından hemen kovardı. Belki de aşırı abartıyordu o kötü sahneyi. Gururuna pek düşkün insanlarda çok görülen bir durumdur bu. Son iki ayda çok düşünüp taşınmış ve sonunda ne pahasına olursa olsun, babasını hiç değilse bir süreliğine Nastasya Filippovna'dan uzak tutmaya, hatta (annesi istese de, istemese de) mümkünse Petersburg'dan uzaklaştırmaya karar vermişti. On dakika önce Nastasya Filippovna geldiğinde öylesine şaşırmış, öylesine allak bullak olmuştu ki, Ardalion Aleksandroviç'in ortaya çıkabileceğini düşünememiş, bunun için herhangi bir önlem de almamıştı. Gelgelelim, işte çıkmıştı ortaya general. Hem de büyük bir titizlikle hazırlanmış, frakını giymiş olarak ve tam da Nastasya Filippovna'nın "onu da, onun ailesini de aşağılamak için fırsat kolladığı" bir anda girmişti odaya... (Bundan kuşkusu yoktu Gavrila'nın.) Öyle ya, onun ailesini aşağılamaktan başka ne amaçla gelmiş olabilirdi buraya? Annesiyle, kız kardeşiyle ahbaplık etmek için mi, yoksa onun evinde onları küçük düşürmek için mi? Aslında iki tarafın tavırlarından her şey kuşku duyulmayacak şekilde ortadaydı: Annesiyle kız kardeşi gururları incinmiş gibi bir kenara çekilmiş, oturuyorlardı, Nastasya Filippovna ise onların varlıklarını bile unutmuşa benziyordu... Böyle davrandığına göre, demek belli bir amacı vardı!
Ferdışçenko hemen kolundan yakaladı generali, Nastasya Filippovna'nın yanına götürdü.
General mağrur bir tavırla öne eğilip gülümseyerek,
— Ardalion Aleksandroviç İvolgin, dedi. Yaşlı, mutsuz, eski bir asker ve böylesine harika bir insanı arasına almak umuduyla mutlu bir ailenin babası...
Sözünün sonunu getiremedi. Ferdışçenko oturması için hemen ona bir sandalye çekti. Yemek sonrası dakikalarda bacaklarını güçsüz hisseden general hemen çöktü, daha doğrusu yığılıverdi sandalyeye. Ama hiç de mahcup olmadı bundan. Nastasya Filippovna'nın tam karşısında oturmuş ve onun zarif parmaklarını yapmacık, hoş bir incelikle yavaşça, etkileyici bir biçimde dudaklarına götürmüştü. Aslında generali mahcup etmek çok zordu. Kıyafetinin az da olsa özensizliğinden başka dış görünüşü oldukça düzgündü. Kendisi de farkındaydı bunun. Önceleri yüksek düzeyli çevrelerde bulunmuştu. İki üç yıl önce ise dışlanmıştı oralardan. O zamandan bu yana kişiliğindeki birtakım zayıflıklara bırakmıştı kendini. Ama o çevrelerden kalma kimi ince tavırları vardı hâlâ. Ardalion Aleksandroviç'in ortaya çıkmasına Nastasya Filippovna'nın pek sevindiği belliydi. Onunla ilgili çok şey duymuştu çünkü.
— Duyduğuma göre, oğlum... diye başlayacak oldu Ardalion Aleksandroviç.
— Evet, oğlunuz! dedi Nastasya Filippovna. Doğrusu, siz de çok iyi bir babaymışsınız! Neden hiç gelmiyorsunuz bana? Siz kendiniz mi gizleniyorsunuz, yoksa oğlunuz mu gizliyor sizi? Kimsenin küçük düşmesine neden olmadan gelebilirsiniz bana.
Tekrar başlayacak oldu general:
— On dokuzuncu yüzyılın çocukları ve anne babaları...
Nina Aleksandrovna yüksek sesle girdi araya:
— Nastasya Filippovna! Lütfen Ardalion Aleksandroviç'e izin verin, içeride bekliyorlar onu.
— İzin vermek mi! Rica ederim, onunla ilgili öyle çok şey duydum, onunla görüşmeyi öylesine uzun zamandan beri istiyordum ki! Hem ne işi olabilir? Emekli değil mi? Bırakmayacaksınız beni general, gitmeyeceksiniz, değil mi?
— Söz veriyorum, general ziyaretinize gelecek, ama şimdi dinlenmesi gerekiyor.
Nastasya Filippovna, tıpkı oyuncağı elinden alınmış şımarık, aptal bir kız çocuk gibi yüzünü buruşturarak bağırdı:
— Ardalion Aleksandroviç, dinlenmeniz gerektiğini söylüyorlar!
General kendini daha da küçük düşürmeye çalışıyor gibiydi. Mağrur bir tavırla karısına döndü, elini kalbinin üzerine koyup, sitem edercesine,
— Dostum! diye bağırdı. Dostum benim!
Varvara yüksek sesle,
— Anneciğim, dedi, hâlâ çıkmıyor musunuz odadan?
— Hayır Varvara, sonuna kadar oturacağım.
Nastasya Filippovna Varvara'nın sorusunu da, annesinin cevabını da duymamış olamazdı, ama neşesini bu daha da arttırmıştı sanki. Tekrar tekrar sorular sormaya başlamıştı generale. Beş dakika sonra, odadakilerin kahkahaları arasında son derece mağrur tavırlarla anlatıyor, anlatıyordu general.
Prensi eteğinden çekeledi Kolya.
— Hiç değilse siz bir şeyler yapıp götürün onu buradan! dedi. Yapamaz mısınız bunu? Lütfen! (Çocukcağızın gözlerinden yaşlar akıyordu, gözlerinde nefret parıltıları vardı. Kendi kendine mırıldandı:) Ah kahrolası Gavrila, ah!
Nastasya Filippovna'nın sorularını cevaplarken açıldıkça açılıyordu general:
— İvan Fyodoroviç Yepançin'le çok yakın dosttuk. Ben, o ve yirmi yıllık ayrılıktan sonra oğlunu bugün kucakladığım toprağı bol olsun, Prens Lev Nikolayeviç Mışkin... ayrılmaz bir üçlüydük, yani üç silahşorlar: Atos, Portos ve Aramis. Ama ne yazık ki iftiralara, mermilere yenik düşmüş birimiz mezarda; iftiralarla, mermilerle hâlâ savaşan birimiz karşınızda...
— Mermilerle ha! diye haykırdı Nastasya Filippovna.
— Mermiler şuramda, göğsümde. Kars kuşatmasında aldım bu kurşunları. Kötü havalarda hep hissediyorum onları buramda. Geri kalan konularda tam bir filozofumdur. Gezer, dolaşırım, işlerinden uzaklaşmış burjuvalar gibi kahve içer, dama oynar, "Indépendance" okurum. Ama bizim Portos'u, yani Yepançin'i üç yıl önce trende bir fino yüzünden çıkan olaydan sonra silmiştim.
Nastasya Filippovna büyük bir merakla sordu:
— Fino mu? Bir fino yüzünden ha! Bir fino yüzünden. (Hatırlamış gibi ekledi:) Hem de trende!..
— Saçma bir olaydı, anlatmaya değmez: Prenses Belokonskaya'nın mürebbiyesi Ms. Şmidt yüzünden, ama... anlatmaya değmez.
Nastasya Filippovna neşeyle bağırdı:
— Anlatmalısınız! Kesinlikle anlatmalısınız!
Ferdışçenko araya girdi:
— Ben duymadım o olayınızı! C'est du nouveau.
Tekrar Nina Aleksandrovna'nın yalvaran sesi duyuldu:
— Ardalion Aleksandroviç!
Kolya seslendi:
— Babacığım, sizi çağırıyorlar.
General kendinden pek hoşnut bir tavırla anlatmaya başladı:
— Kısaca söylemek gerekirse, aptalca bir olaydı. İki yıl önce, evet, eksiksiz iki yıl önceydi! Yeni X...ski demiryolu daha yeni açılmıştı. Görevimle ilgili çok önemli bir iş için birinci sınıf biletimi almış (sivil palto vardı üzerimde), yerime oturmuş, puromu içiyordum. Daha doğrusu, puromu içmeye devam ediyordum, çünkü daha trene binmeden yakmıştım puromu. Kompartımanda yalnızdım. Trende sigara içmek yasak da, serbest de değildi. Yani genellikle yarı yasak, yarı serbestti. Adamına göre yani... Kompartımanın penceresi inikti. Tam tren kalkacağı sırada, son düdük çalmadan hemen önce iki hanım, yanlarında bir finoyla gelip tam karşıma oturdu. Geç kalmışlardı. Birinin üzerinde pek gösterişli açık mavi, şık bir giysi vardı. Öteki daha sade giyimliydi. Üzerinde siyah ipek bir pelerin vardı. İkisi de hiç fena sayılmazdı. Pek kibirli bakıyorlar, aralarında İngilizce konuşuyorlardı. Elbette umursadığım yoktu onları, puromu tüttürmeyi sürdürüyordum. Bir ara söndüreyim mi diye düşünecek olmuştum, ama baktım pencere açık, dumanı pencereden dışarı üfleyerek içmeye devam ettim. Fino açık mavili kadının kucağında yatmış uyuyordu. Ufacık, yumruğum kadar, simsiyah bir şeydi. Patileri bembeyazdı. Çok sevimli bir köpekti. Boynunda bir şey yazılı gümüş bir tasması vardı. Hiç ilgilendiğim yoktu onunla. Yalnız farkındaydım, hanımlar puro içtiğim için kızıyorlardı bana. Hanımlardan biri kaplumbağa kabuğundan saplı gözlüğünü gözüne götürmüş, bana bakıyordu. Ama ben yine ilgilenmiyordum. Bir şey söylemiyorlardı çünkü! Söyleyecek, beni uyaracak olsalardı, rica etselerdi, öyle ya, dilleri vardı! Oysa susuyorlardı... sonra ansızın, inanın bir uyarı yapmadan, yani en küçük bir uyarıda bulunmadan, sanki çıldırmış gibi fırladı yerinden açık mavili kadın, elimdeki puromu kaptığı gibi pencereden dışarı fırlattı. Tren uçarcasına gidiyordu, bense aptal aptal bakıyordum. Yabani kadın, gerçekten çıldırmış gibiydi... İriyarı, şişman, uzun boylu, sarışın, kırmızı yüzlü (hem de çok kırmızı yüzlü), bir kadındı. Parlayan bakışlarını yüzüme dikmişti. Bir şey söylemeden kalktım yerimden, olağanüstü kibar, son derece saygılı ve nasıl söylesem, çok nazik bir tavırla gittim, iki parmağımla yumuşakça, hiç incitmeden ensesinden yakaladım finoyu ve pencereden dışarı, puromun arkasından gönderiverdim! Yalnızca bir kez ciyaklamıştı, o kadar! Tren uçarcasına gitmeyi sürdürüyordu...
Nastasya Filippovna kahkahalarla gülüyor, küçük bir kız gibi ellerini çırpıyordu.
— Çok acımasızsınız! diye bağırdı.
Ferdışçenko bağırıyordu:
— Bravo, Bravo!
Ptitsın (o da çok rahatsızdı generalin orada bulunmasından) gülümsedi. Kolya bile gülmeye başlamış, hatta "Bravo!" diye bağırmıştı.
General coşkuyla sürdürüyordu konuşmasını:
— Haklıydım da, evet haklıydım, üç kez haklıydım! Çünkü trende sigara içmek yasaktıysa, köpek çok daha yasaktı.
Heyecanla haykırdı Kolya:
— Yaşa babacığım! Harikasın! Senin yerinde olsaydım, ben de aynı şeyi yapardım!
Nastasya Filippovna sabırsız,
— Kadın ne yaptı? diye sordu.
General kaşlarını çatıp devam etti:
— Ne mi yaptı? İşin en tatsız yanı da burası işte... Tek kelime söylemeden, kalkıp bir tokat attı yüzüme! Yabani şey! Çıldırmış gibiydi!
— Ya siz ne yaptınız?
General bakışını önüne indirdi, kaşlarını kaldırdı, omuzlarını kaldırdı, kollarını iki yana açtı ve birden şöyle dedi:
— Tutamadım kendimi!
— Çok mu yaktınız canını? Çok mu?
— İnanın, çok hafif... Bir skandal patlak verdi, ama çok hafif vurmuştum Yalnızca bir kez vurdum... Ama gel gör ki, şeytan girdi işin içine: Açık mavili kadın bir İngiliz mürebbiyeymiş... ya da Prenses Belokonskaya'nın bir tanıdığı mı ne... Siyah giysili olan da Prenses Belokonskaya'ların en büyük kızı, otuz beşinde olduğu halde hâlâ evlenememiş küçük prenses Belokonskaya... General Yepançin'in eşinin Belokonskiler'le arasının nasıl olduğunu herkes bilir. Küçük prenseslerin hepsi pek sevgili finoları için ayılıp bayılıyor, gözyaşı döküyor, yas tutuyorlardı. Altı küçük prensesin, İngiliz mürebbiyenin hıçkırıkları göklere yükseliyordu! Elbette birkaç kez gittim onlara, özürler diledim, mektuplar yazdım... Eve almadılar beni, mektuplarımı da geri çevirdiler, sonra Yepançin'le aramız bozuldu, o çevreden uzaklaştırıldım, kovuldum!
Birden sordu Nastasya Filippovna:
— Peki ama, nasıl olur? Üç beş gün önce "Indépendance"i okuyordum (sürekli "Indépendance"i okurum), tıpkı böyle bir öykü vardı orada! Ama bütünüyle aynı! Ren nehri boyunda işleyen trenlerden birinde bir Fransız erkekle bir İngiliz kadın arasında aynı olayın geçtiği yazıyordu: Yine öyle, purosunu elinden alıp pencereden dışarı atmıştı kadın, adam da kadının finosunu alıp purosunun arkasından atmıştı. Olay aynı sizinki gibi sonuçlanmıştı... Kadının giysisi bile açık maviydi!
General kulaklarına kadar kızardı. Kolya da kıpkırmızı oldu, başını ellerinin arasına aldı. Ptitsın birden öte yana dönmüştü. Yalnızca Ferdışçenko biraz önce olduğu gibi yine kahkahalarla gülmeye başlamıştı. Gavrila için söylenebilecek bir şey yoktu: Sessiz, dayanılmaz acılar içinde kıpırdamadan ayakta duruyordu.
— İnanın, diye mırıldandı general, aynı olay benim başımdan da geçti...
Kolya sesini yükseltip,
— Gerçekten de, Belokonskiler'in mürebbiyesiyle babamın arasında bir tatsızlık olmuştu, hatırlıyorum, dedi.
Acımasız Nastasya Filippovna ısrar ediyordu:
— Yapma! Tıpatıp aynı mı yani? Avrupa'nın iki ucunda açık mavi giysiye kadar her ayrıntısıyla birbirinin tıpatıp aynı iki olay oluyor! "Indépedance Belge"yi göndereceğim size.
General hâlâ direniyordu:
— Yalnız dikkatinizi çekerim, bu olay benim başımdan iki yıl önce geçmişti.
— Bir bu fark var işte!
Nastasya Filippovna sinir krizi gelmiş gibi kahkahalar atıyordu.
Gavrila babasını omzundan yakaladı, can sıkıntısından, acıdan sesi titreyerek,
— Babacığım, dedi, bir şey söyleyeceğim size, benimle dışarı gelir misiniz lütfen.
Bakışında sınırsız bir nefret vardı.
Tam o sırada birilerinin antrede kapı çıngırağının ipine büyük bir hırsla asıldığı duyuldu. Neredeyse koparacaklardı ipini. Olağanüstü bir ziyaretin işaretiydi bu. Kolya kapıyı açmaya koştu.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top