IV
IV
Generalin üç kızı da sağlıklı, zinde, uzun boyluydu. Omuzları son derece güzel, göğüsleri iri, kolları neredeyse erkeklerinki gibi güçlüydü. Güçlü, sağlıklı olmalarının sonucu olarak da, kimi zaman elbette güzel yemekler yemeyi sever ve bunu saklamayı da hiç istemezlerdi. Anneleri Lizaveta Prokofyevna kızlarının yemeğe düşkünlüğünü gizlememelerine kimi zaman içerlese bile, tepkisini dile getiremiyordu, çünkü kızları ona son derece saygılı olsalar da, üzerlerinde başlangıçtaki o tartışılmaz otoritesi aslında uzun zamandır zayıflamıştı. Hem öylesine zayıflamıştı ki, üç kız kardeş annelerine karşı çıkmaya bile başlamışlardı. Lizaveta Prokofyevna da küçük düşmemek için onlarla tartışmamayı, geri adım atmayı daha uygun buluyordu. Evet, çoğu zaman tutamıyordu kendini, tedbirsiz davrandığı da oluyordu. Zamanla daha bir kaprisli ve sabırsız olmuştu. Hatta tuhaf şeyler yapıyordu. Ne var ki elinin altında hâlâ söz dinler, uysal, iyi eğittiği bir koca vardı ve öfkesini ondan çıkarıyordu... O zaman ailede hava süt liman oluyordu yine, yaşam olabileceğince huzur içinde devam ediyordu.
Öte yandan, generalin eşinin de iştahı yerindeydi. Genellikle saat on iki buçukta, kızlarıyla birlikte akşam yemeğinden aşağı kalmayacak zengin bir kahvaltı masasına otururdu. Daha önce, saat tam onda kızları uyandıklarında yatakta birer fincan kahve içmiş olurlardı. Bundan pek hoşlanmış, alışkanlık haline getirmişlerdi. Saat on iki buçukta Lizaveta Prokofyevna'nın odasının hemen yanındaki küçük yemek salonunda masa kurulur, bu samimi aile kahvaltısına zamanı olursa general de katılırdı. Çaydan, kahveden, peynirden, baldan, yağdan, generalin eşinin çok sevdiği çeşit çeşit çöreklerden, köfteden başka, koyu et suyuna sıcak çorba da oluyordu masada. Öykümüzün başladığı sabah bütün aile masada toplanmış, saat on iki buçukta masada olacağına söz vermiş generali bekliyordu. Bir dakika olsun geç kalacak olursa hemen adam yollarlardı ona. Ama tam zamanında gelmişti general. Selamlaşmak, elini öpmek için karısının yanına vardığında onun yüzünde çok değişik bir ifade olduğunu fark etti. Gerçi bir olay nedeniyle (genellikle "olay" sözcüğünü kullanırdı) karısının yüz ifadesinin böyle olacağını daha dünden biliyordu ve dün akşam yatağa girdiğinde böyle olacağından kuşkusu yoktu, ama şimdi yine de korkmuştu. Kızları onunla öpüşmek için yaklaştı. Ona dargın olmasalar da, yine de bir tuhaflık vardı davranışlarında. Evet, bazı nedenlerle general o aralar aşırı derecede kuşkuluydu. Ne var ki deneyimli, işini bilen bir baba ve bir eş olması nedeniyle önlemini hemen almıştı.
Şimdi burada durur, General Yepançin'in ailesinin öykümüzün başladığı sıralarda ne durumda ve ne gibi ilişkiler içinde olduğunu birtakım açıklamaların yardımıyla anlatırsak, öykümüzün akıcılığını aksatmış olmayız sanırım.
Biraz önce de söyledik, general pekiyi öğrenimli değil, tam tersine, kendi deyimiyle "kendini yetiştirmiş" biri olsa da, aslında iyi bir eş, işini bilen bir babaydı. Evlenmemiş yetişkin kızların çoğalmaya başladığı en oturaklı, aklı başında ailelerde bile ister istemez ve doğal olarak görüldüğü gibi, anne baba sevgisiyle kızlarının evlenip bir aile kurmaları, mutlu olmaları için onlara aşırı baskı yapmıyor, onları bunaltmıyordu general. Evlenmeleri konusunda kızlarına baskı yapmamayı, yani onları "sıkıştırmamayı" ilke edinmişti. Öyle ki bunu yapmak çok zor olsa da (zordu, çünkü doğal değildi), Lizaveta Prokofyevna'ya bile benimsetmişti onun ilkesini. Ancak generalin kanıtları son derece anlamlıydı, yadsınamayacak gerçeklere dayanıyordu. Evet, bu konuda kendilerine tanınan sınırsız özgürlük, karar verme serbestliği sonucu, kızlar doğal olarak kendilerini bir karar vermeye zorunlu hissedecek, sonunda akıllanacak, kaprisi, gereksiz seçiciliği bir kenara bırakıp işe istekle koyulacaklar, sonunda da olaylar gelişecekti... O zaman anne babaya da tuhaf bir seçimi veya doğal olmayan bir eğilimi engellemek için uyanık olmak ve sonra da uygun zamanı yakalayıp, var güçleriyle kızlarına yardım etmek, olayın doğru yönde gelişmesi için olanca güçlerini kullanmak kalacaktı. Nihayet, ailenin durumu, toplum içindeki yeri yıldan yıla, sözgelimi geometrik diziyle gelişiyor olduğuna göre, zaman ilerledikçe generalin kızlarının gelin adayı olarak değerleri de artmaktaydı. Ne var ki bütün bu yadsınamaz gerçeklerin arasında bir gerçek daha çıkmıştı ortaya: En büyük kız Aleksandra neredeyse hiç beklenmedik bir anda (hep öyle olur ya) birden yirmi beş yaşına girmişti. Tam o sırada da yüksek sosyetenin bir üyesi, önemli bağları olan ve olağanüstü varlıklı Afanasiy İvanoviç Totskiy daha önceleri de dile getirdiği evlenme isteğinden yeniden söz etmeye başlamıştı. Kişilik sahibi, ince zevkleri olan elli beş yaşlarında biriydi Afanasiy İvanoviç. Düzeyli bir evlilik yapmak istiyordu. Güzelliğe olağanüstü düşkün biriydi. Bir zamandır General Yepançin'le ortak birtakım finans işleri olduğundan bir dost olarak, nasıl söylemeli, sormuştu generale: Onun kızlarından biriyle evlenmesine ne derdi? Bunun üzerine General Yepançin'in sakin, huzurlu aile yaşamında belirgin bir dalgalanma olmuştu.
Daha önce de söylendiği gibi, ailenin tartışmasız en güzel kızı en küçükleri Aglaya idi. Son derece bencil biri olan Totskiy bile bunu aklına getirmemesi gerektiğini, Aglaya'nın onun için uygun olmadığını düşünüyordu. Belki de aralarındaki biraz tutkulu sevgiden, aşırı yakın dostluktan olsa gerek, kız kardeşler olayı büyütüyorlardı ya, Aglaya'nın geleceği onların gözünde çok parlak, hatta olabilecek en ideal yeryüzü cennetiydi. Aglaya'nın kocası, zenginliği bir yana, her bakımdan kusursuz, başarılı bir erkek olmalıydı. Kız kardeşler aralarında uzun uzadıya konuşmadan, Aglaya'nın drahoması için gerektiğinde, ellerinden geldiğince kendi drahomalarından özveride bulunmaya bile karar vermişlerdi. Öyle ki Aglaya'nın drahomasının çok büyük olacağı umuluyordu. Anne baba da ablaların bu planından haberdardı. Dolayısıyla, Totskiy generalle görüşmek istediğinde, Afanasiy İvanoviç drahoma konusunda herhangi bir zorluk çıkarmayacağı için, büyük kızlardan birinin onun evlenme önerisini geri çevirmeyeceğinden anne babanın hemen hiç kuşkusu yoktu. Totskiy'in önerisini general kendisine özgü üstün yaşam bilgisiyle en yüksek düzeyde hemen değerlendirdi. Totskiy, birtakım nedenlerden ötürü adımlarını büyük bir ihtiyatla atmakta, yalnızca nabız yoklamakta olduğu için generalle karısı onun bu önerisini kızlarına son derece üstü kapalı açmışlardı. Kızlardan aldıkları karşılık pek belirsiz olmakla birlikte, onların yüreğine su serpecek kadar rahatlatıcıydı. Öyle ki en büyük kız Aleksandra bu öneriyi sanki reddetmeyecek gibiydi. Pek ciddi olsa da, iyi yürekli, aklı başında ve son derece uyumlu bir kızdı Aleksandra. Totskiy ile isteyerek bile evlenebilirdi ve bir kez söz verdikten sonra verdiği sözü dürüstçe yerine getirirdi de. Şatafattan hoşlanmazdı Aleksandra, yalnızca gürültü patırtıya, büyük değişikliklere neden olmayacağı gibi, huzur içinde bir yuva da kurabilirdi. Çarpıcı bir güzelliği yoktu, ama yine de çok hoş, etkileyici bir kızdı. Totskiy için bundan daha iyisi ne olabilirdi?
Gelgelelim, olay pek yavaş, el yordamıyla ilerliyordu. Totskiy ile general, zamanı gelene kadar geriye dönüşü olamayacak resmi bir adım atmamaya aralarında dostça karar vermişlerdi. Anne baba kızlarına henüz tam bir açıklama bile yapmış değillerdi. Bu yüzden ufak tefek tatsızlıklar da başlamıştı: Generalin eşi, ailenin annesi olarak bu olaydan nedense hoşnutsuzluk duyuyordu ki, bu da çok önemliydi. Her şeyi bir daha düzelmeyecek biçimde bozabilecek endişe verici, karışık bir olay vardı ortada.
Bu endişe verici, karışık "olay" (Totskiy'in kendi ifadesiydi bu) çok eskiden, on sekiz yıl önce başlamıştı. Afanasiy İvanoviç'in orta Rusya illerinden birindeki çok zengin çiftliğine komşu küçük toprak sahibi, sürekli tuhaf, talihsiz aksilikler yaşayan, ilginç, son derece yoksul, ama soylu (hatta bu açıdan Totskiy'den bile soylu) Filipp Aleksandroviç Baraşkov adında emekli bir subay vardı. Borç batağında, haciz kıskacında kıvranırken yıllarca kürek mahkûmları, handiyse köylüler gibi çalışarak küçük çiftliğini sonunda düze çıkarmıştı. En küçük bir başarı bile olağanüstü heyecanlandırıyordu onu. Kendisini biraz toparladığı, büyük umutlara kapıldığı bir sırada, ona kredi verenlerin en önemlilerinden biriyle görüşmek, bu arada olabilirse, ondan yeni kredi almak umuduyla çiftliğinden birkaç günlüğüne ayrılmış, il merkezine gitmişti. Kente gelişinin üçüncü günü köyün muhtarı, yüzü gözü yanık içinde, dörtnala yanına gelmiş ve çiftliğinin dün, gün ortasında yandığını, eşinin hayatını kaybettiğini, çocukların kurtulduğunu bildirmiş. "Kaderin sillesini yemeye" alışık Baraşkov bu kadarını kaldıramamış artık, aklını yitirmiş, bir ay sonra da ateşler içinde ölmüş. Yanan çiftlik sağa sola dağılan köylüleriyle birlikte borçlarına karşılık satılmış. Afanasiy İvanoviç Totskiy büyük bir yüce gönüllülük gösterip Baraşkov'un biri altı, biri yedi yaşında iki kızının bakımını ve öğrenimini üstlenmiş. Çocuklar Afanasiy İvanoviç'in emekli memur, üstelik Alman olan kâhyasının kalabalık ailesinde, çocuklarıyla birlikte öğrenimlerini sürdürmüşler. Kısa zaman sonra yalnızca bir kız, küçük Nastasya kalmış, küçük kardeşi ise boğmacadan ölmüş.
Totskiy yurtdışına çıktıktan sonra çok geçmeden bu iki kızı unutmuş. Beş yıl sonra bir gün yakınından geçerken çiftliğini görmek istemiş ve Alman kâhyasının evinde on iki yaşlarında cin gibi, sevimli, zeki ve ileride olağanüstü güzel olacağı belli (bu konuda yanılmazdı Afanasiy İvanoviç) şirin bir kız dikkatini çekmiş. O gelişinde birkaç gün kalmış köyde, ama gereken şeyleri yapmış. Çocuğun eğitiminde önemli bir değişiklik olmuş: Kız çocukların eğitiminde en üst düzeyde deneyimli, orta yaşlı, çok saygıdeğer, Fransızca'dan başka çeşitli konularda da ders verebilecek İsviçreli bir mürebbiye getirtilip Totskiy'in köydeki evine yerleştirilmiş ve böylece küçük Nastasya'nın eğitiminde yepyeni bir dönem başlamış. Bu eğitim süreci tam dört yıl sürmüş. Sonra mürebbiye evine dönmüş, arkasından küçük Nastasya için, (bu kez uzak başka bir ilden) yine Totskiy'in çiftlik komşusu, yine toprak sahibi bir hanımefendi gelmiş ve Afanasiy İvanoviç'in verdiği talimat ve yetki üzerine Nastasya'yı alıp kendi çiftliğine götürmüş. Totskiy'in oradaki çiftliğinde de çok şık döşeli, küçük, ama ahşap bir evi vardı ve köyün adı da sanki özellikleymiş gibi "Mutluköy"dü. Toprak sahibi kadın Nastasya'yı doğrudan bu huzur dolu eve götürmüş; dul ve çocuksuz olduğu ve çiftliği en çok bir versta uzakta olduğu için kendisi de Nastasya'nın yanına yerleşmiş. Nastasya'ya bakmak için yaşlı bir kâhya kadınla genç, ama deneyimli bir oda hizmetçisi kız verilmiş. Evde müzik aletleri, zengin bir genç kız kitaplığı, yağlıboya, baskı tablolar, kalemler, fırçalar, boyalar, harika bir fino varmış. Aradan iki hafta geçtikten sonra Afanasiy İvanoviç de gelmiş... Bu gelişinden sonra bu ıssız bozkır köyünü çok sevmiş ve her yaz buraya gelmeye, iki hatta üç ay kalmaya başlamış. Böylece mutlu, huzur dolu, güzel oldukça uzun bir zaman, dört yıl geçmiş...
Afanasiy İvanoviç'in yalnızca iki hafta kaldığı bir yaz ziyaretinden dört ay sonra kış başında "Mutluköy"de Afanasiy İvanoviç'in Petersburg'da çok güzel, çok zengin ve soylu bir kızla evlenmeye hazırlandığı, yani sözün kısası, turnayı gözünden vurduğu söylentisi duyulmuş ya da şöyle söylersek daha iyi olacak: Nastasya Filippovna'nın kulağına ulaşmış. Sonra bu söylentinin tamamıyla doğru olmadığı, Afanasiy İvanoviç'in yalnızca böyle bir plan yaptığı anlaşılmış. Ne var ki bu olay Nastasya Filippovna'nın yaşamında olağanüstü bir değişikliğe neden oldu. Ansızın, ondan hiç beklenmeyen bir kararlılık ve irade gösterdi. Bir an bile düşünmeden köydeki evi terk etti, Petersburg'a geldi, tek başına doğru Totskiy'in evine gitti. Totskiy şaşırdı, onunla konuşmaya başladı, ama daha ilk sözcükten Nastasya Filippovna ile konuşma şeklini, o güne kadar onunla öylesine güzel giden eski hoş, güzel konuşmaların ses tonunu da, konusunu da, mantığını da, her şeyi, her şeyi, her şeyi de değiştirmesinin gerektiğini fark etmekte gecikmedi. Karşısında şimdi, o güne kadar tanıdığı ve daha yakında, temmuzda "Mutluköy"de bıraktığı kadından bambaşka bir kadın oturuyordu.
Bu yeni kadının çok şey (öyle çok şey ki, onun bunca bilgiyi nereden öğrendiğine, böylesine kesin fikirleri nereden edindiğine şaşmamak elde değildi) bildiği ve anladığı apaçık ortadaydı. (Köydeki genç kız kitaplığından öğrenmiş olabilir miydi bunları?) Üstelik hukuk bilgisi de olağanüstüydü. Ayrıca pozitif bilimlerden de anlıyordu. Dünyayı bilmese de en azından dünyada birtakım olayların nasıl geliştiğinden haberdardı. Sonra eski kişiliğinden bambaşka bir kadın vardı şimdi karşısında: İlginç zekâsıyla, saflığıyla kimi zaman anlaşılmaz, hüzünlü, düşünceli, şaşkın, kuşkucu, ağlayan ve huzursuz halleriyle kimi zaman büyüleyici o ürkek yatılı okul öğrencisi değildi artık karşısındaki.
Hayır, şimdi karşısında kahkahalar atan, onu alaycı, acı sözlerle iğneleyen, gözünün içine bakarak, ilk karşılaştıkları andan beri ona karşı kalbinde küçümsemeden, midesini bulandıran büyük bir küçümsemeden başka hiçbir zaman, hiçbir şey hissetmediğini söyleyen çok değişik biri vardı. Bu yeni kadın onun şu anda istediği kadınla evlenmekte bütünüyle serbest olduğunu, bunun umurunda olmadığını, ama kendisinin buraya evlenmesine engel olmak için geldiğini, bunu da hıncından değil, yalnızca canı öyle istediği için yapacağını, bunu "sırf sana kahkahalarla gülmek için, artık içimden kahkahalarla gülmek geldiği için" yapacağını söylüyordu.
En azından söyledikleri bu kadardı, ama kafasının içinde olanların hepsi bu kadar olmayabilirdi. Yeni Nastasya Filippovna kahkahalar atarken, içindeki her şeyi dışa vururken Afanasiy İvanoviç bu yeni durumu düşünüp kırık dökük düşüncelerini toparlamaya, bir düzene koymaya çalıştı. Bu da uzun sürmüş, neredeyse iki haftasını almıştı. Ama iki haftanın sonunda kararını vermişti. Sorun, Afanasiy İvanoviç'in o sıralar yaklaşık elli yaşında olmasıydı. Son derece saygın ve ciddi biriydi. Yüksek çevrelerde, toplum içinde eskiden beri önemli yeri vardı. En üst düzeyde dürüst bir insan olarak dünyada en çok değer verdiği şey huzuru ve rahatıydı. Bir ömür çalışarak böylesine kusursuz bir biçimde oluşturduğu bu düzeninin en küçük bir aksamayla, en küçük bir sarsıntıyla bozulmasına izin veremezdi. Öte yandan, Totskiy'in yaşam deneyimi, olayları derinlemesine gözlemleme gücü ona şimdi çok değişik bir insanla karşı karşıya olduğunu, bu insanın yalnızca gözdağı vermekle kalmayacağını, dediğini kesinlikle yapacağını ve en önemlisi de hiçbir şeyin karşısında durmayacağını, dahası dünyada hiçbir şeye değer vermediğini, öyle ki onun hiçbir şeyle yolundan çevrilemeyeceğini söylüyordu. Ortada bambaşka şeylerin olduğu aşikârdı. Sanki gönül işleriyle ilgili bir şeyler... Kime karşı ve niçin olduğunu kimsenin bilmediği, aşk romanlarında rastlanan cinsten, sınırları aşmış doyumsuz bir öfke, aşağılama... Sözün kısası, ciddi bir toplumda izin verilemeyecek, olabildiğince komik, ciddi her insanın karşılaşmayı kendisi için Tanrı'nın bir cezası sayacağı bir şeyler... Hiç kuşku yok ki, Totskiy'in toplum içindeki yeri, parasal gücü bu tatsızlıktan kurtulmak için küçük ve bütünüyle masum bir şeyler yapmaya yeterdi. Öte yandan, Nastasya Filippovna'nın bir kötülük, sözgelimi hukuksal anlamda bir kötülük yapacak durumda olmadığı da belliydi. Dişe dokunacak bir skandal da çıkaramazdı, çünkü o anda kolayca dışlanabilirdi. Ama bütün bunlar, böyle durumlarda çoğu kimsenin yaptığı gibi, Nastasya Filippovna'nın da sınırı aşmayacağı, aşırı davranışlarda bulunmayacağı düşünüldüğünde söz konusuydu. Totskiy'in gözlem gücü burada da onun işine yaramıştı: Nastasya Filippovna'nın hukuk yoluyla bir şey elde edemeyeceğini çok iyi bildiğini, aklında ve... ışıldayan gözlerinde bambaşka şeylerin olduğunu sezinlemişti. Hiçbir şeyi, en çok da kendini önemsemeyen Nastasya Filippovna (onun uzun zamandır kendini önemsemediğini kavrayabilmek için, Totskiy gibi son derece akıllı, sezgileri güçlü, kuşkucu bir sosyete insanı olmak gerekliydi) öylesine nefret ettiği insanı küçük düşürmek için kendini felakete sürüklemeyi, Sibirya'da kürek cezasına çarptırılmayı göze alabilirdi. Afanasiy İvanoviç biraz korkak, daha doğrusu son derece tutucu biri olduğunu hiçbir zaman gizlemezdi. Sözgelimi, evlenme töreninde onu öldüreceklerini veya buna benzer çok yakışıksız, gülünç, toplum içinde yadırganacak tatsız bir şeyin olacağını bilse elbette korkardı. Yalnız onu öldüreceklerinden, yaralayacaklarından, kanını akıtacaklarından, yüzüne tüküreceklerinden falan değil... olayın böylesine doğallıktan uzak, tatsız bir biçimde gelişmesinden korkardı. Bunun farkındaydı Nastasya Filippovna, ama şimdilik susuyordu. Onun her şeyi çok iyi bildiğinin, anladığının, dolayısıyla ona neyle vuracağını planladığının farkındaydı Afanasiy İvanoviç. Evlilik şimdilik yalnızca bir tasarı olduğu için içi rahattı Afanasiy İvanoviç'in ve bu nedenle Nastasya Filippovna'ya boyun eğmişti.
Bu kararı vermesine bir şeyin daha yardımı olmuştu: Yeni Nastasya Filippovna'nın yüzünden eskisine göre ne kadar değiştiğini kestirmek zordu. Eskiden hoş, sevimli bir küçük kızdı, şimdi ise... Totskiy ona dört yıl baktığı, ama bir şey göremediği için bağışlayamıyordu kendini. Evet, karşılıklı olarak iki tarafta da hem ruhsal, hem de fiziksel değişiklikler olacaktı elbette. Ama geçmişten hatırladığı bazı anlar da vardı Totskiy'in. Nastasya Filippovna'nın gözlerine baktığında kimi zaman değişik şeyler geldiği oluyordu aklına. Sözgelimi, sanki derin, gizemli bir şey vardı genç kızın bakışında. Bir şey sorar gibi bakıyordu onun yüzüne... Son iki yıldır Nastasya Filippovna'nın yüzünün rengindeki değişikliğe sık sık şaştığı oluyordu. Bembeyazdı yüzü ve tuhaftır, sanki daha da güzelleştirmişti onu bu. Gençlik yıllarında çok gezmiş tozmuş kibar her erkek gibi Totskiy de bu ölgün genç kızla yakınlığını yok pahasına elde etmiş olmasını başlangıçta pek önemsemiyordu, ama son zamanlarda bu görüşünden kuşku duymaya başlamıştı. Öte yandan, daha geçen ilkbaharda dolgun bir drahomayla Nastasya Filippovna'yı komşu ilde memur, aklı başında, dürüst biriyle evlendirmeyi düşünüyordu. (Ah, Nastasya Filippovna şimdi ne büyük bir dehşetle, hınçla gülüyordu onun bu düşüncesine!) Ama yeni Nastasya Filippovna'dan etkilenen Afanasiy İvanoviç şimdi yararlanabilirdi de ondan. Petersburg'a yerleştirip, lüks içinde yaşatmaya karar verdi onu. Böylece Nastasya Filippovna'nın çarpıcı güzelliğinin yardımıyla belirli çevrelerde kendi yerini sağlamlaştırabilir, etkili olabilirdi. Bu çevrelerdeki yeri öylesine önemliydi onun için.
Nastasya Filippovna'nı Petersburg'a yerleşmesinin üzerinden beş yıl geçmiş, elbette bu arada çok şey değişmişti. Afanasiy İvanoviç'in durumu kötüydü. En kötüsü de, bir kez korktuktan sonra bir türlü rahatlayamıyordu. Korkuyordu, ama neden korktuğunu da bilmiyordu. Düpedüz Nastasya Filippovna'dan korkuyordu. İlk iki yıl Nastasya Filippovna'nın onunla evlenmek istediğinden, ama aşırı gururundan sesini çıkarmadığından, ısrarla Afanasiy İvanoviç'in ona evlenme önerisinde bulunmasını beklediğinden kuşkulanıyordu. Tuhaf bir beklentiydi bu. Afanasiy İvanoviç surat asıyor, kara kara düşünüyordu. Büyük ve biraz da tatsız bir şaşkınlıkla (insan kalbi böyledir işte!) bir olay üzerine birden anladı ki, ona evlenme önerisinde bulunacak olsaydı bile, bu önerisi kabul edilmeyecekti. Uzun süre anlayamamıştı bunu. Yalnızca şöyle bir açıklaması olabileceğini düşünüyordu: "Gururu incinen bu inanılmaz kadın" çılgınlığı öylesine ileri götürebilirdi ki, rahat bir geleceğe konmaktansa, toplum içinde yükseklere çıkmaktansa, kendisine yapılan bu öneriyi geri çevirerek, karşısındakine duyduğu küçümsemeyi büyük bir hazla açığa vururdu. En kötüsüyse, Nastasya Filippovna'nın büyük üstünlük elde etmiş olmasıydı. Kendisine sunulan konforu, lüksü kabul etmiş olsa da, çeşitli olanaklara, çok büyük olanlarına bile başını çevirip bakmadı. Bununla birlikte, son derece sade bir yaşam sürdü ve bu beş yılda kenara hiç para koymadı. Afanasiy İvanoviç zincirlerini kırmak için çok tehlikeli bir adım atmayı göze almıştı: Kurnazlıkla, ustaca onu hoş tutmaya, prensler, atlı muhafız alayı subayları, elçilik sekreterleri, ozanlar, roman yazarları, hatta sosyalistlerin şahsında vücut bulmuş parlak ayartmalarla kandırmaya çalışmıştı... Ne var ki kalbinin yerinde bir taş varmış, duyguları temelli kurumuş, ölmüş gibi, hiçbirinin en küçük bir etkisi olmamıştı Nastasya Filippovna'nın üzerinde. Çoğunlukla yalnız yaşıyordu evinde, kitap okuyor, hatta bir şeyler öğrenmeye çalışıyor, bol bol müzik dinliyordu. Az insanla görüşüyordu. Daha çok birtakım yoksul insanlarla, sıradan memur karılarıyla, tanıdığı birkaç aktrisle, yaşlı birkaç kadınla görüşüyor, saygıdeğer bir öğretmenin kalabalık ailesini pek seviyor, bu ailede de onu çok seviyor ve onu büyük bir hazla evlerinde konuk ediyordu. Akşamları oldukça sıklıkla ziyaretçisi oluyordu, ama beş altı kişiden fazla değil. Totskiy çok sık ve düzenli olarak uğruyordu ona. Son zamanlarda General Yepançin zor da olsa tanışmıştı Nastasya Filippovna ile. O sıralar son derece kolaylıkla ve hiç zorluk çekmeden Ferdışçenko adında pek uygunsuz, çirkin davranışları olan, eğlence düşkünü, durmadan içen genç bir memur da tanışmıştı onunla. Ptitsın adında alçakgönüllü, düzgün tavırlı, temiz pak, yoksulluktan buralara gelmiş, tefecilik yapan bir genç tanıdığı daha vardı. Sonunda Gavrila Ardalionoviç de tanışmıştı onunla... Öyle ki tuhaf bir ün sahibi olmuştu Nastasya Filippovna: Güzelliği herkesin dilindeydi, ama hepsi o kadar. Hiç kimse hiçbir şeyle övünemezdi; hiç kimse hiçbir şey söyleyemezdi... Bu ünü, eğitimi, ince davranışları, zekâsı... bütün bunlar Afanasiy İvanoviç'in aklındaki planı güçlendiriyordu. General Yepançin'in bu olaya öylesine etkin ve olağanüstü katılışı da işte o sıralarda başladı.
Totskiy, kızlarından biriyle ilgili düşüncesini generale dostça açtığı konuşmasında ona son derece açıkyüreklilikle her şeyi de itiraf etmişti. Generale özgürlüğüne kavuşmak için hiçbir engelin karşısında duraklamamaya karar verdiğini, Nastasya Filippovna onu ileride bütünüyle özgür bırakacağına söz verse bile içinin rahat etmeyeceğini, sözcüklerin onun için yeterli olmadığını, tam garanti istediğini söylemişti. Karşılıklı konuşup birlikte hareket etmeye karar vermişlerdi. Önce en yumuşak yöntemleri kullanacaklar, Nastasya Filippovna'nın, nasıl demeli, "kalbinin en ince tellerine" dokunacaklardı. Birlikte onun evine gittiler ve Totskiy doğrudan durumunun berbat olduğunu anlatmaya başladı Nastasya Filippovna'ya: Bütün suçun kendisinde olduğunu söyledi. Başlangıçta Nastasya Filippovna için yaptıklarından pişman olmadığını, çünkü kendisinin bedensel hazlara düşkün, uslanmaz biri olduğu, kendini tutamadığını, ama şimdi evlenmek istediğini ve arzuladığı toplum içinde saygın bir evliliğinin büyük ölçüde Nastasya Filippovna'ya bağlı olduğunu, sözün kısası, her şeyi onun yüce gönüllülüğünden beklediğini söyledi. Arkasından, baba olarak General Yepançin konuşmaya başladı. Mantıklı konuşuyordu, duygululuktan kaçınıyordu. Afanasiy İvanoviç'in vereceği kararda Nastasya Filippovna'nın hakkı olduğunu bütünüyle kabul ettiğini hatırlattı; pek uysal bir tavırla, kızının, belki iki kızının da kaderinin şimdi onun elinde olduğunu anlattı. Nastasya Filippovna'nın "Benden özellikle istediğiniz nedir?" sorusuna Totskiy, biraz önceki aynı içtenliğiyle, beş yıl önce ondan bir kez korkmuş olduğunu, o korkusunu Nastasya Filippovna biriyle evleninceye kadar da üzerinden atamayacağını söyledi. Hemen arkasından da, bunun kendisince bazı nedenleri olmasaydı, Nastasya Filippovna'dan böyle bir şeyi istemesinin gerçekte çok saçma olacağını ekledi. Totskiy, çok iyi ve saygın bir aileden olan, Nastasya Filippovna'nın da tanıdığı ve evinde konuk ettiği genç Gavrila Ardalionoviç İvolgin'in onu eskiden beri büyük bir tutkuyla sevdiğini fark etmişti ve sırf onun sempatisini kazanma umuduna karşılık ömrünün yarısını vermeye kuşkusuz hazır olduğunu çok iyi biliyordu. Afanasiy İvanoviç'e bunu büyük bir içtenlikle Gavrila Ardalionoviç kendi itiraf etmişti. Ayrıca onun bu duygusundan, ona her konuda yardımcı olan İvan Fyodoroviç'in de haberi olduğunu eklemişti. Nihayet, Afanasiy İvanoviç yanılmıyorduysa, gencin bu sevgisinden Nastasya Filippovna da uzun zamandır haberdardı ve Afanasiy İvanoviç, Nastasya Filippovna'nın bu sevgiye hoşgörüyle baktığını sanıyordu. Kuşkusuz, bu konuda konuşmak en çok Afanasiy İvanoviç için zordu. Ama Nastasya Filippovna onda, yani Totskiy'de bencillikten, kendi kaderini belirlemek isteğinden başka, biraz da ona karşı iyi duygular olduğunu kabul edecek olsaydı, Afanasiy İvanoviç'in uzun zamandır onun yalnızlığını üzülerek izlediğini de fark ederdi. Ayrıca bu yalnızlıkta sadece belirsiz bir karanlık olduğunu fark etmeli, sevgiyle dolu mutlu bir yaşamın doğabileceğine inançsızlığı bırakıp mutlu bir aile için yepyeni bir amacın peşinden gitmeliydi. Parlak yeteneklerinin yok oluşuna, kendi hüznüne bile isteye seyirci kalmak, bir parça romantizmdi ve sağlıklı bir akla da, Nastasya Filippovna'nın soylu yüreğine de ters düşen bir şeydi. Afanasiy İvanoviç burada kendisinin bir şey söylemesinin başkalarına oranla daha zor olduğunu tekrarladıktan sonra, Nastasya Filippovna'nın geleceğini içtenlikle düşünerek ona yetmiş beş bin ruble önermeyi arzuladığını açıklarsa Nastasya Filippovna'nın onu aşağılamayacağını ummaktan kendini alamadığını sözlerine ekledi. Arkasından, bu yetmiş beş rublenin vasiyetnamesinde Nastasya Filippovna için ayrıldığını söyledi; kısacası, bunun hiç de bir ödül olmadığını açıkladı... hem kendisi de iyi, soylu duyguları olan biriydi ve vicdanını rahatlatmak gibi gayet insani bir arzusunun olması da mazur görülebilirdi vb., yani böyle bir durumda söylenebilecek her şeyi söyledi. Afanasiy İvanoviç böyle heyecanla uzun uzun konuşurken, bu arada o yetmiş beş bin rubleden ilk kez burada söz ettiğini, o güne kadar bundan, şu anda yanlarında oturan İvan Fyodoroviç'in bile haberi olmadığını, yani bunu hiç kimsenin bilmediğini de eklemişti.
Nastasya Filippovna'nın cevabı iki dostu şaşırtmıştı. Aklına geldiğinde Totskiy'in sırtından soğuk terler boşanmasına neden olan o eski alaycılığı, eski düşmanca ve nefret dolu tavrı, kahkahaları yoktu şimdi konuşmasında. Tersine, sonunda birisiyle açıkyüreklilikle ve dostça konuşabildiğine seviniyor gibiydi. Uzun zamandır Totskiy'e dostça akıl danışmak istediğini, ama gururunun buna engel olduğunu, şimdiyse aradaki buzlar eridikten sonra bundan daha iyisinin olamayacağını itiraf etti. Önce hüzünlü bir gülümseyişle, daha sonra neşeyle, kahkahalar atarak eski soğuk rüzgârların aralarında bir daha kesinlikle esmeyeceğini, dünyaya bakışının artık çok değiştiğini, kalbi değişmemiş olsa da yaşamda olup bitmiş birçok şeyi kabullenmek zorunda kaldığını; olanın olduğunu, geçmişin geçmişte kaldığını, hatta Afanasiy İvanoviç'in o korkusunu üzerinden hâlâ atamamış olmasını yadırgadığını itiraf etti. Sonra İvan Fyodoroviç'e döndü ve son derece saygılı bir tavırla, onun kızlarından söz edildiğini çok duyduğunu ve uzun zamandır onlara derin bir saygı beslediğini söyledi. Küçük de olsa onlar için yararlı bir şey yapabilmenin yalnızca düşüncesinin bile ona büyük mutluluk ve gurur vereceğini ekledi. Şimdi ağır, sıkıcı, çok sıkıcı bir yaşam sürdüğü doğruymuş. Afanasiy İvanoviç onun hayallerini iyi sezinlemişti. Aşkta olmasa da, bir aile içinde yeni bir amaç edinip yeniden doğmak istiyormuş. Ama Gavrila Ardalionoviç'le ilgi hemen hiçbir şey söyleyemezmiş. Gavrila Ardalionoviç'in onu sevdiği belliymiş, onun kişiliğine ve bağlılığına inanabilecek olsa, kendisinin de onu sevebileceğini hissediyormuş. Ama sevgisinde içten, hatta dürüst olsa bile, henüz çok gençmiş Gavrila Ardalionoviç. Bu yüzden karar vermek kolay değilmiş. Bununla birlikte en çok hoşlandığı yanı, onun çalışması, bir şeyler yapması, bütün aileye tek başına bakmasıymış. Onun çalışkan, kişilik sahibi biri olduğunu, mesleğinde ilerlemek, kendini göstermek istediğini çok duymuş. Ayrıca Gavrila Ardalionoviç'in annesi Nina Aleksandrovna İvolgina'nın çok iyi, çok saygın bir kadın; kız kardeşi Varvara Ardalionovna'nın ise harika, cıvıl cıvıl bir kız olduğunu da duymuş. Kız kardeşi ile ilgili çok şey anlatmış ona Ptitsın. Uğradıkları felakete bütün ailenin cesaretle göğüs gerdiğini de duymuştu. Onlarla tanışmayı çok isterdi, ama bir sorun vardı ortada: Aralarına severek alırlar mıydı onu? Aslında bu evliliğe hiç de karşı değilmiş, ama daha çok düşünmesi gerekiyormuş. Onu sıkıştırmamalarını istermiş. Yetmiş beş bin rubleye gelince, Afanasiy İvanoviç bunu açıklamak için boşuna öyle zorlamış kendini. Paranın ne kadar değerli olduğunu bilirmiş, elbette alacakmış bu parayı. Bundan yalnızca Gavrila Ardalionoviç'e değil, generale bile söz etmemekle gösterdiği inceliğinden ötürü minnettarmış Afanasiy İvanoviç'e. Peki ama, daha önce neden söylememiş bunu ona? Onların ailesine girerken bu parayı almaktan hiç de utanması gerekmiyormuş. Ne olursa olsun, hiç kimseden hiçbir şey için özür dilemek niyetinde değilmiş ve herkesin bunu bilmesini istiyormuş. Gavrila Ardalionoviç'in de, ailesinin de kendisiyle ilgili gizli herhangi bir düşüncelerinin olmadığına inanmadığı sürece Gavrila Ardalionoviç'le evlenmeyecekmiş. Öte yandan kendisinin hiçbir konuda suçlu olduğunu düşünmüyormuş. Onun bütün bu beş yıl süresince Petersburg'da nasıl yaşadığını, Afanasiy İvanoviç'le arasındaki ilişkinin ne olduğunu, ne kadar bir birikimi olduğunu Gavrila Ardalionoviç'in bilmesi iyi olurmuş. Ve nihayet, şimdi yetmiş beş bin rubleyi alıyorduysa, bu onun hiçbir suçu olmadan kırılan genç kızlık gururunun bedeli değil, düpedüz, berbat edilmiş yaşamının karşılığıymış.
Nastasya Filippovna bütün bunları söylerken sonunda öylesine coşmuş, heyecanlanmıştı ki, (son derece doğaldı da bu) General Yepançin pek mutlu olmuş, olayın bittiğini düşün-müştü. Ne var ki bir kez korkmuş olan Totskiy kulaklarına inanamıyordu ve bu çiçek demetinin içinde bir yılan var mı diye uzun süre endişe etmişti. Ama görüşmeler başlamıştı artık. İki arkadaşın manevralarının tümünün dayandığı nokta, özellikle Nastasya Filippovna'nın Gavrila'ya duyduğu ilgi yavaş yavaş açığa çıkıyor, doğrulanıyordu; öyle ki Totskiy bile başarıya ulaşabileceklerine inanmaya başlamıştı. Bu arada Nastasya Filippovna Gavrila Ardalionoviç'le de konuşmuştu. Sözcükler Nastasya Filippovna'nın gururuna dokunuyormuş gibi, çok kısa sürmüştü konuşmaları. Nastasya Filippovna, Gavrila'nın onu sevmesine sesini çıkarmamış, ama ısrarla bu konuda kendini sıkmayacağını, düğüne kadar (eğer düğün olacaksa) son saatte bile olsa, "hayır" deme hakkını saklı tutacağını, aynı hakkı Gavrila'ya da tanıdığını açıklamıştı. Çok geçmeden bir rastlantı sonucu Gavrila, aile içinde olaylara neden olan bu evliliğe ve kişi olarak Nastasya Filippovna'ya bütün ailesinin karşı olduğundan Nastasya Filippovna'nın ayrıntılarıyla haberdar olduğunu öğrenmişti. Oysa Gavrila, Nastasya Filippovna'nın onunla konuşmasını her gün beklemesine karşın, Nastasya Filippovna bu konuyu hiç açmamıştı. Ne var ki bu evliliğin, görüşmelerin neden olduğu olaylarla, durumlarla ilgili daha çok şey söylenebilirdi. Oysa bu arada biz olaylardan bazıları belirsiz söylentiler olarak kalmış olsa da birçok şeyin sırasını atlayıp oldukça ilerilere gittik. Örneğin Totskiy, nereden duymuşsa, sözde Nastasya Filippovna'nın Yepançinler'in kızlarıyla belirsiz, gizli bir ilişkiye girdiğini öğrenmiş. Oysa aslı astarı yoktu bu söylentinin. Sonra başka bir söylentiye ister istemez inanmış ve dehşete düşmüştü: Sözüne inandığı birinden Gavrila'nın Nastasya Filippovna ile yalnızca parası için evlenmeyi düşündüğünü, Gavrila'nın kötü niyetli, açgözlü, çekilmez, kıskanç, kendini akıl almaz derecede beğenen biri olduğunu Nastasya Filippovna'nın sözde çok iyi bildiğini duymuştu. Yine sözüne güvendiği o kişiden duyduğuna göre, daha önce Nastasya Filippovna'yı etkilemeye, onu büyük bir tutkuyla elde etmeye çok çalışmış olmasına karşın, iki dostun iki yanda da başlayan tutkuyu kendi çıkarlarına kullanmaya kalkışmaları, Nastasya Filippovna'yı Gavrila'ya karı olarak satarak onu satın almaya kalkışmaları üzerine, sözde Nastasya Filippovna'dan nefret ediyormuş Gavrila. Sözde onun ruhunda nefretle tutku tuhaf bir biçimde bir arada bulunuyormuş ve nihayet, yine onun deyimiyle, o "iğrenç kadınla" evlenmeye karar vermiş olmasına karşın, için için sonra ondan intikamını almaya yeminler ediyormuş. Sözde bütün bunları biliyormuş Nastasya Filippovna ve kendi kendine bir şeyler hazırlıyormuş. Totskiy öylesine büyük bir korku içindeydi ki, huzursuzluğunu Yepançin'e bile açmıyordu artık. Ama her zayıf yaradılışlı insan gibi, onun da cesaretini birden toparladığı anlar oluyordu. Sözgelimi, Nastasya Filippovna iki dosta doğum gününde son kararını açıklayacağına söz verdiğinde bütün korkusu geçmiş, kendini toparlamıştı. Ayrıca en tuhaf, en inanılmaz söylenti de heyhat! saygıdeğer İvan Fyodoroviç'le ilgili, bir zaman sonra gerçek olduğu anlaşılan söylentiydi.
İlk bakışta her şey tam anlamıyla akıl almaz, tuhaftı. Son derece zeki, toplum içinde üstün bir yeri olan, vb. vb... saygıdeğer İvan Fyodoroviç'in o yaşta kendini Nastasya Filippovna'ya kaptırmasına (hem de neredeyse tutkuyla kaptırmasına) inanmak çok zordu. Onun bu konuda beklentisini, hatta Gavrila'ya yardımcı olmasının nedenini anlamak çok zordu. Totskiy, Gavrila ile general arasında sessiz bir anlaşma olmasından kuşkulanıyordu. Ne var ki bilindiği gibi, kendini tutkuya fazlasıyla kaptırmış bir insan, hele bir de yaşlı ise, tam anlamıyla kör olur, ortada umutlanabileceği bir şey yokken, umutlanmaya hazırdır. Ayrıca sağduyusunu yitirir, alnında yedi kat kırışık olmasına karşın, aptal bir çocuk gibi davranır. Generalin doğum günü hediyesi olarak Nastasya Filippovna'ya çok pahalı bir inci kolye hazırladığı; Nastasya Filippovna'nın pahalı şeylere pek değer vermediğini bilmesine karşın, generalin bu hediyeyi pek önemsediği biliniyordu. Nastasya Filippovna'nın doğum gününden bir gün önce, belli etmiyordu ama, sıtma nöbetine yakalanmış gibiydi general. Bu inci kolye olayı generalin eşinin kulağına kadar gitmişti. Evet, Lizaveta Prokofyevna çok eskiden beri biliyordu kocasının uçarılığını. Bir ölçüde alışmıştı bile buna. Gelgelelim, bu kadarı da olmazdı artık: İnci kolye söylentisi çok ilgilendiriyordu onu. Lizaveta Prokofyevna bu kolyeyle ilgili düşündüklerini kocasına birkaç sözcükle çıtlatmıştı da. General, karısının onunla açıkça konuşacağını hissediyor, korkuyla bunu bekliyordu. Öykümüze başladığımız o sabah da sıcak aile ortamında kahvaltı yapmayı hiç istememesinin nedeni buydu işte. Prens gelmeden önce de işi olduğunu, kurtulmayı düşünüyordu. Kurtulmak, general için kimi zaman düpedüz kaçmak anlamına gelirdi. Şimdi onun tek istediği o günü, daha önemlisi de akşamı bir tatsızlık çıkmadan atlatmaktı. İşte öyle bir anda da prens çıkagelmişti. Karısının yanına girerken "Tanrı gönderdi onu sanki!" diye düşünüyordu.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top