II
II
İppolit beş gün önce taşınmıştı Ptitsın'ın evine. Son derece doğal gerçekleşmişti bu. Prensle aralarında herhangi bir özel konuşma veya fikir ayrılığı gibi bir şey olmamıştı. Tartışmadıkları gibi, sanki dostça ayrılmışlardı hatta. O akşam İppolit'e öylesine düşmanca davranan Gavrila Ardalionoviç iki gün sonra, birden aklına ne geldiyse, onu ziyarete gitmişti. Nedense Rogojin de gidip gelmeye başlamıştı hastayı görmeye. Prens ilk günlerde başka bir eve taşınmasının "zavallı çocuk" için çok daha iyi olacağını sanıyordu. Prensin evinden ayrılırken şöyle demişti İppolit: "Çok iyi yürekli Ptitsın evinde bir köşe veriyor bana." Onu eve almaları için ısrar edenin Gavrila olmasına karşın, sanki özellikle, Gavrila'nın yanına taşınacağından kesinlikle söz etmemişti. Gavrila buna gücense de içine atmıştı.
Kız kardeşine hastanın durumunun düzeldiğini söylerken haklıydı Gavrila. Gerçekten de İppolit eskisine oranla biraz daha iyiydi şimdi ve bu ilk bakışta anlaşılıyordu. En arkada, acele etmeden, dudaklarında alaycı, pis bir gülümsemeyle girmişti odaya. Nina Aleksandrovna pek ürkek görünüyordu. (Bu son altı ay içinde hayli zayıflamıştı. Kızını kocaya verdikten sonra onun yanına taşınmış, çocuklarının işine karışmaz olmuştu.) Kolya telaşlı, ne yapacağını bilmez haldeydi; evin içindeki bu yeni karışıklığın asıl nedenlerini elbette bilmese de, kendi deyimiyle "generalin çılgınlıkları"ndan pek bir şey anlamıyordu. Ama çok iyi anladığı bir şey vardı: Babası her yerde, her saat öylesine saçmalıyordu, birden öylesine değişmişti ki, sanki eski babası gitmiş, yerine başka biri gelmişti. Ayrıca bir de ihtiyarın üç gündür ağzına damla içki koymaması endişelendiriyordu onu. Lebedev ve prensle arasının olmadığını, hatta onlarla tartıştığını da biliyordu. Kolya kendi parasıyla aldığı yarım litrelik bir votka şişesiyle yeni gelmişti eve. Annesi Nina Aleksandrovna'yı üst kattan beri ikna etmeye çalışıyordu.
— Gerçekten anneciğim... inan, içsin daha iyi... İşte üç gündür ağzına bir damla koymadı. Baksana, hiç tadı yok. İnan, içse daha iyi olacak... Borçlular cezaevindeyken de götürüyordum ona...
General ardına kadar açtı kapıyı, eşikte durdu. Öfkeden titriyordu. Ptitsın'a doğru gök gürültüsü gibi gürledi:
— Sayın bayım! Hükümdarına yıllarca hizmet etmiş saygın bir ihtiyara, babanıza, yani hiç değilse karınızın babasına bir süt çocuğunu, bir tanrıtanımazı tercih edecekseniz bir daha adımımı atmam buraya, evinizde göremezsiniz beni. Kararınızı verin bayım, hemen şimdi verir kararınızı... Ya ben, ya şu... vida! Evet vida! Farkına varmadan söyledim ama iyi oldu! Vida gibi delip giriyor ruhuma çünkü, hem en küçük bir saygı duymadan... vida gibi!
İppolit atıldı öteden:
— Tirbuşon olmasın? dedi.
— Hayır, tirbuşon gibi değil! Karşındaki bir general senin, şişe değil. Nişanlar, madalyalar almış bir insanım ben... sen ise bir sıfırsın! (Öfkeyle Ptitsın'a döndü, yine bağırdı:) Ya o, ya ben! Kararınızı verin bayım, şimdi, hemen şimdi, şu anda!
O arada Kolya bir sandalyeye getirdi ona. İhtiyar neredeyse bitkin, çöktü sandalyeye.
Ptitsın şaşkın bir durumdaydı.
— Biraz yatıp... uyusaydınız, diyecek oldu.
Gavrila kız kardeşine alçak sesle,
— Bir de gözdağı veriyor! dedi.
— Uyumak ha! diye bağırdı general. Sarhoş değilim ben sayın bayım! Hakaret ediyorsunuz bana. (Tekrar ayağa kalkıp konuşmasını sürdürdü:) Farkındayım, farkındayım, burada herkes bana karşı. Herkes, herkes. Yeter artık! Gidiyorum... Ama bilesiniz ki sayın bayım, bilesiniz ki...
Sözünün sonunu getirmesine izin vermediler. Sakinleşmesi için yalvarmaya başladılar ona. Gavrila öfkeyle bir köşeye çekilmişti. Nina Aleksandrovna titriyor, ağlıyordu.
İppolit sırıtarak haykırdı:
— Ne yapmışım ben kendisine? Neyimden yakınıyor?
Birden söze karıştı Nina Aleksandrovna:
— Daha ne yapacaktınız? Ayıp sizin bu yaptığınız... zavallı bir ihtiyara vicdansızca acı çektiriyorsunuz... hem bu durumunuzda!
— Önce durumumda ne varmış hanımefendi? Size saygım büyüktür, özellikle size efendim, yalnız...
— Vida işte! diye haykırdı general. Döne döne ruhumu, kalbimi deliyor! Benim de tanrıtanımaz olmamı istiyor! Şunu bil ki süt kuzusu, sen daha doğmamıştın, benim bir sürü nişanım, madalyam vardı... Oysa sen kıskançlıktan çatlayıp ikiye bölünmüş, durmadan öksüren... çekememezlikten, inançsızlıktan ölmek üzere bir solucansın... Gavrila neden buraya getirdi ki seni? Herkes bana karşı, yabancılardan oğluma varana kadar herkes!
Öteden bağırdı Gavrila:
— Yeter artık, trajediye çevirdiniz olayı! Bütün kente rezil etmeseydiniz bizi olmaz mıydı?
— Nasıl? Ben mi rezil etmişim seni süt kuzusu? Seni ha? Benim yaptıklarım ancak onur verir sana, utanç değil!
Ayağa fırlamıştı ihtiyar, bu kez tutamamışlardı onu. Ama Gavrila Ardalionoviç çileden çıkmış gibiydi. Büyük bir öfkeyle bağırdı:
— Onurdan söz edene bakın!
General hışımla ona doğru birkaç adım atıp, yüzü bembeyaz, gürledi:
— Ne dedin sen?
— Ağzımı açarsam... diye bağırdı Gavrila, ama gerisini getirmedi.
İkisi de son derece sinirli, birbirinin karşısına dikilmiş, öyle duruyorlardı. Özellikle Gavrila çok sinirliydi.
Nina Aleksandrovna oğlunun yanına koşup,
— Ne yapıyorsun Gavrila? dedi.
Öfkeyle araya girdi Varvara:
— Saçmalamaya başladınız! (Annesinin kolundan tuttu.) Gel sen anneciğim.
Gavrila trajik bir tavırla,
— Anneme dua et, onun için bir şey söylemiyorum sana, susuyorum, dedi.
General iyice çileden çıkmış gibi, büyük bir öfkeyle,
— Söyle! diye gürledi. Söylemezsen lanetliyorum seni, söyle!..
— Çok korkardım sanki beni lanetlemenizden! Peki, bugün, sekizinci gündür, ortalarda deli gibi dolaşmanızın suçlusu kim? Sekizinci gündür diyorum, farkında mısınız? Gününü bile biliyorum... Dikkatli olun, sabrımı taşırmayın! Her şeyi dökerim ortaya... Dün Yepançinler'de ne işiniz vardı? Saçı sakalı ağarmış ihtiyara bakın hele, sözde aile babası... Pek güzel!
Kolya,
— Kes artık Gavrila! diye bağırdı. Sus, aptal şey!
İppolit aynı alaycı tavrıyla ısrar ediyordu:
— Ne yaptım ben ona, ne yaptım da gücendi? Neden vida diyor bana? Duydunuz, değil mi, vida diyor! Üstüme gelen kendisi. Demin yanıma geldi, Yüzbaşı Yeropegov diye birisinden söz etmeye başladı. Sizin sohbetinizden hoşlanmıyorum general. Biliyorsunuz, daha önce de uzak duruyordum sizden. Umurumda değil sizin Yüzbaşı Yeropegov'unuz, bunu bilmiyor musunuz? Yüzbaşı Yeropegov'unuzun hikâyeleri dinlemek için taşınmadım ben buraya. Açıkça söyledim kendisine bunu, belki Yüzbaşı Yeropegov diye biri hiç yoktur dedim. Kıyameti kopardı...
Gavrila kesip attı:
— Elbette yoktur!
Bu arada general aptallaşmış gibiydi, anlamsız anlamsız çevresine bakınıyordu. Oğlunun sözlerindeki olağanüstü açıklık zaten çarpmıştı onu. İlk anda söyleyecek bir şey bulamamıştı bile. Ama ne zaman ki Gavrila'nın söyledikleri üzerine İppolit kahkahayla gülmeye başlayıp "Gördünüz mü işte, kendi oğlunuz da Yüzbaşı Yeropegov diye biri yoktur diyor!" dedi, iyice şaşırdı ihtiyar:
— Kapitan değil Kapiton... Kapiton... Emekli yarbay Kapiton Yeropegov... Kapiton.
Gavrila artık iyice sinirlenmişti.
— Hayır, Kapiton diye biri de yok, diye bağırdı.
— Neden... neden yokmuş? diye mırıldandı general.
Yüzü kıpkırmızı olmuştu.
Ptitsın ile Kolya ortalığı yatıştırmaya çalışıyorlardı:
— Kes sesini Gavrila!
Kolya ile Ptitsın'ın onu savunmaları kendine getirdi generali. Gözdağı verircesine bağırdı Gavrila'ya:
— Neden yokmuş? Neden öyle biri yokmuş?
— Yoktu da ondan... Yoktu öyle biri, olamaz da! İşte o kadar! Kapatın bu konuyu artık diyorum size!
— Bu da benim oğlum işte... öz oğlum, elimde... aman Tanrım! Yeropegov, Yeroşka Yeropegov yokmuş!
Taşı gediğine koydu İppolit:
— Bir Yeroşka diyor, bir Kapitoşka...
— Yeroşka değil bayım, Kapitoşka, Kapitoşka!.. Kapiton, Kapitan Alekseyeviç... yani (yüzbaşı değil) Yarbay Kapiton... emekli... Marya ile evli... Marya Petrovna Su... Su... Sutugova'yla... Askeri okuldan arkadaşım olur kendisi. Onun için kanımı döktüm... göğsümü siper ettim ona... yine de vuruldu. Kapitoşka Yeropegov diye biri yokmuş ha! Öyle biri olmamış ha!
Büyük bir hırsla bağırarak konuşuyordu general. Ama anlatmak istediği başka, bağırdığı şey başkaydı sanki. Doğrusu, başka zaman olsa Kapiton Yeropegov'un gerçekten olmadığı üzerine çok daha kırıcı sözlere katlanır, kuşkusuz bağırıp çağırır, olay çıkarır, kendini kaybeder, ama sonunda yine de yatıp uyumak için üst kata odasına çıkardı. Oysa şimdi (insan kalbinin tuhaflığı yüzünden) Yeropegov'un varlığından kuşku duyulması gibi bir hakarete uğraması bardağı taşıran son damla olmuştu. Mosmor olmuştu ihtiyarın yüzü, kollarını havaya kaldırıp avazı çıktığınca bağırdı:
— Yeter! Lanetliyorum... Gideceğim bu evden! Kolya, bavulumu getir, gidiyorum... buradan!
Çabuk adımlarla, son derece öfkeli çıktı odadan. Nina Aleksandrovna, Kolya, Ptitsın arkasından koştular.
Varvara ağabeyine döndü.
— Yaptığını beğendin mi? Belki yine oraya gidecek. Rezalet ki, ne rezalet!
Gavrila öfkeden tıkanacak gibi bağırdı:
— O da hırsızlık yapmasaydı! (O anda birden İppolit'le göz göze geldi. Neredeyse öfkeden titreyerek bağırmayı sürdürdü:) Size gelince bayım, başka birinin evinde olduğunuzu ve... buradaki insanların konukseverliğinden yararlandığınızı, zaten yarım akıllı olduğu belli ihtiyarı sinirlendirmemeniz gerektiğini unutmamalıydınız...
İppolit bir an öfkelenir gibi olduysa da hemen toparladı kendini. Sakin bir tavırla karşılık verdi:
— Babanızın yarım akıllı olduğuna katılmıyorum. İnanın, ben tam tersini, hatta son zamanlarda daha çok akıllandığını düşünüyorum. İnanmıyor musunuz bana? Pek dikkatli, kuşkulu konuşmaya başladı çünkü, her şeyi sorup soruşturuyor, her söyleyeceğini tartıp biçiyor... Şu Kapitoşka konusunu da belli bir amaçla açtı. Düşünebiliyor musunuz, beni yoklamak istedi ve...
Gavrila birden yükseltti sesini:
— Aman! Sizinle ilgili ne amacı varsa var, beni ilgilendirmiyor! Rica ederim, benimle oyun oynamayın bayım! İhtiyarın neden bu durumda olduğunu biliyorsanız (son beş gündür laf taşıyıp durdunuz, demek bir şeyler biliyorsunuz), zavallıyı sinirlendirmemeniz, olayı abartarak annemi üzmemeniz gerekirdi... Çünkü bütün bunlar saçmalıktan başka bir şey değil, yalnızca sarhoş uydurmaları, o kadar... üstelik hiçbiri de kanıtlanmış değil... hem benim gözümde hiçbirinin şu kadar değeri yok... Ama yoo, sizin ortalığı karıştırmanız, casusluk yapmanız gerek, çünkü siz... siz...
Gülümsedi İppolit.
— Bir vidayım...
— Çünkü aşağılığın tekisiniz, yarım saat işkence ettiniz insanlara... Dolu olmayan silahınızla kendinizi öldüreceğinizi söyleyerek korkutmak istediniz onları. Utanmadan oyun oynadınız, intihar edecekmiş gibi numara yaptınız... iki ayaklı iğrenç yaratık. Konukseverlik gösterdim size, şişmanladınız burada, öksürüğünüz azaldı ve karşılığını böyle verdiniz...
— İzin verirseniz, iki sözcük söyleyeceğim efendim. Burada sizin değil, Varvara Ardalionovna'nın konuğuyum ben. Hiç de konukseverlik göstermediniz bana, hiç... Ayrıca bana sorarsanız, asıl siz Bay Ptitsın'ın konukseverliğinden yararlanıyorsunuz. Dört gün önce anneme Pavlovsk'ta bana bir ev kiralamasını, kendisinin de buraya taşınmasını söyledim. Çünkü şişmanladığım falan yoksa da ve hâlâ öksürüyorsam da, burada kendimi daha iyi hissediyorum. Dün akşam haber yolladı bana annem, daire hazırmış, size şunu söyleyeyim ki, annenize ve kız kardeşinize teşekkürlerimi bildirdikten sonra evimize geçeceğim. Dün akşam kararımı verdim. Bağışlayın, sözünüzü kestim. Sanırım, daha bir şeyler söyleyecektiniz.
Titremeye başladı Gavrila,
— O! Öyleyse... dedi.
İppolit biraz önce generalin oturduğu sandalyeye son derece sakin bir tavırla otururken,
— Öyleyse izin verin oturayım, diye ekledi. Ne de olsa hastayım... Evet, şimdi dinlemeye hazırım sizi. Nasıl olsa sizinle son konuşmamız bu, hatta belki son görüşmemiz de...
Birden içi burkuldu Gavrila'nın.
— İnanın, sizinle hesaplaşacak kadar küçülmeyeceğim. Eğer siz de...
İppolit sözünü kesti Gavrila'nın:
— Benimle çok yukarıdan konuşuyorsunuz. Buraya taşındığım ilk gün kendime söz vermiştim: Sizinle vedalaşırken içimde birikmiş her şeyi size olanca açıklığıyla dökmek zevkinden kendimi yoksun bırakmayacaktım. Bu sözümü özellikle şu anda yerine getirmek istiyorum. Ama elbette sizden sonra.
— Bense sizin bu odayı terk etmenizi istiyorum.
— Konuşursanız iyi edersiniz, konuşmadığınız için sonra pişman olacaksınız çünkü.
— Kesin artık İppolit! dedi Varvara. Bütün bunlar çok ayıp, rica ediyorum, susun!
İppolit ayağa kalkarken,
— Yanımızda bir kadın var diye mi? dedi. İzninizle Varvara Ardalionovna, sizin için kısa kesmeye hazırım, ama yalnızca kısa keserim, o kadar. Çünkü ağabeyinizle benim aramda bazı şeylerin açıklanması zorunludur ve arkamda bilinmezlikler bırakarak buradan gitmeye kesinlikle razı olamam.
— Düpedüz bir dedikoducusunuz siz! diye bağırdı Gavrila. Sırf bunun için dedikodu etmeden ayrılamıyorsunuz buradan!
İppolit soğukkanlılıkla,
— Görüyorsunuz işte, tutamadınız kendinizi, dedi. İnanın, konuşmadığınıza çok pişman olacaksınız. Bir kez daha bırakıyorum size sözü. Bekliyorum...
Gavrila Ardalionoviç susuyor, küçümser bir tavırla bakıyordu İppolit'e.
— İstemiyorsunuz demek. Kararınızdan dönmeyeceksiniz. Kendi açımdan ben de elimden geldiğince kısa keseceğim. Bugün iki üç kez burada gördüğüm konukseverlik konusunda sitem edildi bana. Haksızlıktı bu. Beni buraya davet etmekle ağınıza düşürdünüz beni. Prensten intikam almak isteyeceğimi düşünüyordunuz. Aglaya İvanovna'nın bana yakınlık gösterdiğini, itiraflarımı okuduğunu duymuştunuz. Nedense kendimi sizin çıkarlarınıza bırakacağımı hesaplayarak, işinize yarayacağımı umuyordunuz. Daha açık konuşmayacağım! Sizin bir şeyleri itiraf etmenizi de, söylediklerimi doğrulamanızı da istemeyeceğim. Sizi vicdanınızla baş başa bırakmak, şimdi birbirimizi anlıyor olmamız yeter bana.
Bağırdı Varvara:
— Son derece olağan bir olaydan Tanrı bilir, neler çıkarıyorsunuz!
Gavrila mırıldandı:
— Söyledim sana: "Dedikoducudur."
— İzninizle devam ediyorum Varvara Ardalionovna. Elbette prensi sevemem de, kendisine saygı da duyamam. Gerçi... komik biridir, ama kesinlikle iyi biridir. Gelgelelim, ondan nefret etmem için herhangi bir neden yok. Ağabeyiniz beni prense karşı kışkırtırken hiç renk vermedim. İşin sonunda gülenin ben olacağımı biliyordum çünkü. Ağabeyinizin ağzından bir şeyler kaçıracağından, büyük açıklar vereceğinden kuşkum yoktu. Beklediğim gibi de oldu... Şimdi hoş görmeye hazırım onu, ama yalnızca size olan saygımdan dolayı Varvara Ardalionovna. Ne var ki benim öyle kolay kolay oyuna gelmeyeceğimi söyledikten sonra, ağabeyinizi kendi gözünde aptal durumuna düşürmeyi neden o kadar çok istediğimi de açıklayacağım size. Şunu bilin ki, hıncımdan yaptım bunu, açıkça itiraf ediyorum... Ölmeden önce (her ne kadar şişmanladığımı söyleseniz de yakında öleceğim, biliyorum bunu), evet, ölmeden önce, saygıdeğer ağabeyinizin önde gelen üyelerinden biri olduğu, hayat boyu bana çektiren ve ömrümce nefret ettiğim çok kalabalık bir insan grubundan birini olsun aptal durumuna düşürürsem, cennete çok daha sakin gideceğimi düşünüyorum. Gavrila Ardalionoviç, sırf şunun için nefret ediyorum sizden (belki şaşıracaksınız buna), evet, sırf şunun için nefret ediyorum sizden: En küstah, en kendini beğenmiş, en adi, en iğrenç sıradanlığın doruktaki temsilcisi, vücuda gelmiş halisiniz! Sıradanlığınız, kendinden en küçük kuşkusu olmayan bir sıradanlık sizinki, Olympos tanrılarınınki kadar serinkanlı ve kendini beğenmiş bir sıradanlık. Sıradanın da sıradanısınız! Kafanızda da, kalbinizde de kendinize ait tek bir düşünce yok ve asla da olamaz. Ayrıca alabildiğine kıskançsınız, büyük bir deha olduğunuza inanıyorsunuz, ne var ki karanlık bazı anlarınızda yine de kuşkunun ziyaret ettiği oluyor sizi, kızıp köpürüyorsunuz, kıskanıyorsunuz... Ah! Ufkunuzda kara noktalar var şu anda, yakında tam anlamıyla aptallaştığınızda kaybolacaklar. Ama yine de hoş diyemeyeceğim uzun, karmaşık bir yol var önünüzde ki seviniyorum buna... Şimdiden söylüyorum size, o kadını elde edemeyeceksiniz...
— Dayanılmaz bu kadarına! diye bağırdı Varvara. Kesecek misiniz artık, iğrenç yaratık!
Gavrila'nın yüzünde renk kalmamıştı. Susuyordu. İppolit durdu, büyük bir zevkle baktı Gavrila'nın yüzüne, sonra bakışını Varvara'ya çevirdi, gülümsedi, öne eğilip selam verdikten sonra tek sözcük söylemeden çıktı.
Gavrila Ardalionoviç haklı olarak kaderinden, şanssızlığından yakınabilirdi. Varvara'nın önünden kocaman adımlarla geçerken kız kardeşi onunla konuşamıyor, ona bakamıyordu bile. Sonunda pencereye gitti Gavrila, kız kardeşine arkası dönük durdu. Varvara "iki ucu pis değnek" Rus atasözünü hatırladı. Üst katta gürültü yine başlamıştı.
Gavrila kız kardeşinin yerinden kalktığını fark edince ona döndü.
— Gidiyor musun? Bir dakika bekle, şuna bak.
Varvara'nın yanına gelmiş, önüne, masanın üzerine küçük bir pusulaya benzeyen, katlı bir kâğıt parçası atmıştı.
Varvara ellerini çırparak haykırdı:
— Aman Tanrım!
Dört satırlık bir puslaydı bu:
"Gavrila Ardalionoviç! Bana beslediğiniz içten duygulara güvenerek, benim için son derece önemli bir konuda önerinizi öğrenmek istiyorum. Yarın sabah saat tam yedide sizinle yeşil bankta buluşmak istiyorum. Bizim eve uzak değil. Size kesinlikle eşlik etmesi gereken Varvara Ardalionovna çok iyi biliyor orayı. A. Y."
Varvara Ardalionovna kollarını iki yana açtı.
— Hadi gel de anla şimdi bu kızı!
O anda pek böbürlenmek istemeyen Gavrila, özellikle İppolit'in incitici sözlerinden sonra, mağrur bir tavır takınmadan edememişti. Kendine güven dolu bir gülümseme yayılmıştı yüzüne. Varvara da pek sevinmişti.
— Hem de nişanlarının duyurulacağı gün! dedi. Gel de anla şimdi bu kızı!
— Sen ne düşünüyorsun? diye sordu Gavrila. Yarın ne konuşacak benimle?
— Hiç önemli değil bu, önemli olan altı aydan sonra seninle ilk kez görüşmek istemesi. Beni dinle Gavrila: Orada ne olursa olsun, ortam ne olursa olsun, şunu bilesin ki, çok önemli bu buluşma! Hem çok önemli! Tekrar havalara girip işi berbat etme lütfen! Korkma, dikkatli ol! Altı aydır neden oraya gidip geldiğimi anlamış olabilir mi? Düşünsene: Bugün hiçbir şey söylemedi bana, hiç renk vermedi. Şöyle bir uğramıştım, içeride oturduğumdan kocakarının haberi yoktu, olsa belki de kovardı beni. Senin için tehlikeliydi, ama bir şeyler öğrenmek amacıyla her şeyi göze alıp gitmiştim yine de...
Üst katta tekrar gürültü, bağrışmalar başladı. Merdivenden birkaç kişi iniyordu.
Varvara telaşlı, dehşet içinde haykırdı:
— Ne pahasına olursa olsun, gitmesine engel olalım! En küçük bir rezalet çıkmamalı! Koş özür dile ondan!
Oysa bu arada aile reisi sokağa çıkmıştı bile. Kolya arkasından bavulunu taşıyordu. Nina Aleksandrovna kapının önünde dikilmiş, ağlıyordu. Generalin arkasından koşmak istiyordu, ama Ptitsın tutuyordu onu.
— Böyle yapmakla daha da kışkırtmış olursunuz onu, diyordu. Hiçbir yere gidemez, yarım saat sonra geri getirecekler, Kolya ile konuştum. Bırakın biraz çılgınlık yapsın.
Pencereden bağırdı Gavrila:
— Kime hava yapıyorsunuz!.. Nereye gideceksiniz? Gidecek yeriniz mi var?
Varvara bağırıyordu:
— Geri dönün babacığım! Komşular duyacak...
General durup döndü, kolunu uzatarak haykırdı:
— Lanetliyorum bu evi!
Gavrila pencereyi çarparak kapatırken söylendi:
— İlle de rol yapacak!
Gerçekten de patırtıyı duymuştu komşular. Varvara koşarak çıktı odadan.
Onun arkasından Gavrila notu masanın üzerinden aldı, öptü, dilini şaklattı, havaya zıplayıp ayaklarını birbirine vurdu.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top