Yoksa ben ona aşık mıyım?

Slm millet ben geldim. Biliyorum çok geç geldim ama bunun için geçerli sebeplerim var. Mesela bölümü yayınlayacağım sırada bölüm silindi sonra neyse taslağım vardı kağıtta sorun değil derken taslağım da kayboldu. Bu yüzden ne kadar istemesem de bölümü yeniden tasarlamak zorundaydım. Yaptım ama içime tam sinmedi kusura bakmayın. Lütfen okuduktan sonra arkadaşlarınıza da tavsiye edin. Şu an sayımız az olsa da sizin emeklerinizle sayımız artabilir.Umarım bölümü beğenirsiniz ve karşınızda yeni bölümümüz.

Model-Sen ona aşıksın

Sezen'in ağzından

Bayağı bir ağlamıştım göz yaşlarım sel olmuştu adeta. Sanki bir rüzgar esmiş de beni gözyaşı çukuruna itmişti. Çukur git gide bir bataklığa dönüşüyor, geçmişse beni içine çekiyordu. Bu kadar kaçarken ,yeni bir hayat umudunu sırtıma yükleyip baştan başlamışken geçmişin yakamı bırakmaması reva mıydı bu yorgun bedenime? O kadar geçmiş için ağladıktan sonra şu an Tuna'yı bile unutmuştum sadece donuğu bekliyordum.Donuk 10 dk içinde burda olacağını söylemişti ama hala ortalıkta yoktu.

Güneş yavaşça uzaklaşıyordu gökyüzünden. Gökyüzüne veda edip her sabah tekrar geri dönüyordu ona. Sevgilisine veda edip ama yine de ondan kopamayan kız çocuklarından farkı yoktu. Vedası bile gülümseme taşıyordu. Zaten günbatımındaki o eşsiz manzaradan belli değil miydi uyumları. Ama yine de her zaman beraber olamıyorlardı. Geceyle beraber Ay ona kuma olarak geliyordu çünkü. Güneşle gökyüzünün aşkını düşlerken zamanı da fark edememiştim. Neden bu kadar geç kalmıştı ki Donuk? Ya da 10 dk bana neden yarım saat gibi hissettirmişti? Ya neden sevmediğim her şey oluyordu ki? Ağlamaktan nefret ederim oysa. Ben bunları söyleyip dövünürken Donuğun da beni izlediğini fark etmiştim. Yoksa bayağıdır buradaydı da ses mi çıkarmamıştı?

Kerem'in ağzından

Sezen arayıp kendini iyi hissetmediğini ve onu almamı söylemişti. Onun sesini duyunca çok kötü olmuştum. Sanki ağlıyor gibiydi. O ağladıkça göz yaşları sanki vücudumdaki işlevsel tüm parçaları etkisiz hale getirmişti. İçimde iş makinelerinin çarkları takılıyordu sanki birbirine. Yüreğim gıcırdıyordu. Göz yaşları birer birer yüreğimdeki dişlileri harekete geçiriyordu. Her dönen dişlinin takılmasında yüreğim bir kez daha hopluyordu.

Korkuyor muydum onun için? Onun yanında olmalıydım. Neden olmam gerektiğini bilmesem de bir şeyler beni ona itiyordu . Bu yüzden telefonu bir an önce kapatıp onun yanına gitmeliydim. Ne olmuştu ki birden bire sadece stresten mi kötüleşmişti yoksa bu işte başka bir iş mi vardı? Sanki konuştukça düşüncelerim kötüleşiyor benim de endişelenmeme sebep oluyordu. Endişeler içimi bir kara bulut gibi kaplıyordu. Bu kara bulutlar beni ele geçirmeden önce hem de bir an önce Sezen'in yanına gitmeliydim. Yerini bana söylediğinde korkularım birer birer artmaya başlamıştı. Ne işi vardı ki o çatı katında?

Ya kendine bir şey yaparsa diye düşünmekten kendimi alıkoyamıyordum. Düşündükçe endişeleniyor endişelendikçe boğulacakmış gibi oluyordum. Düşüncelerim vücudumdaki tüm sistemlerimi ele geçiriyordu. Telefonun kapanmasıyla hemen arabaya koştum. Arabaya atladığımdan beri elim ayağım titriyordu. Anahtarı zor çevirebilmiş arabayı zar zor çalıştırabilmiştim.

Ne oluyordu bana? İçimi kaplayan bu sıcaklık da neyin nesiydi? Ne olduğunu bilmesem de kesinlikle garipti. Bu konuyu şimdi olmasa da en kısa zamanda çözmeliydim. Bu böyle gidemezdi. Bi 10 dk içinde Sezen'in verdiği adrese gelmiştim. Merdivenleri 3'er 5'er çıktıktan sonra nihayet çatı katındaydım. Tam Sezen'e sesleneceğim sırada onun ağladığını gördüm. Ağlamak bir insana ancak bu kadar yakışmazdı diye düşündüm. Göz yaşı anca bu kadar can yakıcı olabilirdi herhalde. Sanki kendi kendine bir şeyler konuşuyor gibiydi. Bu yüzden bir süre bekleyip sonra ortaya çıkmayı tercih etmiştim. Galiba Sezen ve iç sesinin arasındaki savaşın arasında kalıp gazi olmaktan korkmuştum biraz da. O sırada Sezen'in de bu tarafa doğru baktığını fark etmiştim. Sezen'e doğru ilerledim ve : " Ya kusura bakma Sezen geç kaldım. Çok trafik vardı. Eee ne oldu anlat hadi." dedim. Tam o sırada Sezen bir şey söylenmeden aniden bana sarıldı.

O telefondan sonra yüreğimde bozulan sistemler sanki son sürüme yükseltilmişti. Yüreğimde takılan dişler yağlanıp cilalanmıştı. Sanki bana değil de yüreğime sarılmıştı yine. Yine diriltmişti ölen hücrelerimi. Ne olduğunu anlayamamıştım her sarılmasında farklı bir hata alıyordu sanki beynim. O sarıldıkça ben daha kötü oluyordum. Bu doğru değildi bir bilinmezliğe sürüklenmeme izin veremezdim.

Bu yüzden buna daha fazla dayanamayarak onu ittim ama o bana daha sıkı sarıldı. Gözünden akan yaşlar yanağına ardından da omzuma birer birer bir yağmur damlasını andırır gibi dökülüyordu. Bense yağmurun hafiflemesini beklerken doluya tutulmuş şemsiyesiz  vatandaş gibiydim şu an. Gözünden akan her bir yaşta parmakları biraz daha sıkılaşıyordu ve birkaç saniye sonra parmaklarını daha da sıklaştırarak : "Lütfen 5 dk daha böyle kalalım. Sadece 5 dk." dedi. Onun bu hali karşısında elimden hiçbir şey gelmemişti ve bana sarılmasına izin vermiştim. Ama onun bana sarıldığı her anda boğazım düğümleniyordu nefes alamıyordum. Rumelidekilerin tabiriyle beni "sıklet basaydı".

Başımdan aşağı kaynar sular dökülüyordu sanki. Gözlerine baktığım her an yavaş yavaş yok oluyordum . Bir daha var olmamak üzere ,bir daha ben olmamak üzere. Ve en kötüsü de bana ne olduğunu bi türlü anlayamamamdı. Bu da beni yeterince çileden çıkarmaya yetiyordu.

Bu yüzden daha fazla dayanamayıp onun ittirdim ve benden ayrılmasını sağladım. Henüz beş dakika dolmamıştı bile ama bana yıllar gibi gelmişti o dakikalar. Onu ittirdikten sonra hiç istifimi bozmayarak : "Aaa... Yeter artık benim sabrımın da bi sonu var. Bundan sonra bana dokunmak hele ki sarılmak hiç yok. Tamam kanka olabiliriz ama bu kadarı da fazla. Neyse artık çıkar şu ağzındaki baklayı. Dökül bakalım." dedim.Belki şu an fazla duygusuz olmuştum ama. Duygularımı temelli rafa kaldırmamak için bunu yapmam gerekiyordu.

Bunun üzerine Sezen biraz ilerledi ve onu gördüğüm yere oturdu. Ben de onu takip ettim ve onun yanına oturdum. Dediklerimi pek takmış görünmüyordu. Biraz duraksadıktan sonra derin bir nefes almıştı ve sonrasında anlatmaya başlamıştı. Bana bütün hayat hikayesini anlatmıştı. Esrayı, Tuna'yı, Mert'i, Cenk'i ve en sonda bugün olanları. Kısacası herkesi anlatmıştı.

Hayatını elimin avucuna koyması yüreğini koymasıyla eş değer değil miydi? Birine yüreğini açabilmek için ona güvenmek gerekmez miydi? Ben onun içinde ördüğü duvarları az da olsa yıkabilmiş miydim? Yıktığım o duvarların üzerime yıkılması düşüncesi beni kendime getirmişti sanırım.

Ardından: "İşte böyle sana her şeyi anlattım. Tuna bugün okula gelince dünyam sanki başıma yıkılmış gibi hissettim. Sanki tüm çabalarım yok olmuş gibime geldi. Bu yüzden seni aradım beni gelip alman için. Ama şimdi daha iyiyim. Hadi artık eve gidelim. Bi güzel dinlenmek istiyorum." dedi ve oturduğu yerden kalktı. Ben de arkasından seslendim ve: "Tamam her şeyi anladım da bi şey soracağım. Peki neden bu çatı katına çıktın?"
Sezen bunu duyunca birden gülmeye başladı.
Ben ne olduğunu anlayamamış sadece ona şaşkın şaşkın bakmakla kalmıştım. Gülmesini kestikten sonra : "Yoksa sen kendime bi şey yapacağımı falan mı sandın? Merak etme ben başkaları için üzülmeyi ve kendimden önce başkalarını düşünmeyi çok önceden bıraktım. Yani anlayacağın asla böyle bir şey yapmam. Neden mi? Çünkü ben kendimi çok seviyorum. Narsistim anlayacağın." dedi ve merdivenlerden aşağı inmeye başladı. Şimdi her şeyi anlamıştım. Neden aşka inanmadığını da.

O Cenk'i bi elime geçirirsem var ya onu yaşatmayacağım. Kıza neler yapmış ibne. Ya o Tuna'ya ne demeli onun da Cenk'ten aşağı kalır yanı yok yani. Ya kardeşim neden anlamıyosun kız seni istemiyor, kız seni sevmiyor gitsene başından bırak sana peşini ama yok. Kız senden kaçıp buralara gelsin sen gelip hayatını alt üst et. Olur mu öyle şey? Ama ben göstereceğim sana. Senin ağzının payını iyi bi vereyim de bi daha yaklaşabiliyor musun Sezen'e.

Tövbe tövbe Kerem kendine gel sanane Sezen'den sa... na.. ne. Ne uğraşıyorsun? Ya bu iç ses olayı da hep Sezen'den geçti. Ya kankasıyım şurda onun üzülmesini istemem. Sus artık sus Kerem ya iyice saçmaladın. Artık ben de nefret ediyorum bu iç sesimden. Anca saçmalıyor neyse en iyisi ben bu olayları çözmek için yarın Enis' e gideyim dedim ve arabaya bindim. Bi 20 dkka sonra evdeydik. Sezen hiçbir şey söylemeden yukarı çıkmıştı. Oldukça yorgun ve halsiz görünüyordu. Ben de evde biraz takıldıktan sonra daha fazla dayanamayarak Enis'e gitmek için yola çıktım.

Enis Çeşme'de oturuyordu. Bu yüzden pek gidip gelemiyordu okul açılmadan. Babasının Çeşme de çok ünlü bir tatil köyü vardı. Tabi başka illerde de. Babası resmen Turizmin göbeğinde bulunuyordu. Turizmin Kral Luis'i gibiydi. Onu tanımayan yoktu bu yüzden. Tabi haliyle Enis' i de.

Enisle bizim tanışmamız çok ilginç olmuştu. Bir gün ailecek (yani henüz bir aileyken) Çeşme'ye Enislerin tatil köyüne gitmiştik. Annem öleli 1 sene olmuştu galiba. Sude yeni yeni atlamıştı olayı. Bu yüzden babam biraz kafamız dağılsın, mutlu olalım diye getirmişti bizi buraya. Biz de Sudeyle deniz topuyla oynamaya başlamıştık. O sırada denize giren çok güzel bir kız görmüştüm. Güneşte parlayan kızıl saçları açık kahverengi gözleri vardı. Beyaz tenliydi. Öyle süzüle süzüle denize girmişti. Ama birkaç dakika sonra denizin ortasından çığlıklar yükselmişti. Kız boğuluyordu. Bir şey yapmalıyım hem böylece kızı da tavlarım diye düşündüm tam denize atladığım sırada benimle birlikte biri daha denize atladı. İkimiz de kıza doğru yüzüyorduk. Fakat kızın yanına geldiğimizde kızı "Ben kurtaracağım, hayır ben" derken kızı başka bir çocuk aldı götürdü. Biz de denize düştük az kala boğuluyorduk kızı kurtaralım derken. Ama o zaman çok iyi arkadaş olduk. O yüzden iyi ki o kızı başka biri kurtarmış diyorum.

Ben yine düşüncelere daldığımdan geldiğimi fark edememiştim fakat kapıdakiler beni tanıdığından: "Hoşgeldiniz Kerem Bey, Enis Bey tenis kortunda. İsterseniz biz arabanızı alalım birisi de Enis Beye haber versin." dedi. Ben de : "Hayır gerek yok siz arabayı alın ben üstümü değiştirip korta geçerim." dedim ve her zaman kaldığım yere geçtim. Sezen'e de bir mesaj çekmiştim haberi olsun diye . Gerçi neden böyle bir şey yaptığımı da bilmiyordum neyse ama.

Üstümü değiştirip korta geçtim. Enis beni görünce her zaman ki gibi : "Oyyy kaçak, nerdesin ya?" diyip üstüme atladı. Ben de : "Anlatırım oğlum ya birkaç gün daha burdayım nasıl olsa. Ama önce senin bi ifadeni alayım." diyip kortta Enis'in karşısına geçtim . Yaptığımız maç bir iki saat sürdü. Ama sonunda kazanan tabi ki de ben oldum. Yüzmeyi bıraktıktan sonra diğer sporlara yoğunlaşmış neredeyse hepsinde usta olmuştum. Durum böyleyken de başka bir sonuç olması beklenemezdi.

Enisle beraber bi duş alıp otelin mini bar kısmına geçip oturduk. Enis de sordu : "Eee kaçak anlat bakalım bu sene niye geç geldin? Okul açılacak zaten yakında, gelmeseydin ben zaten yakın zamanda gelecektim. Hayırdır dökül bakalım." dedi. Bazen kız gibi dır dır ederdi Enis. Yine öyle bir zamanına gelmiştim demek ki. O yüzden ona hiç aldırış etmedim. Çünkü kural belliydi "Dır dır dır dırı getirirdi". Ben de arkama yaslanarak : "Merak etme ben de dökülmeye geldim zaten." dedim ve her şeyi eksiksiz bir şekilde anlattım. Anlatırken saatin nasıl geçtiğinin farkına bile varmamışım.

En son olarak da : "İşte böyle kardeşim ne oluyor bana böyle anlam veremiyorum sen şu kardeşine bi akıl ver bakayım." dedim. O da : "Abi ben sana ne deyim ki sen zaten çok iyi biliyorsun ne olduğunu. Ama anlamamazlıktan geliyorsan ben anlaman için sana şunu söyliyim 28 Mart'a git o zaman anlarsın ne olduğunu. Hadi ben kaçtım. Sen biraz kendi başına kalıp düşün! Eğer hala bulamazsan işte o zaman ben sana yardım ederim." dedi ve gitti.

Ben de limonatamı bitirip dışarı çıktım ve plaj boyunca koşmaya başladım. 28 Mart benim Senayla tanıştığım tarihti. Tabi ona aşık olduğum tarih. O gün dün gibi aklımda her zamanki gibi koşuya çıkmıştım. Bundan 3 yıl önce. Koşuya çıktığım sırada birisi karşıdan bisikletle üzerime geliyordu. Ben de herhalde sağa kırar diye düşünüp koşmaya devam ettim fakat beklediğim gibi olmadı. Bisiklet üzerime doğru geldi ve bana çarptı. Tabi haliyle kız da üzerime düştü.

Dudakları dudaklarımın üstüne gelmişti. İlk defa biriyle öpüşmüştüm. Nasıl olduğunu anlamamıştım bile. Sadece dudaklarımız üst üste gelmişti. Ama birden ben onu öpmeye başlamıştım. İlk başta beni itmeye çalışsa da sonradan kendini bana bırakmıştı. Bir süre öyle kaldıktan sonra neden böyle davrandığımı anlamadan geri çekilmiş ve Özür dilemiştim ve o gün ona aşık olmuştum. Fakat bunun konuyla ne alakası vardı ki?

Yoksa... Yok yok böyle bir şey olamaz. Aklıma gelen fikir iliklerimi dondurmaya yetmişti. Bu fikiri aklımdan atmam için en az 2 saat koşmam gerekmişti ama bu bile işe yaramamıştı. Ne zaman kafam karışık olsa kafamda çözümlenemeyen bir şeyler olduğunu fark etsem koşmak bana kendimi iyi hissettirirdi. Her nefes alışımda şişen dalağım, kasılan göğüs kafesimin verdiği yanma hissi beni uzaklaştırırdı çözümsüz fikirler diyarından.

Ama bu sefer içimdeki yanma hissi ciğerlerimden gelmiyordu. Bu farklı bir şeydi, tanımadığım bi şey değidi ama unutmak istediğim bir şeydi. O an kafamın üzerinde bir ampul yandı. Einsteinin elektriği bulduğu, Newtonun yer çekimini keşfettiği andaki gibi bi aydınlanma yaşamıştım. Bu yüzden doğrulamak için doğru Enis'in yanına gittim. Beni görünce : "Kerem,abicim ne oluyor? Ne bu hal? Gel bi soluklan." dedi. Bense beni oturtmasına izin vermeden : "Yoksa ben ona aşık mıyım?" demiş ardından da orda öylece yığılıp kalmıştım.

Paragraf düzenlenmesi yapılmış ve bazı eklemeler yapılmıştır. Yavaş yavaş diğer bölümlere de paragraf düzenlemesi yapılacaktır. Bu Sefer Olmaz ailesini genişletmek için tanıdıklarınıza önerirseniz ve oy ve yorumlarınız esirgemezseniz çok müteşekkir olurum. Şimdiden okuyan gözlerinize sağlık.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top