Sezon finali-"Masal Bitti"

💔💔💔
Arkadaşlar kusura bakmayın sezon finali olacak demiştim geçen bölüm için ama çok uzun olduğundan 2 parçaya bölmek zorunda kaldım. Galiba şu zamana kadar yazdığım em uzun bölüm olmuştu. Ama size işkence etmek istemedim çünkü 9000 kelime falandı. Bu sezon finalimizin 2.partıdır ve yine aynı şekilde şarkılar eşliğinde partları okumanızı tavsiye ederim. İyi okumalar. Umarım beğenirsiniz. Desteğinizi esirgemeyin ve Bu Sefer Olmaz'ı çok özleyin.
💔💔

Sezen'in ağzından

(Toygar Işıklı-Çaresizlik ölüm gibi)

Keremle konuşmamın ardından tam tamına 4 gün geçmişti. Bu sürede kimseyle görüşmemiş mecbur olmadıkça odamdan çıkmamıştım. Yemek yememiş, çoğu zaman uyumamıştım. Arada sinir krizleri geçirmiş odamı dağıtmıştım.

Tabi bu günlerde yer yer beynimin çatlamasına neden olacak baş ağrılarını, ansızın ortaya çıkan görüşteki bulanıklığı, tutmaya çalıştığım şeyleri tutamama gibi durumları göğüslemek durumunda kalmıştım. Gerçi doktorun saydığı semptomların yanında devede kulaktı bunlar. Yine de çektiğim hem fiziksel hem de ruhani acı tarif edilmez durumdaydı.

Bugün artık birkaç gündür kaçtığım görüşmeyi yapmak yani Mertle görüşmek zorundaydım. Çünkü ben gelmezsem o gelip ailemle konuşacağını söylemişti.

Kaç gündür üzerimden çıkarmadığım pijamalarımı tek hamlede çıkarıp tortop edip odamdaki kirli sepetine fırlattım. Artık kokmaya yüz tutmuş saçlarımı ve üzerime sabitlenmiş kirlerimi bedenimden ayırmak için banyoya girdim.

Duş başlığını açtım ve keseyi elime aldım. Kese işlemimi tamamlayıp sıra saçlarıma geldiğinde kollarımı saçlarımı yıkamak için yukarı kaldırmaya çalıştım. Fakat çabam nafileydi. Ne kadar çabalasam da kollarımı yukarı kaldıramıyordum.

Saniyeler önce işlevsel olan kol kaslarım sanki şu an erimiş ve kolum et yığını halini almıştı. Gerçek bir kere daha yüzüme zımk gibi çaktığında yapabileceğim tek şey yere çöküp gözyaşlarımda boğulmak olmuştu.

Gözyaşlarıma, akan sular karışıyordu. Vücuduma değen her su damlası sadece canımı yakıyordu. Sanki tenime deyen su değildi de asitti. Vücudum hassaslaşmış, dokunsan kırılacak hale gelmişti.Su artık benim için rahatlatıcı bir madde olmaktan çok uzaktı. Daha fazla tahammül edemeyip banyodan çıktım. Yaklaşık 15 dakika sonra kollarım eski fonksiyonunu kazanmıştı. Ama o kollarımı hareket ettiremediğim 15 dakika bana 15 yıl gibi gelmişti.

Saçımı kurutup üstümü giyindim ve kimseye cevap vermeden bahçeye doğru ilerledim. Arabaya atladığımda Hamza abi nereye gittiğimizi sordu. Ona Mert'in bana yolladığı konumu gösterip oraya götürmesini söyledim. Kaç gündür uyumadığımdan yolda uyuyakalmıştım. Hamza abi geldiğimizde beni uyandırmıştı. Gözlerimi açtığımda bir binanın önünde olduğumuzu gördüm. Burası bir iş yeri gibi duruyordu. Neden buraya çağırdığına anlam veremedim. O sırada telefonuma Mertten mesaj geldi. Mesajda: "Çatıya gel!" yazıyordu. Ben de bunun üzerine bıraktığı için Hamza abiye teşekkür edip arabadan indim.

Arabadan inip çatıya baktığımda gözüme bir çift sallanan bacak ilişti. Başkası olsa Mert'in yaptığının delilik olduğunu düşünebilirdi ama benim için delilik değildi. Çünkü ben de onun gibiydim. Şu an ne kadar onu affedemesem de onu hayatımdan çıkarmaya çalışsam da bu böyleydi. O benim ruh eşimdi.

İnsanın hayatında 2 kadın 2 erkek ruh eşi olurmuş. Kimi insanlar hiçbirisiyle karşılamazken kimisi hepsiyle karşılaşma imkanına erişirmiş. Ben de biriyle karşılaşma imkanına erişmiştim.

Merti affedemememin nedeni belki de kendimi affedemememdi. Ben eğer ki onu daha önceden bulabilmiş olsaydım bu kadar gözü kararır mıydı bilmiyorum. Zaten artık bunları düşünmek için de çok geç.

Yangın merdiveninden çatıya çıktım ve Mert'in yanına ilerledim. Yanına oturdum ve ben de ayaklarımı onun gibi aşağı salladım. Sonra ona döndüm: "Geldim işte. Konuşalım ne konuşacaksak!"

"Kırmızı, öncelikle bana bi kere de olsa kendimi açıklama fırsatı vermeni isteyecektim senden ama sonra vazgeçtim. Çünkü şu an senden daha öncelikli hiçbir şey olamaz. Bak Kırmızı, ben senin yanında olabildiğim sürece her şeye razıyım. Başkasını da sevsen, benden nefret de etsen sorun değil. Benim için bi tek sen önemlisin.

Şimdi sorularıma geçiyorum. Birinci sorum; bu bir kaç günde ağrın, baş dönmen, göz bulanıklığın, hareket kabiliyetini kaybetme vs. semptomları oldu mu? İkinci sorum ise şu; Ailene ve Kereme söyleyecek misin hastalığını?"

"Öncelikle Mert sana teşekkür ederim ama yanımda olmanı falan istemiyorum. Yine de sorularına cevap vereceğim. Birinci cevabım; evet bu semptomları yaşadım ve banyoda iken kollarımı yukarı kaldırıp saçımı yıkayamadım. Bir anda kolum fonksiyonunu yitirdi sanki.

İkinci cevabım ise; elbette aileme söyleyeceğim, buna mecburum. Ama şimdi değil. O gün gelene kadar senden ricam kimseye hiçbir şey söylememen. Diğer yandan da hayır Kerem'e asla söylemeyeceğim. Onu benimle birlikte bir bilinmezliğe sürükleyemem. Ona aynı şeyleri yaşatamam. Çünkü onu ondan vazgeçecek kadar çok seviyorum. Ama o kaçma planları yapıyor benimle. Gerçekten ne yapacağımı bilmiyorum."

"Kaçma planları mı? Ne kaçması Sezen, ne saçmalıyorsun sen? O adamla hiçbir yere gidemezsin. Sen onun ne kadar tehlikeli olduğunu halen anlayamadın mı? Onun yüzünden bir kız öldü! Sen de ölecektin onun yüzünden. Allah aşkına ne var onu bu kadar mükemmel yapan. Birisinin canını yakmak onu çekici mi kılıyor, madem öyle ben insanların canını yakan birinin canını yaktım diye niye cezalandırılıyorum? Neden benden soğumana hatta bu halde bile beni istememene neden oluyor?"

"Mert, Kerem değişti tamam mı? Bana onları yaptığında çocuktuk daha. Tamam kötü şeyler yaptı, bunlar için onu affettiğimi söylemedim ama onu seviyorum ne yapabilirim. Sense Kerem'in yaptıklarının kötü olduğunu bilmene rağmen aynı şeyi ona yaptın. Bunun hangi elle tutulacak tarafı olabilir?"

"Tamam Sezen haklısın hata yaptım. Ama Kerem'e 2.bir şans verirken bana vermemen adaletsizlik. Ben her şeyi seni korumak için yaptım. Sana zarar vermesin diye onun canını yaktım. Bu kadar ileri gideceklerini ben de bilmiyordum. Sen madem Kerem'i affetmedin ama yine de onun yanındasın. O zaman beni de affetmesen de yanında olmama izin ver, lütfen!"

"Mert, haklısın herkes 2.bir şansı hak eder. Bunu sana da vermem lazım ama eskisi olabilir miyiz bilemiyorum. O yüzden bunun sözünü veremem sana. Yine de sorun değil mi senin için?"

"Sorun değil Kırmızı. Senin yanında olabilmek için 7 yıl bekledim artık 1 saniye bile bekleyemem. Peki bana anlatacak mısın artık bu kaçma mevzusunu?"

Mert, onun için sorun olmadığını söylemişti. Aslında ben de ne kadar onu yanımda istemediğimi söylesem de tek başıma göğüşleyemiyordum başıma gelenleri. İçten içe yanımda olmasını istiyordum. Bir şekilde iş birliği içinde bulmuştuk kendimizi yine. Ben de bu yüzden ona olan biten her şeyi anlattım. Söylediklerim bittikten sonra ise bana sordu: "Peki gidecek misin onunla?"

Bana sorduğu bu sorunun cevabını ben de bilmiyordum ki. Gitsem bir dertti gitmesem bir dert. Gidersem onu bırakabilme imkanım olamazdı. Gitmezsem de onla yaşayabileceğim o günleri hayal ederdim ömrüm boyunca. Gerçi gitsem de hep onla yaşayabileceğim ama yaşayamayacağım günleri düşünecektim. Aslında cevap netti ama ben görmek istemiyordum. Bu yüzden artık görmek istemediğim o cevabı görmek için o perdeyi kaldırdım.

"Hayır gitmeyeceğim. Çünkü gidersem benim onu bırakmam onun da benim peşimi bırakması zor olacak. O yüzden gerekeni yapacağım ve onu kendimden uzaklaştıracağım. Onun daha az mutsuz olabildiği bir hikaye zaten benim için daha az mutsuz bi son olacaktır. Teşekkür ederim Mert, konuşmak iyi geldi. Sayende kararımı verdim."

Cümlemi tamamlamamla ayağa kalkmam bir oldu. Mert'e bir hoşçakal bile demeden merdivenlerden aşağı indim. Hamza Abiyi arayıp beni almaya gelmesini söyledim. Çok geçmeden Hamza abi beni almaya gelmişti. Evin yolu hiç bu kadar uzun gelmemişti bana. Şu an tek düşündüğüm eve gitmek ve odama girip yapacaklarımın planını yapmaktı. Çünkü Kerem de en az benim kadar inatçıydı. Gerçi inatçılıkta kimse beni geçemez, o yüzden benim kadar olmasa da inatçıdır demen daha doğru galiba.

Eve geldiğimizde koşarak odama çıktım. Bugün Keremle konuşmadığımız 5. gündü. Şimdiden çok özlemiştim onu. Neyse ki onsuzluğa çok fazla katlanmama gerek kalmayacaktı. Malum ölüyordum. Halen şaka gibi gelen bu durumla ilgili resmen şaka yapmıştım az önce.

Masamın başına oturup acaba ona mektup mu yazsam diye düşünmeye başladım. Gerçi kim bir mektupla birinin peşini bırakırdı ki? O yüzden vazgeçtim. En mantıklı olanın trenle gideceğimiz tarihte tren garında yüz yüze ona söyleyeceklerim olduğuna karar verdim. Umarım bunu başarabilirdim. Umarım hayat bir kişinin daha mutlu olma ihtimalini almazdı elinden.

Sezenin tren garına gideceği günün gecesi

(Ezginin günlüğü-Aşk bir rüya)

Parmak ucumda dans eden bir balerin gibi ayağıma batan can kırıklıklarımı umursamadan merdivenleri çıktım. Kapı gıcırtısıyla kalbimdeki gıcırtıyı bastırmaya çalıştım. Zaman duruyormuşçasına kapattım sonra kapıyı. Saniyeleri susturdum. En azından birkaç dakikalığına yelkovanı akrepe kelepçeledim. Zamanı durdurmak istedim en azından bir rüya boyunca. Benden çalınan hayata karşılık bu kadarını en azından zamandan almaya hakkım vardı değil mi? Belki de bu benim son anım olabilirdi onu böyle görebilmek için.

Başucuna çöktüm sonra. Mermer açıkta kalan dizlerimi üşütüyordu. Ama içimde öyle bir ateş vardı ki dizlerime değen mermerin soğuğu bile söndüremiyordu.

Sağır ve dilsiz olup birkaç dakikalığına sadece yüzünü izliyordum. Her bir detayını hafızama kazımak istiyordum. Öfkelenince gece mavisi gibi karanlığa hapsolan gözlerini, bir şey gizlemeye çalışırken fark etmeden kızaran yanaklarını, burnunun kenarındaki her seferinde Gamze olduğunu iddia ettiği çukurunu... Güldüğünde yana kıvrılan ağzını... Gülle menekşe arasına sıkışmış olan dudaklarını...

Menekşe için zaten beden ve ruhun dengelenmesini sağlayan renktir derler, onun da bedenin dengesi belki dudaklarında gizliydi. Ona dengeyi verirken belki de tek bir busesiyle benim ruhumu alt üst edecek dudaklarında...

Dokunsam hisseder miydi? Hissetse uyanıp fark eder miydi? Zamanı durdurmuştum gerçi uyanmaması gerekirdi. Bir anlık gelen cesaretle alnına düşen zülüflerine uzattım elimi parmak uçlarımın arasına sıkıştırıp ipek gibi olan saçlarını okşadım. Dokusu insana huzur veren cinstendi.

Gözyaşlarım her dokunduğum yerde içime akıyordu. Her damla asit olup yüreğimi deliyordu. Ellerim daha da arsızlaşıp kaburga kemiğine doğru kaymıştı. Bir an hareketlenip bana sırtını dönmüştü.

Bir inanışa göre insanın kaderi kaburgasındadır. İnsan kaderini kaburgasından tanır derler. Onlara göre tanrı kaderleri bir olan insanın kaburgalarını bir yaratırmış. Gerçeklik payı olabilir mi bilmiyorum. Sonuçta bizim dinimize inanmıyorlar ama yine de bir umut bakmak istedim kaburgasına. Sanki benimkine benzediğini anlayabilirmişim gibi. Sanki onun kaderi olduğumu anlarsam her an verdiğim karardan vazgeçebilirmişim gibi.

Akrep yelkovandan artık kurtulmak istemeye başlamıştı. Kelepçelerini zorluyor bana da zamanımın dolduğunu hatırlatıyordu. Son kez kokusunu içime çekmek için alnına doğru yaklaştım. Kokusunu ciğerlerime hapsedip ömrüme nefes diye biçtim.

Alnına koyduğum buse veda busemdi ama yarınki yehuda busesinin telafisi olabilir miydi bilmiyorum. Bir gün bu anı içinde bir yerlerde hissedebilir mi onu da bilemiyorum. Bildiğim tek şey yalanlarımdan önce ona samimiyetimle veda etmek istediğim. Onun deli kızı olarak bir tek ona deli olduğumu göstermek istediğim.

Göz yaşım pıt diye yanağına damladığında ise artık akrep yelkovanla kelepçelerini çözmüş ve tik tak sesini duymuştum. Parmak uçlarımda koşarak odayı terk ettim. Kapıyı kapattığımda dizlerimin bağı çözüldü. Olduğum yere çöküp dizlerimi karnıma çektim. Tuttuğum hıçkırıklarıma artık engel olamadım. Sesim çıkmasın diye ağzımı kapattım. Kimse duymadı sesimi, kimse görmedi beni. Ama hayat gördü. Görse de neden adil olmadığını bana hiç söylemedi...

Yazarın ağzından

(Erkan Oğur- Gnossienne No.1)

Susmuştu kadın. Öyle bir susmuştu ki sessizliğinden dalgalar inlemişti,rüzgar esmeye utanmıştı o sustu diye. Geceleri uluyan kurtların ulumaları yerini ağlamalara bırakmıştı. Gece susmuştu, ay sırtını dönmüştü geceye. Zifiri bir karanlık başlamıştı.

Mahşerin habercisi gibiydi gecenin karanlığı. Güneşin doğmayacağının çağrısı... Henüz kopmamış kıyametin fragmanı, henüz üflenememiş Sur'un sesiydi onun suskunluğu. Sırf o sustu diye zaman küsmüştü sanki. Mevsimler birbirine karışmış yazın kar, kışınsa kumdan kaleler çıkmıştı ortaya. Baharlar, son mu ilk mi olduğunu bilmeden hep sonmuşçasına solmuş aslında hep ilkmişçesine açmıştı bağırlarını günlere. Haftalar yıllara bırakmıştı yerini. Hafta değildi artık genç adamın gözünde onun adı, hasretin yılıydı. Her an hasretle bir kelimeye muhtaç olduğu için.

Susan kendisiydi belki de sadece birkaç ay öncesine kadar. O zaman genç kadının da kalbinden kan damlamış mıydı gün be gün? Suskunluğu ölümün habercisi mi olmuştu ona? Düşünceleri bilinmez bi uçuruma sürüklerken onu, kimse bilmez kimse duymazken adamın sessizliğindeki boğuculuğu... Önce boğmuş, sonra savurmuş ve o uçurumun kenarındaki son toz tanesi gibi mi olmuştu kadın?

Düşünceler beynini kemiren tahta kurusu misali her an çalışmaktaydı, hiç ara vermiyorlardı. İşte o an düşünceler yerini sözlere, asırların sessizliği ise büyük bir gök gürültüsüne bırakacaktı yerini. Ve o an gelmişti. Kaybolacağını bilmeden haritasız yola çıkmaktı onunkisi.

Telefon çaldığında uzun zamandır beklediği nefes alışlarının hücrelerine sıkıştığı o anda kadın tek bir şey söylemişti: "Bekliyorum seni tren garının yanında."

O bir cümle tüm alemi susturmuştu sanki. O tek bi cümle alemdeki tek ses olmuştu. Kalp atışlarının kulağına atması ani bir çınlamayla gelen basınca ardından da vücudunda trübülansa neden olmuştu. Ayakları her ona atılan adımda arş-ı alayı titretiyordu. Oraya nasıl gittiğini bilemiyordu. O kadar şey bilememişti ki bu kadar bilinmezliğin içinde küçük gelmişti belki de bu detay ona. Köşeyi döndüğünde o tüm endamıyla oradaydı.

Derin derin nefes aldı genç adam. Yüreğindeki adını koyamadığı ağırlığı hafifletmeye çalıştı. Nedense birden hava kararmış, gri bulutlar kapatmıştı gökyüzünü. Gökyüzü bir yasa hazırlanıyor gibiydi. Belki de genç adamın sadece beş on dakika sonra gelebileceği hale yanıyorlardı. Hüzün bulutlara, havadaki kasvet Keremin yüreğine çöküyordu.

Yine de kötü düşünmek istemedi. Çok uzun zamandır inanmasa da güzel bir şeylerin olabileceğine dair umut etmek istedi. Bu defa hayatın ona kazık atmayacağına güvenmek istedi. Bir kere de olsa yanılmak istedi.

Kendine gelmek için elleriyle yüzünü tokatladıktan sonra kadının yanına gitmek için adımlarını sıklaştırdı. Genç kadın bu arada başı aşağıda kaldırıma sürttüğü ayaklarına bakıyordu. Boynunda lacivert bi fular üzerinde de deri ceket vardı. Sırtında ise küçük bir sırt çantası. Hiç bi yere gidiyormuşçasına gelmemişti. Sanki birini yolculamaya gelmiş gibiydi.

Adam kendisiyle gelmeyeceği düşüncesini aklından bertaraf etmeye çalıştı. "Belki de evdekilere çaktırmamak adına böyle çıkmıştır evden." diye düşündü. Bu düşüncelerinin kendine avuntu olduğunun farkında değildi halbuki.

Kadının yanına geldiğinde kollarını sımsıkı sardı kadının beline. Ardından kadının küçücük kafasını göğsüne koydu. Saçlarının kokusunu içine çekti. Her an ondan koparılıp alınabilirmişçesine. Sonra içine su serpilmişçesine söyledi kadına kelimelerini: "Gelmişsin! Biliyordum geleceğini. Hadi gidelim buralardan."

Ardından kadının elinden tutup çekiştirdi. Tam da bu sırada bir güç onu durdurdu. Sezen'in ayakları ileri gitmiyordu. Yüzünü dönmedi o an Kerem. Gözlerini kapattı. İçindense sadece "sus" diye geçiriyordu. Sezense Kerem'in iç sesine inat konuştu.  Söylediği kelime ise Keremin kulaklarında yankı etkisi yaptı. "Dur!" demişti kadın. Kimi zaman insanın yüreğinde çiçekler açtıran bu kelime, kimi zamanda ayrık otlarını çoğaltabiliyordu.

Kerem yavaşça Sezen'e döndü bu anda. Anlamaya çalışır bir yüz ifadesiyle baktı kadının gözlerine. Gözleri sisliydi, gerçekleri gizlemek için bir perde örtmüştü gözlerine genç kadın. Ama adam bunu asla bilemeyecekti. Kadın yalanlarını gerçeklerin üzerine örtebilmek için hazırlığını yaptı. İlk adımında ise adama "Beni takip et!" diyebildi.

Sonra arkasına dahi bakmadan hızlı hızlı tren garınının ilerisine doğru ilerledi. Trenlerin yol ayrımına geldiğinde rayların yanında bulunan kaldırıma oturdu. Kendini takip eden adamsa oturmamıştı. Bir elinde küçük bir çanta, diğer eli cebinde dikilmişti kadının karşısına. Sonra hesap sormak istemişti belki de:

"Sezen, ne yapmaya çalışıyorsun? Gitmek istemiyorsan şu an yırtarım bu bileti, sorun değil gerçekten. Beklerim seni kamptan dönene kadar. Zaten hasret çekmeden de sevdalık olmaz değil mi? Gitmek istiyorsan da tut elimden yine yırtayım bileti. Kaçak binelim şu trene, tıpkı hayalini kurduğumuz gibi."

(Erden Erdoğan-Bu Sefer Olmaz)

Adamın söylediklerinin hiçbir anlamı yoktu şu an. Genç kadın kararını vermişti. Bugün buraya gelmesinin de adamı buraya getirmesinin de bir manası vardı. Artık yalanlarıyla çıktığı yoldaki 2.adımını atmak için açtı ağzını:

" Kerem hiç düşündün mü 'hayatımda sadece tek bir şey farklı olsa ne olurdu' diye? Mesela annen ölmese nasıl bir hayatın olurdu, yine kesişir miydi yollarımız? Ya da Yelize yaşattıklarını yaşatmamış olsaydın, o kadın sana ah etmiş olmasaydı, sude ve sena ölmezdi diye düşündün mü? Ya da bizim açımızdan düşünelim. Geçmişte Mert'i yollamasaydın, biz şu an seninle beraber olur muyduk diye?

Anladığım kadarıyla düşünmemişsin ama ben düşündüm bu 1-1.5 hafta içinde. Hayatımda başıma gelen tüm kötü şeylerin senin yüzünden başıma geldiğini fark ettim. Çünkü her şey senin beni bodrum kitlemenle ve sonrasında Merti kaybetmemle başladı.
Çektiğim tüm acıların arkasındaki kişi sendin çünkü.

Mert'e sana yaptıklarından dolayı çok kızdım. Hatta onu hayatımdan bile çıkardım ama sonra fark ettim ki o tek bir hata yaptı. Senin hatalarından ise cehenneme yol olur. Sen birinin ölümüne sebep olduğunu sanıyorsun ama aslında 5 kişinin ölümüne sebep oldun.

Sen açmamış bir goncayı yani Yelizi soldurdun. Annesini yaşarken öldürdün. Ondan aldığın ah yüzünden Sude ve Sena öldü. Beşinci kim diye merak ediyorsun değil mi biricik sevgilim? Hemen söylüyorum sana. Ben...

Sen benim çocukluğumun katilisin. Sen hiç çocuk öldün mü Kerem Atalay? Ben öldüm! O günden sonra ben hiç çocuk olmadım. Bir daha kimseye güvenemedim. Bir daha ip dahi atlayamadım. Çok uzun zaman arkadaşım olan duvarlardan bile kaçtım. Çabuk büyüdüm ben.

Yaşıtlarımdan olgun olduğum içinse hiç sevilmedim. Hep dışlandım. Ben kendimi sevmedim yıllarca, beni kimse sevmediği için. Sen beni tek seven insanı bile benden aldığın için.

Yani demem o ki Kerem Atalay ben Sena değilim. Olamam da! O seni böyle kabullenmiş olabilir, hatta senin değiştiğine inanacak kadar melek gibi biri de olabilir. Ben inanamam ama. İnsanın içine bir kere çöktü mü karanlık kılcallarına kadar kök salar. Kökünü kurutmanın tek yolu ise ölümdür. Ölsen bile çıkmaz gerçi bazı karanlıklar. Özellikle senin gibi bir katilse.

Mert haklıydı yani. Sen bana zarar verirsin ancak sen kendinden başka kimseyi sevemezsin. Hani asla babama benzemeyeceğim diyordun ya, hani o kendinden başkasını düşünmezmiş. Senin ondan hiçbir fikrin yok, hatta o senin yanında melek kalır. Çünkü sen babanın oğlusun."

"Sezen, kafayı mı yedin sen? Sa... sana ne oldu böyle? Sen bu değilsin. Benim delim asla böyle şeyler söylemez. 1 hafta öncesine kadar bana sevgi ile bakan kadın sen değil miydin? Sen bana geçmişine değil bugünün bakarım demedin mi? Şimdi Mert'e mi inanıyorsun? Sezen benden ne saklıyorsun? Bak her şeyi çözebiliriz. Ne olur güven bana! Yalan söyleme bana, gerçekleri söyle Sezen!"

Adam kadını o kadar iyi tanıyordu ki inanmamıştı yalanlarına ya da inanmamak için çabalamıştı en azından. Kadını zorlamaya çalışmıştı ama nafileydi. Kadın son hamlesini henüz yapmamıştı. Bu hamle ile yalanlarla çıktığı yoldaki son adımını atacaktı. Ve bu adımla son ve en vurucu darbesini yapacaktı.

"Yalan falan yok Kerem. Sen beni seviyorsun diye ben de seni sevebilirim sanmıştım. Hatta yalan yok bir ara kendimi bile inandırmıştım seni sevdiğime ama gerçeği anladım. Ben seni hiç sevmemişim ki! Zaten bir katili nasıl sevebilirim.

Babamların ne dediği umrumda değil ama ben kendimi düşünüyorum. Eğer sen de beni düşünüyorsan bana git dediğin gündeki imkanı tanırsın bana. Ben kendi peri masalımı hak ediyorum ve bu hikayedeki prens sen değilsin.

Sen haklıydın Kerem. Sadece benim biraz anlamam geç oldu. Umarım bir gün gerçekten kendini değiştirdiğine inandırabileceğin biri çıkar karşına. Benden sana son bir tavsiye: Onu uzaklarda arama. Bazen burnumuzun ucundakileri görmemiz pek mümkün olmuyor. Bu arada sana son bir hediyem var."

Genç kadın cümlesini bitirdi ve ayaklandı. Dün geceden hayal ettiği Yehuda busesini koymak için parmak uçlarına kalktı ve yanağına bir öpücük kondurdu adamın. Artık onu yalanlarla çıktığı yolda terk edebilirdi. Onu yalnızlığa terk edebilirdi.

Parmak ucuna kalktığı ayaklarını geri yere sabitledikten sonra tekrar yerine oturdu. Göz bebeklerinin titremesini önlemek için tırnaklarını avuç içlerine geçirdi. Sonra adamın ikna olması için dosdoğru gözlerine baktı ve ona "Git" dedi.

Aslında burada Sezen Aksunun "Git" şarkısındaki anlam gizliydi. Kadın "Git" derken gözlerinin derinliklerinde "Gitme, yalan söyledim" diyordu. Ama adam bunu görmedi ve son kez sordu geri dönüş bileti olabilecek 2 soruyu: "Emin misin, bitti mi yani?"

Kadın bu sorularla dişlerini de sıkmaya başladı. O kadar sıktı ki dişlerini dişlerindeki gıcırtıyı tüm evren duydu, bir kişi hariç... Adam hiç duymadı. Kadın zorladı kendini. Ağzından kelimeler kerpetenle çıkıyordu. "Evet, bitti!" dedi. Bitti derken bile bitmediğini haykırıyordu yüreği ama hayat haykırışlarını sessizlikle örtbas etmişti.

Bu sözler üzerine adamın gözünden birkaç damla yaş düştü. Adam kafasını bir anlığına yana çevirdi:

"Ağlama Kerem, sen onu seviyorsun diye o seni sevmek zorunda değil. Onun mutlu olma hakkını elinden alamazsın. O bunu dünyada en çok hak eden kişi. Önemi yok, ben onu uzaktan da severim. Hem ne demişler ayrılık da sevdaya dahil"

Kendiyle yaptığı muhasebeyi bitirdikten sonra eliyle gözlerini kapadı ve bir çırpıda sildi gözyaşlarını. Sonra döndü kadına ama "elveda" diyemedi. Zaten el olmayana nasıl elveda denirdi ki? Bu yüzden sadece Sezen'in ona verdiği bileti yırttı. Bu hareket her şeyin özetiydi aslında. Yıpranmış bir aşk hikayesinin en vurucu cümlesi yatıyordu burada: Şimdi sen de herkes gibisin... Gerçi ikisi için de hiçbir zaman böyle olamayacaktı ama bu hareketle buna inandırmaya çalışmışlardı birbirlerini.

Kadın oyununu iyi kurmuştu. Bir kişiyi kendinizden uzaklaştırmak istiyorsanız ona yalan söyleyin. İnanmayacak kadar sizi çok seviyorsa da ona daha büyük bir yalan söyleyin.

Sizi canından çok seven kişiye söyleyebileceğiniz en büyük yalan onu kendinizle tehdit etmektir. Gerçekten kendinize zarar vereceğinize inandırırsanız o zaman sizin için sizden vazgeçer. Çünkü gerçek sevgi bazen vazgeçmeyi de gerektirir. Her zaman savaşmak çözüm olmayabilir.

Adam elindeki yırtık kağıt parçalarını tren raylarına savurdu. Sonra arkasını döndü ve birkaç adım attı. O anda kadın arkasından bağırdı. Adam bir an için ona geri dön diyeceğini sandı ama umutlanmamaya çalıştı bu defa. Çünkü hayal kırıklığı çok can yakıyordu. Bu yüzden durdu ama arkasını dönmedi. Kadınsa adama yine istediklerini söylemedi: "Kerem, öyle bir affetme ki beni hiçbir şey kalmasın tanrıya!"

Adam kadının söylediklerine anlam veremedi ama kuşku tohumları içinde yeşermişti bir kere. Şimdi değildi belki ama bir gün bu tohumları yeşertecekti ve gerçeğin peşine düşecekti.

Ve adam gitti. Yine bindi o trene ama bu sefer kaçak değil. Damgalattı biletini. Geçti oturdu koltuğuna, camdan son kez İzmir'e baktı. Nereye gittiğini bilmeden çıktığı bir yolculuktu onunki. Ama artık önemi yoktu, tıpkı artık hayatta onun için hiçbir şeyin önemi olmaması gibi.

Sezen'in ağzından

(Erhan Güleryüz-Diyemedim)

Pollyanna bile içten içe mutluluğuma imrenirken ansızın yağmur başlar, güneş batar masal biter!

Masal bitti. Kahramanının sen olduğu için sevdiğim masal... Ve gidişin...Arkana bakmadan "elveda" deyip gidişin... Evimizin kapısından çıkıp gittiğin günü de hatırlıyorum, gitmesen olmaz mı desem de umursamayışın. Gerçi bu sefer sen bana tutunmak istesen de ben kendi ellerimle gönderdim seni biliyorum. Bu sefer arkana dönmesen de yüreğin bana dönüktü bunu da biliyorum. Bana belli etmemeye çalışsan da köşeyi döndüğünde tıpkı benim gibi hıçkırıklara boğulmuş olacaksın. Sonra bineceksin belki de tek başına o trene. Ama bu sefer kaçak olmayacak adın. Biletini gösterip damgalatacak sonra da rüzgara savuracaksın belki. Hatta belki o rüzgar o bileti benim yüzüme vuracak.

Kulaklarıma o anda tek bir ses vurulacak, tıpkı sen giderken vurulduğu gibi. "çatırt"... merak ediyorum kalbimden gelen sesi o an duymuş muydun? Sanırım bu sese benziyordu. "çatırt"... Bir bitişin başlangıç sesi.

Kapıdan çıkıp arkanda bıraktıklarını biliyor musun? Kırık bir kalp, kırılmış hayaller, umutsuz bir bekleyiş ve asla vazgeçemeyecek olmak... Geride kalanlar bunlar işte. Gerçi bunlar için de seni asla suçlayamam.

Sen tren raylarında beni bırakıp gittikten sonra uzun süre seni izledim. Arkasında bıraktıklarını umursamayan, kararlı bir edan vardı yürüşünde. Daha doğrusu bana böyle göstermeye çalışmıştın. Bir süre de olsa dimdik olabileceğini ispatlamak istemiştin belki de bana. Ama bu sefer ispatladığın bir şey vardı:

Bu benim vazgeçişimdi ve ben seni geri döndürmeyecektim artık. Senin de geri dönmeyeceğini anlamış gibiydim.

Ama işte "ümitleri" olmadan yaşayamaz derler ya insan. İçimde bahardan kalan son bir umut tanesi vardır belki diye bir an için dönersin diye bekledim. O an geri dönüp boynuma sarılsan belki de bırakamazdım seni. İşte o zaman acı dehlizinde ikimiz birden karadeliğe hapsolurduk. Ben de bu kadar bencil olamazdım. Kimse bu kadar bencil olmamalıydı.

Sonuç olarak sana "gitme" diyemedim. Öylece bakakaldım ardından, gözyaşlarım eşliğinde sen giderken. Elveda bile diyememiştim sana. Zaten senin için el olmayana nasıl elveda denirdi ki?

Çaresizliğin dibini gördüğüm andı. Ellerimden kayarken sen, zamanı durdurmayı bilemedim. Sana "Dur!" demeyi bilemedim. Durur muydun ki? Dururdun biliyorum. Çünkü çok seviyordun beni. Benim için donkişot olup sevdiğin kadının hayaletiyle bile savaşmıştın. Benim için benden vazgeçmiştin hatta. Şimdi sıra bendeydi. Senin için senden vazgeçme sırası bana gelmişti.

Zaten her vazgeçiş bir bekleyişi de doğurmuyor muydu? Benim vazgeçişim ise uzun olmasa da elem dolu bir bekleyişi de beraberinde getirecekti. Sonra da onu yalnızlıkla perçinleyip karanlık bir odada ölüme mahkum edecekti.

Her insan birinin hayatına, kalbine misafirdir derler. Sen de misafirmişsin hayatımda. Kalbime misafirmişsin. Hayatımdaki misafirliğin kısa sürdü, zamanı geldiğinde gidecek olan bir misafirdin çünkü. Ve çekip gittin de zaten. Ama kalbime olan misafirliğin ev sahipliğine dönüştü. Artık benim kalbim senin evin. Sen bilmesen de hep böyle olacak.

Sen giderken yalanlarımı yüzüne çarptım ama ayak izlerine fısıldayabilirim aslında tüm herkesin bildiği gerçekleri...

Benim için yaşam sensin Kerem Atalay. Benim için sevda sensin. Benim için en büyük şair sensin, en güzel aşk şiirini yazan. Benim için en büyük yazar sensin bitmeyecek bir hikayeye başlayan. Benim için en cesur sensin kendi kalbiyle bile savaşacak cesareti olan.

Bize sonu daha az mutsuz bir hikaye yazmak istedin ama sonu olan şey asla mutlu olamazdı. Biz mutluluğa inanmayanlar için de daha az mutsuz. Yine de senin benim olmadığım bu hayatta bensiz, özgürce nefes alacağını bilmek yüreğimdeki ateşi söndürüyor az da olsa. En güzel sözü de ben söyleyim istedim sana. Benden hiç duymadığın ama dünyanın en güzel sözünü. Seni Seviyorum Kerem Atalay...

Ve sezon finalimizin sonuna geldik. Umarım yüreğinize dokunabilmişimdir. Sezen'e hak verirsiniz ya da vermezsiniz o sizin bileceğiniz iş. Ama artık sizin de bir taraf seçmeniz gereken an geldi bu hikayede. Başından beri Bu Sefer Olmaz dedik. Kiminiz kanka olduklarına yorumladı, kiminiz aşka olmayan inancına ama asıl gerçek sonunda gün yüzüne çıktı. Şimdi karar sizin. Ya siz de Sezenle beraber Bu Sefer Olmaz dersiniz ya da Sezen'in aksine başka bir şekilde gidişatı değiştirme taraftarı olursunuz. Bu yüzden bu bölüm sonunda size soracağım tek bir bölüm sonu sorusu var?

Bu Sefer Olmaz mı diyeceksiniz yoksa bir şeylerin akışını mı değiştireceksiniz? Gelin beraber bir son yazalım. Ama empati kurup cevabınızı yazın. Her cevap çok değerlidir benim için.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top