Sevgi iyileştirir mi insanı?
❤️❤️
Bu bölüm yazmakta oldukça zorlandığım bölümlerden biri oldu. Son bölümü okuduktan sonra biraz Enis ve Kerem'e sinirlenmiş olabilirsiniz. Belki siz de onların artık sevmeye ve sevilmeye layık olmadığını düşünebilirsiniz ama herkes 2. bir şansı hak eder. Kerem'in itirafına az kaldı. Yakında romantik bir bölümle karşılaşacaksınız . Şimdi sizi bölümle baş başa bırakıyorum. İyi okumalar.
❤️
Ahmet Ali Arslan/Eda baba-Aç zülfünü
Keremin ağzından
Gerçekten Mevlana'ya kulak mı vermeliydim? Vazgeçmemeli ve sımsıkı tutunmalı mıydım hayata? Şu an alacağım kararlar yapacağım şeyler kaderimi değiştirecek yegane şeyler miydi gerçekten? Benim hikayemde mutlu son olabilme ihtimali kalmış mıydı artık? Nerdeydim ben şu an, kimdim ve hayatımın hangi noktasını yaşıyordum şu an? Zamanın hangi evresinde sıkışıp kalmış bir bedendim artık ben. İnsanlığını zulmün eteğine satmış ruhunu satılığa çıkarmış bir adam değil miydim ben? Kendime sövmeye devam etmek bana bir şey kazandırmayacaktı belki ama kim olduğumu hatırlatacaktı bana.
Yanılıyorsun Kerem Atalay! Enis ne söyledi sana az önce "Kendine acımayı kes artık" dedi. Kendisini senin hayatına, canına ortak ettiği yetmez gibi günahına da ortak etti. Sen bu insana inanmayacaksın da kime inanacaksın söylesene! Kendine saysan da sövsen de hatta kesip atsan da kendini o kızı geri getirebilecek misin? 46'lık amcanın dediği gibi öz saygını kaybedersen öteki evren kazanır, işte o zaman kaybedersin. Unutma senin en büyük cezan bununla yaşamak zaten.
İç sesim haklıydı belki şu anda. Hiçbir şeyi geri alabilecek bir kudrette değildim. Ne zamanın efendisiydim ne de sihirli güçlerim vardı. Sadece yitmeye yüz tutmuş elimde bir avuç iyilik cebimde ise bir parça vicdan kalmıştı. Bunlarla ortaya ne çıkarabilirdim bilmiyordum.
Bir uçurumun kenarındaydım sanki her seferinde bir toprak parçası daha kaymıştı ayağımın altından. Düşmüştüm işte. Sallanıyordum o boşlukta. Bir parça kuru dala muhtaç kalmış biçareydim. Burdaydım en nihayetinde. Etme bulma dünyasının tam ortasındaydım. Kötülük yaparken gözümde sadece öfke verdi yüreğimde ise zalimlik tohumları. Şimdi ise yaşadığım hezimetin tarifi var mıydı o zengin lügatlarımızda. Oklar bana dönmüştü en nihayetinde.
Sadece hayatta kalmama sebep olan amaçsız sersem bir ağaçkakana dönüştüğümden beri sadece didikliyordum hayatı başka bir şey yapmadan. Ya bu devran böyle gidecekti ve ben sersem bir ağaçkakan olmaya devam edecektim ya da yaptıklarımın bedelini ödeyecektim. Işıklar söndüğünde karanlık çöktüğünde başlıyormuş insanın asıl yüzleşmesi. Ben eski Kerem değildim. İki farklı ben vardı benden içeri ve ben o eski Keremi öldürmüştüm. Yüreğimin taa derinlerinde hissediyordum bunu. Bir başka ben olabilmiştim ben. Bir zalimden bir canavardan bir insan çıkarabilmiştim. Belki de bilmiyorum ben yapmamıştım bunu. Ama bunu bana söyleyebilecek birini biliyordum.
Cehennemin diğer kapılarından 3'ünü daha açmıştı Enis. Birine gözlerimiz götürmüştü bizi. Görmüştük o kızın çaresizliğini ama kararmış kalplerimiz görememişti onun acı çekişini. Diğerine kulaklarımız götürmüştü bizi. Feryatlarına tıkamıştık kulaklarımızı. Yalvarışlarını düğün şarkısı yapmış dans etmiştik biçareliğiyle. Kahkahalar atmıştı içimizdeki cani. Zincirlediğimiz insanlığımızın gücü yetmemişti onu ordan kurtarmaya. Benim gururum Enisin korkuları izin vermemişti zincirlerini bir nebze de olsa gevşetebilmesine. Ruhumuzu şeytana satmış o gün hem insanlığımızı hem de o kızı gömmüştük diri diri toprağa.
Sonra da çıkmıştık cehennemin sonuncu kapısından. Ayaklarımızla açmıştık o kapıyı. Arkamıza bile bakmamıştık onu orda bırakırken. Ondan vazgeçerken titrememişti gönül telimiz. Bir diğer kapı kalmıştı açmadığımız onu da açan kişi bana olayın kalanını anlatabilecek olan insandı. Hakan Atalaydı...
İkimizde konuşmanın bitiminde bitmek tükenmek bilmeyen bir sessizliğe hapsolmuştuk. Ben kararımı verdikten sonra kendime bir nebze de olsa gelebilmiştim. Kendime geldiğimdeyse ilk işim Enise sarılmak olmuştu. Onda mangal gibi bir yürek vardı. İyisiyle kötüsüyle beni yalnız bırakmamıştı sonuçta. Vazgeçmemişti benden.
Özür diledim ondan tüm samimiyetimle. Borçluydum ona bunu. Sonuçta Enis ne kadar kabullenmese de ben orda iki kişinin ölümüne sebep olmuştum. Biri Yeliz biri ise Enisti aslında. Onun her gün yaşarken ölmesine sebep olmuştum. Görememiştim gözlerindeki hüznü. Yargılamıştım yaptıklarını kimi zaman. Şımarıklık demiş hoppalık varsaymıştım. Bir kere bile sorma zahmetine girmemiştim. Şimdi ise anlıyordum her halini.
Gitmeden döndüm ona da söyledim kararımı: "Sen haklıydın Enis. Geçmişimizi değiştiremeyiz. Hiçbir şeyi düzeltebilecek kudretimizde yok ne yazık ki! Ama yaptıklarımızın hesabını verebiliriz bir bir. Ben de yüzleşeceğim ilk fırsatta Yelizin annesiyle. Ah etmiş bir kere bana. Belki de başıma gelenlerin en büyük sorumlusu da bu ah'tır. Bir annenin ahını almak küçük kıyameti koparmakla eş değer değil mi sonuçta?
Elbette yaşadıklarımın öyle olsa bile tek sorumlusu benim ama sevdiğim insanları bu yüzden kaybettiysem bununla yaşayabilecek kadar güçlü değilim ben. Ben o zamanki Kerem değilim Enis. Bunu bence sen de biliyorsun. Biz değiştik. Nasıl oldu bu bilmiyorum ama değiştik. Ve benim bu değişimin nasıl olduğunu öğrenmem lazım. O yüzden Hakan Atalayla yüzleşmeye gidiyorum. Dönünce anlatırım konuştuklarımızı. Beraber yeneceğiz biz bunu. Kendimizi kader mahkumu yapmayacağız. Sana kardeş sözüm olsun. Ben Kerem Atalaysam bu çukurdan birlikte çıkacağız. Hem de insanlığımızı tekrar kazanarak."
Elimi omzuna vurup koşarak uzaklaşmıştım kütüphaneden. Bir mesajla eve geldiğimi 1 saate evde olmasını istemiştim Hakan Atalaydan. Sadece "Tamam" demişti. Hiçbir şey sormamıştı her zamanki gibi. Benim adıma hüküm verdiği zamanlarda da olduğu gibi. Yurttan çıkıp arabama atlamış ve tam gaz Hakan Atalay'ın evine sürmüştüm arabayı. Ayağımı gaza bir basmış eve kadar da çekmemiştim. Dağ tepe dinlemeden tüm kestirmeleri kat etmiştim. Eve geldiğimde ise bir hışımla inmiştim arabadan. Arabanın kapısını öyle bir vurmuştum ki kapı kolu elimde kalacak gibi hissetmiştim.
Evin kapısının önüne geldiğimde elim kapının tokmağına gidemedi bir süre. Kaç yıl olmuştu ben bu eve adım atmayalı. Hâla kulaklarımda Sudemin sesi vardı. Kuş cıvıltısını duyuyordum onun sesinde. O gittikten sonra bir tek karganın sesini dahi duymamıştım ben. Onunla beraber kelebekler de kargalar da küsmüştü bu bahçeye, bu eve hatta benim nefes aldığım her yere.
Tam bu kapının yanındaki yerde düşmüştü ilk kez. Dizi kanamıştı ilk defa. Abi diye öyle bir bağırışı vardı ki. Etlerimi lime lime doğramışlardı sanki. Onun canı yanmıştı ya benim canım çıkmıştı bedenimden sanki. Tozunu almazdı hiç bu kapının artık tozlu değildi ama bu kapı. Onunla beraber tozlu kapımız da veda etmişti bize.
Zile basmazdım hiçbir zaman bu evde. Takılıp dururdu çünkü zilimiz. Tokmağı kaldırıp indirmek de hep zor gelirdi bize. Ritim tutardık o yüzden kendimizi o tokmağı kaldırmaya ikna etmek için. Şimdi ritim tutacak kimsem de kalmamıştı ki benim. Yine de zorlamıştım kendimi kapıyı çalabilmek uğruna.
Kapıyı 3 kere tıklattığımda Kevser Hanım açmıştı kapıyı. Bu sefer de içeri buyur etse de ayaklarım geri geri gitmişti. Çıkaramamıştım ayakkabılarımı. Cimcimem koymamıştı çünkü bugün terliklerimi. Kimse atlamamıştı da boynuma ben kapıdan içeri girdim diye. Evdeki ölüm sessizliği geçmemişti halen. Huzurunu kaybetmişti bu ev artık, rengini kaybetmişti. Ailemizi kaybetmişti bu ev.
Bir kere daha seslenmişti içeri buyurmam için Kevser Hanım. Bu sefer ayaklarımı zorlamıştım, süre süre dahi olsa adım atmaları için. Salonda bekliyormuş Hakan Atalay beni. Salona yönelttim o yüzden bir türlü hareket etmek istemeyen ayaklarımı. Salondan içeri de girememiştim. Tam kapının çaprazında kalan koltukta gözlerimin önünde canını vermişti annem. Gözümün önünde katil olmuştu babam annemin fişini çekerken.
O zaman da anlamamıştım onu şimdi de anlayamazdım. Nefes alsa yeterdi annem bizim için. Bir kere oğlum demese de bir kere elini yanağıma süremese de göz yaşlarımı silemese de ellerinin sıcaklığını hissetmem yeterdi. Gözleri gözlerime değse yeterdi be. O gün babam annemi değil de benim içimdeki baba sevgisini öldürmüştü sanki. Onun nefesini değil de benim çocukluğumun soluğunu kesmişti. Bu evin her zerresi zorluyordu işte beni. Pare pare ter dökülüyordu alnımdan.
Her zamanki tekli koltuğunda oturuyordu Hakan Atalay. Ben de tam karşısına geçip oturmuştum. Elinde yine günlük gazetesi yanında ise demli çayı vardı. Kötü biri değildi aslında Hakan Atalay. Çayı seviyordu bir kere. Şekersiz ve demli içiyordu çayı. İçiyorsak bir sebebi var diyenlerdendi yani. İsmail abimin de dediği gibi; çay seven, çay içen kötü olur muydu hiç? Olmazdı elbette ki ama iyi de sayılmazdı yine de. Yaptıkları ortadaydı. Sebebi ne olursa olsun yapmaması gereken şeyler yapmıştı.
Beni gördüğünde önce elindeki gazetesini şifoniyer sehpaya bırakmış ardındansa okuma gözlüklerini koymuştu gazetenin yanına. Sonra ise elini çenesin koyup kolunu koltuğun kenarına dikmişti ve düşünceli bir suretle: "Hayırdır Kerem, bir sorun mu var? Sen gelmezdin buraya!" demişti. Merak yoktu sesinde daha çok "derdin ne yine" der gibi bir ses tonuydu bu. Hani vardır ya insanın bir şey anlatacağı varsa da anlatmamasını sağlayacak o ses tonu, işte tam da oydu.
Fakat ben alışmıştım artık, bu beni vazgeçirebilecek bir faktör değildi yani. O yüzden ben de kendi pozisyonumu almıştım. Kollarımı dizlerimin üzerine düz bir vaziyette koymuş ve hafif öne eğilerek sorgulama haline geçmiştim: "Her şeyi hatırladım ben baba. 2 sene öncesini biliyorum artık. Yeliz Sergin'e yaşattıklarımızı biliyorum. Nasıl bir cani olduğumuzu ve senle Gürkan amcanın da nasıl bizim suçumuzu örtbas ettiğinizi, biliyorum artık. Peki her şeyi öğrendiysen burda ne işin var diyorsun değil mi? Öncelikle senle yüzleşmeye geldim. Sana ömür boyu bu acıya, bu pişmanlığa bizi mahkum etmenizin sebebini sormaya geldim. Ve bana sakın sizi korumak için deme! Böyle koruma olmaz. İyiliğiniz için diye de geçiştirme beni. Ne yaparsanız yapın bizim iyiliğimize olmayacaktı çünkü. Bu olayda iyi olan hiçbir şey yok çünkü. Anlat ama yine de bana. Ne diyeceksin merak ediyorum gerçekten."
Ses tonum yükselmişti konuşmanın sonuna doğru. Elim, ayağım, dişlerim zangır zangır titremişti. Çenem kitlenmişti. "Anlat" derken dişlerimi sıkmıştım. Biraz daha sıksam dişlerimi kıracaktım.
Benim tepkim karşısında Hakan Atalay da şoka girmişti. Beklemiyordu böyle bir şey için geleceğimi yüksek ihtimalle.
Belki de hiç hatırlamamamı ve bu olayın unutulmasını ummuştu ama öyle olmamıştı işte. Ayağa kalkmış oflayarak iki volta atmış sonra koltuğuna geri oturmuş ve sakinleşmiş vaziyette başlamıştı konuşmasına:
"Kerem sen benim sahip olduğum tek şeysin. Seni de kaybedemezdim. Senin için yaptım. Belki doğru olan bu değildi, haklısın belki de yanlış yaptım. Ama 17 yaşında bir çocuğu ıslah evine yollayamazdım kendi elimle. Hem bunu yapmam o kızı geri getirmezdi ki. Ben de en azından diğer evlatlarını kurtarmalarına yardım edeyim dedim. Bunun nesi kötü olabilir ki? Düşündüğün gibi değil yani. Kan parası olsun diye ya da vicdanımızı rahatlatır diye değil safiyane bir niyetle yaptım ben bunu."
"Safiyane bir niyetle yaptın öyle mi baba, dalga mı geçiyorsun sen benle? Senin karşında 6 yaşındaki o hiçbir şeyden haberi olmayan saf çocuk yok artık. Sen hiç fark etmedin ya da görmedin ama ben büyüdüm baba. Allaha şükür de kafamı kullanabiliyorum. Sen o çocuğa yardım olsun diye yapmadın bunu, sen bunu sadece kendi imajın zedelenmesin diye yaptın. Biricik Atalayların varisi ıslah evine düşmüş demesinler diye yaptın! Ben de ne salağım ya bir an için benim iyiliğim için ya da beni korumak için yaptığını iddia edeceksin sanmıştım ama yanılmışım. Sen ne zaman kendinden başka birini düşündün ki zaten 12-13 sene önce kimsen yine aynı kişisin sen. Çok yazık ya gerçekten!"
"Kerem haksızlık ediyorsun ama bana. Kendine gel ben senin babanım! Beğenmesen de istemesen de hatta sevmesen de bunu değiştiremezsin. Sen.. sen o olaydan sonraki Kerem'i hatırlamıyorsun. Sana o kadar ağır geldi ki o kadının dedikleri, senin bir oyun olarak nitelendirdiğin şeyin bir katliama dönüşmesini, olanları işte kaldıramadın sen. O kadın yakanı bıraktıktan sonra kriz geçirdin sen. Çok ağır bir krizdi, elektrik çarpmış gibi zangır zangır titremeye başlamıştın. Ağzından köpükler gelmeye başlamıştı. Göz bebeklerinin biri sağa biri sola sabitlenmişti. Kısa süreli bir yüz felçi bile geçirmiştin. 2 hafta hastahanede yattın. Hiç kimseyi görmedin, hiç kimsenin sesini duymadın. Boş bir teneke gibiydin. Saatlerde bir noktaya sabitlemiyor ve hiçbir şey yapmıyordun.
Ben... ben o kadar çaresizdim ki. Bir babanın gözü önünde evladının erimesine seyirci kalması ne kadar zor biliyor musun sen? O kadar param, gücüm hiçbir halta yaramıyordu. Sonra 2 haftanın sonunda sen hayata döndün. Aynı Kerem değildin sanki ya da öyleydin ama tekrar o hale dönüşmeyecektin. Sen o olayı silmiştin hafızandan. Doktorlar travma sonrası böyle hafıza kayıplarının normal olduğunu ve bir sıkıntı olmadığını söylediler fakat sana o olayı hatırlatmaya çalışmamamız gerektiğini yoksa geri döndürülemez sonuçlar doğurabileceğini söylediler. Bilinçaltında kaldıramadığın için bu olayı en derinlere attığını söylediler. Biz de etrafındakiler olarak sustuk ve seninle sanki o olay hiç var olmamış gibi yaptık."
"Demek kaçtım ha, kaldıramadım ve tüm zayıflığımla pes ettim. Sonrasında da ben dahil herkes o anı unutmuş gibi yaptı öyle mi?
Bir can gitti ve biz sadece basit bir kitap kaybolmuş gibi davrandık. Yine de tamamen vicdansız değilmişim onu anladım. Yaptıklarımı üstlenemeyecek kadar korkakmışım ama zerre kadar da vicdanı içimde barındırabilmişim. O kadar da kaybetmemişim demek ki insanlığımı. Hani sen dedin ya 'Aynı Kerem değildin sanki ya da öyleydin ama tekrar o hale dönüşmeyecektin.' buna nasıl bu kadar emin olabilirsin ki? Ben nasıl bu Kerem'e dönüştüm. Beni bu hale ne ya da kim getirdi?"
"Gerçekten bunu soruyor musun Kerem? Sen sadece o olayı unuttun başka bir şeyi değil ki! O hastahaneden çıktıktan sonra yaşadıklarını hatırlıyor olmalısın. Biraz düşünseydin çok rahat bulurdun zaten. Seni düştüğün o bataklıktan Sena kızım çıkardı. Senden sevgiyle donanmış bir adam yaptı. Seni sen yaptı o Kerem. Yani demem o ki bugünkü Kerem onun eseri aslında. Sen bugünkü Kerem'i ona borçlusun. Bir gün olsun seni yadırgamadı, olayları öğrendikten sonra bile sadece sindirmek için zaman istedi bizden. Sonrasında ise sana hiçbir şey söylemedi. Bir iki gün konuşmamıştı sadece senle. Ben de Enisten biliyorum bunları. Sonrasında ise ne yapmıştı sadece biliyor musun? Geldi yanıma elini elimin üstüne koydu ve dedi ki: 'Size söz veriyorum Hakan amca, ben Kerem'in bir daha asla o kişi olmasına izin vermeyeceğim. Onu öyle bir seveceğim ki sevmeyi öğreteceğim ona. Benim aşkım onun kurtuluşu olacak. Ben onu ona bırakmayacağım.'"
Gerçekten de beni bana bırakmamıştı. Doğru söylüyordu Hakan Atalay. Beni ben yapan oydu. Hiçbir şey söylememiştim Hakan Atalay'a koşarak uzaklaşmıştım o evden. Ona koşmuştum sadece. Senama koşmuştum. Onla konuşacaklarım vardı. Mezarlığa gidememiştim uzun zamandır. Yüreğim kaldırmıyordu çünkü onu orda görmeye. Ama şimdi gitmeliydim. Kokusunu içime çeke çeke beni nasıl iyileştirdiğini ona anlatmalı ve hem özür dilemeli hem de ona teşekkür etmeliydim.
Çok uzakta değildi zaten mezarlık. Arabayı son gaz mezarlığa sürdüm. Mezarlığın önüne geldiğimde hızla çıktım arabadan. Sonra da onun yanına geldim. Burdaydım işte, yanındaydım onun. Konuşmaya başlamadan önce toprağını suladım. Menekşeler ekmiştim toprağına. Sena çok severdi mor menekşeleri. Hep derdi ki:
"Olur da bir gün bana bir şey olursa sakın beyaz güller, laleler getirme mezarıma. Ayrılığımızı her gün anımsatma bana. Beyaz lale ve gül ayrılığı temsil eder çünkü. Arada sarı laleler getirebilirsin ama. Ne zaman bana sarı lale getirirsen bilirim ki beni özlemişsin."
O böyle derdi bense hep "Allah korusun" der sustururdum onu. Sanki o dakika onu kaybedecekmişim gibi hisseder sımsıkı sarılırdım ona. Sanki bir daha hiç sarılamayacakmışçasına sarılırdım. Bugün de sarı lale getirmiştim ona. Evin köşesindeki çiçekçiden almıştım laleleri. Suladığım toprağa koymuştum birer birer onları.
Sonrasında ise bir avuç toprak alıp koklamıştım toprağını. Belki bir nebze de olsa o kokar diye. Ama alamamıştım o cennet kokusunu. Esirgemişti benden o kokuyu. Bir keresinde bir söz okumuştum. Diyordu ki orda "Öperken kokusunu içine çektiysen, özlerken burnunun direği sızlar!". Sızlamıştı gerçekten öptüğümde nefesime hapsettiğim kokusunu düşledikçe daha çok özlemiştim onu. İlk aşkımdı o benim. İlk öptüğüm kadındı. İlklerimi yaşatan yegane varlıktı bana. O kadar özeldi ki benim için.
Bir daha kimse o kadar özel olabilir miydi bilmiyorum. Ama ben onu ilk gördüğümde anlamıştım benim için bu kadar özel olacağını. Hayatımın merkezine oturup benim hikayemi baştan yazacağını.
İlk karşılaştığımız gün, gökyüzü düşmüştü gözlerine. Bulutlar süslemişti kirpiklerini, tenini havanın nemi kaplamıştı sanki. O gün çarpıştığımızda sanki çarpışan biz değil de kaderlerimizdi. O beni kurtarmak için göklerden gönderilmiş bir melekti sanki. Bir yıldırım çarpmasıydı hayatımda. Beni kendime getirmek için İsrafilin yolladığı bir afetti sanki.
Üzerime düştüğünde yüreğime de düşmüştü aslında. Yozlaşmış kalbime bir ateş düşmüştü onunla beraber. Dudakları dudaklarıma değdiğinde, anlamsızca öpüştüğümüzde yeni bir nefes yeni bir hayat bahşetmişti sanki bana. Sunileşmiş nefeslerimi gerçeğiyle değiştirmişti. Sahteleşmiş, yapaylaşmış hücrelerimi özüne kavuşturmuştu. Özür dileyip koşa koşa uzaklaşmam gerektiği noktada özrüm beni olduğum yerde çakılı vaziyete getirmişti. Ben mahcuptum o ise bir o kadar anlayışlı.
İlk saçmalarım ona kendimi ifade etmeye çalışırken başlamıştı. İlk kez o gün şapşallaşmıştım. Belki de ilk defa o gün sıradan bir insan olmuştum. Değişimimin kıvılcımları da belirsiz olsa da ilk o gün yanmıştı. Çünkü bir daha onu görebilir miydim bilmiyordum. Saçmalamalarımın özürlerimin arasında çakallığımı konuşturmaya çalışmıştım.
"Allah benim cezamı vermesin ya da yok yok versin, hak ettim sonuçta ben. Özür dilerim gerçekten tekrar. Be..ben böyle biri değilimdir normalde. Nasıl böyle bir şey yaptım anlamıyorum. Kuru kuru bir özürle affedilecek bir şey değil yaptığım. Size bir teklifim var. Ben sizi pahalı bir restorana götürsem siz de en pahalı şeyleri sipariş etseniz de ben o gün bulaşıkları yıkamak zorunda kalsam olmaz mı? Sapık falan değilim ha sakın yanlış anlamayın! Ben sadece kendimi ifade etmek için bir fırsat istiyorum. Lütfen şu an bir şey söylemeyin, bu benim numaram olur da aramak isterseniz hep bekliyor olacağım. Aramazsanız da karşılaştığım bir huri olduğunuzu varsayıp beni affetmiş olmanızı umacağım. Aramanız dileğiyle, iyi günler de kalın!"
Giderken o el salladığım, şapşal gibi gülümsediğim anı unutamıyorum halen. Geri geri gitmiştim ayrılırken o parktan. Sırf sana yüzümü dönmeyim diye peki sen ne yapmıştın Sena hatırlıyor musun? Tebessüm etmiştin ama o tebessümünde o kadar acıyan gözlerle bakmıştın ki bana. "Sahiden ne zavallı bu çocuk, bir de onu arayabileceğimi sanıyor" demiş miydin içinden? Demediysen de öyle bir halin vardı. Arkamı döndüğümde anlamıştım aslında benim notumu verdiğini ama yine de bir iki ay senin aramanı beklemiştim ben. Peki ne olmuştu biliyor musun, ne kadar beklersem bekleyim aramamıştın. İşte ilk defa o gün sormuştum kendime aşk diye bir şey gerçekten varsa değiştirir miydi insanı diye. Ve seninle karşılaştığım o ilk an bana bunu sordurtmaya ve kendimi sorgulatmaya itmişti. Demiştim ki "Bu kız bana bakar mı gerçekten? Baksa dahi gözlerimin arkasındaki karanlığı içimdeki o canavarı görmez mi?".
Korkmuştum işte kendi cehennemime seni de çekersem diye. O kadar güzel bakıyordun ki çünkü bana içimdeki karanlık seni yok eder diye korkmuştum işte. Sonrasındaysa sen kaybolmuştun benim de senle beraber insan olabilme umutlarım kaybolmuştu. Yine aynı Kerem olmuştum ya da öyle sanıyordum. Ama en azından değişebilmeyi umdurmuştun bana.
Sonra okul başlamıştı. Ben yine aynı Kerem olacaktım çünkü hatırlamıyordum hiçbir şeyi. Hiçbir şeyden habersiz yine o canilikleri yapmaya devam edecektim belki de. Ama sen izin vermedin buna. Okulun ilk günü üniformasız gelmiştin okula. Saçını yandan örmüştün. Beyaz dantelli bir elbise vardı üzerinde. Beni görünce yanıma gelmiştin. Çipil çipil gözlerinle bana bakmıştın, gülümsemiştin bu defa. Sonrasında ise "Selam Mahcup Sapık" demiştin bana. Duyduğum söz beni utandırmış ama sevindirmişti de beni. Çünkü sen beni unutmamıştın. Gerçi sapık demesen iyiydi ama canın sağolsun senin be sevgilim.
Seni oraya getiren ben değildim biliyordum. Benim için de gelmemiştin. Seni bana kader getirmişti. Lütuf olarak gelmiştin sen bana. Allah merhamet etmişti bana. Benim gibi birine bile yüz çevirmemişti. O nelere kâdirdi. Seni de bana yüreğime kâdir olman için göndermişti. İkinci bir şans getirmiştin sen bana. İçimdeki kötülüğü senin ışığınla iyiliğe çevirecektin. Beni bana çevirecektin. İçimde kırılmış olan ne varsa tamir edecek olan en usta tamirci de sendin.
Sevilmek harekete geçirecekti donmuş olan kalbimi. Sevileceğimi hissettirmiştin o gün bana öyle baktığında. O kadar güzel bakmıştın ki bana seni sevmekten başka çare bırakmamıştın. Sadece sev demiştin gözlerinle, bense teslim etmiştim tüm varlığımla kendimi. O günden sonra etim de senindi, kemiğimde. Gözlerin gözlerimin açtığı cehennem kapılarını kapatacaktı birer birer. Sen bana baktıkça ben senden çok bana bakacaktım. Güm geldiğinde gözlerindeki yansımamdan korkmamak uğruna ben bende yeni bir Kerem Atalay olacaktım. Ben bende yeni bir şehir kuracak orada da sadece sana layık olacaktım.
Keremle Senanın okuldaki ilk karşılaşmaları
Senayla Keremin ilk sevgili buluşmaları
Sonra gün geldi, kalbin benim için atmaya başlamıştı artık. Kalp atışların ismimi fısıldar gibiydi ruhuma. İlk buluşmamızdı. İlk kavuşmamızdı. Kalbimin can kırıklarının bir araya geldiği gündü. Kalbimin dile geldiği gündü. Lal olmuş hayatımın var olmaya başladığı gündü o gün.
Gözlerin izin vermiyordu zaten acımasızlaşmış hücrelerimin canlanmasına. Yok oluyordum bana her bakışında. Sen bana bakmıyordun da içimdeki çocuk kalan tarafa bakıyordun sanki. Gözlerin yağmur yüklü bulutlar gibi üzerime yağıyor, kainatın en güzel manzarasını gözlerimin önüne seriyorlardı.
Öyle bir bakıyordun ki bana, iyi biri olmayı hayal eder olmuştum. Karanlığa hapsolmuş gözlerim ruhumu aydınlığa çekiyordu. Adımı her söylediğinde duymak istemediğim vicdanım yeniden canlanıyordu. Görmezden geldiklerim kaçamadıklarıma dönüşüyordu.
Masumluğun yüzünün her noktasından göz kırpıyordu bana. Kendimi senin yanında içten içe kirli hissediyordum. Utanıyordum masumluğuna dokunmaya. Kıyamıyordum bakmaya dahi, saflığına zeval getirirsem diye. Ben sana bakmaya bile cüret edemeyecek hale gelmişken sen dudaklarını büzüşmüş tenime dokundurmuştun ilk defa. İlk öptüğünde içimde ilk iyilik tohumu yetişmişti toprağımda. Çoraklaşmış toprağım canlanmıştı sanki o an. Değişimin tüm bedenimi ele geçirmesi de çok uzun zaman almayacaktı.
Aşk mıydı bu yaşadığım diye sorguluyordum hep kendimi? Sonra kendimi bambaşka bir insan olarak hayal ederken buluyordum en olmaz zamanlarda. Zaten hakiki aşk umulmadık dönüşümlere yol açmaz mıydı insanda? Şayet ''aşktan önce'' ve ''aşktan sonra'' aynı insan olarak kalmışsak yeterince sevmemişiz demekti.
Ben de seni o kadar sevmek istemiştim ki aynı ben olarak kalmak istememiştim. Birini seviyorsan onun için yapabileceğin en anlamlı şey değişmekti çünkü. Kusurlarını kabul edip törpülemeye çalışmaktı. Eksikliklerini onun için tam yapmaya çalışmaktı aşk. Kendini aşka bir kere kaptırdığında er ya da geç değiştirirdi insanı, bünyenin fabrika ayarları ile mutlaka oynardı. Benim fabrika ayarlarımdaki oynamanın şiddeti ise sekiz gücünde bir depremle eş değerdi.
Sena'nın okuldaki eğlenen halleri
O kadar hayat doluydu ki dünyaya başka bir gözle bakıyor gibiydin. Gökyüzünde uçan kuş bile sadece kuş değildi onun için.Onun da bir dünyası vardı Senaya göre. Özgür olmak tek amacı değildi mesela o kuşun. Belki bir anneydi o kuş belki de bir baba ya da bir ailesi vardı en azından.
Ya da cansız başka bir şeyi örnek verecek olursam bulutlar sadece bulut değildi onun için. Hepsinin adı, ayrı hikayesi vardı. Bizim oyun olsun diye ata, arabaya ya da bir salıncağa benzettiğimiz bulutlar onun için hatıraları olan canlı kimliklerdi. Doğa onun karşısında dile geliyordu sanki.
O kadar neşe saçıyordu ki etrafına sesindeki tınıyla kuşlar ona eşlik edip şarkı söylüyorlardı sanki. Bizim yolda sinirlenip vurduğumuz taşın bile canının yanabileceğini düşünür. Öfkesini hiçbir şekilde başka bir nesneden çıkarmamaya çalışırdı. Hoş çok da öfkelenmezdi de.
Bir parkın yanından geçsek parka girer salıncakta sallanır, kaydıraktan kayardı. Çocukluğunu içinden öldürmeden yaşatanlardandı o. Bana kaybettiğim çocukluğumu, masumluğumu hatırlatırdı onun bu halleri. Ya da başka bir zaman, sokakta top oynayan çocukları görür hemen yanlarına koşardı. Kollarını çemreyip işe koyulur o da 2 top sallardı onlarla. Sonrasında da kim kaybederse etsin iki tarafa da şeker, çikolata, gazoz falan alırdı. Ne kadar yardıma ihtiyaç olan varlık görürse hemen yardımına koşardı. Yaşlıları karşıdan karşıya geçirir, yardıma ihtiyacı olan çocuklara yardım ederdi. Sadece onlarla da kalmazdı. Kedilere köpeklere yemek verir, kuşlar için kuş yuvaları yapar, ekmek asardı ağaçlara. Tüm kainatın elinden tutmuş gibiydi. O kadar yardım ettiği varlık yetmezmiş gibi benim gibi bir canavarı da insana çevirmişti. Ben onunla öğrenmiştim iyiliği, güzelliği, insanlığı. Merhamet denen duyguyu, ilk onunla tatmıştım. Güzel olan her şeyin mimarıydı.
Kerem'in Yelize yaptıklarını öğrenmesinden sonraki gün
Seninle geçirdiğimiz onca zaman boyunca bir kere olsun yüz çevirmemiştin bir kere olsun küsüp çekip gitmemiştin. Her ilişkide olduğu gibi bizim ilişkimizde de arada sırada tripler, tartışmalar oluyordu ama o zamanlarda bile gözlerini gözlerimde çekmiyordun. Sonra bir gün okula geldiğimde Enisle bir şey konuşurken senin bizim olduğumuz tarafa doğru geldiğini gördüm. Gözlerinin içine baktım her zamanki gibi aşkla. Sen önce beni gördün ama sonra gözlerini kaçırdın benden. Esirgedin gün ışığımı gözlerimden. Günümü aydınlatmama izin vermedin!
Sonra ben sana seslendim. Tüm sevgimle haykırdım sana "Sevgilim" diye ama sen cevap vermedin! Öylece geçip gittin yanımdan. Adımla bile seslenmedin. Sesini sakındın benden. Huzur bulduğum o tınıyı duymama engel oldun.
Peşinden gitmek istedim yanımdan geçip gittiğinde ama Enis engel oldu o gün bana. "Biraz kendi haline bırak" dedi. Ben de kulak verdim can dostuma. Sonra okul çıkışında sen sanki sabah hiç öyle yanımdan geçip gitmemişsin gibi yanıma geldin ve sardın kollarını arkadan boynuma.
İşte şimdi anlıyorum o gün ne olduğunu. Sen o gün öğrenmiştin aslında sevdiğin adamın nasıl biri olduğunu ama yargılamak yerine beni anlamaya çalışmıştın yüksek ihtimalle gün boyu. Sonra bana bir şans vermeyi tercih etmiştin. Sen pes etmek nedir bilmezdin ki zaten.
Benden de vazgeçmemiş, beni şu anki Kerem yapmak için elinden geleni yapmaya çalışmıştın. Hiçbir şeye de zorlamamıştın beni. O gün melekler aşka izin vermişti. Bizi sınaması için. İkimizi de bir teraziye koyup tartmıştı bizi. Sonra sen her şekilde ağır gelmiştin benden . İşte o gün dengede duralım diye benden alıp sana verdi kalbimi. Artık bana ait değildi bütünüyle o kalp. Senle yoğrulacak sana karışacaktı büsbütün. Senin gibi olmak için tüm gücüyle savaşacaktı. Seni hak etmeye çalışacaktı.
Zaten tüm dünyam da sen olmuştun. Senden başka bir şey düşünemez olmuş senin için tüm dünyadan vazgeçer olmuştum. Bir mecnun da ben olmuştum, sonra da düşmüştüm en karanlık çöllere. Ben şair olmuştum sen şiir. Seni sana okur olmuştum bazen de. Kimi zaman Nazım Hikmet kimi zaman Atilla İlhan sırtlamıştı hislerimi. Bazen de Özdemir Asaf'a kulak vermiştim. Hani çok sevdiğim bir şiir dörtlüğü vardı, hatırlar mısın sana okuduğum?
Seni bulmaktan önce aramak isterim.
Seni sevmekten önce anlamak isterim.
Seni bir yaşam bitirmek değil de,
Sana hep hep yeniden başlamak isterim.
Özdemir Asaf
O şiiri yaşamıştım ben senle olduğum her gün. Seni aramak içimdeki beni aramaktı çünkü. Seni bulmak beni bulmaktı çünkü, beni baştan yapmaktı. Seni anlamak aslında içimdeki kaybolmuş insanlığımı anlamaktı. Sevmeyi anlamaktı, dünyayı anlamaktı. İyiliği öğrenmekti. Hayata olan borcumu ödemekti. Tüm insanlıktan çaldığım o kötülükleri geri teslim etmekti eşit bir şekilde. Seni değil beni baştan yapmaktı ve ben senin en büyük başyapıtındım be sevgili.
Artık anlamıştım benim nasıl ben olduğumu. Bunlar kendimi affetmeye yetmezdi elbette. Affı yoktu çünkü yaptığımın ama artık Senanın Keremine ihanet etmeyecektim. Ben bendim çünkü. Senanın beni bu hale getirmek için yaptıklarını göz ardı edemezdim. Kendime saygısızlık ederek ona nankörlük edemezdim.
O, o kadar güzel sevmişti ki benim varlığım baştan inşa olmuştu; onun sevgisini güzel ağırlayabilmek adına. Sevgisiyle iyileştirmişti taşlaşmış, karamış kalbimi. Unuttuğum tüm duyguları tekrar hatırlatmıştı bana. Kışa dönmüş yüreğimi bahara çevirmiş. Yozlaşmış beynimde genç fidanlar yetiştirmişti. Ben artık eski ben değildin sonuçta. Hastalanmış benliğim onla iyileşmişti. Sevgi iyileştirir miydi insanı? İyileştirmişti işte. Hiçbir kalıntısı kalmamıştı hastalığın. Hücrelerimde dolaşan tüm mikroplarla bir savaşçı edasıyla savaşmamı sağlamış ve galip duruma getirmişti beni.
Aydınlanma yaşadığım bu anda beni ben yapan kadınla vedalaşıp karanlığa hapsolmuş diğer yarıma da ışık tutmaya gitmeliydim. O yüzden zorla da olsa kalktım çöktüğüm yerden. Mezar taşına bir öpücük kondurdum. Elimdeki bir avuç toprağı bir peçeteye doldurup gitmeden teşekkür ettim güzel gözlü kadınıma. "Hoşçakal Sevgilim! Yine geleceğim." demiş ve Enise gitmek için yola çıkmıştım.
🌺🌺🌺
Yurda geldiğimde Enis odada yatağın üzerinde kafasını avuçlarının içine almış öylece oturuyordu. Kapıdan içeri girdiğimi görünce ayaklandı. Sonra yanıma geldi: "Kardeşim ne yaptın ya, nerelerdeydin merak ettim lan seni!" dedi. Yatağa oturup elimle de otur işareti yaptım ona. Sonra anlattım ona babamla olan yüzleşmemi, Senaya gittiğimi. Sonra sordum ona tasdik etmek için: "Enis ben bugün emin oldum zaten ama yine de tasdiklemek için sana sormak istiyorum. Senanın okulda gözlerimin içine bakmadan geçip gittiği gün vardı ya hani o gün öğrenmiş olabilir mi Yelizin olayını? Yani Sena o olayı biliyor muydu? Senin bildiğin bir şey var mı?"
"Kerem, madem her şey ortaya döküldü bunu da öğren tam olsun madem. Doğru tahmin etmişsin kardeşim. Sena bir gün öncesinde öğrenmişti o olayı. Hakan Amca anlatmış ona. Yardım istemiş ondan. Sana ne kadar iyi geldiğini fark ettiğini söylemiş ve senin değişmene yardım etmesine istemiş. Anlamış herhalde sana kızsa bile senden vazgeçemeyeceğini o yüzden gönül rahatlığıyla anlatmış her şeyi tüm çıplaklığıyla. Görüyor musun kardeşim hiçbir şey anlamadın senelerce. Bir kere hatanı vurmadı yüzüne. Bir kere olsun suçlamadı seni. Sena gibisi gelmez bir daha dünyaya. Zaten o bir insan değildi melekti."
"Haklısın kardeşim hiçbir şey demedi bana. Melekti çünkü o. Masumiyetin resmi gibiydi. Beni o iyileştirmiş Enis ve ben bunu hiç fark etmemişim. Sanıyordum ki ben hep aynı kişiyim ama değildim işte. Bugün fark ettim şu anki benle o zamanki benin bir olmadığını. Sevgi iyileştirirmiş kardeşim, sevgi değiştirirmiş insanı. Güçlendirirmiş insanı. Yani demem o ki benim için halen umut var. Sezen var, onun sevgisi belki iyileştirir beni. Yine o insana dönüşmeme engel olur. Belki bir üçüncü şansım daha vardır bu hayatta, belli mi olur? O yüzden ben diyorum ki ben her şeyi daha fazla saklamadan anlatayım Sezen'e. Hem bu olayı hem de ona karşı hislerimi. Belki o da Sena gibi beni bir ikinci şansa layık görür. Arkamda durmasını beklemiyorum, zaten istemiyorum da bunu. Sadece yargılamaktansa o da beni insanlığa kazandırmaya, daha doğrusu kaybettirmemeye çalışsın. Olur da vazgeçerse benden, o zaman efendi gibi şapkamı alır çıkarım hayatından. Bu sefer bir daha dönmemek üzere. Sevmek iyileştirir, sevmek korur. O yüzden sev kardeşim. O zaman senin için de bir yol olur."
"Haklısın kardeşim, sevgi o kadar güçlü bir duygu ki kapsama alanını tespit etmek bizi aşar. Benim henüz seviyorum dediğim biri yok. Sevmeye de sevilmeye de layık görmemiştim çünkü kendimi onca zaman boyunca ama kaybetmek istemediğim. Yaralarımı göstermekten korkmadığım biri var ve ben ondan hiçbir şey saklamak istemiyorum. O yüzden ben de ona anlatacağım her şeyi. Olur da bir gün seversem onu bir ihtimal o da severse beni sevmekten utanmamamız için aramıza yalan sokmayacağım. Sahte bir mutluluktansa gerçek bir acıyı göze alacağım."
Evet bu bölüm biraz foto roman gibi oldu. Diğer karakterlerimizi de sokabilmeyi umuyordum bu bölümde ama yine evdeki hesap çarşıya uymadı. Biraz olsun kızgınlığınız geçmiştir umarım Kerem'e. Kerem'in sebep olduğu bu olaya akran şiddeti deniyor.
Akran şiddeti dediğimiz olay, illa fiziksel olmak ya da gerçek manada bir şiddet olmak zorunda değil. Psikolojik şiddet dediğimiz olay da buna dahil ve çoğumuz bu durumda farkındalık sahibi değiliz. Belki duyuyuz hatta görüyoruz ama kulaklarımızı tıkıyor, gözlerimizi yumuyoruz. Onların ruhlarına, yaralarına merhem olmaya çalışmıyoruz. Diğer yandan da Kerem gibi çocuklar suça itilmiş kimseler olabiliyor. Bazen de onları farkındalık uğruna dışlayıp onları içinde buldukları makus talihe terk ediyoruz. Yargılayıp, hükümler veriyoruz. Sonrasında hem yara açılanı hem yara açanı kaybediyoruz. Kitabımda bu olaya yer vermek istedim özellikle. Çünkü çoğu kimse bilmiyor bu durumu. Benim sizden ricam gözlerinizi yummayın, sırtınızı dönmeyin onlara. Bir tekme de siz vurmayın onlara.
-Sizce sevgi iyileştirir mi? Keremin iyileştiğini düşünüyor musunuz gerçekten?
-Aşkın (ya da sevginin) insanı değiştirebileceğine inanıyor musunuz?
-Hakan Atalayın konuşmaları sizleri tatmin etti mi?
-Senayla ilgili kısımları nasıl buldunuz? Senayla ilgili ne düşünüyorsunuz?
-İlerki bölümlerde geçmişten tamamen Sena ve Kereme ait kısımlar da görmek ister misiniz?
-Beklenen itiraf gelecek yakında sizce Sezen de olaya Sena gibi yaklaşabilir mi? Hayat Kerem'e 3.bir şans tanımış mıdır?
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top