Seni Çok Özledim
Okulumun açılmasına az kaldı. Hukuk okuduğum için çok fazla bölüm yazabilme fırsatım olmuyor açıkçası o yüzden olabildiğince tatil içinde bölüm yayınlamaya çalıştım. Bu bölümde bazı ayrıntılara yer vereceğim. Çünkü bir yazar var ki benim anlatmak istediğim bir takım şeyleri çok güzel anlatmış. Bu yüzden bana yalnızca ekleme yapmak düşer. Umarım bölümü beğenirsiniz. Yorum ve vote yapmayı unutmayalım lütfen. Desteğiniz benim için çok önemli çünkü.
Hala Seni Özlüyorum-Redd /Model-Pembe Mezarlık/ Hasretinle yandı gönlüm-Edip Akbayram
Sezenin ağzından
"Peki sen onun için ne kadar ileri gidebilirsin? Onun için elini kirletip kendi ayaklarınla o bataklığa girmeyi göze alabilir misin? Unutma eline çamur bulaşmadan o çömleği yoğuramazsın!" demişti Tuğra. Sözleri ok misali kalbime nişan aldıktan sonra içeri geçmiş beni de biçare burda bırakmıştı. Kalbime nişan aldığı oklar kalbimdeki et parçalarımı lime lime etmiş, söylediği cümleler birbir yüreğimi oturmuştu. Kan revan içinde kalan kalbim yine bi bilinmezlik içinde an be an kan kaybetmeye devam ediyordu. Bilinmezliği de beraberinde getiren sözler kara bulutlar misali üzerime çökmüş benim de dünyamı karartmaya başlamıştı.
"Bataklığa batmayı göze aldım" demişti. Bu da ne demekti şimdi? Aklımdan binlerce kötü senaryo geçiyordu. Bataklık tabirini neye yormalıydım acaba? Bataklık derken karanlık işlere mi bulaşmıştı acaba Kerem Tuğra da susmuş ya da ona yardım ve yataklık mı etmişti yoksa tefeciden borç almış bataklığa böyle batmış, babasına söyleyememiş Tuğra mı kurtarmıştı onu bu borç batağından? Ama bu onun en karanlık tarafı olamazdı ki?
Çok filmvari olsa da birinci ihtimal bile ikincisinden daha olası gelmişti. Ama yine de Donuğun Karanlık işlerle alakası olabileceğine ihtimal veremiyordum bu işte başka bir şey olmalıydı. Donuk bu mevzudan hiç bahsetmemişti.
İlahi Sezen neden bahsetsin ki yani? Sen olsan yakın gördüğün insanlara karanlık tarafını gösterir miydin? Ne diyecekti çocuk Sezen "Ya Sezen benim şöyle şöyle karanlık şeylerim var beni seveceksen bunlarla sev beni böyle kabul et!" mi diyecekti? Hiç sanmıyorum. Ayrıca Tuğraya bir konuda katılıyorum Kerem kartlarını açık oynamıyor kesinlikle.
Aha ben de diyordum ki uzun zamandır iç ses yok ortalıklarda nereye gitti acaba ama şom ağızlılık yapmışım işte? Yani Sezen sanane de mi ne diye kendinle cebelleşip iç sesini tekrar ortaya çıkartıp konularına meze ediyorsun hiç yani!
Yok Sezencim öyle şey mi olur? Ne mezesi! Sen iste ben hep gelirim. Sen yeterki beni iste diğer kılkuyruğu çağırma sakın!
İç ses sus bak gelir şimdi bi de o kadar kafa karışıklığım içinde sizin kavganızla uğraşamam. Madem geldin bir el at da akıl ver bana. Bu bataklıktan kastı ne olabilir bu Tuğranın?
Hah işte böyle bana gel sen. Şimdi bi düşünelim: "Bataklığa batmayı göze aldım ve karanlığı ben gördüm, sen elini ne kadar kirletebilirsin, o çömleği elini kirletmeden yoğuramazsın" gibi ifadeler var elimizde. Aşama aşama gidecek olursak bu konuşma neyden peyda oldu ona bakmak lazım.
Biz tabu oynarken Vicdan kelimesi geldi, ben de gündemden gidersem çabuk bulur diye düşünüp bi örnek verdim. Hah işte tamam bu örnek üzerine geldi bu konuşma. Demek ki bu konuyla ya da buna benzer bir konuyla alakası olabilir mevzu.
Nasıl ya? Olamaz ki böyle bir şey! Orda erkekler tarafından bodruma kapatılan kadınlardan bahsettim ben. Donuk onlardan olamaz ki, böyle bir şey yapmış olamaz! Bu kadar cani, insanlık dışı bir şeye alet olmuş olamaz. Eğer bir şekilde müdahil olmuş olsa bile Tuğra asla ona yardım eden taraf olmaz! Ne kadar Keremi seviyor olsa bile. Kadın mevzularındaki hassaslığına ben şahidim.
Sezen haklı da olabilirsin ama kimsenin içini bilemeyiz. Geçmişini bilemeyiz, ne koşulda ve niçin yaptığını bilemeyiz. Kimse hakkında suizan etmemekte fayda var ama rahatlamak istiyorsan bir şekilde bu işi çözmeye bak! Enisin, Rüzgarın yani Kerem'in etrafında kim varsa hepsinin ağzını ara. Gerekirse Hakan Beye de başvur! Fakat şunu da düşün bir yandan! Diyelim ki bunun gibi canice ya da böyle kötü bir şey yapmışsa Kerem senin tepkin ne olur? Sen neleri göze alabilirsin? Kerem için kendi prensiplerinden bazılarını göz ardı edebilir misin? Edemezsen Keremin yanında yine de her şeye rağmen durabilir misin?
İç ses yine hayatıma bir atom bombası atıp bırakacağı etkileri yine düşünmemişti. Belki etkileri Hiroşima ve Nagasaki'de olduğu gibi yüzyıllarca devam edip çocuklarının genlerine geçtiği gibi benim de ruhumun her zerresine hatta yeni üretilecek hücre yığınlarıma bile etki edecekti. Ve en önemlisi de sonuçlarını yaşamadan göremeyecek olmamızdı.
Henüz ortalıkta bir delil yoktu. Hukukta bir kişinin suçu ispatlanana kadar masum kabul edilir. Buna Masumiyet karinesi denir. Şu an için benim gözümde Donuğun masumiyet karinesi %100 olmasa da %85 vardı. Ve 0'a inmediği sürece iç sesin bana düşün dediği olasılıkları düşünmeme gerek yoktu. Ama haklıydı bu konuyu bir şekilde çözüme kavuşturmalıydım.
Düşüncelerden sıyrıldığımda üşüdüğümü fark ettim. Kollarımı birbirine kenetleyeceğim sırada vücudumun bir parçası haline gelmiş olan saatime gözüm ilişti. Gördüğüm şeyle gözlerim 360 derece açılmış az kalsın göz bebeklerim yuvasını terki diyar edecekti. Saat 23.48 olmuştu ve benim yaklaşık eve dönmem 2 saatimi alıyordu.
Bizim evde halen geç geldiğim zaman balkabağına dönüşüyor ve cezalardan ceza beğeniyordum. O yüzden hemen koşup içeri girdim ve askılıktan kendi montumu ve Donuğun montunu aldım. Ardından da Donuğu oturduğu yerden çekiştirerek:
"Donuk.. Ay yani Kerem kalk hadi gitmemiz lazım ben balkabağına dönüşmeden önce! Eğer ki yetişemez ve Şermin Sultana yakalanırsam valla beni öldürür. Ertesi gün de cenazeme yetişmek durumunda kalırsınız." dedim.
Öküz gibi cüssesiyle ve elime sığmayan kas yığınıyla ben ne kadar çekiştirirsem çekiştireyim. Bir gıdım ilerlemiyordu. Mıh gibi çakılmıştı sanki yere. Beni neden uğraştırıyorsa artık, yürüse ne olur sanki? Çekiştirmekten bitap düştüğümde bana döndü ve montunu elimden alarak:
"Sezen sakin ol ya napıyorsun? Şermin Teyze sever beni , ben konuşurum onunla ceza falan vermez sana. Abisiyleydi merak etmeyin derim." deyip pis pis gülmeye başladı . Abiymiş ne abisiyse artık... Yine beni küçültüp kendini büyüttü beyefendi, egosu da yerinde olduğuna göre eski Donuk geri gelmiş demek ki.
Donuğun gülmesinin ardından Tuğra da elini yumruk yapıp ağzına kapattı ve alttan alttan sırıttı. Donuğun söylediklerinin her kelimesi hoşuna gitmişti belli ki. Sonradan kendine çeki düzen verip gülmemeye çalışarak: "Sezen fazla abartmıyor musun mevzuyu ya, yetişkin değil misin sen? Ya da pardon kaç yaşındaydın ki sen? Hiç sormaya fırsatım olmadı! Reşit değilsen ailen seni merak eder tabi seni buraya kadar nasıl yolladılar acaba? Kaçtın mı yoksa sen?" dedi.
Valla ben bu kızı boğarım. Zevzek zevzek konuşuyor anca Leylek kılıklı Şaziye ne olacak! Beni tiye alanı ben de alırım ama bunun üzerine ben de: "Hee evden kaçtım be abla nolcak? Polisi mi arıycan yoksa elimden tutup karakola mı götürcen napcan bi anlatsana" diye üsteledim.
Aylardır çalıştığım TDK'ya uygun konuşmaya çalışmalarım şu şiveyle yerle yeksan olmuştu. Ama bu pes ettiğim anlamına gelmeyecekti. Ben de Tuğra gibi elit ve TDK temsilcisi gibi konuşabilirdim. Artık bu şart olmuştu zaten.
Ben kendi kendime tribe girince Donuk işlerin kızıştığını fark edip kapıyı açtı ve: "Millet kavgayı dalaşmayı bırakın da sindirella kül kedisine dönüşmeden onu eve yetiştirelim. Eğer istemezseniz siz kalın burda biz Sezen'in... Sezen senin ehliyetin yok ki arabayla gelemezsin. Sen nasıl geldin buraya acaba?" diye sordu.
Ahaa zurnanın zırt dediği yere gelmiştik. Ben buraya taksi tutup gelmiştim ve bana 2-3 günlük haşlığıma mal olmuştu. Donuğa yalan söylememeliydim artık. En iyisi dosdoğru söylemekti: "Valla Kerem ben buraya taksiyle geldim. Bana 250 liraya patladı. Siz de ne vardı daha yakına kafa dinlemeye gelseydiniz. Sizin yüzünüzden parasız kaldım. Sersefil olup aç kalcam valla."
Oh bir güzel duygu sömürümü de yapmıştım. Krizi fırsata çevirmeye bayılıyordum kesinlikle.
Gerçi Donuk bunu farklı yorumlamıştır kesin ama neyse. Donuk elini saçına götürüp ardından da bakışlarını yere çevirdi ayaklarını bir iki kere yere vurduktan sonra derin bir nefes aldı ve: "Neyse Sezen artık şaşırmıyorum ben sana. Hiçbir şeyin sonunu düşünmüyorsun. Madem öyle millet yapacak bir şey yok, kaçamağımız kısa oldu bu sefer. Başka zaman hıncını çıkartırız. Hadi zengin kalkışı yapalım ve hep beraber İzmirimize geri dönelim." diyerek kapıdan dışarı çıktı. Bunun üzerine Tuğra istemese de oflaya puflaya Enisse her zamanki hoşgörüsüyle şömineyi hiç itirazsız söndürmüş zerre şikayet etmemiş ardından da evden çıkmıştı.
Kapıyı kapatıp sıkıca kitledikten sonra arabalarımıza atlayıp yola koyulduk. Aslında teknik olarak 2 arabamız vardı. Biri Enisin biri de Tuğranın arabasıydı. Ama Tuğra hassas biri olduğu için(!) biz Donukla onun arabasını alıp gidememiştik. Gerçi Enisin de arabasını alabilirdik ama zannımca Donuk Tuğranın gazabından korkmuş ve onları burda bırakmak istememişti. Hem o olmadan Tuğra ve Enis de orda çok fazla kalamazdı zaten. Tuğra ve Enis Tuğranın arabasına biz de Donukla Enisin arabasına binmiştik. Gece karanlığı çökmeye ve etraf daha bir sakinleşmeye başlamıştı. Ormanın içinden geçtiğimiz her dakikada kurt uluması duyabileceğim ihtimali aklıma geliyor ve bu his ürpermeme neden oluyordu. Gözümü kapattığımda kendimi yine o uçurumun kenarında o taş parçası üzerinde bulmaktan korkuyordum. Ama Donuğun yanımda olduğunu ve beni kurtarmış olduğunu düşünüp rahatlayarak, çalkantılı günün yorgunluğuyla uykuya daldım.
Bir süre uyuduktan sonra Donuğun dürtmesiyle uyandım. Donuğun hızlı sürmesi ve yolların bu saatte boş olmasından ötürü saat en azından 1.30 olmadan eve varmıştık. Yine de bu saat Şermin Sultanı tatmin edecek bir saat değildi. Asıl mesele şimdi başlıyordu. Donuk gerçekten dediğini yapabilecek ve beni annemin gazabından koruyabilecek miydi çok merak ediyordum.
Tedirgin adımlarla Donuğun da biraz ittirmesiyle evin kapısının önüne geldim. Çantamdan çekinerek anahtarımı çıkardım ve kapıyı açtım. Kapı açılmasıyla çıkan gıcırtı annemin beni gördüğünde sesinin çıkartacağı gıcırtının yanında keman sesi gibi kalıyordu aslında.
Tahmin ettiğim gibi annem salonda oturmuş beni bekliyordu. Tam "Sezen sen nerde...sin?" diyip üzerime saldıracağı sırada Donuğu görmesiyle "Kerem hoş geldin!" dedi ve koşarak Keremin boynuna atladı. Gerçekten seviyordu bu çocuğu Şermin Sultan.
Bir süre sarılmış vaziyette kaldıktan sonra ayrıldıklarında Donuk duruma el attı ve: "Şermin Teyze Sezen benimleydi. Önemli bir işimiz vardı o yüzden geciktik. Lütfen Sezen'e kızmayın! Bana kızacaksanız da sabah kızın lütfen çünkü çok yorgunum. Bu yüzden izninizle odama geçip uyumak istiyorum." dedi.
Bunun üzerine de annem "Yırttığını sanma konuşucağız bakışını attı bana" ardından da bu geceliğine bizi azad etti. Ben de bu sayede biraz rahatlayıp odama çıktım ve yatağıma geçip yorganın içine girdim. Çok şükür iyisiyle kötüsüyle bir maceranın daha sonuna gelmiştik. Bakalım bataklık mevzusu ile ilgili maceramız bize neler getirecekti. Bekleyip görecektim. Ben de bugünlük şüphelerimi sıkıntılarımı bir kenara bırakmış ve kendimi azad edip uykuya teslim olmuştum.
💐💐💐
Perdelerim kapalı olduğundan gün ışığı odama girememiş ve uyanmak için epeyce geç kalmıştım. Ama sağolsun Şermin Sultan bunu fark ettiği anda "Sezennn" diye bağırarak sabah sabah kulaklarımızın pasını silmişti(!)
Miskin gibi yatakta debelenip saate bakmak için kolumu gözüme yaklaştırmaya çalışmıştım. Saatin 12.50 yazdığını gördüğümde "Allah cezanı Sezen" diyerek ayağa fırladım. Resmen günü yarılamış hatta tüm günümü iç etmiştim.
Halbuki bugün "Operasyon Bataklık" kodlu operasyonum için biricik fedailerimle harekete geçecektim. Işık perisi Işıl, James Bond Esat ve Ahmaklar efendisi Rüzgarla görev paylaşımına girişip ikinci operasyonumuzu gerçekleştirecektik. Onlara saat 13.00'de Alsancakta olmalarını söylemiştim ve şu an sadece 10 dakikam vardı. Hem kendi işim için onları oraya çağırmış hem de kendim ortalıklardan kaybolmuştum. Tahminimce şu an beni telefon yoluyla topa tutmuşlar ve telepati yoluyla füze göndermek için harekete geçmişlerdi.
Ne yapabilirim ama dün o kadar şey yaşayınca ruhumun yanı sıra bedenim de yorgun düşmüş insanlık hali sonuçta! Kendini kandırma Sezen, bunların hepsi bahane! Çocukları boşuna oyaladın işte. Değerli vakitlerini çaldın, hırsız mısın sen?
İç ses sana yazıklar olsun ya beni bir tek hırsız yapmadığın kalmıştı. Ben yaptıysam şu zamana kadar istemeden kalp hırsızlığı yapmışımdır. Ki o da benim suçum değil bir kere güzelliğim sağolsun diyerek saçımı savurdum. Annemin odama girmesine tahminen 4 dakika kadar vardı. O sırada iç sesimle kavgamı bitirip galip çıkmalıydım.
Sezen sen manyak mısın ya? Ben bile çözemiyorum artık senin mekanizmanı. Çözemediğim yetmezmiş gibi söz de dinletemiyorum sana. Bu dünyada iç sesine hava atmaya çalışan, atarlanan, triplenen hatta iç sesiyle kavgaya girişip galip çıkmak isteyen bir kişi daha var mıdır acaba? Ben hiç ihtimal vermiyorum ama. Sen neslinin tek ve son örneğisin bence. Senin gibisi bir daha bu dünyaya gelmez ve gelmemeli zaten. Çünkü dünya bir Sezen'i daha kaldırabilecek güçte değil.
Hahhay dedikleri laflara bak ya. Bir kere sen kurban ol bana! Ben olmasan sen olmazdın bir kere, ben varsam sen de varsın ben yoksam sen de yoksun! İnsan biraz hürmetkar olur ya! Bak işte...
Çat diye kapının açılmasıyla iç sesimle girdiğim münakaşam yarım kalmıştı. Eğer hemen atara bağlarsam belki annemin gazabından yırtabilirdim:
"Anne birincisi neden kapıyı çalmadan giriyorsun? Burası bir genç kızın odası unuttun mu? Ayrıca atarını sonra yap! Senin yüzünden iç sesimle kavgam yarım kaldı. Beni karıştırma Sezen! Sen sus iç ses! Neyse ne diyordum ben.. Hah sen bugün git yarın gel anne"
Acaba başarmış mıydım? Bence başarmıştım ya heniz kafama bir terlik yemediğime göre... Dediğim sırada kafama okkalı bir terlik yemiş bulundum. Demek ki neymiş erken konuşmamak ve şom ağızlılık yapıp kötüyü çağırmamak lazımmış. Ah benim mankafam ah. Şu dilimi söküp atıcam en azından. Ahh canım da ne yanıyor ya! Verdiğim tepkiyi galiba sesli vermiş ve sesli konuşmuştum bunun üzerine annem öbür ayağındaki terliği de çıkarıp totoma bir tane daha indiriverdi ve:
"Oh olsun Sezen... Öncelikle git şu fırlattığım terliği getir. Salak salak konuşma bir daha da karşımda. Bir de atar yapıp beni başından savmaya çalışıyor zevzek zevzek laflarla. Sence ben bunu yer miyim Sezen, tabii ki de yemem. Unuttuğun bir şey var kızım, seni ben doğurdum!"
Terliği getir demesiyle hemen ışık hızıyla terliği getirmiş ve ayağının dibine koymuştum. Anlaşılan Şermin Sultanın annelik vasfı bugün ağır basmıştı ve benim kurtulmamın hiçbir yolu yoktu. Bir konuda da haklıydı: Beni o doğurmuştu ve dediklerinde hep haklı çıkıyordu. Şu zamana kadar bir kere bile yanıldığını görmedim. O yüzden klasik taktiğime geçip suçumu kabullenmeli ve iyi hal indiriminden yararlanıp cezamı hafifletmeliydim.
Anlaşılan Donuk beni sadece bir geceliğine kurtarabilmişti. Ha sözü açılmışken Donuk neredeydi bu arada? Neyse annem kesin laf arasında onu da söylerdi benim söylememe gerek kalmadan. Artık yavaş yavaş kedi yavrusu tipine bürünmüş ve yatağıma oturmuştum. Annem de bu halimi görünce bir nebze de olsa yumuşayıp yanıma oturup konuşmaya başlamıştı:
" Sezen dün Kerem geldi diye seni sorguya çekmedim ama bu çekmeyeceğim anlamına gelmiyordu. Sadece Keremin hatrına bu seferlik seni cezalandırmayacağım fakat tek bir şartla. Bana ne olduğunu baştan sona adam gibi anlatacaksın hem de noktasını, virgülünü esirgemeden. Anlaştık mı?"
Lafını bitirdiğinde kafa sallayıp her şeyi baştan sona anlattım. Annem de beni anladı ve endişelendiğini aslında benim iyiliğimi düşündüklerini ve bunun gibi bir çok klasik telkinde bulundu. Laf arasında da Keremin yurtta işleri olduğunu ve bu yüzden yurda gittiğini söyledi. Ardından da odadan çıktı.
Bu konuda rahatlamış olsam da halen başımda büyük bir bela vardı. Bizimkileri ben tamamen unutmuştum. Tüm cesaretimi topladım ve telefonumu elime aldım. Gözlerimi kapatıp içimden 10'a kadar sayıp ekranına baktım. Saat 13.48 olmuştu ve ekranda Işıl tarafından 48 arama-zannımca dakka başı aramış- 158 mesaj, Rüzgardan 17 arama 77 mesaj hatta Esattan bile 29 mesaj 1 tane de arama vardı.
Evet, artık ruhuma fatiha okumam gereken zaman gelmişti. Ben iyi biriydim be. Benim gibisi hakikaten gelmez bir daha bu dünyaya. Bu dünya, bu insanlık benim kıymetimi bilemedi.
Sezen yeter ajitasyon yaptığın. Git işi çöz çek atarlarını giderlerini ve asıl mevzuya dön artık. Amacından sapıyorsun gittikçe. Nerede seni idealistliğin, azmin? Sezen Aykut bu kadar kolay pes eder mi ya, kendine gel lütfen!
İç ses sen bana lütfen mi dedin yoksa ben yanlış mı duydum? Ayy inanmıyorum şu an bir litre gözyaşı dökebilirim gerçekten. Neyse goygoyu bir kenara bırakırsak haklısın. Ben vazgeçmem kolay kolay. O yüzden hazırlanıp bir an önce buluşma mekanına gitmeliyim! Hadi Sezen koş, daha yiyeceğin ekmek arası atarların ketçaplı giderlerin var senin.
Saklı bir gerçeğin öğrenilmesinden 3 gün 4 saat önce
Hızlıca hazırlanmış hatta ne ara geldiğimi anlayamadan canım şoför amcam-eski kasıntı şoförü babam kendine alıp bana daha tonton ve samimi Hakkı amcamı vermişti şoför olarak- beni buluşma noktamıza getirmişti. Bizimkilere bütün atarlarını çekeceğimi, her şeyi gelince tek tek anlatacağımı söyleyip onları orada kalmaları için ikna etmiştim. Arabadan indiğimde deli gibi korkuyordum doğrusu. Çünkü içeri adımımı attığımda kafile şeklinde üzerime atlayabilirler ya da üstüme kovayla gıda boyası dökebilirlerdi. Bu potansiyellerin hepsi onlarda mevcuttu. Ama "Korkunun ecele faydası yok" diye de çok sevdiğim bir laf vardı. O yüzden tüm cesaretimi topladım ve derin bir nefes alıp ilk adımımı içeri attım.
İlk aşamayı atlatmıştım ve kafama dökülen bir gıda boyası ya da benzeri bir şey yoktu, üzerime de kimse atlamamıştı. Gerçekten şaşırtıyorlardı bazen bunlar beni. Etrafı kolaçan ettiğimde duvardaki at, eşek, öküz, inek gibi kafalara sahip insan vücutlarını bulunduğu tablolar dikkatimi çekti.
Gerçekten bazı insanların sanat anlayışı bu muydu? Ne anlıyorlardı ki kendilerini hayvanlarla mutant haline getirmekten ve bunu ne diye sergiliyorlardı ki? Ya ben çok sığ düşünüyordum ya da onlar fazla geniş görüşlüydüler. Tabloları takip ettiğim sırada Esatın burdayız yaptığı elini gördüm ve oraya doğru yürüdüm.
Daha selam dahi veremeden Işıl kafamı bir tane tokat attı. Gerçekten canım yanmıştı ama hak etmiştim bu sefer. Ben olsam beni hastahanelik dahi edebilirdim. O yüzden sesimi çıkarmadım ve:
"Gençler tamam haklısınız ama beni bir dinleyin! Dün o kadar çalkantılı bir gündü ki hem bedenim hem de ruhum bitap düşmüş. Aranızda benim ne kadar dakik olduğumu bilmeyen var mı acaba? Hiç sanmıyorum ama. Hal böyle olunca sabah bir kalktım saat 12.50'di, 10 dakikada yetişme imkanım zaten yoktu. Bir de üzerine Şermin Sultanın azarına ve terliğine maruz kalınca saat 13.48 oldu. İşte buraya da anca 1 saatte geldim öyle olunca yaklaşık saat 15.00'i buldu. Şimdi size olanları tek tek özet geçeceğim ama lütfen bitirene kadar kimse sözümü kesmesin!" diye anlatmaya başladım.
Olayları tek tek anlattığımda her biri farklı noktalarda tepki vermeye başladı. Tuğra ile ilgili kısımlarda Işıl:
" Ya bu kız kendini ne sanıyor valla bir kaşık suda boğabilirim bunu. Çirkefe bak ya! Tabi senin tatlı dilliğinle karşılaşınca yüz bulmuş(Tabi canım ne tatlı dil ama!). Halbuki ben orda olsaydım benim cadı yüzümle karşılaşsaydı işte o zaman lanetlerden lanet beğenseydi kendine." gibi tepkiler vermişti.
Bu aralar "Once Upon A Time" adlı bir diziye başlamıştı da bayağı onun etkisindeydi. Bu dizi bize aslında masalların sandığımız gibi olmadığını o kadar iyi anlatıyordu ki. Mesela dün Donuk beni Külkedisine benzetmişti. Diziye göre- ki bana daha mantıklı geldi bu çünkü bütün masallar birbiriyle bağlantılıymış-Külkedisi bizim sandığımız gibi iyi yollarla Sindirella olmamış. Ona yardım eden de aslında Rumpelstilskin diye bir büyücüymüş. Onun kim olduğunu da belki bir ara anlatırım. Bu büyücü peri anneyi yok edip onun asasıyla yapmış her şeyi ama karşılığında da Külkedisinin ilk çocuğunu istemiş. Çünkü "All magic comes with the preis" yani her büyü bedeliyle gelir.
Bu arada Esat da hiçbir noktada tepki vermemişti. Galiba Donuktan sonra James Bond Esada da buz kütlesi demeye başlamalıydım. Ama aralarında en çok ben Rüzgara şaşırmıştım. Durumu beni biraz işkillendirmişti ve içime bir kurt düşürmüştü.
Çünkü ben Tuğrayla aramızda geçen bataklıkla ilgili mevzuyu anlatmaya başladığım ilk andan itibaren yutkunmaya ve bacaklarını sallamaya başlamıştı. Yüz kaslarının hareketinden de dişlerini sıktığını hissedebiliyordum. Kesinlikle bildiği bir şeyler vardı. Keremle önceden bir tanışıklığı olduğunu düşünürsek ayrıca Enisle olan kavgalı hallerini durum daha da şüpheli bir hal alıyordu.
Şu zamana kadar Enisle Rüzgarın gerçekten tanışıp tanışmadığına takılmamıştım ama bu olaylar beni bunu da sorgulamaya itmişti. Sanki her şey bu olaya bağlanıyordu. Bir sırrı açıklığa kavuşturursam sanki gerisi çorap söküğü gibi gelecekti. Ben olayları bitirdikten ve onlar tepkilerini gösterdiklerinden sonra artık görev paylaşımı kısmına gelmiştik. Fakat görevleri dağıtmadan önce sormam gereken bir konu vardı, bunun için de Rüzgara döndüm:
"Rüzgar, sen bu konuyla ilgili bir şey biliyor musun? Sonuçta Keremle lisede iyi arkadaşmışsınız. Gerçi burda da bir problem var. Daha önceden hiç kurcalama gereği duymadığım bir problem. Keremle sen iyi arkadaşsanız nasıl olur da sen Enisi tanımıyor olabilirsin?"
Cümlemi bitirdiğimde Rüzgar iyice afallamışa benziyordu. Ama çaktırmamak için de elinden gelen çabayı gösteriyordu. Biraz duraksadıktan sonra gayet kendinden emin bir hale bürünüp: "Öncelikle Sezen ben bahsettiğin konuyla ilgili bir şey bilmiyorum. Enis mevzusuna gelince de ben hiçbir zaman birbirimizi tanımadığımızı söylemedim. Sadece aramız bir mevzudan ötürü açılmıştı ve bir daha karşılaşırsak birbirimizi tanımazdan gelmeye karar kılmıştık o kadar." dedi.
Sözünü bitirmesiyle saatine baktı ve acil bir işi çıktığını söyleyip koşarak mekandan çıktı. Artık emindim bu işte bir iş vardı. Bizden gizlenen bir sır belki de bir suç vardı ve bu işte doğrudan ya da dolaylı şekilde Enis, Tuğra ve Rüzgarın da parmağı vardı. Ve bu husus benim bir şeyleri daha çok eşelemem gerektiği hissini doğuruyordu.
Saklı bir gerçeğin öğrenilmesinden 3 gün önce Işıl'ın ağzından
2 saat önce Sezenin Rüzgara sorduğu sorudan sonra bir şeyler farklılaşmaya ve beni şüpheye düşürmeye başlamıştı. Rüzgar Enis mevzusunda tam olarak gerçeği söylemiyordu.
O gün Sezeni ararken ormanda Kerem'e söyledikleri şeyler daha farklıydı. Enis ilk karşılaşmalarında gözlükten ötürü o hengamede Rüzgar'ı tanıyamadığını, Rüzgar ise Enisin lisede izbandut gibi olduğunu şu anki halinden farklı olduğunu ve benim Esat'ın kardeşi olmamdan ötürü böyle tepki verdiğini aslında yanlış hareket ettiğini söyleyip kusura bakma demişti. Fakat mekanda Sezene anlattığı hikaye oldukça farklıydı. İki hikaye birbiriyle çelişiyordu. Sanki Rüzgar bir yalan söylemiş sonra da kendi söylediği yalanı unutup bir başka yalanla onu kapatmaya çalışmış gibiydi.
Durum böyle olunca ben de Rüzgarı yalnız bırakmak istemediğimi söyleyip hemen arkasından fırlamıştım. Tam kapının önüne geldiğimde Rüzgar köşede telefonla konuşuyordu. Anladığım kadarıyla telefonun diğer ucundaki kişi Enisti.
Ona: "Sezen geçmişi kurcalamaya başlamış. Anlaşılan fark etmeden Tuğra hafta sonu ağzından bir şeyler kaçırmış sinirle. Bunu senin için söylemiyorum Enis. Unutma her şey onun için!" diyordu.
"O" dediği kimdi? Geçmişte ne olmuştu? Ve benim aşık olduğum, dürüstlüğüyle bildiğim Rüzgar nasıl bu kadar yalan söylemiş olabilirdi anlam verememiştim. Telefon konuşması bittiğinde motorunu orda bırakıp bir taksi çağırmıştı. Bu durum bile şüpheliydi. Çünkü Rüzgar motorunu bırakıp hiçbir yere gitmezdi normalde. Ben de onu takip etmek için bir taksi çağırıp peşine takıldım. Taksiyle yavaşça şehrin dışına tahminimce Beydağ yönüne doğru gidiyorduk. Bu tarafta ne işimiz vardı. Rüzgar birden neden buraya gidiyordu bilmiyordum. Ama emin olduğum bir şey vardı. Bugün öğreneceklerim canımı çok yakacaktı.
Yaklaşık 2 saat kadar gittikten sonra Beydağa girmeden önce taksi sapa bir yola saptı. Biraz ilerde Mezarlık yazan bir tabela vardı. Taksi o tabelayı geçtikten sonra mezarlığın önünde durmuş ve Rüzgar taksiden inip mezarlığın içine doğru yürümeye başlamıştı. Ben de taksiye parasını ödedikten sonra mezarlığın kapısının önünde durmuştum. İşte şu an burdaydım. Rüzgar kim için buraya gelmişti diye merak etmekten kendimi alıkoyamıyordum. Cesaretimi topladım ve mezarlığın içine doğru adımlarımı atmaya başlamıştım.
Rüzgar etrafta gözükmüyordu, biraz daha yürüdükten sonra ilerde bir mezarın başında oturan bir adam dikkatimi çekti. Bu Rüzgar olabilir diye o tarafa doğru gittim. Adamın arkasında durduğumda yandan Rüzgar olduğunu fark ettim tam seslenecektim ki mezarla konuşmaya başladı:
"Seni çok özledim Sudem. Biliyorum dargınsın bana, özlediysen neden gelmedin diyorsun ama gelemedim işte. Ciğerlerime her gelişimde izmaritler basılıyor. Son kalan hayat kırıntım da ölüyor sanki seni burda her gördüğümde. Ama bugün gelmem gerekiyordu. Daha fazla dayanacak gücüm kalmadı çünkü. Bu yükü artık taşıyamıyorum. Abini korumak için her şeyi yaptım ama birileri geçmişi deşiyor." dedi.
Konuşmasını bitirdiğinde mezar taşında yazan ismi görmemle büyük bir hezeyana uğradım. Kalbime tokmaklarla birileri vurmaya başlamıştı sanki. Son yediğim tokmak darbesiyle tökezleyip totomun üstüne düştüm. Çıkardığım sesle Rüzgar arkasına döndü. Ağlıyordu. Koskoca Rüzgar Güven hüngür hüngür ağlıyordu. Elini topraktan çekmeden: "Senin ne işin var burda?" diyebildi.
Ağzım kenetlenmiş, bildiğim tüm kelimeleri unutmuştum sanki. Rüzgar bana sorduğu sorunun ardından önüne döndü ve toprağı bir kere daha avuçladı ve koklamak için burnuna götürdü. Sonra da: "Evet Işıl sana bahsettiğim meleğim burda yatıyor işte. Sudem burda yatıyor. Ve ben onu çok özledim." dedi. Ardından ikimiz de bir süre sadece sustuk.
Beynimin içinden sürekli o isim geçiyordu. Sude Atalay. Meğersem Rüzgarın sevdiği kız Kerem'in kardeşiymiş ve Keremin kardeşi ölmüş. Nasıl bir zincirin içine düşmüştük biz? Nereye gidersem gideyim bir halkası canımı yakıyordu. Sessizliği ilk bozan Rüzgar olmuştu:
"Gerçekten özlemek nedir bilir misin sen Işıl? Özlemek içinden çıkılmaz bir duygudur. Özlemek asla geri dönmeyecek birisinin anılarına sığınmaktır. Bazen gökyüzüne bakıp cehennemde yer tut demektir. En azından ateşlerin içinde yansan da onun cennetteki şakımalarını duyabilmek için yanmayı göze almaktır. Onunla birlikteyken yaptığın şeyleri sanki o hep yanındaymışçasına yapmaya çalışmak ama yine de hep bir kişi eksik kalmaktır.
O eksikliği hiçbir şeyin dolduramamasıdır. Varlığın ve yokluğun ne demek olduğunu daha iyi hissettiğin dönemlerin bütünüdür özlemek. Yaşarken kıymetini bilemediğin zamanın yerini dolduramayacağı koca bir boşluktur. Her noktadan bastıran özlem duygusu, sevginin şekil değiştirmiş ağır yüküdür. Ölümle gelen özlem duygusu ise özlemlerin en ağırı düşünsene en sevdiğin renk ölmüş. Hayatındaki renklerden geriye sadece siyah ve beyaz kalmış.
Ölüm sürekli kendini tekrarlayan aynı acı. Alışkanlık kazanmayan, her seferinde daha derinden hissettiren. Özlem duygusunu ciğerlerine işleten ve rüya kavramına inanmadığınız halde bir ümit rüyanızda görmeyi beklemek gibi bir duygu işte. Geri dönmeyeceğini bilsen de yine de umut etmek ve her umut ettiğinde tekrar kaybetmek. İşte o an geldiğinde yaşama seni sıkı sıkı bağlayan iplerin gözyaşların eşliğinde kopmaya başlar. Sonra aynı anda hem gülersin hem de ağlarsın! Her gün ölürsün belki ama tanrı sen kaç kez ölürsen öl bir sayar. Gerçekten ölmek istersin çabalarsın ama ne yazık ki ölemezsin.Her nefes alışın seni boğar belki ama ölemezsin.Yaşamak ona ihanet gibi gelir ama yine de ölemezsin. Öyle bir acı çekersin ki o anda , öyle bir acı ki bu Işıl... Düşün içimde ibrahimler yanıyor ama bir damla su kabil değil. Ölümün getirdiği acıdır yani özlemek!"
Seni hiç tanımadım belki Sude Atalay ama sana hayranım artık. Ben sadece aşık olmuştum Rüzgara ama sen onu bu kadar güzel sevebilecek kadar aşık etmişsin bir adamı ve ben bu aşkı kendi aşkımla kirletemem. Rüzgarı elde etmek de istemiyorum artık. Çünkü ne ben onu bu kadar güzel sevebilirim ne de o bu özlem duygusuyla seni sevdiğinin binde biri kadar beni sevebilir!
Evet geçmişte bir sır olduğunu biz zaten biliyorduk ama bunu bu bölüm Işıl da öğrendi. Artık yavaş yavaş havada kalmış kısımları da açıklığa kavuşturuyoruz. Bu bölümde Rüzgarın ölen sevgilisinin Sude olduğunu öğrendik. Asıl saklı gerçeğin ortaya çıkmasına da 3 gün kaldı. Bakalım daha ne gibi süprizler çıkacak ortaya bekleyip göreceğiz.
Bu bölümde 3 şarkı vardı sizce birden fazla şarkı ile okumak daha mı iyi yoksa tek şarkı daha mı iyi?
Sezenin iç sesinin düşün dediği mevzuyu düşünmeye başlarsa Sezen olay tahmin ettiği gibi çıkarsa susmayı tercih edebilir mi Sezen yoksa istemese de Kerem'i mi bir kenara bırakır?
Rüzgarın Sudeye olan aşkıyla ilgili ne düşünüyorsunuz? Sude ile ilgili geçmişten sahneler görmek ister misiniz?
Işıl'ın aldığı karar hakkında düşünceleriniz neler?
Temsili Rüzgarın mezara geldiği kısım
Sudeyle tanışın
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top