Oyun Başlasın

⛓⛓
Sevgili Bu sefer olmaz ailesi nasılsınız? Bu sefer daha erken yayınlamak için elimden geleni yapacağım umarım başarırım. Artık hep beraber bir oyunun içine çekileceğiz. Karanlık hepimizi esir almaya niyetli bakalım başarılı olabilecek mi? O zaman oyun başlasın diyelim mi? Bölüm mottosuna göre ithafımızın sahibi siyahlelebek
⛓⛓⛓
Otnicka-Where are you
Ahmet Kaya-Ayrılığın Hediyesi

"En zalim insan, birinin zayıf noktasını kullanan insandır"

Adel'in ağzından

Sezen'in hışımla odadan çıkmasının ardından Nalan Hanım da Altemurla el sıkışıp ayrılmıştı. Sezen'in çıkış sebebi belliydi. Yarım kalan bir sevdanın hayal kırıklığı ona ağır gelmişti. Yaptığım planın ilk aşaması işe yaramıştı. O Altemuru yıkarken gözünü bile kırpmamıştı, benden merhamet dilecek son insan oydu bu hayatta. Bu daha onun iyi günleriydi. Tutunacak hiçbir dalı kalmayana kadar devam edecektim. Altemuru bulduğum zaman nasılsa ondan daha beter hale getirecektim.

Aklını yitirmek için Tanrıya yalvaracaktı ama ben durmayacaktım. Harabe bir evin içinde yıkılmama umuduyla yaşayan evsiz gibi olmasını sağlayacaktım. Her gün başına molozlar düşecekti ama kaçabilecek bir yeri olmayacaktı. Korku içinde yaşayacaktı ama uyanacağı bir kabus olmayacaktı. Yaşattığını yaşamadan ölmezdi çünkü kimse. Ben de gerekirse yaşattıklarımı yaşamaya razıydım.

Benim kaybedecek bir şeyim kalmamıştı bu hayatta. Aydınlık olabilmek için son umudumu da yağmurlu bir günde köhne bir çıkmaz sokağa gömmüştüm. Bu hikayede karanlığa gömülmek için kendini feda edecek bir kurban varsa o bendim. Yine de ben karanlığa kurban olmak yerine karanlığı kurban etmek için elimden geleni yapacaktım.

Nalan hanımın odadan ayrılmasının ardından onu kapıya kadar geçiren Antonio'ya Atalayım dışarı çıkmasını söylemişti. Benle konuşacağı şeyi tahmin edebiliyordum. Sinirliydi ve bu sinirini ben birazdan çok güzel hissecektim. Antonio dışarı çıktıktan sonra Atalayım Antonionun kapıdan uzaklaşmasını bekledi. Ardından da bana yaklaşıp dişlerinin arasından tıslayarak: "Az önceki şovunu bana hemen açıkla Adel!" dedi. 

Ben Adelya Demirhandım. Hazırlıklıydım. Alaycı bir tavırla Atalayımın arkasından dolanıp onun koltuğuna oturdum ve ayaklarımı masaya doğru uzattım. Sonra da onun  her zaman konuşmadan önce yaptığı gibi parmak uçlarımı birleştirip çatı pozisyonuna getirdim. Ardından da alaycı kahkahamı atarak konuşmaya giriş yaptım:

"Aaa Atalayım küçük oyunumu beğenmedin mi? Yoksa gerçekçi mi değildi? Neden buna bu kadar tepki gösteriyorsun ki? Kabul et senin de hoşuna gitti. Görmedin mi onun yüzündeki ifadeyi. Yüzündeki hayal kırıklığı içinde bir şeylerin gıcıklanmasına neden olmadı mı? Biz bizeyiz burada. Bana söyleyebilirsin."

Söylediklerini duyunca daha da sinirlenmişti. Derin bir nefes alıp kızgın bir boğa gibi nefes alıp verdi. Sonra yumruk yapıp sıktığı elini bana doğru dönüp masaya vurdu. Vuruşuyla tam oturtmadığım ayaklarımın masadan düşmesine sebep olmuştu. Gözlerinden ateş fışkırıyordu adeta. Dişlerini sıkarak sorularıma cevabını verdi:

"Sakın bir daha benden habersiz böyle bir şey yapma! İnsanların arasında seni rencide etmemek adına bir şey demedim ama hayatımda zerre önem taşımayan birinin canı acıyacak mı diye zar atacak bi adam mıyım ben senin gözünde? Bu kadar aciz bir adam mıyım, bir kadının zayıflığından yararlanayım. O... o... Ke...Kerem'in karanlık geçmişinin bir parçasıydı benim değil. Ben Altemurum unuttun mu?"

Tam da ondan beklediğim cevabı vermişti. İşte benim Atalayım ya kendini hatırlamaya devam et böyle. Sen kendini sana hatırlat ben de sana seni unutturmaya çalışanlara izin vermeyeceğim!

Koltuktan kalkıp Atalayımın yanına geçtim. Ardından kolumu omzuna attım ve: "Biliyorum Atalayım, sadece seni denemek istemiştim ama o bunun farkında mı sence? Nalan hanımın asistanı olduğuna göre sürekli karşılaşmak durumunda kalacağız. Bu oyuna biraz daha devam etsek sanki daha iyi olabilir. Hem ona artık Altemur olduğunu bi kere daha gösterirsin. Onsuz da iyi olduğunu, hayatına devam ettiğini bi kere daha anlar. Hem de benim gururum incinmemiş olur. İlla ki bu duyulacaktır. O yüzden ben diyorum ki küçük bir nişan töreni mi düzenlesek? Böylece düşman çatlatırız hem de kimsenin aklında şüphe kalmaz. Hem de biliyorsun babam sürekli beni evlendirmeye kalkıyor. Bu durum onu da bir süreliğine durdurmuş olur. Sonra da 'biz dost kalmaya karar verdik, yanlış bir karar almışız' der ayrılırız. Ne dersin? Var mısın?"

Biraz düşündü. İçten içe bunu yapmak istemediğini biliyordum. Yine de o beni şu zamana kadar asla yarı yolda bırakmamıştı. Hayır da dememişti bana. Şimdi de demeyeceğini biliyordum. Öyle de olmuştu zaten. Saçıma küçük bir öpücük koyup: "Ben seni ne zaman yarı yolda bıraktım ki madem bir yalan söyledin. Bana da bu yalanı devam ettirmek düşer. Hem eğlenceli olabilir. Bakalım Sezen Aykut'un kalbi var mıymış?" dedi.

İçten içe ona öfkeli olduğunu biliyordum. Benim istediğim de bu öfkeyi dışarı çıkarmaktı tamamen. Yavaş yavaş bunu başaracağıma inanıyordum.

"Eee hadi o zaman gidelim. Beni balık yemeye götürecektin unuttun mu? Gidip de bi ziyafet çekelim. Sefamız olsun!"

Montumu alıp Atalayımın kolundan çekiştirmeye başladım. O da gülümseyip beni takip etti. Antonio'ya eşyaları toplayıp gelmesini söyledik. Biz arabaya geçmemizden biraz sonra Antonio da Atalayımın odasındaki eşyalarını alıp gelmişti. Antonio'da öne oturunca nereye gideceğimizi sordum bunun üzerine Atalayım "Loryma'ya" diye cevap verdi. Şoför Cengiz abi bunun üzerine arabayı sürmeye başladı.

Bir süre sonra marinaya gelmiştik. Bahsettiği restoran anlaşılan marinaya yakın bi yerlerdeydi. Atalayım araba durduğunda arabadan indi ve bana elini uzattı: "Burdan sonra biraz yürüyeceğiz. Restoran biraz içerlerde kalıyor, kumsala doğru."

Elini tutup aşağı inmemin ardından birkaç adım atmıştık ki Atalayım durdu. Arkasına baktı ve arabanın yanında dikilmiş olan Antonio'ya seslendi: "Eee Antonio davet mi bekliyorsun, ne dikiliyorsun orada?"

"Ben de mi geleceğim efendim?"

"Tabi ki sende geleceksin Antonio bir ödülü hak ettin. Matmoiselle seni çok uğraştırdı bugün. Ayrıca yabancı mısın sen, sen benim sağ kolum değil misin?"

Haklıydı. Antonio ailemizin bir parçası olmuştu. Bu süreçte Atalayımın her zaman yanında olmuş ve ona kardeş gibi olmuştu. Benim de az kahrımı çekmemişti. O gelmeyecekti de kim gelecekti yani bizle yemeğe. Yüzüme ben de bi gülümseme koyup el işaretiyle Antonioya gel yaptım.

Atalayımın sözleri üzerine yüzüne çocuksu bir gülümseme koyan Antonio benim de yaptığım harekete onay aldığını anlamıştı. Sonra da hızlı adımlarla Atalayımın yanındaki yerini almıştı. Atalayım bir kolunu benim omzuma bir kolunu da Antonionun omzuna attı ve yürümeye başladık. Sonrasında bir restoranın önünde durduk. Galiba gelmiştik.

Burası kumsalın biraz ilerisindeki bir koya kurulmuştu. Çardak görünümlü kenarları açık plan olan ahşap çatılı bir herdi burası. Beyaz dekorlara ağırlık verilmişti. Beyaz masalar ve bank misali hazırlanmış beyaz koltuklar vardı. Tavan ise dilek feneri modelinde ışıklarla düşenmişti. Hem loş hem nezih bir ortam yaratılmıştı. Tavanla yeri bağlayan ahşap kolonlardan beyaz tüller sarkıyordu. Ayrıca tüller yapay çiçeklerle kolonlara bağlanmıştı. Hem şirin hem de şık bir yerdi burası.

Rüzgar estiğinde soğuk olma ihtimaline karşın her koltuğun üzerine bir adet de şal koyulmuştu. Bu da müesseselerinin ne kadar özenli olduğunun göstergesiydi. Hemen tabanının yanında taşlar bulunuyordu ve deniz dalgalandıkça bu taşlara vuruyordu. İnsana denizin içinde yemek yiyormuş gibi bir hissiyat uyandırıyordu burası. Biz de tam da bu taşların yanındaki masalardan birine oturmuştuk.

Ben etrafı süzerken garson da gelmişti. Klasik soru olan "Et mi balık mı" sorusunu sormuştu. Balık varken ete bakan insanları asla anlayamamıştım. Balık restoranıydı adı üstünde burası. Et ve et ürünleri sadece ek olarak koyulmuş, fazla hasılat elde etmek için denenen stratejilerden birisiydi.

"Balık restoranında değil miyiz? O zaman bu soruyu sormanıza gerek bile yok. Tabi ki balık. Ben dil balığı alacağım. Yanında da limonlu soda. Sade sodanın içine bir dilim limon koymanız yeterli."

Garson siparişimi aldıktan sonra Antonio ve Atalayım da verdi siparişlerini. Sonra laf lafı açtı sohbet başladı. Geçmişteki anılar sıralandı birer birer. Kahkahaların koyuluğu arttı. Yemekler geldi sonra. Yemekler yenirken sohbet etmeye devam ettik. Sonra çağrışımlar bizi bir anının içine kilitledi. Antonio'nun sorduğu bir soru ile o anının içine çekildik: "Azurine Hanım sizi hiç sevmezdi Altemur Bey ilk başlarda hatırlarsınız. Nasıl oldu da kızını size emanet etti?"

Atalayımla ikimizde birbirimize baktık. Ve o soru bizi 1 yıl öncesine götürdü.

1 yıl önce

Evin içinde dolaşıp babamı arıyordum. İşle alakalı bir şey konuşmak istiyordum. Kime sorarsam sorayım kimse yerini bilmiyordu. Annem de ortalıklarda gözükmüyordu. Çalışma odasında olabileceğini düşünüp bir de oraya bakmaya karar verdim. Üst kata çıktığım sırada babamın çalışma odasından sesler geliyordu. Daha doğrusu bağırışlar. Annemle babam kavga ediyorlardı. Kap biraz aralık kalmıştı. Parmak ucunda yürüyerek usulca odaya yaklaştım. Ardından da çalışma odasının hemen yanındaki odaya girip kapıyı araladım ve onları dinlemeye başladım.

"Hâdi, je ne veux pas de ce gamin chez nous. Il a peut-être sauvé la vie de notre fille. Il est avec nous depuis un an. Je pense que nous avons payé notre dette. Envoyez-le maintenant, laissez-le aller!"

(Hâdi, bu çocuğu evimizde istemiyorum. Kızımızın hayatınu kurtarmış olabilir. Bir senedir bizimle beraber zaten. Bence borcumuzu ödedik. Artık gönder onu,gitsin!)

Annem Altemur geldiğinden beri ondan hoşlanmamıştı. Çıtası çok yüksek olduğundan dolayı desem öyle olamazdı. Babamla tanıştıklarında babam beter haldeymiş. Amele bile değilmiş yani. Yanında kimsesi yokmuş, ailesi ile arası bozukmuş. Hatta annemle evlenene kadar ailesinin varlığından dahi annemin haberi olmamış. Annem babamın delikanlılığına, mertliğine vurulmuş. Gözü karalığına aşık oldum derdi hep bana. Herkes onun karşısında el pençe divan dururken onun boyun eğmeyişinden etkilenmiş. Peki Altemurdaki sorun neydi? O da aynı babam gibiydi. Biz de çok normal şartlarda tanışmamıştık. Bugün yaşıyorsam sebebi oydu. Şimdi neden bunu görmek istemediğini anlayamıyordum. Babam da anlamıyor olacak ki sebebini sorup Altemuru göndermek istemediğini açıkça belirtmişti.

"Ma vie, Altemur est comme mon fils maintenant. Vous savez, nous n'avons pas de fils. Je veux l'élever, je veux qu'il prenne en charge les affaires des deux côtés. Pourquoi n'aimes-tu pas autant cet enfant? Avait-il un défaut avec vous?"

(Hayatım, Altemur benim oğlum gibi oldu artık. Hem biliyorsun bizim bir erkek evladımız yok. Ben onu yetiştirmek istiyorum, iki taraftaki işlerin de başına geçmesini istiyorum. Neden bu kadar haz etmiyorsun bu çocuktan? Sana karşı bir kusuru mu oldu?)

"Vous avez une fille. Et votre fille est l'héritière. Si vous vous en souvenez, vous êtes arrivé à votre poste actuel en m'épousant. Vous êtes assis sur ce siège grâce à moi. Ce garçon est troublé! Il s'est échappé de son passé et est venu ici. Qui sait ce qu'il y a dans son passé. Aussi, j'ai un sentiment que je ne peux pas expliquer. Je sais que cet enfant sera la fin de notre fille. Envoyez-le ou j'y vais!"

(Senin bir kızın var. Ve kızın asıl varisin. Hatırlarsan sen de şu anki konumuna benimle evlenerek geldin. Benim sayemde o koltukta oturuyorsun. O çocuk sorunlu! Geçmişinden kaçıp buraya gelmiş. Kim bilir neler var o geçmişinde. Ayrıca anlatamadığım bir his var içimde. O çocuk bizim kızımızın sonu olacak bunu biliyorum. Gönder onu yoksa ben giderim!)

"Azurine Colonna Demirhan, orda duracaksın! Ben tırnakla kazıyarak geldim bu noktaya. Bu koltukta oturmayı hak ettim. Ayrıca bu evin reisi benim. Ve ben Altemur burada kalacak diyorum. Eğer sen benim sözümün üstüne söz söylüyorsan bu evlilik bitmiş demektir. Kapı orada!"

İş saçma bir noktaya gitmeye başlamıştı. Artık müdahale etmem gerekiyordu. Bulunduğum odadan çıkıp tam çalışma odasına dalmaya karar vermiştim ki Altemur odanın önünden geçip aralık olan Çalışma odasının kapısını tıklatıp içeri girdi.

"Hâdi Bey ben fizibilite raporları ile ilgili konuşmak için gelmiştim. Yanlış bir zamanda geldiysem sonra da gelebilirim."

"Hayır evlat gerek yok. Azurine gidiyordu zaten."

Kapıdan kafamı çıkarıp içerde olan bitenleri açık olan kapıdan görmeye çalıştım. Annem son söylediği üzerine babama öyle bir bakış atmıştı ki o bakışı unutmam mümkün değildi. Seni affetmeyeceğim der gibi bakmıştı sanki. Ardından da Altemura şu sözleri söylemişti:

"Gerek yok çocuk. Bu evde fazlalık olan bir benmişim. Burası senin evinmiş. Sen kal, ben giderim."

Annem Altemura söyledikleri üzerine odadan çıkıp hemen odasına gitti. Ben de onu takip ettim. Dolaplarını açıp tek tek eşyalarını boşaltmaya başladı. İçeri dalıp kolundan tuttum ve: "Maman, tu es folle? Que fais-tu?" sordum.
(Anne delirdin mi sen ne yapıyorsun?)

Kolumu ittirip kıyafetlerini toplamaya devam etti. Bir yandan da konuşuyordu: "Adel türkçe konuş! Burası babanın çöplüğü olmuş artık. Bizim sözümüzün bir kıymeti yok. "

Annemin elindeki kıyafeti alıp bi kenara bıraktırdım. Ardından onu yatağa oturttum. Sonra da sakin olup anlatmasını istedim. O da gözyaşları eşliğinde anlatmaya başladı:

"Baban o çocuk uğruna evliliğimizi bitirmekle tehdit etti beni. Beni ya Jean je colonna ailesinin son asıl varisini. Tamam ben onun bana boyun eğmeyişine aşık oldum ama yok sayışına değil. Güç onu değiştirdi. Eski Hâdi'den eser yok şimdi. Gözlerine baktığımda artık beni seven o adamı göremiyorum. İstediğini elde etmek için her şeyi yapabilecek, acımasız bir adam görüyorum. Ben bu şekilde yaşayamam. Beni dinle Adel! O çocuk senin sonun olacak. Uzak dur ondan! Bana söz ver."

"Anne saçmalıyorsun şu an. Altemur benim hayatımı kurtardı. O bana asla zarar vermez. Ayrıca babam seni çok seviyor. Şimdi çekip gidemezsin. Ben sensiz ne yaparım hem?"

Beni dinlemedi. Bavulunu kapatıp hışımla merdivenlerden aşağı indi. Ardından sadık adamlarından biri olan Sergei'ye bavulunu verdi. Sonrasında annem önde, Sergei arkasında kapıdan çıktılar. Ben de peşlerinden koştum ama yetişemedim. Arabaya atlayıp gittiler. Antonio'ya bağırdığım sırada Altemur yanıma geldi ve neler olduğunu sordu. Ben de sadece şunu diyebildim o anda: "Altemur annem gitti. Ona yetişmem lazım. Lütfen beni tutma!"

Antonio yanıma gelince arabanın anahtarını istedim. İlk başta vermek istemedi bunun üzerine bağırdım: "Antonio, çabuk anahtarı ver! Yoksa o elini alır münasip bir yerine monte ederim."

Antonio korkup anahtarı vermişti. Bahçeye çıkıp hızlıca siyah spor arabaya bindim. Tam hareket edecekken yan koltuğuma birisi atladı. Bu kişi Altemurdan başkası değildi. Onu indirmek için konuşmama fırsat vermeden konuşmaya girdi:

"Hiç itiraz etme Adel! Seni bu halde tek başına yollayamam. Hadi bas gaza. Kaçırmayalım onları. Tüm araçlarda takip cihazı var. Ben aracın plakasını şimdi gireceğim. Bize nerede olduklarını hemen gösterecektir. Aha işte orman yolunun bitiminden sola sapmışlar. Çabuk sür şu arabayı!"

Arabayı gazlayıp onlara yetişmek için gözümü kararttım. Bir süre onların gittikleri yoldan onları takip ettikten sonra birden araçlarının ilerde durduğunu gördük cihazdan. Yolun sonundaki sapaktan dönüp sağa sapmamla durmam bir olmuştu. Araba yolun ortasında duruyordu ve çatışma çıkmıştı. Bunlar Brecilerdi. Hemen torpidodaki silahımı çıkardım. Ve araçtan indim. Altemur da benimle beraber inmişti. Onlara doğru geldiğimizi görünce araçlarına binip kaçtılar. Arkalarından ateş etsem de kaçırmıştım. Koşarak duran arabanın yanına geldim.

İşte o an her şey anlamını yitirdi. Sergei'n kucağındaydı annem. Kırmızıya bürünmüştü beyaz elbisesi. Halbuki o kırmızıyı hiç sevmezdi. Sevmediği tek renge onu mahkum eden hayat yüzündeki gülümsemeyi solduramamıştı. "Mamaa" diye bağırıp dizlerimin üzerine çökmüştüm.

Sergei'n kucağından çekip aldım annemin bedenini. Yüzünü avuçladım. Soğuktu annem. Baharı getiren rüzgar prensesiyken karlar kraliçesine dönmüştü annem. Rengi soluktu, nefes alış verişleri düzensiz. Elimi yüzünde gezdirdim. Öksürünce ağzından sıçrayan kan ellerime bulaştı. Yüzünü tek renklendiren şey kendi kanı olmuştu annemin. Yüreğimi bir kış gecesinde çatır çatır yanan soba gibi ısıtan elleri, buz kütlesine dönmüştü. Ellerini alıp hohladım. Isıtmaya çalıştım. Cansızlaşmaya hazırlanan hücrelerine nefes olmaya çalıştım.

"Mama, mama! Bana bak! Kapatma gözlerini. Kurtarıcam ben seni. Yalvarırım gitme anne. Sensiz ellerim üşür benim. Hadi kalk, neden soğuk ellerin? Rol değişmenin zamanı değil şimdi. Hadi yine ellerimi ısıt. Neden sesin çıkmıyor anne? Yine kız bana, ağzına geleni say. Yemin ederim bir daha tek kelime etmeyeceğim sana. Ne olur anne duy sesimi. Bırakma kendini. Bir şey de bana!"

O sırada tekrar öksürdü annem. Zorlukla kaldırdığı elini yanağıma getirdi: "Ağlama mon amore, senin gözünden akan yaş benim sonum olur. Sil gözyaşlarını. Fazla vaktim ka..kalmadı. Bana Al..temuru çağır!"

Arkama dönmemle Altemuru görmem bir olmuştu. Tam yanımıza gelirken ilerde çalıların arkasından biri çıktı. Annemin yanına çökerken fırlattığım silahımı alıp "Adel eğil" deyip hiç sevmediği şeyi yapmıştı. Beni korumak için o adamı vurmuştu.

Babam ona silah kullanmayı öğretmişti, bir gün ihtiyacı olursa diye. Ama o hiçbir zaman ihtiyacı olmamasını temenni edenlerdendi. Bugün tüm temennisi boşa çıkmıştı. Beni korumak için ellerini kana bulamıştı. Silahı yere atmış, soğukkanlılığını bozmamaya çalışmıştı. Ardından annemin yanına gelip bir elini tutmuştu. Sonra da: "Korkmayın Azurine Hanım, size de kızınıza da bir şey olmayacak. Ambulans helikopter yolda. Birazdan burada olur." dedi.

Annem ilk ve son defa şu zamana kadar hiç yapmadığı bir şeyi yaptı. Altemurun elini tuttu. Ardından da şu sözleri söyledi: "Se..seni hiç sevemedim Altemur. Bir gün kızımı mahvetmenden korktum hep ama sen her fırsatta onu korudun. Be..ben ölüyorum Altemur. Kızımı emanet edebileceğim kimse yok. Son nefesimde madem sen varsın yanımda. Bana söz ver! Ne olursa olsun Adeli koruyacaksın, onu yanından ayırmayacaksın! Gerekirse babasının bile karşısında duracaksın. Bana yanıldığımı kanıtla oğlum. Ancak o zaman rahat uyurum. Ona iyi bak!"

Sonra bana döndü. Dudakları titriyordu. Sesi az çıkıyordu. Kelimeleri güçlükle çıkarıyordu ağzından. Bana söylediği son sözler ise şunlar olmuştu: "Ellerin üşüsün mon amore, bırak üşüsün. Onu ısıtacak bir kalp elbette bulursun. Se...sen yüreğini ört, insanlar soğuk. Ü...üşürsün!"

Yanağıma koyduğu eli düştü son söylediği ile. Annemin kafasını alıp göğsüme koydum. Sımsıkı sarıldım ona. "Mama, mamaa! Hayır hayır, aç gözlerini. Olmaz! Ölemezsin. Şimdi değil. Daha çok erken. Hazır değilim yokluğuna. Ben sensiz büyüyemem ki hep çocuk kalırım. Daha fotoğrafımızı çekecektin Altemurla. Daha babama haddini bildirecektik. Sen bana anne olmayı öğretecektin. Sensiz öğrenemem ki. Nefesim kesiliyor bak. Ben sensiz nefes almayı bilmiyorum ki anne. Kalk gidelim hadi! Ne olur duy sesimi! Bırakma beni nolur. Gitme!"

Seslendim ama duymadı. İşte o an hıçkırıklarım boğazıma düğümlendi. İç çekişlerim çiçekleri soldurdu. Bir feryat yükseldi göklere tüm annesiz çocuklar sesim oldu. Bağırdım olabildiğince "Aaaa". Haykırdım.

Onu kollarımdan almak istediler. Onu almak isteyenlere karşı çıktım. Öldü dediler, öldü diyenlerin boğazlarına çöktüm. Sonra polisler geldi, ambulans geldi. Annemi çekip aldılar kucağımdan. Bir torbanın içine koydular. Rengi siyah. Çöp poşeti gibiydi, anneme çöp muamelesi yaptılar. Benim annem kalamazdı ki orada. Kapalı alanda yapamazdı. Nefes alamazdı.

Altemur sımsıkı sarıldı arkadan bana. Çırpınmaya çalışan kollarımı tuttu. Yine aynı şeyi söyledi. "Ben yanındayım" dedi. Ama bu defa duymadım.

Annemle beraber renkler de terk etti beni. Her yer gri, her yer siyah...Her şey anlamsız hale geldi. Tüm doğa küstü, bulutlar renklerini gizledi. Tüm gökyüzü ağladı o gün benimle. Rüzgar benim serzenişlerime eşlik etti. Tüm sesler sustu, her yerde ölümün sesi duyuldu.

🍃🍃🍃

"Matmoiselle, iyi misiniz? Matmoiselle..."

Antonionun sesiyle beraber anının içinden çıkmıştım. Gözlerimden akan birkaç damla yaş ve sarsılmış bir ruhla biraz yalnız kalmaya ihtiyacım vardı.

"İyiyim, ben...sadece biraz yalnız kalmak istiyorum. İzninizle!"

Cümlemin ardından ayağa kalktım ve aşağı inip kayalıklara doğru yürümeye başladım. Onlardan biraz uzaklaştıktan sonra bir kayanın üstüne oturdum. Hıçkırıklarımın bedenimi ele geçirmesine izin verdim.

Sizin hiç anneniz öldü mü? Benim öldü. Annesi ölünce insan eksik kalıyor. Kırık kalıyor. Küçük bir çocuğun kalp kırıklığını taşıyor içinde. Büyük bir öfkeye teslim ediyor ruhunu. Kendisini bırakıp gittiği için affediyor annesini. Uykular haram oluyor. Geceleri kendini sessizce ağlarken yakalıyorsun ansızın. Sessiz çığlıkların oluyor artık kimsenin duyamayacağı. Hıçkırıklarını kararmış gecenin içine saklarsın. Bir tek saçlarını gömdüğün yastığın saklar gözyaşlarını.

Zaman geçer, akrep yelkovana küser. Mevsimler birbirinin yüzüne bakmaya utanır. Onsuz geçen yılları takvimler eksiltmek istemez. Hayat en çok sana acımaya başlar. Özlemekten vazgeçmezsin, yüreğin sızlar her çocuğun anne diyişinde. Her anneler gününde boynun bükük kalır. Bir tek seni senin gibi öksüzler anlar. Annesizler anlar. Herkes anladığını söyler ama sahte sempatizanlıktan başka bir şey değildir onlarınki.

Anlaşılmak istersin, derdine ortak olacak birini bulmak istersin. İlan verirsin öksüzler caddesine. Biri gelir kapını çalar da kimsesizliğini anlar diye her gün her gece bıkmadan beklersin. Kimse gelmez. Sonra anlaşılmamanın verdiği huzursuzlukla yutkunursun.

Yutkundukların boğazına düğümlenir. Sonra düğümlediklerin acılarını sırtlanır. Yokluğuna alışamazsın ama acısına alışırsın zamanla. Unutulmayacağını anlarsın acının. Her yüzün unutulacağını ama unutamayacağın tek yüzün annenin yüzü olduğunu anlarsın. Nasıl bıraktıysan öyle canlanır düşlerinde. İşte o gün anlarsın annesizliğin ne demek olduğunu aslında.

Kanadı kırık kuş gibi boynu bükük bir garip olmaktır annesiz olmak. Zamansız büyümek, bir yandan da hiç büyüyememektir. Güçlü görünsende, içinde fırtınaların kopmasıdır annesiz olmak. Boşluğu doldurulamayan, bitmek tükenmek bilmeyen bir özleme esir olmaktır annesiz olmak. Köksüz yeşermeye çalışmaktır. Seni bu hayatta koşulsuz seven tek kişinin annen olduğu gerçeğiyle yüzleşmektir annesiz olmak. En önemlisi de yüreğin üşümesidir annesiz olmak.

Hani demiştin ya anne, "yüreğini ört,insanlar soğuk üşürsün" diye. Sen gittiğinden beri benim yüreğim hep üşüyor anne. Annesizliğimi örtecek hiçbir kumaşı bulamadım kumaşçıda. Affet anne ben sözümü tutamadım. Sensiz hep soğuk kaldım. Ruhumu ısıtamadım.

Dalgalar ayaklarıma vururken düşünceler de beni beynimden vurmuştu sanki. Uzun zamandır kendimden bile gizlediğim hislerim akın akın beynime yüklenmeye başlamıştı. Tek bir soru demek ki insanı bazen her şeyi baştan yaşatabiliyordu. Tek bir an her şeyi silip süpürebiliyordu. Düşüncelerimle olan hesaplaşmalarımı bozan da tam bu anda Altemur olmuştu:

"Mon ange, iyi misin? Yine kendini bir kayalığa vurmuşsun bakıyorum da. Yalnız kalmak istiyor olabilirsin ama bana ne demiştin hatırlıyor musun? Gerekirse beraber yalnız kalalım diye. Yalnızlığımızı bile paylaşalım demiştin. Biz seninle bir hikayeyi paylaştık, bir hayatı paylaştık, derdimizi, sevincimizi paylaştık. Şimdi izin ver yine seninle paylaşayım."

Atalayım haklıydı. Biz bir ipin iki ucu gibiydik onunla. Ne kadar uzatsak da kısaltsak da biz hep birbirimize varırdık. O yüzden şu an geçmişin yükünü tekrar sırtlanacak vakit değildi. Bu hayatta benim için tek önemli şey Altemurdu. Ve onun yaralarına biraz da olsa merhem olmalıydım. Bunu burda yapamayacağım da belliydi.

Geçmiş ne ona ne bana iyi gelmiyordu. Biz ikimizin beraber yazdığı bir hikayede var olmak için yola çıkmıştık. Geçmişimizi, önceki kimliklerimizi terk etmiştik. Burası ise buram buram geçmiş kokuyordu. O yüzden hem geçmişten tamamen kurtulmak hem de buraya gelme gayemi gerçekleştirmek için harekete geçmeliydim. Bunun için de sarsılıp kendime gelmem gerekiyordu.

Oturduğum yerden ayağa kalkıp ellerime bulaşan tozları çırptım. Ardından da yanımda oturan Altemura elimi uzattım ve onu da ayağa kaldırdım. Sonrasında da: "Gerek yok Atalayım ben iyiyim. Hadi eve gidelim. Bugünlük bu gece yeter. Sen git hesabı öde. Antonioyu da al gel. Ben sizi arabanın orada bekliyor olacağım." dedim.

Atalayım yanağımdan bir makas aldı ve bana gülümsedi. Sonra da restorana doğru ilerledi. Ben de bu sırada harekete geçmek adına ilk hamlemi yaptım. Telefonumu cebimden çıkardım ve bana bu hayatta en sadık olacak adamı aradım. İlk çalışta hemen açmıştı: "Emredin Matmoiselle"

"Sergei, artık harekete geçmemizin zamanı geldi. Şimdi sana vereceğim ismi iyi araştırmanı istiyorum. Gelmişini geçmişini, zaaflarını, karanlık yanlarını, özellikle varsa bir açığını bulmanı istiyorum. Bu kişi oldukça temkinli biri. Oldukça da düzgün görünüyor ama kimse kusursuz olamaz. Altemurun da bana anlattıklarından yola çıkarak sakladığı bir şeyler olduğuna eminim. Her taşın altına bak ve istediğimi bana getir. İsmi Mert Karay!"

Telefonu söylediklerim üzerine kapatıp. Derin bir nefes aldım. Gözlerimi kapatıp kafamı gökyüzüne kaldırdım. Gökyüzünü içime çektim adeta. Şimdi biraz daha iyiydim. Keyfim yerinde olduğunda yüzüme kondurduğum, kimisine göre küstah kimisine göre sinsi gelen gülümsemle yürümeye başladım. Arabanın yanına geldiğimde elimle şoföre aç işareti yaptım ve arabaya bindim. Arkama yaslanıp bacak bacak üstüne attım.

Altemur ve Antonio da birkaç dakika sonra gelmişti. Altemurun yanıma binmesiyle araba ilerledi. Ben de kafamı cama koydum. Cehennemde yanmayı göze aldıktan sonra zebanilerin sesi korkutmuyordu artık insanı. Ateş yakmıyordu insanın bedenini. Yanmayı göze almazsan karanlığa hakim olamıyordun. Ben de bu yolda ateşlerin bedenime hakim olmasını göze almıştım. İçimde buruk kalan tek yansa bu hayattaki en değer verdiğim varlığa sözümü tutamamış olmamdı. "Özür dilerim bebeğim. Annen karanlığa teslim oldu."

🍃🍃🍃

Restorandan gelişimizden sonra birkaç gün her şey oldukça sıradan ilerlemişti. Sabah Altemurla işe gitmiştim. İş çıkışında da her gün farklı bir şey yapmaya götürmüştü beni Altemur. Bu süreçte o kadınla hiç karşılaşmamıştık. Mert Karayla birkaç kere aynı ortamda bulunsak da çok fazla alışverişimiz olmamıştı. Pek de dikkat çekmek istememiştim. Beklemek artık canımı sıkmaya başlamıştı. Sabrım taşmak üzereydi. Normalde Sergei ipten bile adam alırdı. Bu defa bilgileri bulması uzun sürmüştü. Durum beni umutsuzluğa kapıldırıyormuş gibi olduğunda telefon çalmıştı. Arayan Sergeidi: "Buldum Matmoiselle"

Sonunda istediğim olmuştu. Buraya gelmemden birkaç saat sonrasında Sergei de peşimden gelmişti. O annemin ölümünden sonra gölgem gibi olmuştu. Ben öl dersem ölürdü. Bir dediğimi ikiletmezdi. Sorgulamak asla onun yapacağı bir şey değildi. Annem onu böyle yetiştirmişti. Ben emir verirdim o yapardı. Buna programlanmış gibiydi. Bu defa da böyle oldu. Ona bir konum atıp hemen oraya gelmesini istedim. Ben de o konuma gitmek için Altemura alışverişe gideceğimi söyleyip taksiye bindim. Ardından da sahilde ıssız bir köşede Sergei ile buluşmaya gittim.

Sahile geldiğimde en ıssız olan kesimi bulup orada bir banka oturdum. Üzerimde siyah deri bir pardösü ve siyah eldivenler vardı. Kafama da siyah bir şapka takmıştım. Deri çizmelerimle beraber kombinimi tamamlamıştım. Kollarımı yaslandığım bankın üzerine koyup martıları izlemeye başladım. Bir şeyi saklamak istiyorsanız onu herkesin görebileceği bir yere koyun derler. O yüzden ben de oldukça rahat davranıyordum her zamanki gibi. Sergei beni çok bekletmeden gelmişti. Bankın hemen arkasındaki banka oturdu ve kenardan bana dosyayı uzattı.

Bu dosya her şeyi değiştirebilecek nitelikteydi. Bütün dengeleri sarsabilecek bilgiler yer alıyordu burada. Hiçbir sır sonsuza kadar gizli kalamazdı. İster göm ister üzerine başka şeyler inşa et istersen de var olmamış gibi davran fark etmezdi. Eninde sonunda ortaya çıkardı. Bozuk saat bile günde bir kere doğruyu gösterirdi. Ve ben o doğruyu yakalamıştım.

"Şimdi ne yapmamızı istersiniz Matmoiselle?"

"Şimdilik sen bir şey yapma Sergei. Burada olduğunu ne Altemur ne de Antonio öğrenmesin. Kendini iyi sakla ben sana söyleyene kadar da saklandığın delikten çıkma. Bundan sonrasını şimdilik ben halledeceğim. Bu arada senden istediğim şeyi aldın değil mi?"

"Evet Matmoiselle, bankın yanında duruyor. Buyrun!"

Atalayıma alışverişe gittiğimi söylemiştim dolayısıyla şüphelenmemesi adına Sergei'ye gördüğü ilk mağazaya girip her reyondan bir şey almasını söylemiştim. Bankın yanına koyduğu alışveriş torbalarını elime alıp dosyayı da torbalardan birisinin içine koydum. Ardından da cebime astığım siyah güneş gözlüğümü takıp kendinden emin adımlarla yürümeye başladım. Sahilin sonundaki taksi durağından bir taksiyi çevirip bindim ve şirketin adresini verdim.

Taksi şirkete doğru ilerlerken ben de torbaya attığım dosyayı tekrardan çıkarıp daha detaylı incelemeye başladım. Bu kadar düzgün bir adamın zamanında bu kadar karanlık işlere bulaşmış olmasını beklemezdim. Bir şeyler sakladığına emindim ama böyle bir şey beklemiyordum. Gerçi dışardan baksalar bize de düzgün insanlar derlerdi. Ama biz karanlığın evinde aydınlığa tutunmaya çalışan bir avuç ateş böceğinden başka bir şey değildik.

Benim ışığım artık sönmüştü. Bir şeyleri elde etmek için bazı şeylerden vazgeçmen gerekiyordu. Ben de Atalayımın mutluluğu için aydınlığımdan vazgeçmiştim. Her şey karar vermekle başlardı. Önce ne yapacağına karar verirdin. Sonra kararın için kurban vermen gerekiyorsa o kurbanı belirlerdin. Sonra adağını adardın. En son da neyden vazgeçmeyi göze aldıysan neyi kurban ettiysen bunun sonucunda olacağın kişiyi kabullenirdin. Ben de artık kabullenmiştim.

Taksi şirketin önünde durduğunda taksiciye parasını verip üstünün kalmasını söyledim. Dosyayı tekrar torbalardan birine atıp torbalarla beraber arabadan indim. Şirkete girdiğimde her zamanki gibi çalışanlar beni tek tek selamladılar. Vakit kaybetmeden planımı harekete geçirmeliydim. Bunun için asansörle Mert Karayın odasının da bulunduğu kata çıktım. Ardından odasının önünde bulunan sekreterinin masasına torbaları attım ve gözlerimi gözlerine diktim. Ardından da masaya ellerimi koyup kıza doğru yaklaştım ve sordum: "Patronun içeride mi?"

Kız ürkmüş görünüyordu. Şaşkın ve ürkek bakışlarla yüzüme aval aval bakmaya başlamıştı. Elimin bir tanesini masaya vurup: "Hadi cevap ver. Sabaha kadar seni mi bekleyeceğim!" dedim. Bunun üzerine dili çözülmüştü. Bu taktik hep işe yarardı. Normal dille sorsan seni oyalamaya teşebbüs edecek insanlar biraz üzerine gitmenle bülbüle dönerlerdi. Kız irkildikten sonra: "İçeride" diyebilmişti.

Dosyayı koyduğum torbadan dosyayı çıkardım ve dosyayı alıp dimdik bir şekilde Mert Karayın odasından kapıyı çalmaksızın içeri girdim. Başını bilgisayarına gömmüş olan Mert Karay bilgisayardan başını kaldırmıştı. Oldukça sinirli bir ses tonu ile lafa girdi: "Adelya Hanım, buraya böyle gire..."

Sözünü bitirmedine izin vermemiş ve elimdeki dosyayı önüne fırlatmıştım. Dosyayı fırlatmamla neye uğradığını şaşıran Mert Karay anlamsız bakışlarla sorusunu bana yöneltti. "Bu dosyanın ne olduğunu sorabilir miyim acaba?"

Sorusuyla beraber alaycı gülümsememi bu defa yüzüme kondurdum. Ardından da masasının üstüne oturdum ve çizmemin tekini oturduğu sandalyenin koluna uzattım ve lafa girdim: "Tabii ki sorabilirsin Mertciğim. Ama benim anlatmam uzun sürebilir. Zira dikkat ettiysen oldukça kabarık bir dosya. Sen açıp bakmaya ne dersin."

Çizmem dirseğine değdiği için dirseğini önce çizmemden uzaklaştırdı. Sonra da ayağımı beklemediğim şekilde aşağı attı. Gözleri kanlanmıştı ve burnundan soluyordu. Öfkesini kontrol etmeye çalıştığı sıktığı yumruğundan belliydi. Ağzını içine çekip dişlerini sıktı. Sonrasında biraz kendini dizginleyerek ayağa kalktı. Eliyle bana kapıyı göstererek:

"Adelya Hanım, yaptığınız küstahlıktan başka bir şey değil. Kafanıza göre odanıza daldınız bir şey demedim ama saygısızca bu tavırları sergilemeniz bardağı taşıran son damla oldu. Ben bağımlı bir çalışan değilim size. Sizinle bir iş yürütüyoruz sadece. Saygısızlığınızı tolere etme mecburiyetinde değilim o yüzden. Lütfen odamı terk edin!" dedi.

Bunun üzerine masaya koyduğum dosyanın ilk sayfasını açtım ve ona dünyasını başına yıkacak şeyi gösterdim: "Sevgili Mert Karay üzgünüm ama yakalandınız. Sırlarınızı ortaya çıkmasını istemiyorsanız onları iyi saklamak yerine yok etmeyi tercih etmeliydiniz. Şimdi halen odanızı terk etmemi istiyorsanız gidebilirim."

Dosyadaki resmi görmesi üzerine elini alnına götürdü ve saçlarını yavaşça geriye doğru yatırdı. Sonrasında elini saçlarından yanağına doğru sürerek getirdi ve sandalyesinin üzerine çöktü. Gözlerini sıkıca kapattı. Sonra bozuntuya vermemeye çalışsa da tedirgin bir şekilde sorusunu yöneltti: "Ne istiyorsunuz?"

"Hah şimdi anladığımız dilden konuşmaya başladık. İşbirliği istiyorum. Eğer benimle işbirliği yaparsan ben karanlık geçmişinin sonsuza kadar yok olmasını sağlarım. Ayrıca sana bu hayatta en çok sahip olmak istediğin şeyi veririm. Sezeni!"

Son söylediğimle beyninden vurulmuşa dönmüştü. Anlamaya çalışır bir ifadeyle: "Sezenin bunla ne alakası var?" diye sordu.

Elimi çenesine getirip bir gıdık aldım. Ardından da cevabını verdim: "Aaa Mertcik neden öyle diyorsun. Burada her şeyin Sezenle bir alakası var. Sezene olan dillere destan aşkını bilmeyen mi var? Ben her şeyi biliyorum merak etme. Ben artık onu istemiyorum. İçime gömdüm falan diyebilirsin ama beni kandıramazsın. Hadi diyelim ki öyle yine de işbirliğimizin senin için faydalı olacağını düşünüyorum.

İkimiz de kabul edelim. Altemurdan hoşlanmıyorsun hatta günahın kadar onu sevmiyorsun. Burada olmasından, Sezenle irtibat halinde olmasından da rahatsızsın. Bu iş hayallerinin işi olmasa bu işi asla kabul etmezdin. Profesyonellik kisvesi adı altında kendi duygularını bastırmaya çalışıyorsun. Öfkeni köreltmeye çalıştığını gözlerinde görebiliyorum. Ama gözlerinde gördüğüm bir şey daha var. Sen korkuyorsun. Tekrardan yenilmekten, onu kaybetmekten korkuyorsun."

Üzerine gitmem üzerine gerilmişti. İnkar etmek istedi. Oturduğu koltuktan kalkıp yanımdan uzaklaştı ve pencerenin önüne geldi. Ellerini birbirine sürtüştürerek volta atmaya başladı ileri geri. Sonra ani bir hamleyle masanın diğer tarafında durdu: "Hayır yok öyle bir şey, sen şu an beni manipüle etmeye çalışıyorsun ama başarılı olanayacaksın. Bilmediğin daha çok şey var ve artık Sezenle beni hiçbir kuvvet ayıramaz. Hem Sezen beni geçmişimle yargılamaz. Onu hiç tanımıyorsun. Elinden geleni ardına koyma."

Masanın üzerindeki dosyayı elime alıp ona uzattım ve şöyle dedim: "Emin misin buna, gerçekten kabul edeceğini mi düşünüyorsun? Peki o zaman 54.sayfayı açar mısın?"

Dosyayı elimden aldı ve o sayfayı açtı. Ardından dosyayı masaya fırlatıp. Elini alnına vurdu ve masanın üzerindekileri devirdi. "Kahretsin ya bu nasıl olur?"

"Gördün işte Mert Karay. Unutmaya da çalışsan unutamazsın. Geçmişin kana susamış bir tazı gibi peşine düştü artık. Bu dosyayı Sezen görse emin ol melek dahi olsa sana olan bakışı değişir. Seni dana önceden bir kere sildi. Yine siler. Öyle olmasa bile sen dinle beni. Eğer benle işbirliği yaparsan hem Altemurla ben bir daha dönmemek üzere bu ülkeden gideceğiz hem de Altemurdan Sezeni korumuş olacaksın. Amacın daha önceden de bu değil miydi? Altemura o sözleri ettirirken amacın Sezenin ondan nefret edip uzaklaşması ve zarar görmemesi değil miydi? Tamam işte sen eline yüzüne bulaştırmış olabilirsin ama ben işimi temiz yaparım merak etme!"

"Adelya Hanım diyelim ki siz haklısınız. Altemurun buradan gitmesi benim işime gelir. Peki siz neden bu yola başvurmaya ihtiyaç duyuyorsunuz? Ben olmadan da bu işi yapabilecek gücünüz var belli ki, neden bu gücü kullanmıyorsunuz? Ya da babanızın değil mi şirket, söyleyin Altemuru azletsin ve onu geri çağırsın. Neden kendinizi de riske atabilecek bir plana girişiyorsunuz?"

Çünkü babamın karşısında duramamıştım. O bir şeye tamam dediyse, sözünün üzerine söz söyletmezdi. Ben Altemurun buraya gelmesini başından beri istememiştim. Sezenle karşılaşsın istemiştim ama benim istediğim zamanda, benim istediğim şekilde. Sezenin onun değişimini görmesini istemiştim. Fakat Sezen'in finans bürosuyla anlaşmamız biraz planlarımı değiştirmeme sebep olmuştu. Mert Karay'ın bu detayları bilmesine gerek yoktu. Onun eline bana karşı kullanabileceği bir koz vermemeliydim.

"Bu husus seni alakadar etmez. Burada sen soru sorabilecek bir durumda değilsin. Eğer Sezeni kaybetmek istemiyorsan tamamen ve kazançlı çıkmak istiyorsan bana evet deme mecburiyetindesin. Ama yok bu dosya yarın Sezenin ve Altemurun elinde olsun diyorsan o başka. Normalde düşünebilecek bir konumda bile değilsin ama ben yine insaflı davranacağım. Sana yarın saat 22'ye kadar mühlet. Cevabını bekliyor olacağım."

Kapıya doğru ilerledim ve kapıyı açtım. Tam çıkacakken ona doğru döndüm ve : "Ha bu arada dosya sende kalabilir. Konunun ciddiyetini anlaman adına. Bu kopyası zaten, asılları bende." dedim.

Cümlemi bitirmemin ardından odadan çıktım. Kapıyı kapatmamıştım. Ben odadan çıktıktan sonra Mert Karayın bağırışı ve duvara çarpan dosyadaki kağıtların sesi gelmişti. İlk raundu başarıyla tamamlamıştım. Zafer gülümsememle beraber sekreterin masası üzerindeki torbalarımı alıp Altemurun odasına ilerledim. Her zamanki gibi kapısını çalmadan içeri daldım. Altemur işini bitirmiş eşyalarını topluyordu. Kapının açılmasıyla çantasını bırakıp bana döndü: "Adel, sana her seferinde şu kapıyı çal da öyle gir demiyor muyum ben! Kapısız köyden mi geldin sen kızım?"

"Atalayım ya alışveriş yaptım, çok güzel şeyler aldım. Keyfim de yerinde. Hadi keyfimi kaçırma hiç. Çantanı al da eve gidelim bir an önce. Bugün film gecesi yapalım diyorum. Çok güzel bir film çıkmış onu izleyelim. Hem ben sevdiğin baharatlı mısırlardan da patlatacağım sana. Hadi oyalanma, çabuk!"

Atalayım benim baharatlı mısırıma asla hayır diyemezdi. Bu sefer de öyle olmuştu.

"Adel, baharatlı mısır dedin beni kalbimden vurdun. Ee ne duruyorsun orda, çabuk eve gidelim."

Beni de sollayıp odadan çıktı. Ben de peşinden bağırdım ama oralı olmadı: "Yaa beni de beklesene torbalarla koşamıyorum." Ben de peşinden koşarak ona yetişmeye çalıştım. O arabaya bindiğinde ben de nefes nefese kalmıştım. Arabaya torbaları atıp ben de bindim.

🍃🍃🍃

Dünkü film gecemiz her zamanki gibi güzel geçmişti Atalayım mısırlarını bitirince yine uyuyakalmıştı filmi bitiremeden. Ben de üzerine bir battaniye atıp odama geçmiştim. Bugün ise işe gitmemiş evde kalmak istediğimi söylemiştim Atalayıma. Akşama kadar evde oyalanacak bir şeyler bulmuş, planımın detaylarının üzerinden geçmiştim.

Mert'in teklifi kabul edeceğini biliyordum. Başka çaresi yoktu çünkü. Ne yazık ki çaresizliğin en büyük silah olabileceğini bana babam öğretmişti. Çok acıydı aslında. Başka babalar kızlarına bisiklet kullanmayı öğretirken benim babam bana silah kullanmayı öğretmişti. Kalem tutmadan önce bıçak tutmuştu ellerim. Başka babalar kızlarına merhameti öğütlerken benim babam acımasız olmazsam bana açılmayacaklarını fısıldamıştı sürekli kulağıma. Karşılıksız iyilik yapmayı öğütlemek yerine tüm insanların çıkarcı olduğunu hatırlatmıştı.

Şu zamana kadar babamın bana öğrettiği bir çok şeye kulaklarımı tıkamıştım. Tıpkı çaresizliğin silah olabileceği hususunda olduğu gibi. Bu silahı kullanmayı hiçbir zaman istememiştim. Hatta bana yapılanlar karşısında bile bunu kullanmayı denememiştim bile. Ama Altemur farklıydı. O yaşama sebebimdi benim. Nefes alabiliyorsam bunu ona borçluydum. Benim hayatımı birçok defa kurtarmıştı ve hayata tutunmak için bana bir sebep vermişti: Onun hayatını baştan yazma.

Bu sebep hayata tutunmama yardımcı olmuştu. Ellerimle kurduğum hayatı başkalarının yıkmasına izin vermeyecektim. Altemur olmak için o kadar çabalamışken onu korktuğu, nefret ettiği Kerem'e dönüştürmelerine izin veremezdim. Ben ona sadece bir hayat değil, mutlu bir hayat borçluydum. Geçmişinden sıyrılmadıkça da mutlu olamazdı.

Atalayımın bugün bir iş yemeği vardı. O yüzden geç gelecekti. Ben de koltuğa oturup bugün salyangoz olmaya karar veren zamanın akmasını beklemeye başladım. Telefonu da masanın üzerine koydum. Akrep yelkovanla kavga etmeye başladı, kavgalar yumruklara dönüştü. Yumruklar itişmelere... Zaman normalden daha yavaş aktı.

Televizyon kumandasını alıp zaping yapmaya başladım. Kaç saat zaping yaptım bilmiyorum. Sonunda uyuyakalmışım. Saat tam 22 olduğunda telefon çaldı. Telefonun zil sesi uykumdan uyanmama sebep oldu. Uykumdan sıçrayıp aceleyle telefonu elime aldım. Uyku sersemliğiyle ancak "Alo" diyebilmiştim. Bir süre telefondan ses gelmeyince tekrar "Alo" demek zorunda kalmıştım. Bu defa sesli bir nefes alışın ardından cevap gelmişti:

"Teklifinizi kabul ediyorum Adelya Hanım. Ne derseniz onu yapacağım."

Başarmıştım. Sevincimi sessiz bir şekilde yaşamaya çalışarak çığlık atmamak için kendimi zor tuttum. Oturduğum kanepede ayağa kalkıp birkaç defa zıpladıktan sonra boğazımı temizleyip bir şey dememi bekleyen Mert Karaya cevap verdim: "Güzel, doğru karar verdin Mert. O zaman oyun başlasın diyelim mi?"

Cehennemin kapıları açıldı o anda. Ateşlerin içinden ayağına batan dikenleri umursamadan geçti kadın. Attığı her adımda zebaniler ona selama durdu. Karanlığın neferleri boyun eğdi. Eriyip yokalan bedenini kadın görmezden geldi. Çektiği acıyı hırsıyla bastırdı. Yol boyunca haykırışlar duydu kadın, çığlıklar eşlik etti ona. Azap çeken ruhlar boynuna sarıldı. Kadın her sese kulağını tıkadı. Elini kalbine koyup vicdanını söküp kaynayan lavların olduğu nehire fırlattı. Kızgın oklarla gözlerini kör etti ışığı görmemek için. Son olarak da bir kurban seçti ve onu karanlığın eline teslim etti. Yolun sonunda karanlığın tahtına oturdu. Geçtiği yola baktığındaysa gördüğü tek şey harabeydi. Ve artık her şey için çok geçti.

Ve bir bölümün daha sonuna geldik. Olabildiğince hızlı yazmaya çalıştım ama yine gecikti biraz kusura bakmayın.

-Adelin annesinin sözleri ve adelin yaşadıkları ile ilgili ne düşünüyorsunuz?

-Sizce Adel bu uğurda ne kadar ileri gidebilir, karanlığa hakin olacağım derken esiri olması mümkün mü dersiniz?

-Sizce Mert ve Adelin kurbanı kim olacak?

-Sizce Mert'in geçmişinde nasıl şeyler yatıyor olabilir?

-Mert'i işbirliği yapmaya iten sırrı ne denli büyük olabilir dersiniz?

-Sizce Adel ve Mert nasıl bir yol izleyecek?

-Bu ikiliden nasıl bir enerji alıyorsunuz?

-Bir sonraki bölümümüzün mottosu: Sizce güç mü sevgi mi üzerine olacaktır. İthaf isteyen koşsun.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top