Onu en iyi ben tanırım!

Güya tatile girmiştim rahat rahat bölüm yazarım diyordum ama aksilikler peşimi bırakmadı. Hal böyle olunca da kafamdaki bölümlerin kurgusu biraz değişti umarım güzel bir bölüm çıkarabilmişimdir. Şimdiden okuyan gözlerinize sağlık. Vote ve oylarınızı bekliyorum ❤️

"Bu hayatta onu en iyi ben tanırım. Çünkü onun içindeki en büyük karanlığı bir tek ben gördüm.-Tuğra"

Multitap-Ben Anlarım

Sezenin ağzından

"Söylesene Sezen Aykut sen kimsin?" demişti. Şimdi bunun altında sen kim oluyorsun anlamını mı yoksa benim kim olduğumu sorduğu anlamını mı çıkarmalıyım emin olamadım. Eğer ki benim kim olduğumu öğrenmek istiyorsa ona ne diyebilirdim ki? Ben bile daha tam olarak kim olduğumu bilmezken ona kendimi nasıl tanıtabilirdim. İnsan kim olduğunu nasıl anlardı ki? Birinin kim olduğunu nasıl bilebilirdin ki zaten? Sana ne anlattıysa senin onu nasıl tanımanı istediyse öyle tanırsın.

Halbuki insanın birden fazla yüzü olabilir. Hepimiz çeşitli maskeler takıyoruz bir şeyler karşısında, birileri karşısında ya da birbirinden farklı yerlerde. Bir gün sabah erkenden kalkıyoruz içimizdeki hüznü yok etmek adına yüzümüze en güzel gülümsememi koyup içimizdeki kırışıklıklar belli olmasın diye yüzümüzü fondötenle kapatıyor, içimize akan göz yaşları makyajımızı bozmasın diye pudra sürüyoruz gözlerimizin altına. Belki de hayat bizden hayallerimizi cımbızla çekip alırken biz belli etmemek adına saçlarımızı çekiştirerek tel tokalara mahkum ediyoruz kafamızdaki saç köklerinin her zerresini. Hazırlandıktan sonra gündüzleyin bile gördüğümüz kabuslardan uyanabilmek için mutfağa ilerleyip bir kahve koyuyoruz kendimize. İçimizi donduran yapmacık ilişkilerimizi unutturup içimizi bir nebze de olsa ısındırabilsin diye soğumadan sıcacık kahvemizden bir yudum alıyoruz. Kahvemizi bitirdikten sonra sanki hayatta her gün yeni bir hayata başlıyormuşuz gibi milyonuncu kez reddedilmemize rağmen iş görüşmesine gidebilmek için siyah çivi topuklu ayakkabılarımızı geçiriyoruz ayağımıza.

Etrafımızdaki kanlı göz yaşlarıyla atılan çığlıklara kulaklarımızı tıkayabilmek için topuk seslerine odaklanıyoruz belki de. Vurdumduymazlaşmaya başlıyoruz zamanın her salisesinde. Sonra sokaklara atıyoruz kendimizi içimizdeki fırtınaları görmezden gelmek için insanların arasına karışıyoruz. İçimizde hissettiğimiz yalnızlık hissini bir nebze de olsa kaldırmak için kalabalıkların içinde kaybolmaya çalışıyoruz.

Sanıyoruz ki bu koskoca ülkede sadece istanbulun sokakları yalnızdır. Ama yanılıyoruz büyük şehirlerin hepsi aynı kadere mahkumdur. İzmirin sokakları da yalnızdır. Tıpkı insanları gibi.
Her gün bir koşuşturmayla "merhaba" deriz yeni güne. Tıkış tıkış otobüslere sıkışırız. Ama yine de otobüsten indiğimizde yeni bir koşuşturmacaya başlarız. Neden mi? Çünkü biz onun insanlarıyız. Çünkü biz İzmir'in insanlarıyız. O yüzden kendimi tanıtırken söyleyebileceğim şeyler çok da net değil. Ben de onun insanlarındanım. Ben Sezen Aykutum sadece ne eksik ne fazla.

"Beni kaale alıp cevap vermeye de teşebbüs etmiyorsun galiba." diyen Tuğranın iğneleyici sesiyle kendime gelip gayet rahat ve umursamaz bir tavırla: "Kaale almamak değil Tuğracım sadece cevabını kendin verdiğin bir soruyu neden tekrar bana sorduğuna anlam veremedim." diyerek sinsi bir gülüş attım ve kapı kolonuna yaslandım.

Tuğra yavaş yavaş sinirlenmeye başlamış görünüyordu ama yine de hanımefendiliğini bozmamaya çalışarak: "Ne demek istiyorsun Sezen yani ben de seni anlamadım" diye karşılık verdi. Sonuna kadar direteceğe benziyordu, ben de bunun üzerine: "Senin de söylediğin gibi Tuğra ben Sezen Aykutum. Bundan ne eksik ne de fazlasıyım. Ben onun insanlarındanım. Ben İzmirin insanlarındanım bu kadar!" dedim.
İş gittikçe bir diyaloğa dönüşmeye diyalog da yerini sivri bir münakaşa örneğine bırakacağa benziyordu.

Tuğra:
-Sezen edebiyat parçalama ya da laf oyunu yapma bana. Ne sormak istediğimi bence gayet iyi anladın. Zeki bir kıza benziyorsun. Ben zeki adamı gözünden tanırım o yüzden birbirimizi yormayalım bence. Olayda tatsızlaşmasın. Keremi nerden tanıyorsun ve burayı nasıl buldun?

Evet beklediğim sorgu nihayet başlamıştı. Sanki suçluymuşum ve aleyhime milyonlarca delil varmış gibi karakola götürülmüş  o soğuk, tepeden ateş böceğinin yaydığı kadar ışık yakan floresan lambasıyla baş başa bırakılmıştım. Bu muameleye maruz kalmak için ne ben suçluydum ne de Tuğra bu sorguyu yapmaya yetkiliydi. Ama olayın daha fazla büyümemesi için kendimi ezdirmeden, hakkımı müdafaa ederek gerekli cevapları ona verecektim.

-Tuğra öncelikle şu sorgulayıcı tavrını bir kenara bırak. İstemezsem bunların hiçbirini sana açıklamak zorunda değilim ama benim saklayacak bir şeyim yok sonuçta. Ayrıca istesen bunları Keremden de öğrenebilirdin ama anladığım kadarıyla beni yabancı olarak nitelendiriyorsun ama sen ona yabancılaşalı o kadar uzun zaman olmuş da sen bunu fark edememişsin bir türlü.

Cevabı vermeden önceki laf sokma adı altında söylediğim iğneleyici laflar karşısında Tuğra hanımın yüzü buruşmuştu-bir kaç saniye sürmüştü bu gerçi ama olsun- fakat istifini bozmamış elini saçlarına götürüp saçını tarar gibi saçından geçirmiş ve saçlarını kenara almıştı. Sonra da silkelenip konuşmamıza geri döndü.

-Sezen öncelikle yabancı dememe bozulmuşsun, seni çok iyi anlayabiliyorum. Kim olsa buna bozulurdu ama sen de beni anla özel olarak planlanmış çocukluğundan beri yediği içtiği ayrı gitmeyen biz üç silahşörlerin arasında Kerem'in üç günlük tanıdığı ve ev sahibinin yani benim bir kere dahi karşılaşmadığım sen mi bu ortamda daha tanıdık hal alıyorsun? Kusura bakma ama bu söylediklerine kargalar bile güler. Ayrıca bahsettiğin konuya gelecek olursak da Kerem soğuk gözükse de özünde çok anlayışlıdır, kimseyi kırmak istemez. Kimse hakkında hak etmediği sürece kötü konuşmaz ve biz aramızda önemsiz detaylara yer vermeyiz. O yüzden şu an Keremle değil senle konuşuyorum. Anlatabildim mi derdimi kuzucuğum?

Benim söylediğime kargalar bile güler miymiş hahhay ne komik ama. Bu söylediğinden sonra ki bıyık altından gülmesini düşündükçe kendime hakim olamıyorum. Gerçekten şu an bu Tuğrayı öldürmek istiyorum. Gerçekten bu kızın düşmanı olmamak lazım daha ne dost ne de düşman vaziyetteyken böyle davranıyorsa düşman olsak ne yapardı kim bilir...

Ayrıca bana önemsiz detay mı demişti şimdi o. Ya sen kim oluyorsun da bana önemsiz detay diyorsun. Sen Donuğun benim için neler yaptığını bana ne şekilde davrandığını biliyor musun bir kere? Bildiğini sanmıyorum. Üstüne bi de bana geri zekalı muamelesi yapıp "Anladın mı kuzucuğum" demez mi aklımı çıldırcam resmen. Kuzucuğum nedir ayrıca ya ne kadar samimiyetsiz bu -cım'lar -cim'ler. Daha fazla sinir kat sayılarım yükselmeden şu sorularını savuşturayım da dağılsın şu kara bulutlar.

-Tuğra ikimizin de birbirine laf sokması böyle sürer gider emin ol. Hiç altta kalabilen biri değilimdir çünkü. Ayrıca bundan sonra bir şekilde aynı ortamda bulunacağız demek ki. En iyisi ben seni aydınlatayım da kapansın bu tatsız konu.
     Öncelikle Keremle tanışalı yaklaşık 6 ay oluyor. Haklısın senin kadar onu tanımıyorum belki hatta size kıyasla ona daha yabancı bir konumda da bulunabilirim fakat şunu bilmelisin ki benden ona bir zarar gelmez. Biz bu kadar sürede çok fazla şey paylaştık onunla. Derdimizi, tasamızı, sevincimizi, öfkemizi başka bir deyişle bir nevi hayatı paylaştık. Babama bazı konularda yardımcı oldu ve bir süre bizle yaşadı. Biz de bu şekilde tanıştık. Burayı nasıl bulduğumuza gelince de Enis vasıtasıyla diyeyim daha fazla ayrıntıya giremem. Enisle konuşsan daha iyi olur. Evet, başka sorun yoksa içeri geçebilir miyiz artık? Bitti mi yani bu sorgu faslı?

Bence gayet iyi yaklaşmış, ne altta kalmış ne de çok sivri cevaplar vermişti. Artık bu kadarı Tuğra Hanımı tatmin eder diye düşünüyordum ki yanılmışım. Tam cümlemi bitirmiş içeri girmek için kapının koluna elimi atmıştım ki kolumdan tuttu beni. Ve bu sırada bana sorduğu soru gerçekten beynimden vurulmama sebep olmuştu.

-İlgileniyor musun Keremle? Yani buraya kadar peşinden geldiğine göre aranızda basit bir arkadaşlık olmamalı en azından senin açından.

-Hoh(Sinirli bir şekilde nefes veriyor burda)... Hayatta her şeyin sevgiyle ya da aşkla ilgili olduğunu sanan zavallılar var ne yazık ki. Dünyada hiçbir şeye aldırmadan sevgi pıtırcıkları gibi her noktayı her virgülü bu bağlama bağlıyorlar. Sanki daha önceden hiç başka değerler var olmamış gibi. O zaman düşünüyorum acaba bu insanların hayatları gerçekten bu kadar mı anlamsız? Hiç kimseye kardeşim deyip sırtını yaslayamadılar mı ya da dostum diye omzunda ağlayamadılar mı? Sadece Nejat Alp'in "Sen miydin sevgilimi çalan" şarkısında olduğu gibi ihanetle yüz yüze mi kaldılar? Hep kalabalıklar içinde yalnız kalanlardan mı oldular? Çok insanla beraber olup hiç kimse mi oldular diye merak ediyorum işte bu anda. Ama senin hiç onlardan biri olacağını düşünmemiştim şu ana kadar.

-Değilim zaten. Sadece bir şeylere anlam vermeye çalışıyorum Sezen. Hayatım insanlardan şüphe etmekle geçti. Kolay zamanlarım olmadı hiçbir zaman. Senin gözünde nasıl bir Tuğra oluştu bilemem ama Kerem benim bu hayatta en değer verdiğim insan. Bu hayatta yaşamam için bana bir amaç veren insan. Senayı biliyor musun bilmiyorum ama ondan sonra Kerem çok ağır şeyler yaşadı. Bir süre tedavi bile gördü hatta. Onu tekrar hayata döndürebilmek için gecemi gündüzüme taktım. O zar zor kendine gelmeye başlamışken hayatına yeni giren herhangi birinin ona zarar vermeyeceğinden emin olmak istemek benim en tabi hakkım. Çünkü hayatının her anında ben vardım yanında. Annesi oldum bazen, bazen babası, dostu, kardeşi... Kısacası sosyal hayatında insanın sahip olabileceği kimler varsa Kerem için hepsi oldum ben. Anlayabiliyor musun şimdi hassasiyetimi?

-Anlıyorum seni Tuğra. Bana güvenmeyebilirsin, Keremi korumak da isteyebilirsin ama tekrar sana söyleyeceğim gibi ben ona asla zarar vermem. Çünkü o benim için çok değerli biri oldu bu kısa zamanda. O kadar özel biri oldu ki hem de gitse de çatı katındaki odası bana kalsa diye planlar kurarken o gittikten sonra onun odasına bir karıncanın dahi girmesine gönlüm razı olmadı. O gitti belki ama evin içinde hep hayaleti vardı sanki. Çok boş ve ürkütücüydü ev. O yüzden buraya onu geri evimize götürmeye geldim. Uzun zamandır istediği aile sıcaklığını bir nebze de bulabildiği o eve... Bak o benim kankam, dostum, ailemin bir parçası o kadar. Daha ötesi yok emin olabilirsin. Ben Sena yüzünden yaşadıklarını tekrar ona yaşatacak biri değilim yani.

-Peki o zaman Sezen. Şu an için inanıyorum sana. Sert çıktıysam da kusuruma bakma lütfen. Benim tarzım öyledir biraz. Bazen alaycı şekilde de konuşabilirim. Genel olarak mantığımla hareket eden bir insanımdır ama söz konusu Kerem olunca mantığım devreden çıkabiliyor. Hadi içeri geçelim yoksa içerdekiler bizi çıtır çıtır yiyecek.

Konuşmasını bitirdiğinde gülümsemiş ve eliyle sırtımı sıvazlamıştı. Ardından da kapıyı açmıştı. Az önce öldürmek istediğim bu kıza şu an gerçekten saygı duymuştum. Donuk kendisini bu kadar önemseyen, koruyup kollayan birine sahip olduğu için çok şanslıydı. Tuğra Kerem için mükemmel bir dosttu ama umarım beni düşmanı olarak varsaymazdı yoksa benim için hayat gerçekten zorlaşırdı. Gerçi hayat benim için ne zaman kolay olmuştu ki?

Keremin ağzından

Sezen ve Tuğra masayı toplamaya girişmiş ardından da kayıplara karışmışlardı. Uzun süre onlardan ses çıkmamış tek bir haber dahi gelmemişti. Bu durum hiç hayra alamet değildi. Çünkü iki kadın uzun süreliğine ortalardan kayboluyorsa bu yakın zamanda bir savaş muharebesinin çıkacağının habercisiydi. Sessizliğin içinde ise tehlike çanları çalmaktaydı.

Artık bekleyecek sabrım kalmamıştı tam ayağa kalkmış kızlara bakmak için mutfağa gidecektim ki Enis ensemden tutup beni koltuğa oturttu. Ağzımdan kısa yollu bir küfür çıkmıştı: "Eşşeğin siki... Lan oğlum napıyorsun sen çocuk musun ya? Yeminli ağzımı da bozdurdun bana. Bilmiyor musun bir başladım mı küfürlerin ardı arkası kesilmiyor!"

"Kerem lan asıl sen napıyorsun? Sen az önce mutfağa gitmeye teşebbüs etmedin mi? Gelmiş burda bana küfür ediyorsun halbuki ben az önce senin hayatını kurtardım. Sanki bu uzun süreli sessizliğin anlamını bilmiyormuşsun gibi neyin kafasını yaşıyorsun acaba kardeşim?
Kafan yerinde mi senin yoksa kalbin gibi onu da Sezene mi sabitledin? " dedi. Son söylediğiyle beraber pis pis gülmüştü. Bunun üzerine tam kafasına vurmuş ifadesini almak için üzerine geliyorken "öhöm... öhöm" tepkisiyle Tuğrayla Sezen içeri girmişti. Ben de hâl böyle olunca kendimi Enisin yanına atıp kolumu omzunda bıraktım.

Omzuna attığım elimle Enisin boğazını sıktığım anda ikimiz birden Ahaha diye gülmeye başladık sonra da ikimiz beraber "Nerde kaldınız kızlar ya?" dedik. Tuğra bir tekli koltuğa Sezen de bir tekli koltuğa oturmuştu. Sözümüzün üzerine Tuğra lafa girdi ve: " Nerde kalacağız ya mutfağı topladık sonra da biraz hava aldık, lafladık falan kız kıza. Tabi siz öküzlük yapıp tüm işi bize bıraktığınız için." dedi.

Gözlerini yukarı kaldırmıştı son söylediğiyle. Bu Tuğranın sitem anındaki değişmez hareketlerinden biriydi ama altında yatan anlamı bilen sadece ben vardım. Bir şeyleri gizlemeye çalışıyordu. Artık Sezenle ne konuştularsa Tuğranın buna canı epey sıkılmıştı belli ki. Buna emindim. Çünkü bu hayatta onu en iyi ben tanırım. Dolayısıyla nasıl onu alt edeceğimi de çok iyi bilirim: " Tuğra, hiç afra tafra yapma alt tarafı iki tabak çanak topladınız. Yemeği biz yaptık zaten. Kız değil misiniz bir sofrayı da toplayıverin yani." dedim. İşte Tuğrayı can alıcı noktasından vurmuştum. Feminist damarlarına basacak kadar aklımı yitirmedim henüz ama o damarlara kan göndermesi için bir uyarı yolladım sadece onun beynine. İşte bu hareketi onun sitemini devre dışı bırakacak ve tam kadınlar üzerine konuşmaya yeltendiği sırada Enis devreye girerek mevzuyu başka yöne çekecekti. Şu zamana kadar hep böyle yaptık ve bu taktik hep işe yaradı.

Tuğra tam lafa girecekti ki pası hiç beklemediğim bir şahsa atmayı tercih etti. Sezen...
"Tuğra bi dakika ben cevap vermek istiyorum şu gereksiz hareketi yapan Donuk efendiye. Kız değil misiniz diye başlayan bir cümle mi kurdun sen az önce? Oğlum görüşmeyeli kahvaltılarda sen yürek yemeye mi başladın? O ne demek ya öyle? Biz kadınların tek görevi bu mu? Yemek hazırlasın, sofrayı toplasın, ev işiyle uğraşsın, size hizmet etsin öyle mi? Köle miyiz lan biz? Orta çağda mı yaşadığınızı sanıyorsunuz siz halen? Gece gece siz benim vitesi niye geri takıyonuz niye sinirlerimi hoplatıyonuz lan benim.
Yine Türkçem bozuldu şiveye kaydım bak. Donuk bir daha kız değil misinizle başlayan bir cümle kur işte o zaman çıkışa gel moduna giren bir Sezen bulursun karşında. Net yani!"

Benim taktik Sezenin olduğu yerde mevta olmuştu. Demek ki neymiş, Sezen Aykut yadsınamaz bir ayrıntıymış bu olayda. Ve ben bu ayrıntıyı kaçırarak kendi sonumu yazmışım. Sezenin atarın dibine vurduğu bu anda yine de Enis imdadıma yetişmiş ve arkçı depremin gelimini önlemişti en azından:

" Hop hop hop... Gençler sakin olun ya! Çekin şu kara bulutları aranızdan. Hadi Tabu oynayalım. Madem kadınlar bu kadar iyi anlaştılar. O zaman benle Kerem bir takımız, Tuğra senle de Sezen bir takımsınız. İtiraz istemiyorum, bakalım kadınlık iç güdüleriniz biz broları yenmeye yetecek mi? "
Ya bu çocuk benim kardeşim ya. Adamlık da bir dünya markası. Tuğra ve Sezenin altında ezilmekten kurtardı resmen beni. Yetmedi bizi süper bir strateji ile takım yapıp oyunu hükmen kazanmamızı sağladı. Biz bu oyunda bir dünya markasıyız. Ve bugün de bir tarih yazacağız. Şimdi onlar düşünsün!
🍂🍂🍂
Enis oyunu getirmiş ve hepimizi sehpanın başına dikmişti. Kurallar belirlenmiş her şey hazır duruma getirilmişti. Geriye sadece başlamak kalmıştı. Yazı tura atarak önce kimin başlayacağına karar verecektik. Biz yazıyı seçmiştik onlar da turayı ve şans bizim yanımızda yer almıştı. İlk biz başlayacaktık. Enise anılardan veya hitap gibi bize özel şeylerden yola çıkarak anlatmasını söyledim ve ilk raunt başladı:

(İlk kelime: Fermuar. Anlatan kişi:Enis)
-Senayla tanışmadan önceki hızlı zamanlarında Aleyna diye bir sevgilin vardı. Sonra bi de Müge vardı. Hatırladın mı hani "Sustur şu kızı"

O olayı nasıl unutabilirdim ki. Tabi ki de biliyorum cevabı. "Fermuar" diye cevap verdim. Enisin kağıdını Tuğra kontrol ediyordu ve o kadar hızlı bilmiştik ki Sezenle aynı anda sadece çüş diyebilmişlerdi. "Hadi çabuk devam et" dememle diğer kelimeye geçti.

-(İkinci kelime:Tımarhane) Sezenin sonu nere olacak diyorsun sen hep bana.

"Tımarhane" diye cevaplamamla  tepiği yemem bir oldu. Ah be Enis yaktın beni! Ne diye sırlarımızı ifşalıyorsun ki. Bu sefer toplum içindeyiz diye bir tepikle yırttım ama başka zaman Sezen bunun hıncını feci alcak benden. En iyisi laf sokarak üste çıkayım da belki ikna olur da ölümüm daha acısızlaşır. "Allahın bildiğini kuldan saklamanın ne anlamı var Sezen, yalansa yalan de."  diyerek oltayı attım. Sezen de: " Abi ben sonum deliler hastahanesi olcak bu gidişle diyorum ama siz niye beni çekiştiriyorsunuz koca karılar gibi. Tövbe tövbe. Neyse boşuna durdurduk süreyi hadi devam edelim. Geç oldu benim eve dönmem gerek." dedi. Biraz sakinlemiş gibiydi. Bu yüzden "devam" dedim ve bir sonraki kelime geldi.

-(Üçüncü kelime:Yüzük) Senanın kolyesi

"Yüzük" diye cevaplamamla. Kızlar hem daha çok oflamaya başlamışlar hem de Sezen meraklı gözlerle bana bakmaya başlamıştı ama bu sefere araya bir şey sokmadan tam gaz devam edecektik.

-(Dördüncü kelime: Bilye) Yazlıktaki Hasan

"Bilye" demem ve doğru çıkması üzerine Tuğra "Şike var ya! Yazlıktaki Hasandan bilyeyi nasıl biliyorsun sen? Yuh yani!" diye bağırdı. Kendince haklıydı belki ama Enisle bizim aramızda Hasanın lakabı Bilye Hasandı. Çünkü elimizde ne kadar bilye varsa hepsini ona kaptırmıştık küçükken. Ama bunu anlatmak sadece oyunu sekteye uğratırdı o yüzden itirazını yersiz sayıp süreyi devam ettirdik.

-(Beşinci kelime: Suşi. Bu kelimeyi anlatacağı sırada Enis Tuğraya bakıp az sırıtmadı) Lise 1'de biz Tuğraya bu gidişle neye dönüşeceksin diyorduk

" Suşi " demem üzerine Tuğra Enisin kolunu öyle bir çimdiklediki benim etim koptu sanki burda. Bi de p'yi bastırarak "Pislik" demesi yok mu seviyorum bu kızı ya. Tatlı cadım benim. Sezen yine süreyi durdurmuş ve: " Ne alaka ya?" diye sormayı ihmal etmemişti bunun üzerine Enis söze girdi.

-Ya Suşi ilginçtir ki bir ara Tuğranın en sevdiği yemekti. Neredeyse sabah akşam Suşi yediği için biz bu ona "Bu kadar çok yeme bu gidişle suşi gibi olacaksın" diyorduk. Ordan geliyor yani. Neyse az kaldı süremiz hadi başlat. (Altıncı kelime:Bisiklet) Kerem biraz özel olcak bu ama kusura bakma. Senayla ilk öpüşmen

"Bisiklet" bu hayatımın en güzel gününün en güzel parçasıydı. Hiçbir şey bilemesem bile bunu bilirdim kesin. Bizim için oyun bitmişti artık 7 tane yapma ihtimalleri 0'dı çünkü. Sezeni eve götürmem gerektiği için de 2 raundda oyun biterdi. İlk raundu biz bitirmiştik sıra 2. raunddaydı. "Hadi kızlar göreyim sizi ilk raund bitti. İkinci raund başlıyor!" dememle ikinci raund başladı:

(İlk Kelime:Fatih Harbiye. Anlatan kişi:Sezen .Tırnak işaretli kısımlar Tuğraya ait)
-Tv izler misin? "Yani dizi izlerim bazen".
Hah, güzel o zaman Kadir doğulunun popüler olduğu dizi?
"Yaa bunu biliyodum ben neydi ya? Hatta Nurgül yok Neslihan Atagülle başroldü değil mi?".
Evet çok güzel ilerliyorsun hadi hatırla. Bu bir şeyden uyarlama oluyor hatta?
" Dur... dur hatırlıyacağım şimdi. Fatih Harbiye! Doğru mu? Bingo devam ediyorum.

İçimden zafer çığlıkları atıyordum. Bu diziyi ben bile biliyorum. Tuğra yabancı dizi izler genelde. Çok nadirdir Türk dizisi izlediği. Keşke bazen izlerim demeseydi. Gerçi derse desin ne güzel vakit kaybettiler işte. Hızlı olursalar taş çatlasa 3 tane anlatır. Bu da bizi galip yapar. Hadi Tuğra oyunu kazandır bize!

-(İkinci kelime: Gratis) Hah tam bizlik yerden geldi. Mor ve indirim desem aklına ilk ne gelir? "Gratis tabi ki!"

Yuh ama bu da fazla hızlı oldu. Noluyor lan? Ters köşe gelmesin bize?

-(Üçüncü kelime: Vicdan) Yaaa bütün kelimeleri yasaklamışlar bunda. Nasıl anlatacağım bunu paslarım da bitti.
"Sezen çabala hadi, kadın mevzularından gir! Dizilerden yok ordan girme ne bilim ya bir yerden gir en azından!" .
Tamam giriyorum. Bu aralar gündemde çok konuşulan bir konu. Bodrum gibi kapalı alanlara kadınları kapatıyor bazı erkek adı altındaki yaratıklar. Kimse çığlıklarını duymuyor o kadınların. Kimsenin nokta noktası sızlamıyor? Nokta nokta ne?

Tuğra Sezenin anlattıkları üzerine bir kere yutkundu. Ardından da Sezen'in iki üç kere seslenmesinin ardından "Vicdan" diye cevapladı ve "Özür dilerim" diyerek montunu alıp dışarı çıktı. Sezen de arkasından gitti. Raund bitmiş ve biz kazanmıştık ama neden bu beni sevindirmemişti? Tuğra neden bu kadar kötü olmuştu? Burda bi işler dönüyordu ama anlayacaktım yakında.

Tuğranın ağzından

Dünyada o kadar olay varken özellikle gidip de mi o olayı seçmişti. Senelerce kaçtığım, geceleri ne kadar kaçsam da kabuslarımda yakalandığım, vicdanımı kanlı bir masaya terk ettiğim o anı gözüme getirmişti. Vicdanın ne olduğunu unuttuğum, belki de eski Tuğrayı da terk ettiğim o ana.

Vicdan neydi gerçekten, insanda doğuştan mı vardı yoksa sonradan mı kazanılıyordu? Sonradan kazanılıyorsa kaybedilmesi daha kolay olurdu herhalde. Kaybettiğin o anda bu kadar yakmazdı canını. Ya da tam tersine kaybettiğin anda artık hiçbir şey canını yakmamaya başlayabilirdi. Vicdan aslında kalbimizin suretiydi. İyi ya da kötü olabilmek adına seçim yapabilmemiz için bizi yol gösterecek bir pusula belki de bir akıl hocası. Onu bıraktığında ise yolunu kaybetmiş bir kayıp virane idin belki de.

İşte ben de bir virane idim uzun zamandır. Yeni bir kılıfa bürünmüş siyahla beyaz arasında sıkışmış bir parça griydim. Ne yinge kayabilen ne de yanga kayabilecek bir bulut çizgisi. Vicdanını kaybetmemiş olsa da onu bir kutuya hapsedip çıkarmamayı tercih eden acımasız bir gafildim belki de. Ya da vicdansız olmayı kendine yediremeyecek bir korkaktım. Ama vicdansız hale gelmiş olsaydım bu olay karşısında tekrar yanar mıydı canım bu kadar? Off allahım bana bir çıkış yolu göster nereye baksam bir şeyler yıkılıyor etrafımda.

Düşüncelerimin silsilesiyle gökyüzüne, huzur bulduğum yıldızlara kenetlenip soğuğu ciğerlerime kadar benimsediğim anda bir dürtme üzerine arkama dönmüştüm. Arkamdan Sezen gelmişti. Dünkü kız beni merak eder olmuştu herhalde. Dürtmesinin ardından: "İyi misin, ne oldu birden bire?" diye sordu. Kimse dünki tanıdığı kişi için bu kadar da endişelenemezdi kesin başka bir çıkarı vardı bu kızın buraya gelmekte ve ben bu amacı biraz sonra anlayacaktım: "İyiyim, sağol. Sen neden geldin ki?" diye sordum. İşte burası dananın kuyruğunun kopacağı noktaydı. Kafasını bir iki saniyeliğine öne eğip cevap verdi: "Neden mi geldim? Çünkü iyi gözükmüyordun Tuğra. Kadın kadının halinden anlar. Ayrıca Kereme bu kadar değer veren Keremin de bu kadar değer verdiği biri benim için de önemlidir."
İşte olayın göbeğinde insanlık değil Kerem yatıyordu. Bir an için gerçekten mutfakta söylediklerindeki samimiyete inanmıştım ama yanılmışım. Onun da diğerlerinden bir farkı yokmuş meğersem.

O an hiddetlendim ve Sezen'i tek parmağımla itekleyerek gemiyi azığa aldım: "Bir an için gerçekten sana inanmıştım Sezen Aykut ama sen de yalancıymışsın. Şu masum yüzünün altında nasıl bir şeytan yattığını görebiliyorum artık. Sen Kerem'i ne kadar tanıyorsun da bana ne denli değer verdiğine karar verebiliyorsun ve onun değer verdiği senin için de önemli hale geliyor ha?"

"Tuğra sakin ne olur ya? Ayrıca bu dünyada Kerem'i bir tek sen mi tanıyorsun. Ben bu hayatta o kadar şeyle karşılaştım ki bazen birini tanımak için gözlerinin içine bakmam bile yetiyor. Emin ol ki en az senin kadar iyi tanıyorum ben de Kerem'i artık. Çünkü Kerem kartlarını açık oynuyor. Senin gibi gizlemiyor. Çok uzun zamandır gözlerinden hiçbir şey anlayamadığım tek insan sensin!"

"Kerem kartlarını açık mı oynuyor? Hem de sana karşı hahhay güldürme beni Sezen! Bir kere onu gerçekten tanıyabilmiş olsan bunu söylemezdin. Çünkü Kerem kimseyi zayıflığı haline getirmemek için kimseye kartlarını açmaz! Sorduğun soruya gelince de: Evet bu hayatta onu en iyi ben tanırım. Çünkü onun içindeki en büyük karanlığı bir tek ben gördüm. Bu hayatta ona en çok değer veren benim onun için de bu hayatta en değerlilerindenim. Onu bu hayatta en çok ben sevebilirim çünkü onunla o bataklığa saplanmayı ben göze aldım.
Ben anladım seni, sen henüz kendine bile itiraf edemiyorsun ama seviyorsun onu. Fakat sen bana şunu söyle madem ona bu kadar değer veriyorsun peki sen onun için ne kadar ileri gidebilirsin? Onun için elini kirletip kendi ayaklarınla o bataklığa girmeyi göze alabilir misin? Unutma eline çamur bulaşmadan o çömleği yoğuramazsın!"

Evet bir bölümün daha sonuna geldik. Tuğra nedense bir türlü Sezen'e ısınamadı. Geçmişte yaşadığı bazı şeylerle ve kişilerle onu eşleştiriyor. Bu yüzden de ilerki bölümlerde Sezen'i bir şekilde Kerem'den uzak tutmaya çalışacaktır.

Bu bölümde Tuğranın vicdanıyla yüz yüze geldik. O yüzden bu bölümki sorumuz şu? Şimdi kendimize dürüst olalım. Hayatınız boyunca en çok vicdanınızı rahatsız etmiş davranışınız hangisidir?

Sizce şarkı bölüme uymuş mu siz olsaydınız hangi şarkıyı seçerdiniz?

Gerçeklerin gün yüzüne çıkmasına az kaldı. Gizli gerçeklerle ilgili birkaç ipucu daha verildi. Bu yüzden tahminleri alalım?

Tuğranın Sezen'e söylediklerinden sonra Sezen duygularını gözden geçirmeye gider mi? Sizce Sezen Kerem'i gerçekten severse onu Sezen yapan prensiplerini bir kenara bırakabilir mi?

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top