Git

🍂🍂🍂
Bu bölüm başlığını kaç seferdir atıyorum ama içeriği değişip duruyor istemsizce. Ama bu sefer yazacağım artık bu bölümü. Olayların akışını bu ara ayarlamak çok zor. Kurguyu ne hızlı ne yavaş götürmeye çalışıyorum. Umarım beğendiğiniz bir bölüm olur. Birkaç bölümdür Kerem, Sezen ve Mert üzerinden gidiyoruz bu bölümde başka karakterlerin üzerinde de duracağım. Başka sırların da yavaş yavaş çözülmesi gerek sonuçta değil mi? Şarkıları sırayla dinlemeyi unutmayın!
🍂🍂🍂🍂

Sezen Aksu-Git
Sezen Aksu-Gidemem
Emre Aydın-Git

"Bekle" dedi kadın.
Kokunu içime çekmeme az kaldı.
"Bekle"dedi kadın.
Senin ben olmana az kaldı.
Yattığımda sen kalktığımda sen...
Günümde tek düşündüğüm şey sen...
Beni görmüyorsun. Buz gibi bakışların var bana.

Herkese iyi bir bana kötüsün sanki.
Sanki dünyanın en büyük suçunu ben işlemişim ve onu da sana işlemişim gibisin.
Davranışların değişiyor günden güne.
Dengesizleşiyorsun her an biraz daha.
Anlayamıyorum seni, kafandan geçenleri...
Allak bullak ediyorsun ruhumu.
Canımı yakıyor ama yakmamışsın gibi canım hiç yanmamış gibi yapıyorsun.
Ve buna rağmen her gün biraz daha çekiliyorum sana.
Vazgeçmek için çok geç pes etmek içinse çok erken henüz!

'Kartalsan sığırcık gibi davranmayacaksın.Kartalsan kartal olacaksın.
Bir kartalın kanatları kırılırsa sığırcıktan daha aşağı olur. Çünkü hiçbir ehemmiyeti kalmaz. O yüzden kanatların kırılana kadar devam et kanat çırpmaya.
Ve unutma kartalken sığırcık olmaya çalışma!' "

-Sezen

Sezen ve Kerem temsili

Sezen'in ağzından

Elimde bir mektup üzerimde gece 12' de paçavraya dönüşecek bir kıyafetle külkedisi masalının sindirella olmaya çalışan karakteri gibi davranıyordum. Aklımın iplerini salmıştım büsbütün ve sadece koşuyordum. Kendi doğum gününden kaçan tek masal karakteri de bendim galiba. Üzerimdeki kıyafetle prenses izlenimi yaratsam da içimde şoför Nebahat olduğu bir gerçekti.

Doğruya doğru, ben ne kül kedisiydim cam ayakkabılarından medet umacak ne de pamuk prensestim cadının her oyununu kanacak... Ben güzel ve çirkin masalındaki Güzel de değildim, Kerem'i çirkin olmakla suçlasam bile... Ben masallara inanmayıp en gerçekçi hikayeyi yazacak senaristtim. Şu zamana kadar hep kuralları başkası koymuştu bana ise oynamak kalmıştı.

Taksiye bindiğimde topuzumu açtım. Saçlarımı salık bırakıp arkadan küçük bir tokayla tutturdum. Sonra telefonuma gelen mesajı şoföre gösterip hikayemize bir şans daha vermek için yola çıktım. Kafamı pencereye koyup mektubun okumadığım kısımlarını okumaya başladım. Zaten kesit kesitti. Bana söyledikleriyle uzaktan yakından alakası yoktu. Sanki rol çalmaya çalışmış da yüreği el vermemişti. Bana karşı söyleyeceklerinde Kerem'in sözleri olsun istemişti. Belli ki bu mektubun üzerine daha çok deneme yapmıştı. Ama bu mektup da o kadar anlamlıydı ki her dizesi bunu belli ediyordu. Her dizesi beni gerçekten sevdiği hissini fısıldıyordu kulağıma.

"Sezen... Şaşkınım... Yok o son söylediğimi geri aldım, onu hiç okuma! Ruhumun nefesi... Evet, sen benim ruhuma nefes oldun. Sen ölmüş bir adamdan, bir cesetten bir yaşam çıkarttın. Yavaş yavaş suladın toprağımı. Hiçbir karşılık da beklemedin bunu yaparken. İlk zamanlarımızı anımsıyorum da tersleşmelerimiz geliyor sürekli gözümün önüne. Pek de birbirimizden haz etmiş değildik. En azından sen öyle değildin. Biraz önyargılı gibisin sanki ha?

Benim davranışlarım bile isteyeydi biliyorsun değil mi? Seni Sude gibi düşünüp sinir etmek hoşuma gitmişti. Birkaç günlüğüne sana sormadan seni Sude yapmıştım. Birkaç günlüğüne kardeşimi geri vermiştin bana. Eksik kalan yanlarımı tamamlamıştın bir nevi. Sonra da zaten eksik kalan tüm kısımlarıma el atmıştın birer birer. Kaybettiklerimi bana geri veren iyilik meleğim olmuştun.

Dostum, kankam demiştin bana... İlk barış bayrağını sen uzatmıştın. İlk sarıldığımız gün uzun zamandır kıpırdamayan kalbimde bir kıpırdanma meydana getirmiştin sen. Sıcaklığın, bana verdiğin huzur yaşam bulgularına dönüşmüştü benim hikayemde. Bana beni hatırlatmıştın. Bir elinde gökyüzü, bir elinde yıldızlarla dayanmıştın kapıma. Sonra demiştin ki sanki bana: 'Kerem işte bak hayat var. Sen ölmedin. Senin için gökyüzünü ve yıldızları topladım. Yaşamam imkansız desen de imkansız diye bir şey olmadığını kanıtladım sana. Artık hayata geri dön'

Sonra ben atmaya başlamıştım ölü toprağımı. Çiçek açmıştım ilk defa. Ama bir tarafım da çürümeye başlamıştı. Bitkiler için fotosentez ne kadar önemliyse insan için de nefes almak öyledir ya hani... Ben nefes almayı bilmiyordum ki Sezen! Sena gittiğinden beri benim akciğerlerim hep acıyı emmişti. Artık oksijeni de karbondioksiti de ayırt edemezlerdi ki. Sen yavaş yavaş alıştıracaktın beni hayata... Her gün damla damla katacaktın hayatı ölüm çukuruma. Birden kalbime yüklenirsen bu kalp dayanmazdı ki! Öyle de oldu zaten.

Parçalandı ansızın, dağılıp binbir parçaya dağıldı. Senama da sana da ihanet eder gibi hissettim. O öldü ama ben yaşayıp yetmezmiş gibi kalbime ondan başka birini daha ortak ettim diye nefret ettim kendime. Yine de seni söküp alamadım içimden. Çünkü çok geçti artık. Çoktan iskemleni alıp kurulmuştun bir köşeye. Tanrı misafiriydin sen kalbime. Tanrı misafirine de kalk git diyemezdin ya, ben de diyemedim. Sana git diyemedim bu yüzden ben gittim.

Kaçtım, korktum çünkü. Her şeyden ve herkesten. En çok da senden. Bu dünyada belki her şeyi aşabilirdim ama seni aşamazdım ki. O duvarlarını kendi isteğinle kaldırmazsan benim kurduğum gökdelenler de kazdığım tüneller de kifayetsiz kalırdı. Zordun sen, kolay değildin. Bilirdim bunu.

Acının üstüne basıp bu günkü insan olmuştun sen. Sonra çıktığın o yüksek dağa büyük engeller örmüştün. Ben yanlış kişiydim. Sen de hep yanlış seçimler yapmış ama ders almış biriydin. Belki de o kadar çok yanlış insan tanımıştın ki doğru insanı sevmeye dahi hevesin kalmamıştı.

Ben senin için aslında doğru olsam bile yanlıştım aslında senin için. Çünkü yıllarca bunu kendine söyleyerek hayatta kalmıştın. Şimdi ben bildiğin her şey, hayatını üzerine kurduğun her şey yanlış diyemezdim ki sana. Bu yüzden çantamı sırtlanıp cebimde sevgi kırıntılarınla yetinmek için gittim.

Sonra sen geldin ama. Hem de o kadar güzel geldin ki vazgeçişime bile direnme gücü verdin bana. Şimdi sana ne kadar güzel cümle kurmaya çalışsam da olmayacak biliyorum. Çünkü gözlerime öyle bir baktın ki sen senden başka bildiğim her şeyi unutturdun bana. Halbuki ben çok iyiydim laf cambazlığında.

Şimdi sana sıralasam bütün bildiğim alıntıları. Dizsem önüne yazılmış en güzel hayatları yeterli gelmez gibi geliyor. Yine de desem ki sana 'Yağmur başladı. Bu yağmur altında ıslanmak istediğim kişisin. Çünkü sırılsıklam aşığım sana...' yalan söylemiş olurum. Çünkü bu hayatta tek bir kişiye aşık oldum ben.

Ya da desem ki 'Bütün şairler sana mı aşıktı ki her okuduğum şiirde, dinlediğim ezgide sen vardın. Artık dilimde de sen varsın çünkü bu sevgi artık içime sığmıyor...'

Demez misin o zaman bana "madem öyle neden söylemiyorsun" diye... Ne diyebilirim ki o zaman sana? Her söze bulabilecek bir bahanem oluyor işte bu şekilde. Çünkü hiçbiri senin kadar özel değil!

Bu yüzden doğru sözleri bulana kadar ben de yazacağım günceme Oscar Wilde gibi... Neyi diye sorduğunu duyar gibiyim? Yine iki dakika sabredemedin değil mi? Söylüyorum işte: 'Ateşten eli yanan çocuğun ateşi sevdiğini' "

Son cümleyi okuduğumda mektubu kalbime bastırmıştım. Yine de göz yaşlarımı bastıramamıştım ama. Onlar bağımsızlıklarını ilan etmişlerdi artık. Neye inanacağıma şaşırmıştım artık. Ne doğruydu ne yanlıştı bilmiyordum bu hikayede. Hatta bu aralar gerçek bir hikayemiz var mıydı ona bile emin değildim. Eğer gerçekten bir hikayemiz varsa bu hikayede kim kimdi ya da Kerem bu hikayede yalancı mıydı değil miydi? Hiçbir şey bilmiyordum işte. Gerçi birkaç dakika içinde o mesajdaki adrese geldiğimizde öğrenecektim bunu.

Derin bir nefes alıp göz yaşlarımı sildiğimde gelmiştik artık. Burası bir metro durağıydı. Bu saatte Kerem'in neden burda olduğu hakkında hiçbir fikrim yoktu. Ama öğrenecektim. Diğer her şey gibi bunu da öğrenecektim. Bugün artık daha fazla yalan olmayacaktı.

Taksiciye parasını uzatıp eteklerimi topladım. Ardından taksinin kapısını açtım ve başladım metro kapsına doğru koşmaya. Taşlara birden ayakkabımın topuklarından biri sıkıştı fakat aldırmadım. Ayağımdan çıkardığım gibi ayakkabılarımı elime alıp koşmaya devam ettim. Ben bu elbiseyle bunca kalabalığın arasında koşarken belki de herkes dönüp bana bakıyordu fakat aldırmıyordum.

Metronun kapısına geldiğimde nedense içimden bir ses dışardaki merdivenlerden yukarı çıkmam için yönlendirdi beni. Ayakkabılarımı tekrar ayağıma geçirdim, sonra da sert "tak...tak" sesleri eşliğinde çıktım merdivenleri birer birer. Merdiven bittiğinde ben de bitmiştim. Yine yanılmamıştım ama. Birçok şeyin aksine onu bulmak konusunda iyiydim. Buradaydı, tam da karşımdaydı.

Metronun yanındaki üst geçit otoyolun üzerinden geçiyordu. Bu saatte bile arabaların sesi kaplıyordu etrafı. Kerem de demirlere yaslanmış arabaları seyrediyordu. Bileğinde sargı bezi, elinde ise bir baston vardı. Ne olmuştu ona böyle? 2 ayda kendine ne yapmıştı?

Usulca adımlarla ona doğru yaklaştığım sırada seslendim "Kerem" diye. Sonra sanki bir rüyadan uyanmış gibi döndü bana. Sonra beraber attık adımlarımızı. Bir adım ben attım bir adım o. Aramızda iki adımlık mesafe kaldığında ise durduk. O an sadece öylece durduk. Sonra o bana baktı ben de ona. Bir an için gözleri üzerimde gezindi. Yüzüme tekrar baktığında yüzümdeki ifadeyi çözmeye çalışıyormuş gibi bir hali vardı. Bir de ilk sözü benden bekliyormuş gibi...

Kendime söylediklerimi ona söyleyebilir miydim bilmiyordum. Ya da ona ilk önce ne sorsam daha mantıklı olurdu karar veremiyordum. Bu yüzden bir süre sustuk öyle. Başka şeylere kulak verdik. Dışardaki kalabalığın sesini dinledik bir süre. Ardından yoldan geçen arabaların sesleri tekrar çalındı kulağımıza.

Her şeyi konuşmak için gelen ben şu an da sıkışmış kalmıştım. Bir türlü tutulmuş dilimi çözemiyordum. O yüzden benden beklese de ilk kelimeleri, kendisi açtı ağzını. Sonrasında sordu bana "Neden ve nasıl geldin buraya" diye. Beni ilk gördüğünde heyecana bürünmüş göz bebekleri bu duyguyu terk etmişti birden. Yine bir soğukluk almıştı yerini. Sorduğu soru içimi dondurmuştu hatta. Kelimelerimi dondurmuştu. Cevap verememiştim bir an için. Sonra sarsılıp kendime geldim ve kendimi ifade etmek adına ilk adımımı attım:

"2 ay sonrasında beni ilk defa gördüğünde sormak istediğin bu mu gerçekten? Bugünün tarihini biliyor musun Kerem Atalay? 26 Nisan bugün. Hatırına geldi mi hiç bu tarih? Gerçi senin için bir anlamı var mı bilmiyorum ama bugün benim doğum günüm. Buraya gelebilmek için kendi partimden kaçıp geldim. Belki bana vermek istediğin bir hediye vardır da onu alırım diye geldim."

"Kusura bakma, unutmuşum. Pek tarihleri aklımda tutabilen biri değilimdir. Bu yüzden sana verebilecek bir hediyem yok. Bu arada söylemeliyim ki gerçekten güzel olmuşsun. Hediyeni almak için o kadar yol tepmişsin ama eli boş döneceksin maalesef. Başka bir şey var mıydı? Senin için yapabileceğim bir şey varsa söyle lütfen!"

Halen duygusuz olmaya çalışıyordu. Afallamamalıydım ama. Ben üstü kapalı konuştukça açık etmeyecekti hiçbir şeyi. Daha atak olmalıydım. Enis'in dediği gibi zorlamalıydım onu.

"Evet, benim için yapabileceğin bir şey var. Gerçekleri verebilirsin bu doğum günümde bana. O uçurumda söylediklerini geri verebilirsin bana. Lunaparkta söylediklerin için af dileyebilirsin. İnkar etmemeyi seçebilirsin. Bana beni sevdiğini söyleyebilirsin. Çünkü ben beni sevdiğini biliyorum.

Mektubunu okudum. Hani bana ilan-ı aşk etmeden önce yazdığın mektubu... Enis'in doğum günü hediyesiydi bana. 2 aydır yalanlar yüzünden kafayı yediğimi biliyordu ama satmadı seni. Hemen yüzünü buruşturma yine satmadı seni. Ama hem sana hem de bana bir hediye vermek istedi bugün. En azından gerçek olan tek şeyi bize geri iade etmek istedi. Sonra da benden bir iyilik istedi. Sana son bir şans vereceğim Kerem Atalay ve başkası olmayacak! Ya şimdi burada yalan söylemekten vazgeçersin ya da ben hiç olamayan bizden vazgeçerim."

Tüm kararlılığımı yansıtmıştım ona. Dediklerimin de arkasındaydım. Ben her gün bir yalana uyanamazdım. Sevgi her şeyi çözmezdi bazen. Eğer ki ben bugün burda ona olan inancımın son demini bırakırsam onu da arkamda bırakırdım. Ve bu sefer suçlu olup olmamasının da bir önemi kalmazdı.

"Tamam Sezen haklısın sana yalanlar söyledim. Sevgim yalan değildi, artık inkar etsem de inanmazsın bana biliyorum. Ama ne fark eder ki? Bazen sevgi her şeyi çözemiyor değil mi? Sen bana beni sevdiğini söylemedikten sonra bu sevginin de pek ehemmiyeti kalmıyor zaten. Sana söylediğim yalanları da değiştirmiyor bu. Mesela kendimle ilgili söylediğim yalanları geri alamam. Kim olduğumu geri alamam ya da o kıza yaptıklarımı. Sana kankan olan Kerem'i geri de veremem. Artık bu da mümkün değil çünkü.

Ama özür dilerim senden. O gün sana ettiğim hakaretler için... Onları söylemem gerektiği için, hayatına girdiğim için özür dilerim. Beklediğin adam ben olmadığım için özür dilerim. Beni affedemeyeceğin için özür dilerim. Başına gelen en kötü şey olduğum için özür dilerim. Senin için senden vazgeçmem gerektiği için özür dilerim."

Biliyordum işte biliyordum. Yalanların içerisine saklanmış gerçekleri hissedebiliyordum. Onu canavar diye suçlasam da içinde bir yerde zincirlenmiş Kerem'i görebiliyordum. Sadece görmek istememiştim belki. O kadar kırılmış o kadar Kerem'i bambaşka biri olarak kabul etmiştim ki söylediği her söz altında ezilmiştim. Gururum ve o kızın yaşadıkları karşısında yaptığım vicdan baskın gelmişti.

Yaptıklarını haklı çıkartmıyordu şimdiki söyledikleri ama bir umut ışığı vardı. O gün onları bana söylemeye zorlayan bir şey vardı. Sanki özellikle beni soğutmak hatta kendinden tiksindirmek için o kadar ileri gitmişti. Bir sır vardı bu olayda. Hiç kimse tam olarak zalim de masum da değildi. Her günahın bir mazlumu bir de zalimi vardı bu hayatta. Hiçbir kimsenin yaptığı yanına kalmazdı. Bu dünyada kalsa ahirette zımk gibi karşısına çıkardı. Kerem bu olayda zalimdi. Geçmişinde bir canavar olan biriydi ama şu an aynı kişi değildi. Yaptıklarını affedemezdim ama değiştiğini de görmezden gelemezdim. Yine de şu an tek yapmak istediğim şey ona sarılmaktı. Sarılmak ve bu şansı tepmemesi için tüm gücümle yüreğine dokunmaya çalışmak...

Aramızdaki iki adımlık mesafeyi bir çırpıda kapatıp sarılmıştım ona var gücümle. Kendimi ona öyle bir bastırmıştım ki kalplerimiz bir olmuştu o an. O ise sarılmamıştı. Hareket de etmemişti. Ben ona sarıldığımda yüzündeki ifade dahi değişmemişti. Aksine boş ve soğuk bakışları daha keskinleşmişti. Ama önemli değildi. Yüzünü değil kalbini görüyordum şimdi ben onun. Mimikleri değişmese ne çıkardı. Kalp atışları ortadaydı lakin yine de konuşacağı yoktu onun. Bu yüzden ben başladım konuşmaya:

"Seni affetmeyeceğim Kerem Atalay. Ama beni ezip geçtiğin için değil. Kendini ezip geçtiğin için... Geçmişin için seni suçlayamam. Çünkü geçmişimdeki hataları sıralasam burdan Mısır'a yol olur. İkinci bir baharat yolu da ben yaparım. Kimse masum değil bu hayatta. Herkesin günahları da var sevapları da. Kimsenin konumu belirlemek de kimsenin haddi değil. Bu ancak mahşer günü belirlenecek. Kim ne hak ettiyse onu yaşayacak o gün.

Yeliz öldü ve geri getiremeyiz onu. Pişman mısın değil misin bunu bilemem ben. Çünkü artık yalanlarınla gerçeklerini ayırt edecek gücü bulamıyorum kendimde. Sadece şunu bil ki Yeliz seni affetmeden sen kendini affedemeyeceksin! Ve artık bunu öğrenebilmen için de çok geç. Bunu ölene kadar öğrenemeyeceksin o yüzden. Kendini de tam olarak hiçbir zaman affedemeyeceksin bu yüzden. Ben de affedemeyeceğim seni belki de hiçbir zaman.

Hani bana artık korkmadığını söylemiştin ya o da yalanmış. Çünkü sen gerçeklerden korkup yalanların ardına sığınıyorsun halen. Özür dilenmesinden de nefret ettiğimi biliyorsun ama yine de özür diliyorsun benden. Sanki özür dilemen her şeyi düzeltebilirmiş gibi ama yanılıyorsun düzeltmeyecek.

Benim için benden vazgeçtiğini söylüyorsun ya kendini kandırma. Senin cesaretin yok. Beni kaybetmemek uğruna sakladığın şey ne bilmiyorum ama şunu biliyorum. Ben kendime bir söz verdim. Kendime koyduğum prensiplerden de önce. Bir daha yüreksiz kimseyi almayacağım hayatıma. Senin için savaşacak gücüm yok artık benim. Şu an elinde olan son an olabilir. Her şeye rağmen burdayım ama bak. Yüreğine daha yakın olabilmek adına yüreğini yüreğimin üstüne koydum. Yüreğimi yüreğine sardım. Kollarımdan önce bu görevi onlar üstlendi. Yine de sen yüreğini yüreğimden çekmeye çalışıyorsun her an.

Bir dünya yazarı sarılmaya o kadar güzel bir anlam yüklemiş ki kulak ver sen de benim gibi ona! Sarılmanın anlamı şudur; sen de bir tehlike sezmiyorum, yanında olmaktan korkmuyorum. Rahatlayabilir, kendimi evimde hissedebilirim, beni koruyan ve anlayan birisi var. Biz de birine isteyerek her sarıldığımızda ömrümüzün bir gün uzadığına inanılır. Lütfen şimdi sarıl bana!"

Ben sadece sarılmasını istemiştim. Ben sadece kendini ezip geçmemesini istemiştim. Ben bizden vazgeçmemesini istemiştim. O ise sadece susmuştu. Ne kollarına can gelmişti ne de yüreğine. Benden uzaklaşıp gözlerimin içine bile bakamamıştı. Sonrasında ise şu cümleler dökülmüştü ağzından.

"Bu hayatta herkes gerçek aşkı ya da sevgiyi arar. Kimisi de harika bir aşk ya da sevgi yaşadığında yetişir bunla. Ama aslında hata ederler. Çünkü harika aşk ve doğru aşk arasında fark vardır. Tıpkı gerçek aşkla doğru aşk arasında olduğu gibi. Sana dünyanın en harika aşkını yaşatan birisi beş para etmez olabilir ya da seni üzecek biri de olabilir esasında. Ya da gerçek aşk aslında bu dediğinde senin için gerçek bir aşk da olsa o kişi yanlış kişi olabilir. O yüzden hepsinin üzerinde tek bir sevgi vardır, tek bir aşk! O da doğru aşk ya da sevgidir.

Ne yazık ki ben doğru aşk değilim. Belki harika ya da gerçek bir aşk olabilirim senin için bir gün ama ben doğru adam değilim. Bu senin mutluluk için şansın olabilir. Şimdi sen istemediğini düşünmemelisin çünkü hiç denemedin ve bu seni korkutuyor biliyorum. Fakat sen kendi peri masalını hak ediyorsun. Bunu benimle yapamayacağın için, sana bunu yaşatamayacağım için üzgünüm.

Şu an sana hiç söyleyemeyeceğim şeylerle dolu beynim. Ne olur sorma sen de! Sadece arkana bile bakma git. Ya da sen gidemeyeceksen söyle ben gideyim. Bazen ne söylemek gerekir ne de bilmek... Sadece gitmek gerekir. O yüzden Git Sezen! Koş git buradan! Ya da izin ver ben sessizce gideyim..."

Kerem'in son söyledikleri temsili

Vazgeçmişliği dökülmüştü her kelimesinde. Bana git demişti ama ona gelen bendim. Ben gidemezdim ki... O da bunu anlamış olacak ki izin isteyip uzaklaştı buradan . Gitti sadece gitti. Bense karanlığımla baş başa kaldım tam bu anda. Sonrasında anlayamadığım bir şekilde bacaklarım güçsüzleşti. Kollarımı tutunmak adına demirlere uzattığımda kavrayamadım. Ben yönetemedim o an vücudumu. Sonrasında ise kendimi yerde buldum. Yavaş yavaş gözlerimin üzerine bir ağırlık çöktü. Gerisi ise karanlık...

Enis'in ağzından

Sezen'e mektubu verdikten sonra Işılların yanına dönmüştüm. Uzaktan onu izliyordum. Mektubu açıp okumuş ve birden salondan fırlamıştı. Herkes "Aaa" gibi tepkiler verirken Işıl ve Mert peşinden koşmaya kalktılar ama engel oldum onlara. Çünkü kendi başına kalıp bunu kendisi başarmalıydı. Bu sefer de Işıl gibi mikrofonu ben aldım elime ve tüm salona şu duyuruyu yaptım:

"Sevgili arkadaşlarım saat zaten 12 olmak üzere yani partinin bitmesine az kaldı. Sezen'in bir işi çıktığından gitmek zorunda kaldı. Hepinize geldiğiniz için teşekkürler. Pasta kesildi ve masalarınıza şu an dağıtılıyor. Pastanızı yedikten sonra evlerinize gidebilirsiniz. Hepinize iyi geceler!"

Mikrofonu bırakıp sahneden inmemle etraftaki fısıltı silsilesi çoğalmıştı. Her kafadan bir ses çıkıyor, herkes bu durumu farklı değerlendiriyordu. Yine de aralarından sorgulayan pek çıkmamıştı. Tabi bu duruma ne Işıl'ı ne de Mert'i inandırmak ya da geçiştirmek mümkün değildi. İkisi sahneden inmemle yanımda bitmişti. Işıl önce beni kendine çevirdi ve kahverengi gözlerini keskinleştirerek gözlerime dikti. Oldukça da kızgın duruyordu. Sonra tabiri caizse açtı ağzını yumdu gözünü:

"Enis, bu da ne demek oluyor şimdi? Neden Sezen'in peşinden gitmemize engel oldun? Nereye gitti Sezen? Kerem için Sezen'in en güzel gününü mahvettiysen seni asla affetmem tamam mı!"

"Işıl öyle bir durum söz konusu olabilir mi? Beni tanımıyor musun sen? Şu zamana kadar Kerem için ağzımı açtım mı ben Sezene? Ona verebileceğim en güzel hediyeyi verdim. Gerçekleri öğrenme fırsatını verdim ve bunu kardeşim için de yaptım. Belki Kerem bunu öğrenince bana çok kızacak ama onun ve Sezen'in iyiliği için yaptığımı elbet anlayacak. Eğer onlar iyi olacaksa bırakın ben kötü olayım ne olacak sanki!" diyerekten karşılık vermiştim.

Bazı kısımlarda sesimi de yükseltmiştim. Işıl önce beni tripli bir şekilde dinlemiş ardından da son söylediklerimle hemen yumuşamıştı. Ardından da dayanamayıp hemen sarıldı bana. Boynuma bir öpücük kondurup sıkı sıkı sardı beni. İşte huzur denilen şey buydu. Mertse açıklamayı dinleyince geri çekilmişti. Anlaşılan olayları bildiğimin farkına varmış ve kendini açık etmek istememişti. Ama ne kadar kendini açık etmek istemese de elbet bir noktada açık verecekti. Ben de o açığa öyle bi sızacaktım ki o açığı verdiği güne pişman edecektim onu.

Işılla küçük çaplı yanlış anlamamızı hallettikten sonra yavaştan salon boşalmaya başlamıştı. Işıkları söndürüp temizlik için salonu görevlilere teslim ettik. Bir kolum Işıl'ın omzunda mekandan çıkıp arabaya doğru yürümeye başladık. Arabaya binmeden önce mekana getirdiğimiz birtakım eşyaları ve ceketimi bagaja koydum. Öne gelip Işıl'a kapısını açtım: "Hadi bin de artık evine bırakayım seni!" diye söyledim. Işılsa önce açtığım kapıyı kapadı sonrasında da beni kolumdan çekiştirerek kaldırım kenarına oturttu. Ne yapmaya çalıştığına anlam verememiştim. Ellerimi tutup gözlerini gözlerime kenetlediğinde ise bir şey isteyeceğini hemen anlamıştım. Hal böyle olunca "Çıkar ağzındaki baklayı da kurtul" diyerekten dilinin çözülmesine imkan verdim:

"Ya Ruhum benim ne o öyle bakla makla hoş mu bu yani? Ben sadece sana bir şey teklif etmek istiyordum ama nasıl bir tepki vereceğini kestiremedim. Çünkü hassassın biraz bu konuda. Halen sebebini de bilmiyorum ben."

"Işıl, eveleyip gevelemesine konuyu. Ne teklif edeceksen et. Üşüyüp hasta olacaksın bak. Bahar falan dinlemez çarpar bu hava adamı."

"Oyy...Oyy, Ruhum beni mi düşünürmüş? Tamam, bırakıyorum yalakalığı kızma sen! Biliyorum daha 2 aydır beraberiz ama seni seviyorum ben. Biliyorum bunu. Sen çok özelsin benim için. Sen benim ilklerimin sahibisin. İlk sevgilimsin. Belki daha erken diyeceksin ama olayı farklı düşünmeni ya da algılamanı istemiyorum. Sadece istediğim... yani demem o ki seninde artık masamızda bir yerin olsun. Eve beni bıraktığında bahçe kapısında ayrılmayalım. Bunun için de annemle tanıştırsam olur mu seni?"

Işıl'ın söylediklerinde kötü bir niyet ya da kötü bir şey olmadığını biliyordum. Aslında istediği çok güzel bir şeydi. Buna memnun olmam gerekirdi ama yapamıyordum işte. O kelimeyi kimin ağzından duysam içimde bir şeyler kopuyordu. Eksik kalan kısmım tüm eksikliğiyle yüreğimi sancıtıyordu. O yüzden istemsizce ağzımdan "Olmaz" kelimesi çıkmıştı. Olmaz diyerek kalkmıştım oturduğum yerden ardından o da benimle kalkmıştı. Transa geçmiş vaziyetteydim. Sürekli olmaz diyerek bir öne bir geriye yürürken Işıl durdurdu beni. Yüzümü avuçlarının içine aldı sonra yüksek sesle konuşmaya başladı:

"Enis bana bak! Kendine gel! Sakin ol lütfen! Neden böyle bir tepki verdiğini anlayamıyorum. Ben senden kötü bir şey istemedim. Aksine ikimiz için de güzel bir şey yapmaya çalıştım. Bak, annenle ilgili sorunun ne bilmiyorum ama bunun sorumlusu benim annem değil ki. Senin anne kelimesinin anlamını öğrenememen de annelere karşı tavrının da sorumlusu ne benim ne de benim annem. Neden bunu bize yapıyorsun Enis?"

Bu hayatta o dört harfli tek kelime konusunda beni anlayan pek kimse olmamıştı. Bazı zamanlar Kerem anlardı ama sadece yokluğunu anlardı. Ama hislerimi o da anlayamazdı hatta şu an olduğu gibi beni suçlardı kimi zaman. Nankörlük ettiğimi düşünürdü. Elimdekinin kıymetini bilmediğini sanardı. Kimi zaman başkaları da tıpkı şu an Işıl'ın yaptığı gibi abarttığımı düşünürdü. Bilip bilmeden yargılarlardı beni. Işıl bana o dört harfli kelimenin anlamını dahi bilmediğimi ima etmişti. Ama yanılıyordu. O kelimenin yokluğunu ve varlığını bilen kimselerdendim çünkü ben. Belki de hep başkalarında izlediğimden en çok ben bilirdim o kelimenin önemini de neye manaya geldiğini de. İstemsizce açıklama isteği olmuştu belki bu yüzden ben de. Boğazıma düğümlenen nefeslerime bir dur deyip titreyen nefesimi kontrol altın aldım. Sonra da sitemkar bir ifadeyle Işıl'a döndüm:

"Ben o kelimenin anlamını da önemini de çok iyi biliyorum emin ol! Çünkü ben hep başkalarının aa...n..ne..lerine bakarak gördüm anne ne demekmiş. Top oynardık bir arkadaş düşerdi mahallede. Sonra dizi kanardı ve başlardı ağlamaya. "An..ne" nidalarıyla. Sonra balkondan sesini duyan annesi öyle bir oğlum diye koşardı ki adımları tüm cihanı titretirdi. Saçını öper, koklardı. Sonrasında ise "Yanındayım anneciğim. Bak geldim" derdi. Bense bakardım öyle. Daha 5 yaşındaydım. Çocuk aklıyla kendi kendime hesap yaptım.

Annesinin o çocuğa öyle yaklaştığını görünce o gün ben de bilerek kendimi top oynarken kuma attım. Dizlerim paramparça oldu sonra. Canım çok yandı, ben de "anne" diye bağırdım o çocuk gibi. Ağladım hem de çok ağladım be Işıl. Ama ne oldu biliyor musun? Annem gelmedi. Sesimi duymadı benim, saçımı okşamadı. Beni düştüğüm yerden kaldırmadı o çocuğun annesinin yaptığı gibi.

Benim hiçbir zaman düştüğümde dizim kanadığında cihan-ı titretecek bir annem olmadı. Ben de bir daha hiçbir zaman canım yandığında anne diye ağlamadım. Kimseyi de çağırmadım yaralarımı sarsın diye. Düştüğüm gibi kendim kalkmayı bildim. Kendi gözyaşlarımı kendim sildim.

Sonra Keremle tanışınca o bana hem annelik etti hem babalık hem abilik. Tüm ailem oldu benim. Yaralarımı o sardı. Benim acılarıma o merhem oldu. Birine seslenmem gerektiğinde ilk ona seslendim. Her şeyim oldu. Mesela benim hiç müsamerelerime gelip beni alkışlayan bir annem olmadı. Kimse tebrik edip alnımdan öpmedi benim öyle. Babam bazen gelirdi o öperdi hatta "Seninle gurur duyuyorum oğlum" da derdi. Ama anne gibi olmazdı işte.

Ya da kavga ederdim biriyle üstümüz başımız yırtılırdı ikimizin de. Sonra diğer tarafın annesi bir yandan "Üstü başını mahvettin" diye kızarken bir yandan da "Canın yandı mı?" diye üzerine titrerdi. Hatta kızardı bana "Neden oğlumu dövüyorsun?" diye. Bense susup başımı önüme eğerdim. Çünkü bilirdim benim hesap soracak bir annem yoktu. Ben başkalarının annelerinin kızmalarına bile özenirdim. Bilirdim o anneydi, kızması bile güzeldi onun. Ama benim hiçbir zaman bana kızacak bir annem de olmadı.

İşte anne böyle bir şeydi, bambaşka bir şey. Kimseye benzemez, kimse onun yerini tutamaz ya da yerini dolduramaz. Doldurmaya çalışsa bile hep aralarda hava kabarcıkları kalır hiçbir şey de onları patlatamaz. Anne hayat gibidir, su gibidir. Onsuz yaşanamayacağı gibi, onsuz nasıl yaşanılacağını dahi kimse tasavvur edemez. Anne oksijen gibidir. Onun yerine ne koymaya neyle hayatta kalmaya çalışırsan çalış hiçbir tepkime, hiçbir eylem onun yaptığı etkiyi yapamaz. Fayda vereceğine zarar verir.
Nötr kaldığın noktalarını bile uçuruma götürür. Onun yerine yanlış kullandığın her madde sadece seni bir felakete götürür. Yaşamla bağını kopartmaya yaklaştırır. Onsuz yaşatmayacağı gibi yaşasan da seni yaşayan ölü konumuna getirir.

Şimdilerde onlara zombi diyorlar. Onlardan bir farkın kalmaz anlayacağın. Kısacası demem o ki her zaman yapbozun kayıp parçası önemli bir parçadır ama anneyse yapbozun kaybolan en önemli parçasıdır. O olmadan resmin ne olduğu ortaya çıkmaz. O olmadan hiçbir zaman hayat denilen yapboz tamamlanamaz her zaman eksik her zaman yarım kalır. İşte bir çocuk için annesi budur. En kötüsü de ne biliyor musun ama yaşarken annesiz kalmak! İşte sen bunu asla anlayamazsın."

Sonra çekip gitmiştim oradan. Arkama bakmamıştım. Bir kere daha gizlemiştim gözyaşlarımı. Kimse görmemişti ve ben nasıl düştüysem yine öyle kalkmıştım. Yine kendim silmiştim gözyaşlarımı. Annesizliğim bir kere daha vurmuştu beni ve ben bu sefer altından kalkamamıştım.

Enis annesini anlatırken

-Bu bölümde Sezen ve Kerem'in yüzleşmesini gördük. Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda?

-Kerem'in gerçek, harika ve doğru aşk ya da sevgi açıklamasını nasıl buldunuz?

-Sezen'in şiirlerinden birini koydum başa hislerini yansıtan. Bir sonraki bölümde de Sezen'in ağzından duyabilirsiniz. Nasıl buldunuz?

-Enis'in anneyle ilgili hislerini öğrendiniz bu bölümde. Ne düşünüyorsunuz bu konuda? Sizce annesiyle sorunu ne?

Anne...: Sizin için annenin tanımı?

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top