11» cuz, i lost your heart
.,
29 Aralık, Busan / Nine'nin Soju dükkanı.
Bir şişe Soju'nu daha devirdiğimde şişeni masanın üzerinde yan yatırıp diğerlerinin yanına doğru yuvarlanmasını izledim. Küçük yeşil şişe diğerlerine çarpıp yeri boyladığında bu, büyük bir marifetmiş gibi alkışladım ve diğer şişeni elime alıp kapağını açtım.
Sarhoş olduğum için etrafı, olayları ve kişileri çokta algılayamıyordum artık.
Elimdeki bilmem kaçıncı şişeni dudaklarıma götürüyordum ki, avucumdan aniden çekilmesiyle bunu başaramamıştım.
"Bu kadar çok içmen, yarın sabah soluğu hastanede alman için yeterli sebep Tae Hee," diyerek konuşan tanıdık ses tam karşıma oturdu ve elindeki şişeni kafasına dikti.
Siyah giyinen bu adamı izlerken göğüs kafesimin içindeki bir şeylerin acıdığını hissetmiştim. Bu acı, daha çok içmek istememe neden oluyordu.
Ona cevap vermek yerine masadaki diğer daha açılmamış şişeni kavradım. Fakat elime alır almaz Jungkook uzanarak şişeni elimden almıştı.
"Artık içme Tae Hee." Gözlerimin tam içine bakarak ciddiyetle söylediği bu sözler karşısında sesimi çıkaramadım.
Senin yüzünden bu haldeyim diyemedim mesela.
Sen de diğerleri gibisin Jeon alçılı Jungkook. Sen de ablama hayransın. Onu görür görmez tanıdın. Ama beni.. beni tanısan bile yanlış tanıdın. İşte bu gerçekten üzdü be alçılı.
"Neden içiyorsun?" diye sordu uzun süre sessiz kaldığımı fark ettiğinde. Ama ona cevap vermedim. Çünkü ben içince konuştuğum an ağlardım. Bütün hislerimi anlatırdım. Hiç kimse beni durduramazdı. Sırf bu yüzden konuşmamak için dişlerimi sertçe birbirine geçirdim.
Jungkook cevap vermeyeceğimi anlamış gibi alayla güldü. "Tuhafsın Tae Hee, şimdiye kadar gördüğüm her kız sarhoş olduğunda aptal aptal gülüp, dünyanın döndüğünden falan konuşurdu. Ama sen, her şeyin komik olmasını söyleyip gülmeyi bırak, ağzını açmıyorsun bile."
Alayla gülmek istedim ama yüz kaslarımı oynattığım ilk anda, yanaklarıma damlayan ıslaklıkla şimdiden yaptığıma pişman olmuştum. Ama artık zorla tuttuğum o gözyaşlarım onun önünde akmıştı. Gözyaşı gemi gibiydi bana göre. Giderse giderdi. Giden hiç bir gemi bir daha asla limanına geri dönmezdi. Zaten dönse bile eskisi gibi olmayacağı için tümüyle gitmiş sayılırdı.
"Ablamı tanıyor musun Jungkook?" dedim kısık çıkan sesimle. Sesimin titremesine engel olamamıştım.
"Evet," diyerek beni yanıtladı.
"Ondan hoşlanıyorsun değil mi? Hem de çok fazla."
Jungkook seslice gülerek arkasına yaslandı. "Demek sen de sarhoş olunca saçmalayan tiplerdensin. Kalk Tae Hee, gidelim. Çok içmişsin."
Oturduğu sandalyeden kalkıp benide kaldırmaya çalıştığında ona direndim ve konuşmama devam ettim. "Biz çocukken, mahallenin çocukları hep ablamla oynamak isterdi. Bu yüzden ablamın benimle oynayacak hiç vakti kalmazdı."
Jungkook beni kaldırmaktan vazgeçerek tekrardan yerine geri oturup, beni dinlemeye başladı. Hafifçe öksürüp, devam ettim. "Sonra liseye geçtik ve okulun yarısı bana aşk mektupları vermeye başladı. Ama asıl bomba şu ki; o mektupların hiç biri benim için değildi. Hepsi ablama götürmem içindi. Erkekler sırf ablama ulaşmak için benimle yakınlaşmaya çalıştılar. Bunu bildiğim halde beni kullanmalarına izin verdim. Çünkü birilerinin sahte de olsa benimle ilgilenmesi çok iyi hissettirmişti."
Hıçkırarak ağlamaya başladığımda bende ki bütün kayış kopmuştu ama anlatmak istiyordum. Bir daha hiç konuşamayacakmışım gibi konuşmak istiyordum.
"Hayatım boyunca gördüğüm bütün erkeklerin ilk seçimi hep ablamdı. Ben, sonuncu seçim bile değildim gerçi. Neden mi? Ablam güzeldi çünkü."
Dirseklerimi masaya yaslayıp Jungkook'un kasılmış çenesine bakmaya başladım. "Benim en büyük suçum ne biliyor musun Jungkook? Bu kadar çirkin doğmak. Bu yüzden insanlardan beni sevmesini bile isteyemedim. Buna hakkım olmadığını hep biliyordum."
Elimin tersiyle akan gözyaşlarımı sildim. "Ailem arkadaşlarına hep ablamdan bahs edip dururdu. Sanki sadece o varmış gibi. Sanki ben hiç yokmuşum gibi. Ama sonra bunu neden yaptıklarını anladım ve onlara hak verdim. Çünkü bende benim gibi bir evladım olsaydı, onu arkadaşlarımla tanıştırmaya utanırdım."
"Tae Hee," Jungkook'un sert sesini duyduğumda buna sadece gülmekle yetindim. Bana kızmış mıydı? Ama neden ki?
"Saçmalamayı kes artık." Kolumu kavrayan elleriyle oturduğum masadan kalkmış, çıkışa doğru lafın tam anlamıyla sürükleniyordum.
"Saçmalamıyorum ki Jungkook, bunlar gerçekler." Dışarı çıktığımızda yüzüme soğuk havanın çarpmasıyla titrediğimi hissettim.
"Bunlar gerçekler falan değil! Sen aptal mısın Tae Hee?! Kalın kafalı mısın cidden?" Jungkook'un bağırmasıyla kaşlarımı kaldırarak onu süzdüm. Bu çocuğa ne olmuştu böyle? Burada iki melodram çekmeme bile izin vermiyordu.
"Aptalım evet!" diyerek bende onun gibi bağırdım. Sokakta olmamız, saat gecenin bir yarısı olması falan umurumda değildi. Hiç kimse bana kafasına estiği gibi böyle bağıramazdı. "Hem de çirkinim! Üstüne üstlük kötü kokuyorum ve başarısızım da. İki yıldır sınıf tekrarı yapıyorum! Oldu mu?"
Jungkook üzerime gelerek beni omuzlarımdan sertçe itti. Bu sayede gerçekten kızdığını hissetmiştim. Aldığı sinirli nefesler aramızda yankılanan en gür sesti.
"Sen insan değil misin Tae Hee? Böyle şeyleri nasıl düşünebilirsin? Ailenin seni sevmediğine kendini nasıl inandırırsın? Her ne kadar boktan bir evlat olursan ol, her anne baba kendi çocuğunu sever."
"Ama beni sevmezler, hem ablamı seven erkekler bile benden-" Jungkook beni tekrardan ittiğinde sırtım sertçe duvara çarpmıştı. Acıyla inleyerek durduğum yerde iki büklüm oldum. Canımı yakmıştı.
"Sen gurursuz musun Tae Hee?! O sikik erkeklerin ablana ulaşmak için seni kullanmalarına bildiğin halde nasıl izin verirsin ha! Hiç mi özsaygın yok senin? Kendini siktiğimin pezevenklerine nasıl kullandırttırırsın? Sırf sevilmek için bu kadar düştün mü cidden?"
Bakışlarımı yerden kaldırarak onun gözlerinin içine baktım. Bana kızgındı. Hem de o kadar çok kızgındı ki, canımı yaktığının farkında bile değildi.
"Düştüm Jungkook," dedim ifadesiz ve sert sesimle. "Hâlâ düşüyorum görmüyor musun? Nedenini merak etmiyor musun peki? Kendini bir saniye bile olsun benim yerime koymayı denedin mi ki?!"
Gözlerimi sıkıca yumarak ses tonumu kontrol etmeye çalıştım. Sakinleşmeyi beklediğimde Jungkook'un derin nefeslerini kontrol altına almaya çalıştığını fark etmiştim. Onun da sakinleşmeye ihtiyacı vardı çünkü bağırarak yada kavga ederek bir yere varamazdık. Bu kez daha sakin bir sesle konuştum.
"İlkokula başladığımda, liseye girdiğimde ve üniversiteni kazandığımda aklımda sadece tek bir şey vardı; Kim seni niye sevsin ki Tae Hee? Kim seninle neden ilgilensin? Kim seni ne yapsın? Ben bu soruları her gün kendime yüzlerce kez soruyorum. Bu ne kadar acıtıyor bilmiyorsun."
Bakışlarımı ondan çekerek etrafta gezdirdim. "Sırf birazda olsun sevilmek için, birazda olsun bu acıyı hafifletmek için ne gerekiyorsa yapardım Jungkook. Çünkü bu acı, fazla gerçek. Yemek yerken geçmiyor, dişlerimi fırçalarken geçmiyor, uyurken bile geçmiyor."
Ben sustum ve Jungkook konuşmak için herhangi bir çaba sarf etmedi. Uzun bir sessizlik aramızdan su misalı aktı. Ama biz oradan, o karanlık sokaktan kımıldamadık bile.
Bir süre sonra ise Jungkook alayla konuştu. "Haklısın Tae Hee," diyerek benden bir kaç adım uzaklaştı. "Kim seni niye sevsin? Kim seni ne yapsın? Seninle hangi aptal ilgilenir ki?"
Bu sözler, bunları zaten biliyordum Jungkook. Yüzüme vurman fena koymuştu. Öyle ki, nefes alamıyordum artık. Oradan gitmek için arkamı döndüm ve bir kaç adım attığımda kulağıma dolan sesle duraksamak zorunda kaldım.
"Ama zaten onlar kimin umrunda ki? Varsın bütün dünya senden nefret etsin güzelim." diye gülerek bağırdı. "Ben senden hoşlanıyorum, yetmez mi?"
Yeter.
Y.,
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top