je te laisserai des mots


toothpaste kisses,    birinci parça.
" s13ep05; je te laisserai des mots "

ミ★



ミ★

𝕭iraz daha alkol ve melankoli ile her şeyi unutamaz, geride bırakamazdı. Dean, ne kelimeler boğazında düğümlenirken ne de düzenli olarak ziyaret ettiği Ölüm'le karşı karşıyayken geri çekilmişti. Kardeşini kendisiyle beraber dibe sürüklediğin biliyordu. Sadece daha fazla hissedecek, önem verecek durumda değildi.

Değer verdiği, ve her seferinde, kaybettiği insanların listesi uzuyordu. Sonunda acıya alışacaktı. Gözyaşlarından uzak ve alkol şişelerine yakın bir şekilde, uyanıklık ve hissizlik arasında yas tutacaktı. Her zaman yaptığı gibi.

Devam etmek acı veriyordu.

Kardeşinin adeta üzerine titremesi düzelmeyecek bir şekilde parçalara ayrıldığı gerçeğini değiştirmiyordu. Her gece boğazında düğümlenen kelimeler asla bilmeyeceği gerçeğini değiştirmiyordu. O akşam, tüm anıları alevlerle beraber gökyüzüne karışmıştı, cebindeki kasetin varlığı tek etkendi gerçeği ayırt edebilmesinde. Gece usulca varlığını bildirirken, arabada gözyaşlarına izin vermesinin sebebi buydu. Kaset onun bıraktığı yerden devam ediyordu, ve avcının farkına vardığı tek şey, son şarkıyı dinlememiş olmasıydı.

Arabada gözyaşlarına izin vermesinin sebebi buydu, Elvis'in sesi ikisine eşlik ederken avuçlarının arasına alacaktı yüzünü. Onca yıl geç kaldığı için özür dileyerek tutacaktı onu.

Castiel son şarkıyı asla duymamıştı,

Dean asla söyleyecek fırsatı bulamamıştı.

Bundan sonra devam edemeyeceğini biliyordu. Meleğin yanında, omzunun üzerinden onu kucaklayan sıcaklık hissini ve bazen titremesine sebep olan yumuşaklığı biliyordu. Son kez o görkemli kanatları gördüğünde her şey yanık izlerinden ibaretti.

Belkide bu yüzden, telefonu çaldığında, buna sahip olamayacağına inandırmıştı kendini.

Koyu tonlarındaki kumaşın üzerindeki duruşu farklı, lakin kumaşın altındaki omuzlar aynıydı. Normalde küllere karışmış olması gereken trençkotu üzerinde, uzaktan belli olacak bir şekilde titreyen parmakları kendi yakalarına tutunmuş, kaşları belli belirsiz bir ifade eşliğinde çatılmıştı. Bilakis ince kumaş onu soğuktan korumuyormuş gibi sarsılıyordu çehresi naifçe. Ellerini iki yanına indirdi. Belkide, titremesini engelleyemediği parmaklarına sinirlenerek, ceplerine sıkıştırdı ellerini.

Hala bakışlarını yüzüne çıkarmamıştı. Çünkü o yumuşak bakışlar yabancı bir şekilde parlayacaksa dahi son nefesini onun ellerinde vermeye karşı çıkmazdı.

"Merhaba, Dean." Pürüzlü ses, sükuneti bölerken, dudaklarının ucundaki tüm kelimeler boğazında düğümlendi ,  bir daha duymayacağından emin olduğu sesin adını telaffuz edişi tanıdıktı, ama bu mide bulandırıcı bir şekilde hasta hissetmesini engellemiyordu. Avcı mucizelere inanmaması gerektiğini yıllar önce öğrenmişti.

Kaybettiğinin yüzüne ve bakışlarına bürünen canavara olan nefreti ansızın ortaya çıkarken tıslarcasına kardeşinden kutsal suyu getirmesini istedi, saniyeler içerisinde eklem yerlerinden beyazlamaya başlayan yumruğu yabancı trençkotun yakasına tutunmuş, kemerinde tuttuğu gümüş bıçak bir anda açıkta kalan bileğine dayanmıştı. Adını tekrardan duydu, canavarın parmakları yakasını tutmakta olan yumruğuna gitti, bileğindeki sıcak dokunuş ile birbirine bastırdı dudaklarını, sustu.

Ve Avcı parçalara ayrıldığını gizlemekten yorgun düşmüştü, özlemi öfkesinden baskın ve acıydı. Kardeşi hemen arkasında, büyük ihtimalle parmakları tetikte, çelik matarayı eline tutuşturmuştu, gergin bir duruşla onun yapacağı herhangi bir hamleyi bekliyordu. Dean mucizelere inanmaması gerektiğini yıllar önce öğrenmişti. Bir sanrı yada canavar olduğundan emin olsa dahi mavi gözlerini bir kere daha yaşadıktan sonra asla toparlanamayacağını biliyordu.

Kolundaki yara kapandı, kutsal suyu yüzüne çarptığında yanmak yada tıslamak yerine aptalca gözlerini kırpıştırmak ile yetindi. Nasıl olduğunu bilmese dahi acı daha da keskin bir hale gelmiş ve nefes alışını neredeyse bütünüyle engelliyordu. Düşünme kabiliyetini kaybetmiş gibiydi. Titrek nefesini serbest bıraktı sonunda.

"Hala uyanmadım."

Bu sefer, kırılışını gizleyemeyecek bir şekilde kıvrıldı dudakları, kollarını meleğin boynuna sardı usulca. Karnına yayılan sıcaklık hissi müstehzi bir şekilde onu sarmalarken asla yapmadığı gibi tutundu adama. "Dean, temin edebilirim ki buradayım."

Dean sanki ona söylenenleri duymuyormuşçasına hareketsiz, trençkotunu tutuşu bir o kadar sıkıydı. Nefes alamayacak bir şekilde  uyanmayı bekliyordu, yinede son saniyelerini meleğin sıcaklığını zihnine kazıyarak geçirmiş olacaktı.

Serap, diğer kardeşin hüzünlü bir tebessümle ikisini izlediğin farkındaydı, gümüş bıçağı usulca kemerine yerleştirmiş, bakışları bir parça dalgınlık ve umutla ikisine yönelmişti. "Cas, bu gerçekten sen misin?" Meleğin yumuşak yüz ifadesi ve hafifçe kıstığı gözleri ikisi için de yeterliydi, kardeşlerin başka bir kanıta ihtiyacı yoktu.

Avcı beklediği gibi, korkuyla yumduğu gözlerini açtığında dahi, odasının tanıdık tavanıyla ve boş bira şişeleriyle karşılaşmamıştı. Ne zaman bacaklarının pes ettiğini algılayamasa dahi şimdi ikisi de yere çökmüş, göğüs kafesindeki o acı his yerini uyuşturucu bir sıcaklığa bırakmıştı.

"Eve döndün." Sesi düşündüğünden daha pürüzlü, ve güçsüz, çıksa da kelimeleri birleştirmeyi başardığına dahi şaşıyordu. Dean, çaresizliğini hala göz yaşlarını kendine saklamakta kararlı olan irislerinin ardına gizlemiş, çehresindeki belirgin sarsılış onu terk etmiş ve kendisini sokak lambasının sarhoş ışığı altında yalnız bırakmıştı. Bu ana sonsuza kadar tutunamayacağını biliyordu, yinede, tutuşu her seferkinden daha sıkı, bir o kadar naifdi- kardeşine meleğe sarılacak bir an dahi bırakmadığının farkındaydı ama hala gerçekle sanrıyı karıştıracağından şüpheliydi- . Ve Cas'e kemiklerini kıracakmış gibi sarılmadı. Hala incineceğinden veya ansızın yok olacağından korkak, hafifçe yasladı çenesini adamın omzuna, başını hafifçe kaldırdığında, birbirine değen yanakları onun için yeterliydi.

     Kendi hareketlerinin farkında dahi olmadan, usulca bastırdı dudaklarını alnına. Yıllar önce yapması gerektiği gibi. Yumuşak tutuşu altında adeta eriyen adamın saçlarında dolaştı parmakları muhteriz bir tavırla. Kimi sakinleştirmeye çalıştığını bilmiyordu. "Eve geri döndün." Herhangi bir açıklama yapmak istemiyordu, yüzüne çarpan loş ışık ile kıstı gözlerini.

Sonunda ayağa kalkacak gücü kendinde bulduğunda, yavaşça ayrıldı melekten. Sam'in onu devasa bir kucaklaşmaya sürüklemesi uzun sürmedi. Kardeşinin kadar tüm bu olayları ondan daha iyi yüklendiğini bilse de devasa omuzlarının dahi hafifçe sarsıldığını gördüğünde tekrar farkına vardı onu korumaktaki başarısızlığının.Ve hala sorguluyordu, bilinç altında, bir sanrı görüp görmediğini.

Ve dikiz aynasından arka koltuğa baktığında, melek oradaydı. Yorgun yüz hatlarıyla bakışlarını dışarıya çevirmiş, şimdi omuzları düşük ve bakışları yıllardır süregelen alışkanlığı ile hafifçe kısık, daha ufak duruyordu. Zihni ona hayatta olduğunu bağırdı. Haftalardır ilk defa sıcak bir tebessüme kıvrılmasına izin verdi kurumuş dudaklarının.

Sam, gülümsemeye devam ederken sonunda yorgunluğuna yenik düşmüştü, uyurken, sükunetin içerisinde kardeşinin nefes alış verişini duyabiliyordu bir parça dikkat kesildiğinde.

    Dean, ailesini eve götürüyordu.


ミ★

sana kelimeler bırakacağım
kapının altına
şarkı söyleyen ayın altına
geçtiğin yerlere yakın
kış zamanının deliklerde gizli
ve bir anlığına yanlız kaldığında
beni öp, istediğin zaman

—& sonradan eklenen notlar;
dean'in en büyük korkusu terk edilmek ve yalnız kalmaktı, cas, her seferinde ne olursa olsun ona geri döndü. cas'in en büyük korkusu dönecek bir evinin olmamasıydı, ( empty; there is nothing for you back there, 13.04 )  dean asla cas'in bir ailesi ve evi olduğunu ona hatırlatmayı bırakmadı. ( dean; let's go home, 12.12 )

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top