7; kahramanca ölenler mi, kahramanca yaşayanlar mı?
♪
jony, ты беспощадна.
не горят огни, кристина тукилуш.
seni dert etmeler, ayça özefe.
7.BÖLÜM;
KAHRAMANCA ÖLENLER Mİ, KAHRAMANCA YAŞAYANLAR MI?
Ben.
Ova.
Bu kavramdan nefret ediyordum.
Elimdeki kek tabağını sıkıca tutarak kapıyı tıklattım; tık tık sesi etrafa dağıldığında içeriden ses gelmedi uzun süre. Yanı başımda dönüp duran havayı ciğerlerime çekip, kapıyı açarak içeri girdim. Sonia her zamanki gibi lila masasında, laptopun başında oturmuş bir şeyler yazıyordu. Ses etmemeye çalışarak elimdeki üzümlü keki yanına, masanın üzerine bıraktım.
Sonia -kendisi 28 yaşında sigara içen ve hiçbir erkeğe kancasını takamamış, tek derdi roman yazmak olan umutsuz ablam olur- turuncuya boyadığı saçlarını topuz yaparak pür dikkat yazı yazıyordu. Böyle zamanlarda gece sabaha kadar çalışırdı.
"Ve sonra," diye fısıldadı kendi kendisine. Odadan çıkacağım sırada duymuştum kısık sesini. Genelde çalışırken bazı cümlelerin nasıl seslendiğini anlamak için sesli okurdu. "Bütün ağlayışlarımın aslında kendim için olduğunu anladım. Bütün bu çırpınışlar kendimi kurtarmak içindi."
Odadan çıktım. Kapıyı sessiz bir şekilde kapatarak merdivenlerden aşağı inmeye başladım.
Askılıktaki kırmızı montumu üzerime geçirerek evden çıktığımda bahçedeki sarı bisikletime bindim ve pedalları çevirmeye başladım. Birkaç dakikanın ardından asfalt yol boyunca ilerliyordum.
Kendimi kaybetmiştim. Tek bildiğim buydu. Ne zaman olduğunu bilmiyordum; nasıl olduğunu. Sadece artık kaybedildiğimi biliyordum. Oradaydım, kendimi kaybederken orada olduğumu hissederdim çoğu zaman. Oradaydım ve bir süre sonra artık ben orada değildim sanki. Bir anda kaybetmiştim işte.
Hava kararmıştı. Hafif rüzgar soğukla birlikte yüzüme çarpıyordu ve hemen yanımdaki tarla karanlıkta farklı gölgelerle dolu müze gibi görünüyordu.
Ben ve benim hakkımdaki şeyler; Bir süre önce bütün bunları kaybetmiştim.
Bu yüzden artık hangi rengi sevdiğimi, hangi türde dizileri izlediğimi, elmayı mı yoksa üzümü mü daha çok sevdiğimi bilmiyordum. Kendim hakkında çoğu şeye kafa yormamıştım hiç. Nasıl giyinmek istediğimi düşünmemiştim pek; genelde Sonia'nın küçük kıyafetlerini giyerdim. Okuldan nefret ediyor muydum etmiyor muydum bilmiyordum. Kısa saçlı olmayı daha çok mu severdim? Çayı demli mi içerdim? Hangi alanda iyiydim? Yağmuru sever miydim? Güneş gözümü alır mıydı? Bir şeyler hakkında ne düşünürdüm?
Bunlar üzerinde hiç düşünmemiştim.
Bir süredir ben yokmuşum gibi davranıyordum. Kendimi görmezden geliyordum.
İnsanlara cevap vermeyişim bu yüzdendi aslında; sorulan sorulara cevap vermek için orada duran bir insan olduğumu düşünmezdim. Çok uzun bir süredir kendimi görmezden geliyordum.
Duraksadım.
Hamlet?
Tarlanın sonuna geldiğimde küçük gölün etrafındaki parka gözlerim ilişti; Kırmızı salıncakların birinde Hamlet oturmuş kendini yavaşça sallayarak göle bakıyordu. Etrafta insan yoktu. Çoğu zaman buralar kimsesiz ve sessiz olurdu. Geçen yıl bu gölde inek boğulmuştu ve cesedini bulamamışlardı. Bu yüzden dipsiz göl diye anılıyordu. Salıncakları olmasına rağmen küçük çocuklar burada sallanmaya gelmezlerdi, ilerideki diğer parka giderlerdi.
Ama Hamlet buradaydı.
Umarım atlamayı düşünmüyordur.
Bisikletimi parkın girişine bıraktım. Ağır adımlarla Hamlet'in oturduğu salıncaklara doğru gittiğimde, keskin bir şekilde hastane kokusunu alıyordum. Hamlet'in hemen yanındaki salıncağa oturduğumda ilerideki durgun göle onun gibi bakışlarımı dikmiştim. Birkaç saniye kımıldamadı, daha sonra bakışlarını ağırca üzerime çevirdiğini ve derin bir nefesi ciğerlerine çekerek tekrardan göle baktığını gördüm. Beni görmezden gelmişti.
Ne düşünüyorsun ki burada böyle, tek başına?
Ölmekle ilgili mi düşünüyorsun yoksa?
Ayaklarımı haraket ettirerek ağırca kendimi sallamaya başladığımda, kafamın içinde kendine yer edinen düşünceler saçlarımı köklerinden kavramış, kafamı parçalayacak kadar sıkıyordu. Bir anlığına bu kadar ağır düşünceleri taşıyamayacağımı sandım ve gözlerimi kapatarak derin bir boşluk istedim.
Hamlet, diye geçirdim içimden. Neden beni görmezden geliyorsun?
Bir ihtimal, aniden benimle konuşmayı kestiğinde seni görmezden geldiğim için mi böylesin? Koridorda sessizce yanından geçtiğim, ortak derslerimizde sen yokmuşsun gibi davrandığım ve evinizin önünden her geçtiğimde seninle birlikte yürümek yerine hızlanarak seni arkamda bıraktığım için miydi bütün bunlar?
Öyleyse neden kütüphanedeyken benimle konuştun? Neden bana gülümsedin? Niye ki?
Serin bir esinti saçlarımın arasına karışıyordu. Göz ucuyla sağımdaki çocuğa baktım; siyah beresini kafasına geçirmesine rağmen, uzamış saçları berenin kapatamadığı yerlerden dökülüyordu. Yeşil kazağının üzerine kahverengi montunu geçirmişti ve bol kahverengi pantolonu bacaklarını sarıyordu. Pek çekici giymezdi, sıcak tutan kıyafetleri severdi. Rengi solmuş, kalın, bol ve kahverengini daha çok tercih ederdi.
Sol işaret parmağına geçirdiği güneş şeklindeki gümüş yüzük ve her iki başparmağındaki halka yüzük, küçük detayları ne kadar sevdiğini hatırlatıyordu bana. Eminim ki, kazağının altında ben görmesemde boynuna taktığı ince bir kolye vardı.
Büyükbaba gibi giyerdi çoğu zaman. Ama yine de bu ona özel olan bir giyim tarzıydı. Ben severdim. Giydiği kıyafetleri ve onu.
Beni görmezden gelişini ezip geçen dakikalar içerisinde sadece ve sessizce sallandık. Birçok şey düşündüm, birçok şey hissettim ve birçok teori üretip, yanılgıyla yargıladım kendimi.
Birçok kez öksürdüm. Birçok kez yanıt alamadım. Birçok kez pes ettim, tekrardan öksürdüm ve yanıt alamayıp tekrardan sessizliğe gömüldüm.
Ben her zaman çocukken aniden benimle konuşmayı kesmesinin nedeninin ben olduğunu düşünürdüm; ona onu incitecek ama hatırlamadığım bir şey söylediğimi düşünürdüm hep. Ama çocukken kelimeleri özenle seçip söylediğim bu çocuğu incitecek ne söylemiş olabilirdim ki?
"Hamlet," diye ona seslendim uzun bir sürenin sonunda.
Çocukken arkadaştık, neden benden ayrıldın ki bir anda? Sormak için çok geç kaldığımı biliyorum ama cevaplasan olur mu?
Çocukken seni incitecek bir şey mi söyledim?
Öyle olsa bile kasıtlı yapmadığıma eminim. Seni çok severdim çocukken, benimle konuşmayı kestiğinde çok üzülmüştüm.
Seni hâlâ çok özlüyorum.
Bunları ona söylemek istedim ama yine eskiyi hatırlayarak benden kaçacağı ihtimali beni çok korkuttu.
Ona baktım. Bana bakmıyordu. Orada yokmuşum gibi. Bu dünyada yaşamıyormuşum ve yanındaki salımcakta birisi yokmuş gibi.
"Beni görmezden gelebilirsin. Benimle konuşabilirsin, benimle konuşmak istemeyebilirsin. Ama ben buradayım." diye konuştum. Yine de bugün burada seninle birlikte olduğumu, yalnız olmadığını unutma.
"Solundaki sarı paslanmış salıncağa oturuyorum, seninle birlikte durgun gölü izliyorum, kırmızı bere takıyorum ve nefes alışların duyuluyor. Seninleyim."
Koyu kahverengi gözlerini bana çevirdi ve bir süre sadece yüzüme baktı. Liseye yeni gelmiş biri gibi nefes nefese ve heyecanla bakıyordum ona. Çünkü ben onu seviyordum.
Ben her zaman seni sevdim ve asla bunun sebebini bilemedim. Belki de saçlarının şekli yüzündendi, bilirsin ilk zamanlar saçların kız gibi uzundu ve onları kesmek için elime her makas aldığımda makası nehire fırlatıp kaçarak köpek kulübesine saklanıyordun. Ya da belki, altı yaşımdan her şeyi seninle öğrendiğim içindi. İlk zamanlar sen bana öğretiyordun, sonra birlikte öğrenmeye başlamıştık ve bu çılgınca hissettiriyordu dokuz yaşındaki Hamlet ve benim için.
Sana öğrettiğim her kelimenin bir anlamı vardı. Yaşamak için sana söylediğim güzel sözlerin bir değeri vardı. Her şey sen yaşa diyeydi. Ama sen intihara takıntılı birisi gibi, haftada dört kez intihara kalkışıyordun. Peki neden? Bunu neden yapıyorsun ki? Neden ölmeyi bu kadar çok istiyorsun?
Her zaman birlikte oynardık ve ilk tanıştığımızda konuşamayan bu çocuğa kelimeleri ben öğretmiştim. Kaşık tutmayı, kaldırımda yürümeyi, kelimelerin anlamını, şarkı söylemeyi, dans etmeyi ve bir sürü şeyi daha.
Ama şimdi arkadaş bile değildik. Koridorda tesadüfen karşılaşmamız dışında onu pek gördüğüm söylenemezdi.
"Nasılsın Ova?" diye sordu hiç beklemediğim bir anda oldukça yorgun çıkan sesiyle. Bakışlarımı yüzüne çevirdim, bana bakmadan düşünceli bir şekilde hâlâ gölü izlemeye devam ediyordu.
"Bilmem," Yüzümü göle tuttum. "Sen nasılsın?"
"İyi değilim." Biliyorum.
Kafamı düşünceli bir şekilde salladım; Neden iyi değilsin Hamlet? Sana acı veren şeyi sorsam bana söyler misin? Yoksa sadece havadan sudan mı konuşmalıyım?
"Ölmek mi istiyorsun?"
Aniden bu soruyu ona yönelttiğimde bakışlarımı gözlerine dikmiştim. Zaten bana baktığı için göz göze gelmemiz kaçınılmaz olmuştu. Kaşları havalandı, benimde aynı şekilde. Bu soruyu soracağımızı ikimizde beklemiyorduk.
Birkaç saniye sonra gülümsemişti. "Henüz değil."
"Niye?" Genelde ölmek istiyorsun demek. Buna neden şaşırdığımı anlamadım. Zaten bu gerçeği okulun yarısından çoğu biliyordu; senin kafayı intihara takan bir ergen olduğunu.
"Kahramanlık gösterebileceğim pek bir şey yok etrafta." Hamlet gözlerini ona hüzünle bakan gözlerimden alıp etrafta gezdirdi.
Gözleri kırmızıydı. Beyazlarında daima kırmızı ve mavi damarlar, göz altlarında çöküntüler ve yüzünde tuhaf bir beyazlık, solgunluk olurdu.
Hamlet yüzündeki gülümsemesini hiç bozmadan uzamış siyah saçlarını karıştırdı. İşaret parmağını ileriye doğrulttu aniden; "Belki şu beyaz kedi göle atlarsa onu kurtarmak adına ben de arkasından atlayabilirim."
Evet. Böylece ikinizde boğulurdunuz.
"Yalnız ölmekten korkuyor musun?" diye sordum, gölün etrafında dolanan beyaz kediyi izleyerek.
Hamlet ellerinin ikisinide kaldırarak sallamaya başladı. "Hayır, hayır. Yalnız ölmekten neden korkayım ki?" Gülümsemesi yüzüne yapışmış ikinci bir deri gibi sıkıca bağlanarak kopmuyor, sözlerindeki hüzünün dudaklarına ulaşmasına ve onu içinden atmasına izin vermiyordu. "Korkmuyorum."
Ama ben anlıyordum; anlamamak elde değildi.
"İntihar için arkasına sığınabileceğin sebep mi arıyorsun öyleyse?" diye beklemeden sorduğumda Hamlet kaldırdığı ellerini kucağına indirmişti. "Böyle bir soruyu beklemiyordum." Sonra seslice güldü ve kulağını kaşımaya başladı.
"Aslında sebep aramıyorum," Duraksadı, düşündüğü için sürekli etrafa bakıp sözlerinin arasına boşluklar bırakıyordu. "Uhm..Ben aslında.." Yine duraksadı. "Bilmiyorum." Bir eliyle diğer avucunu kaşıyarak düşünmeye devam etti kısa bir süreliğine, daha sonra konuşmaya başladı. "Bilirsin bazen intihara kalkıştığın için seni yargılayan insanlar vardır."
Onları duyduğunu bildikleri halde, 'Zayıf iradelinin teki işte.' diye fısıldaşmadan rahatça konuşan insanlar mı? Bir ergenden ne beklenilir ki? Nankör. Sadece ilgi istiyor. Kendi kararı. Madem intihara kalkışmış neden ölmemiş o zaman? Ona bile cesareti yok. Gösteri bunların hepsi. Ucube. Sorunlu.
Bilirdim.
İntihara kalkıştığın için seni suçladıkları yetmez, eğer ölmediysen bunu ilgi için yaptığını söyleyip, neden ölmediğinin hesabını sorarlardı sana. "Kendi seçimin ne de olsa beni ilgilendirmez," cümlesini de söylemeyi unutmazlardı.
"İnsanlardan nefret ettiğimi düşünebilirsin, ama aslını istersen hiçkimseden nefret etmiyorum." Ayaklarını ileriye uzatarak uzunca kahverengi ayakkabılarına baktığında ben de onun gibi ayaklarımı ileriye uzatmış, yan yana duran ayaklarımızı izlemeye koyulmuştum.
"Bu pek inandırıcı gelmeyebilir ama insanları seviyorum." İç çekti. "Uzaktan."
"Neden?" İfade barındırmayan sesim etrafa yayıldığında kaşlarını çatmış anlamayarak bana bakıyordu. Sorumu tekrarladım; "Neden insanları seviyorsun?"
Uzunca düşünmedi, gözlerini yüzümden çekmek için bir harakette bulunmadı ya da üzgün değildi. Gülümsedi ve "İnsan oldukları için," diye cevapladı beni. "İnsanların bir anlamı olduğuna inanıyorum, her ne kadar bazen bunun tersini kanıtlasalar da, hâlâ herkesin bir değeri olduğuna inanıyorum ben."
"Ama konumuz bu değil," Hamlet hızlıca konuşarak kendi kendisinin sözünü kestiğinde onu sessizce dinlemeyi sürdürüyordum.
"Kösü kösüne ölmek istemiyorum," Seslice güldü. "Lesicia'nın eşliğinde evimizdeki çiçeklerle dolu küvetin içinde hoş bir takımla bileklerimi kesmek ve bir çiçek olduğumu düşünerek ölmek her ne kadar çok romantik görünse de, hayır," Nefes almak için duraksadı. "Öylece ölmek istemiyorum."
"Nasıl ölmek istiyorsun?"
"Sanırım," Hamlet uzun bir süre düşüncelere daldıktan sonra konuşmaya devam etti. "Kahramanca ölmek istiyorum." Nefesini tutarak heyecanlı bir şekilde, "Evet kesinlikle böyle ölmek istiyorum." diye ilave etti.
Ölürken bile insanların nefesini üzerinde hissediyor, eziliyordu. Ölürken bile insanların ona ne kadar acı verdiklerini anlıyordu. Ölürken bile peşini bırakmıyordu insanların sarf ettikleri sözler. Ölürken bile.
"Her zaman oyun oynarken takımı kurtarmak adına fedakarlık yaparak kendimi düşmanın önüne atıyorum ve oyundan ölerek çıksam bile sonuna kadar oyunu izlemeye devam ediyorum. Çünkü çok güzel," Kendi kendine gülümsedi. "Düşünsene onlarca insanın hayatını kurtarmak için ölüyorsun. Böyle bir şekilde öldüğüm için hiç üzülmezdim, gurur duyardım hatta. Sadece böyle yaparsam mutlu olacağımı hissediyorum. O zaman ölümümün bir değeri olacak."
Senin istediğin kahramanca ölmek değil ki. Öldüğünde insanların arkandan seni yargılamaması için kendine haklı sebepler bulmak için uğraşıyorsun. Ama bu kadar zorlamamalısın kendini. Öldüğün için en azından ben seni suçlamayacağım.
Sadece ben çok fazla üzüleceğim.
Sebebi her ne olursa olsun, ölürsen çok üzülürdüm.
"Kahramanca ölmek güzel bir şey elbette," Kendimi yavaşça sallamaya başladım. "Birisinin hayatı için kendi hayatını feda etmek çok harika bir şey."
"Ama kahramanca yaşamak çok daha havalı bir şey olmaz mıydı?"
Hamlet kendini sallamayı durdurdu. Kahramanca yaşasan da olurdu aslında. Çok güzel olurdu hem de.
"Kahramanca yaşamak mı?" diye sordu kaşlarını kaldırarak yüzüme baktığında. Kafamı sallamakla yetindim.
"Kahramanca nasıl yaşanır ki?" Bana sormaktan çok kendi kafasında cevabı bulmakla uğraşıyordu sanki. Bu yüzden sorusunu havada bırakarak sessizce önüme döndüm ve bu fikrin onda dallanıp, budaklanması, kök salması için umut etmeye başladım.
Bilmiyorum. Hiç kahraman olamadım. Ama umarım sen olurdun.
"Hamlet," diye ona seslendim aniden.
Düşünceliydi; "Efendim?"
"Neden ölmek istiyorsun?"
Solgun ve yaralarla kaplı yüzüne bakarken, kafasındaki aptal düşünceler yüzünden bir gün uyandığımda yine bu güzel yüzü bir daha göremeyeceğim gerçeğiyle yüzleşeceğimden o kadar çok korktum ki, ağlayabilirdim.
Daha sonra gülümsedi. Hiçbir şey söylememişti. Sadece ve uzunca bir süre gülümsemişti.
"Kahramanca olsa bile ölmeni istemiyorum, Hamlet." Ben ölmeni istemiyorum.
Sonra uzun bir sessizlik yaşandı ve ben ve Hamlet ve biz eskiden iki yakın arkadaş olan biz öylece sallanmaya başladık. Umarım bugün intihar etmezdi. Umarım bugün intihara kalkışmazdı. Umarım yarın uyandığımda hâlâ yaşıyor olurdu. Umarım yarın da onu görebilirdim. Ve umarım bu kez geç kalmazdım.
"Bugün hava ne kadar güzel değil mi?" Hamlet'in mırıldanışını duyduğumda ona baktım. "Öyle,"
Bilmem ki, hiç dikkat etmemiştim.
"Üzümlü kek yapmıştım bugün,"
"Öyle mi?" Kaşları havaya kalktı ve soğuktan akan burnunu koluna silerek gülümsedi.
"Evet," diye yanıtladım onu.
"Üzüm pek sevmem," Hamlet gülümsemeye devam ederek alnını kaşıdı. O sırada omuz silkmiştim. "Üzüm koymamıştım ki,"
"O zaman nasıl üzümlü kek yaptın?"
"Üzümlü kekin tarifini uyguladım, sadece üzüm koymadım."
"Hım, hım. Çok ilginç beynin var."
"Sen de olmadığı için ilginç gelmiştir."
Sonra aniden gülmeye başladı. Şaşırdım. Orada öylece kaldım ve neden bir anda gülmeye başladığını, neden bu kadar sesli güldüğünü anlamaya çalıştım. Tabii ki, o anın şaşkınlığıyla anlayamamıştım ve sadece kahkaha atan onu izlemekle yetinmiştim. Özlediğim şeyler vardı; çocukken hep oynadığım oyuncağım, onuncu yaş doğum günüm ve çocukluk arkadaşımın kahkahası.
Çok özlemiştim.
Daha sonra uzun bir süre tekrardan sessizliğe gömülmüştük. Bu kez hüzünlü bir sessizlik değildi bu. Yüzünde küçük bir gülümseme vardı, aynı şekilde benimde.
"Bazen," diye mırıldandı Hamlet. "Dünyayı kurtarabilecekmiş gibi hissediyorum." Gülümsedi bu aptal bir düşünceymiş gibi. "Ve bazı zamanlarda," Duraksadı, gülümsemesi yüzünde solmuştu. "Kendimi bile kurtaramıyorum."
"Bir gün olduğun kişiyi özleyeceksin," diye konuştum ayaklarımı yere yaslayarak kendimi sallarken. "Mutlu olmayı hak ediyordum, diyeceksin. Bunun üstesinden gelecek kadar güçlüydüm. Bunu başarabilirdim, Bununla yaşamak zorunda değildim. İyiki de böyle yapmıştım. Ne güzel düşünüyormuşum."
Duraksadım ve kendime birkaç saniye tanıdım. Bakışlarımı ona çevirdiğimde dikkatle beni dinlediğini görmüştüm. Öyleyse devam ettim ben de.
"Ve kendinle gurur duyacaksın. Yaptığın ve yapmadığın tüm her şey için kendini biraz daha özleyeceksin. Muhteşem hissedeceksin. Beyninin içindeki harika düşüncelere hayran kalacaksın. Bir kahraman gibi hissedeceksin. Gerçek bir kahraman gibi. Kendini kurtaran külotsuz bir kahraman gibi. Aslında ileride zaten bir kahraman olduğunu anlayacaksın."
Aniden ayağa kalktım. Hamlet'in oturduğu salıncağın karşısına doğru ilerlediğimde yüzümdeki o gülümseme solmak bilmiyordu. Tam karşısında durduğumda derin bir nefesi ciğerlerime saplamıştım. Daha sonra gözlerine baktım ve gülümsedim.
"Ve işte sırf bunu görmek için bile yaşamağa değer."
Sen.
Hamlet.
Bu kavramı daima sevmiştim.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top