5; alfabeye sığdırılamayan acılar ve insanlar
♪
lesicia, kai engel.
rauf faik & shami, запомни i love you.
5.BÖLÜM:
ALFABEYE SIĞDIRILAMAYAN ACILAR VE İNSANLAR.
Yaklaşık 3 saattir buradaydık, ona kantinden aldığım tostları teklif ederken beni reddetmiş ve önündeki tahtalarla uğraşmaya devam etmişti. Üç saatin içinde sadece bir kez bana neden burada böyle oturduğumuzu sormuştu ve ben de ona söyleyebileceğim en klişe yalanı atarak, "Zamanını bekleyeceğiz." demiştim.
Sonraysa sessizce geçen üç saat.
Elimdeki ters tuttuğum kitabı okuyormuş gibi yaparken onu izlediğim üç saat.
Ve üç saatin sonunda birkaç tane küçük kukla yapmıştı.
Güneş. Çiçek. Bisiklet.
Kütüphanenin görevlisi ışıkları kapatıp gittiğindeyse karanlığın altında öylece kalmıştık.
"Pekala," diye mırıldandı Hamlet. "Şimdi ne yapacağız?"
Evet, Ova. Ne yapacaksınız? Bana da söyle lütfen.
"Zamanını bekle," diye kendimden emin bir şekilde konuştum.
Ve sonra ayağa kalkarak kütüphanenin ışıklarını açtım. Rafların dizili olduğu kısımlara giderek kitapları tek tek boşaltmaya başladım. Hamlet bir süre çatmış kaşlarıyla beni izledi ama daha sonra ayağa kalkarak yanıma geldi. Ayağa kalkarken protez bacağı onu biraz zorlamıştı.
Ani haraketler yaparken hep zorlanırdı ama bunu hep unutuyormuş gibi ani haraketler yapardı. Belki de kasıtlı yapardı bunu. Ölmediği yetmiyormuş gibi üstüne protez bacak yükü edindiği için.
Hamlet'in oturduğu yerden kalkıp yanıma gelişini izlediğimde üzüldüğümü hissettim. Acıma değildi bu duygu, sadece ben çok üzülmüştüm.
"Tam olarak ne yapıyoruz?" diye sordu benim gibi kitapları raflardan almaya başlarken.
"Bir şeyler," diye mırıldandım. "Birisinin hayatını kurtarıyoruz."
"Daha çok kütüphane görevlisine ekstra iş çıkarıyoruz." diye mırıldandı sakince.
Hep bir şeyleri sakince söylerdi, gözleri sık sık boşluğa dalar ve düşünceli bir sesle konuşurdu. Aklı hep başka yerde gibiydi, konsantre olduğunu pek görmemiştim. Hiçbir şeyi umursamıyordu, umursamamasının sebebi birisine ya da bir şeylere kızgın olduğu için değildi. Üzgün olduğu içindi.
Ne yaptığımız hakkında hiçbir fikrim yoktu fakat bütün geceni bu kitapları boşaltmakla geçirmiştik. Bir aptalın yapacağı işsizlik gibi gelebilir sizin için ama o an ben dünyanın en mutlu insanıydım.
Birisinin hayatını kurtarıyordum.
Bütün bu kütüphanedeki kitapları boşaltıp tekrardan topladığımız için çok yorgun olacaktı ve bu gece o intihar düşünceleri hakkında düşünmeyecekti.
En azından bir süreliğine.
Ben kitap okumaktan nefret ederdim.
Elimdeki kitabı açarak yüksek sesle okumaya başladım; "Yıldızlar gökyüzünde, yıldızlar etrafımızda. Buna tapmaktan nefret ediyorum ama çok güzeller."
Hamlet elindeki birkaç kitabı artık yığın haline gelmiş kitapların üzerine boşaltmaya devam ederken ifadesiz bir şekilde aniden konuştu. "Şiirsel bir şeyler söylemek ihtiyacı duyuyorum. Ama kullanabildiğim tek sözcük, 'Harika' oluyor. Harika kelimesi şimdiye kadar sık sık kullandığım en harika kelime."
Hayatımda okuduğum kitapların sayısı bir elin parmağını geçmezdi.
"Okudun mu bu kitabı?" diye sordum tek kaşımı kaldırarak. Beni sessiz bir şekilde kafasıyla yanıtlayarak işine devam etti.
Başka bir kitabı daha aldım ve herhangi bir sayfadan bir şeyler okuduğumda beni tamamlamaya başlıyordu. Genel olarak cümleni yanlış tamamlıyordu ama anlattığı anlam kitapla aynıydı.
"Çocukluğumdan," diye mırıldandı sakince. "Bütün bu kitapları okumaya başladım. Sadece Z rafında birkaç tanem kaldı."
Çocukluğumdan kitapları saçma bulurdum.
"Burada yüzlerce kitap var," Duyduklarıma inanamadım. "Nasıl?"
İnsanoğlu derdim içimden hep, kendi hayatını bile yeteri kadar doğru yaşayamazken nasıl olurda onlarca hayat yaratabilirdi kelimelerle, diye düşünürdüm.
Elindeki son kitabı da yığınların arasına bıraktı. "Biliyorum, burada yüzlerce kitab var ve benim yüzlerce yılım yok. Ben de bütün bu yüzlerceni birkaç yılıma sığdırmaya karar verdim."
Saçma gelirdi kitap okumak.
Yaşamak daha kolaydı çünkü gözünü açtığında ve kapattığında da karşılaşacağın hayat aynıydı. Ama kitap okuduğumuzda milyarlarca farklı hayata atılırdık ve milyarlarca kez kırılırdık. Hiç kimsenin yükünü, hayatını, acılarını ve düşüncelerini omuzumda taşıyamazdım.
"Peki neden?" Bıraktığı kırmızı kapaklı kitabın üzerinde bakışlarımı gezdirdim. Böylelikle birkaç saat içinde kütüphanenin bütün raflarındaki kitapları boşaltmıştık.
Kitapları, şiirleri, romanları sevmezdim.
"Çünkü güzel,"
"Ne?"
"Hayat."
O an ne demeye çalıştığını anlamamıştım. Doğrusunu isterseniz hiç anlamamıştım. Sadece yüzüne bakmakla kalmıştım. Daha sonra yığınların arasındaki kitapları alarak gelişigüzel yerleştirmeye başladım.
"Bunu neden yapıyoruz şimdi tekrardan?"
"Çünkü okumadığın birkaç kitabın Z rafından olduğunu söylemiştin değil mi?" Bitirince gideceksin değil mi?
"Evet," Bitirince gideceğim.
"O zaman, alfabeye uymadan yerleştirelim tüm bu kitapları." O zaman onları hiç bulma.
"Niye?" Niye ben ölmek için çabalarken sen buna engel oluyorsun?
"Bak," diyerek asi bir şekilde ona döndüm aniden. "Bu kocaman bir bok saçmalığı tamam mı? Neden insanların hayatlarını alfabe sırasına göre okumalıyız? Bir roman bile olsa orada yaşayan bir insan ve biz insanları A ve K kategorilerine ayıramayız. Ya da en çok okunan ve unutulmuş, eski ve yeni, dram ve korku ya da aşk. Bir kitap bile olsa onu bir insan kendi düşünceleriyle yazdı ve biz bir insanın düşüncelerini kategorilere ayırarak ona saygısızlık yapamayız. Hiçbir karakterin hayatına saygısızlık yapamayız. Kitap mı okumak istiyorsun? Çok güzel. Birisini seç; ama bu alfabeye göre olmasın ya da türüne, sayfa sayısına, insanların yorumuna ve zamanına göre olmasın. İnsanların çektiği acılar alfabeye sığdırılacak kadar basit değil."
Aslında, ben sadece ölmeni istemiyorum.
Kısa bir sessizlik.
"Peki," diye mırıldandı daha sonra.
"Ne?" Anlamayarak ona baktım.
"Pekala, insanların hayatlarını sınırsız yapalım. Bütün çizgileri kaldıralım."
"Peki."
Daha sonra yığınların arasından kitapları alarak gelişigüzel yerleştirmeye başladık. Rafların üzerindeki harfleri söktük, türleri, yayımlanma yıllarını, yazarını söktük. Zamanı söktük. Tarih kitapları aşk kitaplarına, korku romanları çocuk hikayelerine karıştı. Her şey karmakarışık oldu.
Kitapları hiç konuşmadan yanındaki yığına alıp üzerinin tozunu üfleyerek rafa geri bırakan çocuğa gözlerim kaydı.
Birkaç raf ötemde olan onun yanına gitmeyi çok istedim. "Çocukken arkadaştık, sonra neden benden vazgeçtin?" diye sormak istedim.
Ama yapamadım.
Bazı şeylerin ihtimallerini hayalinde bile canlandıramazdın; merak ettiğin bir şeyin cevabını birisinin sana söylediğinin hayalini kurarak alamazdın. Aşık olduğun kişiye bunu söylediğinde ne tepki vereceğini hayal ederek bilemezdin. Bazı şeylere hayalini kurarak dahi sahip olamazdın işte. Benim çocukken çok sevdiğim bu çocuğun neden bir anda beni bıraktığının cevabını hayal kurarak alamadığım gibi elin kolun bağlı derin bir okyanusta en dibe çekilirmişçesine ağır hissederdin.
Hamlet saat yedi civarında eline bir kitap aldı. Biraz dinlenmek için kısa bir ara vermiştik.
"Hava bugün çok güzel, değil mi?" diye sordum birkaç metre ötemde oturup bakışlarıyla elindeki kitabı inceleyen Hamlet'e hitaben. Hamlet kafasını incelediği kitaptan kaldırdı.
"Öyle mi?"
"Öyle."
"Öyle demek," İç çekti. "Bilmiyorum, dikkat etmemiştim."
"Bence bu dünyadaki en önemli şey su," Yorulduğum için esnedim ve konuşmaya devam ettim. "Varis Dirie'ne bu kadar varlığın içerisinde suyu içtiği her anında şükran ediyormuş. Şirin su kaynağımız bol olduğu için çok mutluyum."
"Şirin su kaynaklarımız bol değil bizim." Hamlet beni yanıtladığında kaşlarımı çattım. Ve böylelikle havadan sudan konuşmamızı batırmıştım.
Hamlet uzun bir sessizlik serüveninden sonra uzanıp eline bir kitap daha aldı.
"Ağustos ayında bir hayal kurmaya başladım," diye başladı elindeki kitabı okumaya. "Boğulduğumun hayaliydi bu." Kendi kendine gülümsedi. Bu daha çok hüzünlü bir tablonun içinde yer alan bir gülümsemeydi sanki. "Çünkü çok üzgündüm."
Ağustos ayından boğuluyorsun. Çünkü çok üzüldün.
Raflardan bir kitap aldım ve aldığım öylesine kitabı okumaya başladım. "Ve korsan Karagöz adayı en sonunda gördü." Bir dramatizmi sadece bu şekilde mahv edebilirdim. "Kocaman, ihtişamlı gemisi karaya vurduğunda arkadaşlarıyla birlikte indiler ve barış olan bu adada sonsuza kadar mutlu yaşadılar."
Gülmeye başladım, ve o da güldü.
Akşam saat sekizdi. Yorulmuştuk ve uyumak için her şeyimi verirdim. Çantalarımızı toplayarak hâlâ okuduğumuz saçma salak şeyleri anlatıp gülerek kütüphanenin ışıklarını kapattık.
"Neden benimle zaman geçirmek için uğraşıyorsun?" diye sordu kaldırımda yürürken, geceye yaklaşırken.
"Yıldızlar yok," diye fısıldadım sorusunu es geçerek.
Derin bir nefes alarak gökyüzüne çevirdi bakışlarını, "Evet, yok." Sonra bana baktı. "Neden olmasını istiyorsun ki?"
"Harika olduğunu söylemiştin," Duraksadım. "Yani yıldızlı gecelerin." İç çektim. "Ama şu an gökyüzünde hiç yıldız yok."
Gülümsedi, "Yine de harika." diye fısıldadığını duydum.
"Hımm?" Uykulu bir şekilde ona döndüm.
"Hiç."
Ellerini ceplerine koydu ve paytak adımlarla ilerlerken önündeki küçük taşları tekmelemeye başladı.
"Neden?" diye sordu fısıltıdan farksız bir sesle ve ayağının ucundaki taşı öteye fırlattı. "Niye ki?" Daha çok kendi kendisiyle bir sorgu içindeymiş gibiydi.
Ona bir şeyler sormak istedim. Bunca zaman beni görmemezlikten gelen çocukluk arkadaşımın neden beni bugün redd etmeyip konuştuğunu ve hatta güldüğünü sormak istedim. Ama bu anı bozmak istemedim. Cesaret edemedim. Çoğu şeyi duymak için cesaretim yoktu.
"Hamlet," diye fısıldadım aniden. Sesim dudaklarıma ağır gelmişti bir anlığına. Önüne diktiği kafasını kaldırarak sessizce yüzüme baktı. "Teşekkür ederim," diye tekrar uykulu sesimle fısıldadım.
Teşekkür ederim. Bu gece ölümü ertelediğin için.
"Rica ederim." diyerek kocaman gülümsedi aniden. Bakışlarım gülümsemesinde takılı kalırken, kalbime bir yumrunun oturduğunu ve nefes aldırmadığını hissettim.
"Neden," diye sordum aniden yürüdüğüm kaldırımda duraksayarak. Kirpiklerim göz kapaklarıma ağırlık etti sanki her bir tanesinde binlerce pişmanlık vardı. "Neden aniden benimle konuşmayı kestin?"
Hamlet benim gibi adımlarını durdurdu ve kaşlarını çatarak yüzümü süzdü. "Ne?"
İç çektim. Karanlık sokağı aydınlatan loş gece lambasının altında yanımızdaki nehire düşen yansımamıza, suyun yüzeyine yakın bir yerde uçuşan ve etrafa yeşil ışık yayan ateş böceklerinin üzerinde bakışlarımı uzunca gezdirdim.
"Çocukken arkadaştık," Ona baktım. "Seni çok seviyordum," Gecenin tam ortasında sessizliğin içinde ona bakmayı sürdürdüm. "Sonra aniden benden uzaklaştın," Onu çok özlemiştim. "Sebebini hiç bilemedim." Onu çok özlüyordum. Hâlâ.
"Sebebi neydi?"
"Ova," Hamlet her iki elini ağırca cebine attı ve hafifçe durduğu yerde sallanmaya başladı. "Bilmiyorum."
"Nasıl bilmezsin?" İçimde kaynayan bütün lavların kalbime taştığını hissettim, acı çektim. Ama sonra bu acının zaten var olduğunu farkettim. "Nasıl?" diyerek sorumu yeniledim.
"Sebebini sen bilmiyorsun." diye konuştu. "Sen bilmezken ben nasıl bilebilirim ki?"
Ve sonra gülümsedi.
Gülümsedi.
Birkaç adım geriye attım. Göz kapaklarıma ağırlık eden kirpiklerimin hepsi sivrileşip ok misali bakışlarıma saplandığını hissettim. Baktığım bu manzaranın binlerce okla kaplandığını, yaralandığını ve içinde derin bir pişmanlık barındırdığını farkettim. Nehire yansıyan yansımamıza baktım daha sonra; hafif bir şekilde dalgalanan nehirde yansımam vardı. Etrafında uçuşan ateş böcekleri yoktu, loş sokak lambası görüşümü aydınlatmaya yetmiyordu ve Hamlet, onun yansıması yoktu.
Bazı soruların cevabını hayal ederek alamazdın. Yapamazdın işte.
Aslını isterseniz, geleceği bildiğim, geçmişe dönüp her şeyi düzeltme şansını elimde tuttuğum halde bile olsa ona bu soruyu soramamıştım. Sadece yapamamıştım. Söyleyeceği sözlerin beni kırmasından çok korkmuştum. Ve bu yüzden biz kütüphaneden çıktığımızda pek bir şey konuşmadan sessizce kaldırımda yürümüştük.
Yine de bu gece yorgun olduğu için uyuyacağı, intihara kalkışmayacağı gerçeği benimle yürümek istemediği gerçeğini görmezden gelmeme yardım ediyordu.
Gece, o kütüphanenin içinde kaldı.
Hamlet'in düzelttiği kuklaları içeride kaldı.
Hamlet'in bitirince gideceği kitapları içeride kaldı.
Hamlet'in bu geceki intihar girişimi içeride kaldı.
Aslını isterseniz; içeride kalan tek şey bendim.
Çünkü, eğer birazcık cesaretim olsaydı ve bütün bunları daha önceden yapabilseydim, 16 yaşındayken o gün bütün geceni kütüphanede tek başıma geçirmezdim. Ve kütüphanede uyandığım günün sabahı Hamlet'in gelipte Z rafından son kalan birkaç kitabı da aldığını görmezdim.
Senin için oradaydım; ama senin için hiçbir şey yapamadım.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top