4; havadan sudan konuşmalar



madteen ft. rəssam, yaşamaq olmur.

şah, ən gözəl yağışlar tiflisə yağır.


4.BÖLÜM;
HAVADAN SUDAN KONUŞMALAR.



Yan yana dizili olan büyük pencerelerden içeri sızan oldukça zarif kızıl hüzneler masanın üzerinde duran ve yaklaşık on bir dakikadır yazmak için hiçbir girişim göstermediğim beyaz kağıdın üzerine yansıyordu. Beyaz kağıdın üzerinde kare şeklindeki güneş ışınlarını izledim. Sadece birkaç saniyenin ardından bakışlarım arası açık kalmış pencereye kaymıştı ve okulun kütüphanesindeki tül perdeler serin rüzgarla birlikte hayalperest bir çocuk gibi uçuyor, yaşlı bir adam gibi yorgunca yere iniyordu. 

Önümdeki sandalyede oturup edebiyat kulübünün açılışı için konuşma hazırlayan Nora'nın üzerinde bakışlarımı gezdirdim. Aklından geçen her düşünceni unutmaması için çabuk bir şekilde deftere geçirmeye çalışan Nora'dan başka hiç kimse onun yazdıklarını okuyamazdı, ben bile.

"Hayatı yüzünüzdeki seksi gülümsemeyle yaşayın," Nora elindeki kurşun kalemle saçını kaşıdı. "Sence bu cümle fazla mı resmiyetsiz? Konuşma için uygun olur mu?"

"Konuşman için önemli bir cümleyse sorun değil," diye yanıtladım onu.

Dün Hamlet soruma cevap vermeden gittiğinden beri düşünceliydim. Kolay olmayacağını biliyordum zaten. Yıllardır konuşmadığım ve beni bırakma sebebini dahi bilmediğim arkadaşıma çıkıpta bir anda hiçbir şey olmamış gibi sarılamazdım, benimle yürümesini isteyemezdim ondan. Kalbini bana açmasını beklemek benim aptallığımdı. Eskiden görmezden geldiğim acısını şimdi küçümseyemezdim.

"Bir insanı yeteri kadar tanımak için," Kelimeler dudaklarımdan çıkmadan birbirine çelme taktıkları için mideme geri düşmeye başladılar. İç çektim. Nora düşünceli bakışlarını önündeki yazısından çekerek bana baktı.

"Bir insanı yeteri kadar nasıl tanıyabiliriz?" diye konuştum en sonunda.

"Selam ver," Nora omuz silkti. "Ne yapıyorsun? diye sor. Havadan sudan konuşun."

Sorunda buydu ya, ben onunla havadan sudan konuşmak istemiyordum.

"Öyle değil," Kafamı ağırca sallayarak tekrardan iç çektim. "Ne zaman ne yapacağını bilecek kadar. Neyin onu gülümsetip neyin öldürebileceğini tahmin edecek kadar."

"Konu bahisi geçen kişi Hamlet değil mi?" Nora kaşlarını çatarak adeta polis sorgusundaymışım gibi yüzümün her hattını izlemeye koyuldu.

Sorusu havada asılı kalmıştı.

"Sırf 14 yaşında manik depresyonla uğraşan, intihar düşünceleri ve deneyişlerinden dolayı bacağını kaybeden bir çocuğun bundan ders çıkarıp, derslerini çalışmak yerine sürekli intihara kalkışması yüzünden senin burada sırf onun arkadaşı olduğun için suçluluk, üzüntü ve halsizlik yaşamanı istemiyorum. Hamlet en kısa sürede içinde olduğu ruh halinden çıkmak için ona yardım eli uzatan insanları dinlemeli ve İsaac öğretmenin annesine ulaşmasını hayatını mahv edecek bir şeymiş gibi engellememeli. Ancak bu sayede iyileşebilir. Onun yanında olan ve onu seven insanları bir odaya toplayıp kapılarını yüzüne kilitleyerek hiçkimsesi yokmuş gibi davranamaz."

Nora duraksayarak derin bir nefes aldı.

"Manik depresyon?" diye sordum beyin ağıma ilişen tek düşünceyi söyleyerek. "O da ne?"

"Ova," Nora elini alnına yaslayarak kafasını sallamaya başladı. "Depresyonun ne olduğunu nasıl bilmezsin? Siz zamane gençleri cidden! Kafanızı kaldırmadığınız telefonlarınızdan başka hiçbir şey bilmiyorsunuz."

"Depresyonun ne olduğunu biliyorum," diye konuştum. "Manik depresyon ne?"

"İki uçlu depresyon işte." Gömleğinin ilk iki düğmesini açtı Nora. "Bazı anlarda tükenmişlik sendromundaymış gibi sadece acı çeken ve bazı zamanlarda aşırı haraketli olan depresyon şekli; Hamlet gibi. Bunu nasıl farketmezsin? Okulun yarısı biliyor bunu."

Bakışlarımı hiçbir şey yazmadığım kağıdıma indirdim. Ne kadar çok şey bilmiyormuşum aslında. Bazen en yakın arkadaşım olduğu halde beni bırakan onu suçluyordum ama gerçek şuydu ki, en yakınım olan onun hakkında çoğu şeyi bilmiyordum.

"Dinlemeyi sevdiği şarkı türünden çok tam olarak hangi şarkıyı dinlemeyi sevdiğini öğren. Yazdığı bir şeyleri okumayı dene, ödev defterlerini karıştır yanda köşede aldığı notlara, çizdiği şeylere bak. Yolu nasıl yürüdüğünü izle; bir yere yetişmesi gerekiyormuş gibi hep hızlı mı yürür yoksa dünyayı umursamadan ağırca ya da yürümekten zevk aldığı için mi yavaş yavaş yürüyor, yüzündeki ifadeden anlamaya çalış bunu. Işıkta mı uyumayı sever karanlıkta mı?"

Duraksadı.

"Kendi hakkında en çok sevdiği düşünce ne mesela? Öğren bunları, Ova. Sor ona. Konuşmak için bahane üret ve hangi sözü nasıl bir ifadeyle söylüyor incele. Sadece havadan sudan konuşma, havadan sudan konuşuyorken hangi kelimeye hangi anlamları yüklüyor anlamaya çalış. Hava açık mı diyor, güneşli mi, ışıklı mı yoksa güzel mi? Çok güzel havayı nasıl tanımlıyor, hangi havayı daha çok anlatmayı seviyor. Birisiyle havadan sudan konuşmak, hava ve sudan konuşmak anlamına gelmez. Ve manik depresyonu araştır lütfen. Bu kadar cahil kalma."

Kafamı salladığımda Nora gülümseyerek yazısına geri döndü.

"Birisini oturduğun yerden tanıyamazsın. Konuşmalısın. Birisinin sana anlattığı kadarıyla anlayamazsın. Konuşmalısın. Birisini sırf çok istediğin için kurtaramazsın. Konuşmalısın. Bir şeyler yapmak için önce konuşmalısın." İç çekti. "Eğer susup oturacaksan o kişinin hayatında olmasının bir anlamı kalmaz. Birisini hayatta tutmak için ismini çağırıp, konuşmalısın."

Ben her zaman birisiyle havadan sudan konuşmayı tuhaf bulurdum. Derin konuşmaları severdim. Havanın güzel olup olmamasını konuşmak yerine neden bugün annesiyle kavga ettiğini anlatmasını isterdim. Havanın nasıl olduğunu zaten ikimizde görüyorduk. Odasında yalnız olduğunda ne yapmayı sevdiğini anlatmasını isterdim, hangi şarkının sözlerini neden sevdiğini, filmdeki kızın saç renginin neden sinirlerini bozduğunu ya da bugün neden her gün giydiği tarzından farklı şeyler giydiğini konuşmak isterdim.

Ama sonra şunu farkettim; insanlar insanlarla öyle kolayca derin şeyler hakkında konuşamazlardı. Havadan sudan konuşmak daha kolaydı.

Nora'nın söylediklerini önümdeki deftere not aldım; pencereden üfüren serin havayla kalkıp inen tül perde ve beyaz kağıdıma vuran zarif kızıl güneş hüznelerinin eşliğinde.

"Onu seviyor musun?" diye konuştu Nora kafamı masaya yatırarak güneş ışığında uçuşan ölü hücreleri izlemeye koyulduğumda. Bir süre sessizce sorusunun havada ölü hücrelerin arasında kalışını izledim.

"O benim arkadaşımdı, tabii ki onu seviyorum."

"Ne kadar seviyorsun?"

"Ne fark eder?"

"Çünkü birisinin ona olan sevgisinin miktarı dünyada kalmasını sağlayabilir."


˚✩

"Ortalama bir serçenin beyninden farkı olmayan ölçüdeki beyninin 12 ayrı yerden uyarılması ve dopamin, adrenalin, gibi hiç duymadığın, kaşlarını çatarak yüzüme bakmanı sağlayacak maddelerin salımı yüzünden burda seninle birlikte beynimdeki Rome ve Juliet aşkına ihanet etmek istemiyorum,"

Nora kısa tırnaklarına bakarak bıkkın bir şekilde konuştuğunda çöle düşmüş dinazor olduğunu düşünmekle meşguldüm. Tam olarak neyden konuşup yine beni gizli imalarıyla aşağılıyordu?

"Ne diyorsun?" Bakışlarımı yine aynı yere dikerek Nora'nı umursamazlıktan geldim. Onu büyük bir dikkat ve düşünceyle yazdığı açılış konuşmasını hazırlamaktan alıkoyduğum için beni dövecek kadar sinirliydi.

"Diyorum ki," Nora tekrardan aynı sakinlikle bir şeyler anlatmaya yeltenmişti ki onu durdurdum. "Sormadım varsay."

Tam olarak kütüphanedeydik; oturduğumuz masadan kalkıp kitap raflarının arasında durmuş, ileride oturan ve boşluğa dakikalardır hiçbir şey yapmadan bakan Hamlet'i izliyorduk.

Aslında Nora izlemekten çok söyleniyor, toplam 6205 gün yaşayacağı şu hayatta 40 dakikasını çaldığım için bana durmadan fırça atıyordu.

"Pekala," diyerek yaslandığı kitap rafından doğruldu ve omuzunu silkti Nora, "Neden yanına gitmiyorsun?"

"Bilmiyorum," diye kaçamak bir cevap verdim.

Kaşlarını kaldırdı. "Sapık gibi davrandığının farkında mısın peki?"

"Sadece onu izliyorum." diyerek sapık damgasını üzerimden atmaya çalıştım.

"Evet, tam olarak her gün. Akşam eve bile bırakıyorsun." Nora'nın ifadesizliği derinleşti. "Aranızdaki 7 buçuk mesafeyle hemde."

"Çekingen bir platonikimdir belki." Tekrardan bakışlarımı Hamlet'e çevirdiğimde hâlâ aynı ifadesizlik ve sessizlikle boşluğu izlediğini gördüm ve bu içimi sızlattı. Kırk dakikadır öylece oturup boşluğu izliyordu.

"Sadece 16 yaşındasın, Ova."

"Ne alakası var?"

"16 yaşındaki platonikler ilkokullarda ayıp diye tanımlanan yerlerini ellerler, günlüklerinde karınlarındaki kelebeklerden bahs ederler, kulaklıklarını takıp bütün dünyadan kopmuş gibi arka sırada oturup pencereden dışarısını izlerler, kitap okur, şiir yazarlar, ya da basit diyaloglar kurmaya çalışırlar," derin bir nefes aldı. "Sen ızdırap çekiyorsun."

Bakışlarımı Hamlet'in üzerinden alarak Nora'ya diktim. "Lev Tolstoy, kafa sayısı kadar düşüncenin olduğu gibi kalp sayısı kadar aşk çeşidi de olduğunu söylemişti. Herkes aşkı farklı yaşar, Nora. 16 yaşındayım diye acı çekmeyeceğimin bir garantisi yok sonuçta."

"Sen sadece ünlü yazarların sözlerini kendi durumuna yamayarak uydurmaya çalışan kavuşamayanları konu alındığı yabancı dizi kölesisin. Aşk bu kadar basit bir şey değil."

Sözleri havada asılı kaldı.

Nora arkasına saklandığımız kitap rafına yaslanarak irelideki sessiz olmaya çalışarak kavga eden ikiliyi izlemeye koyuldu.

Düne baktığımda saçını bugün biraz daha kesmiş olmalıydı. Son 4 ayda saçına fazla makas vuruyordu; eskiden dizlerine kadar uzanan saçları vardı, üç ay on iki gün önce dirseklerine kadar kesti, daha sonra her hafta saçından birkaç santimetre kesiyordu ve artık bugün saçı kulaklarının hizasındaydı.

Ona bunu neden yaptığını sorduğumdaysa bana, sistemin dayattığı Sülfatla doldurulmuş şampuanlarla saçını yıkayarak kalp ve ciğerlerinin iltihaplanma riskini alamayacağını, söylemişti.

"Sadece git onunla konuş," İç çekti. "Siz arkadaştınız sonuçta."

"Her şey sen düşündüğün gibi kolay değil işte!" diye sinirlerim bozulmuş bir şekilde çıkıştım. "Hiç aşık olamamış sen için çok mu biliyorsun aşkı sen?"

Oturduğum yerden ayağa kalktım. "Her hafta kendine olan öfkesini saçlarından çıkaran birisi olarak sen mi 16 yaşında ızdırap çekiyorsun?"

Kısa bir sessizlik.

Sessizlik.

Kaçırılan bakışlar, titreyen dudaklar ve kırılan ifadesizlik. Arkadaşımın yüzündeki çatlayan maskeden dışarı akan çiçekler, çiçeklerin solmuş olduğunu anlayan ben ve yumruk yapılan eller, avuç içlerine geçirilmiş yenmiş tırnaklar, kısa bir sessizliğin içindeki uzun duraksama.

Nora bir adım geri attı.

İfadesizliği kırılmıştı, kafasını iki yana sallayarak arkasını döndü ve ağır adımlarla uzaklaşmaya başladı. Üzerime yıkıp gittiği sessizlik tarafından her saniye aşağıya doğru çekiliyordum. Böyleydi işte. Hiç susmayan Nora bile kırıldığında kendi kabuğuna çekilerek, sessizce uzaklaşırdı her şeyden.

"Nora," diye fısıldadım.

Aynı şeyi tekrardan nasıl yapabildim ki?

Sadece on üç yaşımızdayken Nora'nın babasına sövmüştüm. Ama bunun için bana kızmamış, babasına sövdüğümü ve onun kişiliğiyle bir alakasının olmadığını hatta sorunumu babasıyla halletmemi tavsiye etmişti.

Ama şimdi ikimizde on altımızdaydık ve aslını isterseniz tek bir kelime bizi uçurumdan itmeye yeterdi.

Ve sonra on altıncı yaşın ne kadar hassas olduğunu anladım.

Bir insanın hayatına atılmış bomba etkisi yaratan, hiç söylenmemiş gibi söylenmiş sözleri geri alamayacağımı biliyordum. Ama en ucuz hasarla bombadan kurtulmak için bir şeyler yapmalıydım. Zamanında yapamadığım ve o bombanın birisini nasıl parçaladığına şahit olmayacağım bir şeyler.

İleride pişman olmamak için bu anıyı değiştirmeliydim.

Bir adım attım ona doğru. Ve başka bir adım daha. Birbirine ayak uyduran adımlar sırayla yürüdüler.

Bluzunun etek ucunda tutundum daha sonra, "Üzgünüm, öyle demek istemediğimi ikimizde biliyoruz." diye mırıldandım.

Üzgünüm.

Senin hiç acın yokmuş gibi her zaman sana çeliktenmişsin gibi davrandığın için.

Nora'nın bana dönerek sarılmasını bekliyordum ama aslını isterseniz öyle olmamıştı. Nora hızla bana dönerek omuzlarımdan beni bütün gücüyle iterek, dengemi kaybetmemi sağlamıştı.

"Haklısın ben aşkı bilmiyorum, hiç aşık olmadım. Doğduğumdan beri sapım hatta." diye bağırdı yüzüme doğru ve beni arkaya itmeye devam etti. "Ama yine de sana ızdırap veren duygunun aşk olmadığını çok iyi biliyorum." Gözlerime baktı. "Aşıksan aşık gibi davran. Bir sürü aptalca şeyler yap. Gelecekte var olacak yaşlı bir Ova için!"

Son itişinden sadece birkaç saniye önce gülümsediğini gördüm ve daha sonra beni öyle bir itti ki yere düşdüm. Sonra onun arkasını dönerek uzaklaştığını ve birisinin bana seslendiğini duydum. Her şey sadece birkaç saniye içinde, takip edemediğim süre zarfında gerçekleşmişti.

"Merhaba," diye mırıldanan Hamlet'in kısık sesini duydum. Sonra olduğum yere baktım ve kucağında oturduğumu anlamamla kaşlarımı kaldırdım.

Nora'nın iflah olmaz bir kişilik olduğunu söylemiş miydim? Söylemediysem diye söylüyorum ki, aklına esen her şeyi yapardı. Sonuçlarını umursamadan.

Bu anının böyle ilerlemediğini çok iyi biliyordum. Ama onu değiştirmiştim ve aslını isterseniz eğer, pişman değildim.

"Merhaba." diyerek rahatsızca mırıldandım ben de onun gibi. Yüzüne bakmaktan çok kucağındaki bedenime bakarak olayın tuhaflığını sindirmeye çalışıyordum.

Benimle yürümek istemeyen bir çocuğun kucağında oturuyordum.

Sonra durumu nasıl kurtaracağımı düşündüm. Kucağından kalkarak başlayabilirdim mesela ama açıkçası bunu istemiyordum. Bir kere düşmüştüm kucağına mecburen de olsa yakınımda olduğu için benimle konuşmak zorunda kalacaktı böylelikle. Gün boyu, onu nerede tesadüfen gördümse hep uzaklaşmıştı benden.

"Nora'yla konuşuyorduk ve sonra deve güreşi yapmaya çalıştık ama kütüphanede olduğumuzu hatırladık ve Nora kendini fazla kaptırmıştı. Ve.." Cümlemi yarıda bırakarak derin nefes aldım. "Selam, nasılsın?"

Hamlet gülümsedi.

Duraksadım.

Gözleri kırmızıydı.

"Neden ağlıyorsun?" diye fısıldadım aniden.

Neden kırk üç dakikadır sadece boşluğu izliyordun? Öylece, sessizce hem de?

"Öylesine," dedi gülümsemelerinin arasından.

Yoksa yine ölmekle ilgili mi düşünüyordun?

"Peçete ister misin?"

Eğer 16 yaşında ölürsen çoğu şeyi kaybedeceğinin farkında mısın yoksa acın o kadar derin ki, bunu umursamıyorsun bile?

"Aslında isterim."

Peki ya çoğu şeyi bir daha göremeyeceğini biliyor musun?

Ve sen henüz 16 yaşında bile değilsin.

Peçete çıkarmak için cebimi aradım fakat tetikte olan bir kız olmadığımdan peçetem yoktu. Dudaklarımı düz bir çizgi haline getirerek ona baktım. Beni anlamış gibi gülümsedi.

Daha sonra başka bir şey düşündüm; Bluzumun kolunu parmak uçlarıma kadar çekerek yanağındaki yaşları silmeye başladım.

"İyi misin şimdi?" diye sordum.

Tek omzunu silkti. "İyiyim."

İyi değilsin.

Bir şeyler söylemek istesemde yapamadım ve kucağından doğrularak kalktım. Okulun verdiği kareli kırmızı eteğimi düzelttim. Kalkmasını bekledim ama kalkmadı. Hâlâ yerde oturmuş, ayağa kalkan beni izliyordu. Bir süre sonra bakışlarını benden kaçırdı ve son kırk üç dakikadır izlediği o boşluğa tekrardan baktı.

İntihar düşünceleri.

Elimi gözünün önünde sallamaya başladım. Bakışlarını o boşluktan çekti ve yüzüme baktı. Elimi uzattım ve gülümsedim. "Haydi kalk."

"Sen git," diye mırıldandı. Ben biraz daha intihar hakkında düşüneceğim.

Geçmişte yanına hiç gelmeden saatlerce seni uzaktan izlemiştim ve okulun çıkış saatinde sessizce ayağa kalkıp eve gitmiştin. Senin için ben, hiçbir şey yapamamıştım. Acı çektiğini görüyordum ve acıyı tek başına sırtlanmanı uzaktan izlemiştim öylece, sessizce.

Bu anıyı değiştireceğim. Seni kurtaracağım. Söz veriyorum.

Daha sonra bakışları tekrardan boşluğa doğru kaydığında hızla eğildim ve iki elimle elinden sıkıca tuttum. Sonra onu zorla kendime çekmeye başladım.

"Çok güzel bir fikrim var. Benimle zaman geçirmekten nefret ettiğini biliyorum ama bana yardım etmelisin." Durmaksızın onu çekiştirmeye devam ediyordum.

"Haydi ama."

En sonunda bütün itirazlarına rağmen onu kaldırmayı başardığımda gülümsedim ve birlikte yürümeye başladık. Benim sabahtan beri övdüğüm muhteşem fikrimi uygulamaya götürüyordum onu ama küçük bir sorunumuz vardı.

Ortada muhteşem bir fikir yoktu. Ortada fikir diye bir şey bile yoktu.

Hamlet önümden ilerlemeye başladığında çevik bir haraketle arkama döndüm ve sabahtan beri izlediği boşluğa orta parmağımı gösterdim.

Önemli değildi.

Daha sonra koşarak bunu görmeyen Hamlet'in yanına gittim ve gülümseyerek ona fikrimin ne kadar muhteşem olduğuyla ilgili şeyler anlatıp durdum.

Önemli değildi; o boşluğun içindeki intihar düşünceleriyle kafamıza girmeye çalışmasının, ne kadar çok acı çektiğimizin, bazen pes ederek sadece tavanı izlememizin ve kimsesiz olmamızın.

Acı çekmemizin bir önemi yoktu.

16 yaşında olmamızın bir önemi yoktu.

Biz her zaman biz olarak kalacaktık, 16, 17, 19, 21, 39 ve kırk birimizde bile bu böyle olacaktı. Kaç yaşında olursak olalım, o boşluğa orta parmağımızı göstermeyi başarmalıydık.

Yapmalıydık. Mutlaka yapmalıydık hem de.

Gelecekte var olacak bizler için.



☪︎⋆
┊ ⊹
✯ ⋆ ┊ . ˚
˚✩

Nasılsın bugün?

Umarım iyisindir ve umarım hâlâ buradasındır. Dünyada kal. Kalman için ismini sesleneceğim ama ismini bilmediğimin ikimizde farkındayız. Yine de ismini sesleneceğim.

Kelimelerle değil.

Kalbimle.

Lütfen dünyada kalmaya devam et. Sana anlatmak istediğim çok şey var. Bunun harika bir hikaye olmadığını biliyorum ama senin için sana anlatmak istediklerimi sonuna kadar oku.

Ve dünyada kalmaya devam et.

Çünkü her kim olursan ol, ölmeni istemiyorum.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top