17; ah, sen.
♪
class of 2013, mitski.
17.BÖLÜM;
Ah, sen.
"Ova?" Venüs'ün kapı pervazına yaslanan bedenini farkettiğimde çatı katındaki onun eski odasında bir köşeye sinerek oturmuş, odanın nemli havası yüzünden küf kokmaya başlayan yorganla üzerimi kapatmıştım. Oda karanlıktı ve ben fazla yer kaplamayan bedenimi burada saklayabileceğimden artık emin değildim. İnsanlar fakrediyorlardı. İnsanlar hüznümü görmeye başlamıştı. Şimdi, sadece bedenimi değil, duygularımı da saklamam gerekiyordu ve ben öfkeyle parlarken bu çok zordu.
"Efendim?" diye fısıldadım karanlığın içinden kıpırdamadan. Umarım çabuk giderdi ve ben aşağılık hayatımı yine bu odada saatlerce karanlıkta otururken bitirirdim.
"Aşağı gelir misin?" Venüs'ün sesi yumuşak ve merhametliydi. Böylesine zarif konuşması ve yalnız hissettiğim zamanlarda aniden belirmesi onun hakkında sevdiğim çoğu şeyden bir tanesiydi sadece. Onu çok seviyordum. Çünkü beni sarıp sarmalar, önemserdi. Beni neden sevdiğini sorgulardım hep. Çünkü ona karşı sadece sessiz ve ifadesizdim.Onu sevmek için bana bir sürü sebep vermiş olmasına rağmen onu sadece görmezden gelen beni sevmesi için ona elle tutulur hiçbir sebep sunmamıştım. Beni neden seviyordu ki?
"İstemiyorum,"
Venüs odadan içeriye birkaç adım attığında daldığım boşluktan bakışlarımı çekip alarak onun bana doğru ilerleyen bedenine sabitlemiştim. Bana yaklaştığında hemen önüme çökerek oturdu ve dizlerini karnına kadar çekip kollarını etrafına doladı. Şimdi ikimizde aynı pozisyonda oturmuş birbirimizi izliyorduk.
"Hamlet," diye fısıldadım aniden. Adının dudaklarımdan böylesine döküleceğine inanamamıştım. "Hamlet öldü."
Venüs'ün dudaklarına iliştirilen belirsizlik içinde olduğum duyguları daha da tetiklediğinde neden ve nasıl zihnimdeki tek düşüncenin bu olduğunu sorgulamamıştım.
"En yakını benim sanmıştım," Başım o kadar ağır gelmişti ki, boynumun kopacağını düşünmeye başlamıştım. "Arkadaşlığımız uzun süre önce bitmişti oysa. Nasıl farketmem? Hala tek arkadaşı benim sanmıştım."
"Biliyorsun, insanların hayatlarındaki konumunu sen belirleyemezsin. Senin sahip olduğun tek kişi o olsa da, onun sahip olduğu tek kişi sen olmak zorunda değil."
Biliyordum.
Biliyordum, Venüs. Gerçekten biliyordum.
Ama bazen bilemiyordum.
"Bu kadar zaman en yakını ben olduğumu sanmışım. Bugün farkettim ki, eskiden tanıdığım o çocuk artık yok."
Venüs'ün aramıza savurduğu sözcükler boğazıma dolanmaya başladığında nefeslerimin onun bakışlarında kesildiğini hissettim. "Hamlet öldüğü için gerçekten çok üzgünüm." Nasıl olurdu da, benim kadar tanımasanda onu, yokluğu seni de üzelibiliyordu?
"Hayır kimi kandırıyorum? Yaşasaydı bile yine eskiden tanıdığım o çocuk olmayacağını biliyorum." Hiçbir dudaktan çıkan kelimenin canımı kendi kelimelerim kadar yakamayacağını anladım. "Onu uzun bir süre önce tanımıştım ve zamanımızın çoğunu dokuz ve yedi yaşındaki arkadaşlar olarak geçirmiştik. Şimdi on altı yaşındaki Ova olarak on dört yaşındaki Hamlet hakkında hiçbir şey bilmediğimi farkettim. Yedi yaşındaki Hamlet tuhaf melodisi olan şarkıları çok severdi ve o şarkıların etkisiyle saçlarını garip şekillerde şekillendirirdi ama on dört yaşındaki onun şarkı yazmak istediğini hiç bilememiştim. Yedi yaşındaki Hamlet'in derslerinde çok başarılı olduğunu hatırlıyorum bana yazmayı bile o öğretmişti ondan iki yaş büyük olmama rağmen. Ama on dört yaşındaki Hamlet derslerinde çok zayıftı ve zamanının çoğunu roman okuyarak geçirirdi. Hamlet'in depresyonda olduğunu ve hep üzgün hissettiğini düşünürdüm. İra onunla bolca eğlendiğini, güldüğünü ve hatta hayallerini birlikte kurduklarını söyledi. Ah, diye düşündüm o an. Hamlet'in hayalleri varmış. Onu sadece ölmek isteyen biri olarak görmeseydim yaptığı diğer şeyleri de fark edebilirdim belki de."
Onu gerçekten sevmiş miydim ben?
Ona olan sevgim onu üzmek için yeterli behaneleri vermiş miydi bana?
Ben gerçekten Hamlet'i sevmiş miydim yoksa sadece ona karşı suçlu mu hissetmiştim?
Keşke ona olan sevgim bir şeyler yapabilmiş olsaydı.
Keşke ona olan sevgimin kolları olsaydı ve ona sarılarak varlığını hala hayatımda tutabilmiş olsaydı.
Keşke ona olan sevgimin bir değeri olsaydı.
"Uzun zaman önce arkadaşımı kaybettim, Venüs. Hamlet'i o daha intihar etmeden çok önce kaybetmiştim ben. Yıllarca sadece eski arkadaşlığımızın anılarına tutunup durmuşum. Öyle ki, Hamlet'in artık tanımadığım o çocuk olduğunu bile farkedememişim. Büyümüş. Değişmiş. Hayatını farklı şekillerde yaşamış. Başkalarıyla arkadaşlıklar kurmuş. Anılar biriktirmiş. Bir şekilde yaşamaya devam etmiş. Ve gerçek şu ki, beni gerçekten unutmuş. Onun için çocukluk arkadaşından fazlası değilmişim."
Köprünün altında, ateş böcekleriyle sarılı o gölün etrafında zaman geçiren o çocuklar çok güzeldi ama geçmişte kalmışlardı. Onları geleceğe taşıyamamıştım.
"Aslına bakarsan, haklı. Tekrardan arkadaş olmak için çabalamak yerine bütün zamanını Nora'yla geçiren ve kendi hayatıyla ilgilenen ilk kişi bendim. O ve arkadaşlığımızdan ilk vazgeçen bendim. Şimdi onu yargılayamam."
Onunla birlikte büyüyeceğimizi sanmıştım.
Birkaç yıl sonra salonda oturarak çocukken çekildiğimiz fotoğraflara bakarken eski komik anıları birbirimize anlatıp alay edeceğimi, eğleneceğimi düşünmüştüm. Üniversiteye kabul edildiğinde ona hediye alacağımı ve bunu ilk biramızı içerken kutlayacağımızı düşünmüştüm. İki yetişkin olarak başka ülkeye seyahat ettiğimizde atlattığımız zor zamanlar için birbirimizle gurur duyacağımız o konuşmaları yapacağımızı ve "Seninle tanıştığım için mutluyum." diyeceğimizi düşünmüştüm.
Kızıl tarlanın hasat verdiğini birlikte göreceğimizi sanmıştım.
Ah.
"Sanırım, buraya kadarmış." Etrafımı saran yorgana sıkıca sarılarak içinde kaybolmayı diledim. Hamlet ve Ova diye bir kavram yoktu. En başından farkında olmama rağmen sadece kendimi kandırıyordum. "Onu kurtarmayı denemekten vazgeçiyorum."
Acı vericiydi.
Onun hakkındaki her şey neden acı vericiydi? Onu hafızamda çiçekli yollarda yürürken hatırlamak istememe rağmen neden onunla ilgili her anım hüzünlüydü? Gerçekten mutlu hisseden bir çocuk olmasını istemiştim. Hafızamda onunla ilgili sadece beni üzen anıların kalmasını istemiyordum ama artık onu hatırlamak acı vericiydi.
"İyi olacak mısın sen, Ova?"
Umarım iyi olurdum.
Umarım artık onu ve anılarını atlatırdım.
Umarım onu unuturdum.
"Bunu sana hiç söylemediğimin farkındayım ama seni seviyorum, Venüs." Ona ve karanlık odaya sızan ışığın yüzünde canlanan hüznelerine baktığımda ani itirafımı beklemediğini gerilen kaşlarından anlamıştım.
Neden sürekli Hamlet'in acısını düşünüp, onu kurtarmaya çalışmıştım ki?
Neden birileri seni kurtarmak zorundaydı? Neden bundan sorumlu olan kişi kendin değildin?
Kurtarılmaya ihtiyacı olan sadece sen değildin, Hamlet.
"Umarım uzun bir süre seni etrafımda görmeye devam ederim. Umarım uzun bir süre kalırsın, Venüs." Kurtarılmaya ihtiyacı olan diğer insanlar da vardı. "Senin ruhunun neye benzediğini hiç göremediğim için üzgünüm. Gerçek şu ki, ben bunca zaman sadece kendimden nefret edip durdum. Benimle konuştuğunda sana cevap vermememin sebebi, cevap verecek birisi olmadığımı düşünmemdi. Varlığımı kabul edemeyecek kadar nefret ettim kendimden. Ama bilmeni isterim ki, ben her zaman seni çok sevdim. Bazen gerçekten evdeymişim gibi hissederdim seninleyken. Seni görmezden geldiğim bütün o zamanlar için çok üzgünüm ben. Keşke yeteri kadar cesur olsaydım da bütün bunları sana daha önceden söyleyebilseydim. Bu kadar geç kaldığım için üzgünüm. Çok üzgünüm hem de."
Uzanarak Venüs'ün elini tuttum. "Sen benim ailemsin. Benim ailem olduğun için çok mutluyum."
Benim sevdiğim diğer insanlar da vardı.
Onlara olan sevgimin onları gerçekten kurtarabilecek insanlar vardı.
Onları nasıl görmezden gelebilmiştim?
Venüs tuttuğum elini elimin üzerine koyarak sıkıca kavradı. "Ova'nın abisi diye çağırılmaktan çok gururluyum. Umarım uzunca bir süre böyle çağırılmağa devam ederim."
Sevdiğim diğer insanlar.
Beni seven diğer insanlar.
Hayatımda hala kalmaya devam ettiği için minnettar olduğum onlarca insan.
Nora bir keresinde, eğer Hamlet onun için orada olan insanları bir odaya toplayıp kapıyı üzerlerine kilitlerse, yalnız kaldığı için ağlayamaz, demişti. Benim de yaptığım aynı şey değil miydi? Hayatımda olan insanları görmezden gelerek, etrafıma duvarlar örmüştüm ve o duvarların içinde hiç kimsenin beni görmediği için acı çekip durmuştum.
Kurtarılmaya gerçekten ihtiyacı olan insanlar vardı ve ben şimdi elimi onlara uzatabilirdim. Onları kurtarmak için bana izin verirlerdi.
Öyleyse, neden hala üzgün hissetmeye devam ediyordum?
Bu his hep var olacak mıydı?
"Aşağı inelim," Venüs tekrardan kibar sesiyle sorduğunda ona karşı çıkmamıştım. Sadece birkaç dakika içerisinde sarıldığım yorganın içinden çıkmış, üzerime geçirdiğim Venüs'ün eski kıyafetleriyle birlikte salona doğru ilerlemiş, merdivenleri inerken düşüncelerimin ağırlığıyla devrilmemek için Venüs'ün elinden tutmaya devam etmiş ve salonun önünde vardığımda gözlerim önüne serilen manzarayla bir adım daha atamamıştım.
Bakışalrımı usulca tam yanımda durarak elimi sıkıca tutmuş ağabeyime çevirdim. Bana gülümseyen yüzü bir kalbimin olduğunu ve hala atmaya devam ettiğini hatırlatmıştı bana. "Biz yetişkinleri bilirsin, zaman zaman işlerimiz yolunda gitmeyebilir ve evin giderlerini ödediğimiz için sadece bizim üzgün hissetmeye hakkımız olduğunu düşünebiliyoruz. Ama bir aileye sahipsin sen, Ova. Eğer kötü hissedersen her zaman senin için burada olacağız."
"Senin için şeftali bile aldım, Ova. Gel hadi." Büyükannem gözlerini televizyondan çekerek bana baktığında ne tepki vereceğimi kestirememiştim.
"Büyükannem çok sevdiği arkadaşı televizyonu kapatıp, şeftali almaya markete gittiğinde evdeki durumu görmeliydin, Ova. hepimiz pencerede bekledik kırk dakika soluksuz. Tarihi bir andı." Sonia oturduğu halıda ayaklarını öne doğru uzatarak heyecanla anlattığında gözlerime dolmaya başlayan yaşlara engel olamamıştım.
"Sen sus şırfıntı. Boşuna bekleyeceğine gelip yardım etseydin."
"Amma büyükanne nasıl konuşuyorsun benimle öyle, torununum ben senin."
"Deden de kocamdı ama şerefsizin tekiydi." Büyükannem konuyu yine dedeme çekerek söylenmeye koyulduğunda gülmeden edememiştim.
Herkes salondaydı.
Büyükannem, Sonia, Han, Serra ve annem. Televizyonun oraya saldıkları yer yatağının üzerine uzanmıştılar ve önlerindeki şeftaliyi yiyorlardı.
"Bugün herkesle birlikte uyuyacağız." Venüs'le onların yanına yürüdüğümüzde konuşmuştu.
"Artık uyuyalım ya," diye yakındı Serra. "Gecenin üçü neredeyse ve yarın erkenden işe gitmeliyiz."
Serra'nın lafının bitmesiyle Han'ın kafasına güzelce geçirmesi eş zamanlı gerçekleşmişti. "Dramatik aile anı yaşıyoruz, domuz. Az düşünceli ol."
"Benim de çok uykum var," diye konuştuğumda Sonia'nın yanına yorganın altına girdim ve ablama sıkıca sarıldım. "Güzelce uyuyalım hepimiz."
"Çocuklar," diye konuştuğunu duydum annemin ve bakışlarım ona doğru kaydığında yine beyaz saten geceliğini giyerek çok güzel göründüğünü farkettim. "Yarın sizin için çilekli turta yapacağım."
"Çocukluğumuzdaki gibi!" Venüs bağırarak araya girdiğinde gülümsemiştim.
"Zehirlemez değil mi bizi? Onu ölü odasından çekip buraya getirdiğimiz için kızmıştır falan–" daha Serra'nın lafı bitmeden annemin ona doğru fırlattığı yastıkla sola doğru devrildi inleyerek.
"Ben cadı mıyım? Annene nasıl yakıştırırsın öyle şeyleri?" Annem Serra'ya çemkirdiğinde Sonia'nın kahkahasını duydum.
"Sana zamanında hepsinin hayırsız olacağını söylemiştim. Bunlara harcadığın paraya daha büyük ekranlı televizyon almalıydın."
"Büyükanne sana kalsa hepimizin kıçına tekmeyi basmıştın şimdiye." Serra gözlerini kısarak hayıflanmaya başladı.
Keşke babam da burada olsaydı diye geçirdim içimden. Aynı eski zamanlardaki gibi. Ama bunu dışımdan söylememeye karar verdim çünkü belli ki, herkesi toplayan Venüs onu da çağırmıştır ama gelememiştir. Şimdi ondan bahs ederek diğerlerinin burada olmadığı için üzülmesini istemiyordum.
Sonra birkaç dakika daha sohbet etmeyi sürdürdük ve sonra uyumaya koyulduk. Serra ve Han en dipte uzanmışlardı, onların hemen yanında annem, onun yanında Sonia, Sonia'nın yanında ben ve benim yanımda Venüs uzanmıştı. Büyükannem kısık sesle de olsa hala televizyon izlemeye devam ediyordu.
Üzerinden uzun bir süre geçse de içimden sürekli tekrar etmeyi durduramamıştım; Keşke babam da burada olsaydı. Keşke dedem de burada olsaydı. Keşke Nora da burada olsaydı. Keşke İsaac öğretmen de burada olsaydı. Keşke Hamlet de burada olsaydı.
Kaybettiğim bütün insanları özlediğimi hissettim.
Uyuyamayacağımı anladığımda sessiz olmaya dikkat ederek uzandığım yerden kalktım ve büyükannemin oturduğu koltuğun yanına giderek ayaklarının oraya çökerek oturdum. Büyükannem uyumadığımı gördüğünde hiçbir şey söylemedi, ben de konuşamayacak kadar yorgundum zaten.
"Dedemi özlüyorum, büyükanne."
"Ben de."
Sonra uzunca bir süre, büyükannem ve ben sessizlik içinde oturarak televizyon izledik.
**•̩̩͙✩•̩̩͙*˚
Okulun benim için uzaklaştırma kararı çıkaracağına her ne kadar emin olsam da gerçekleşen olay bundan çok daha farklıydı; Haftada iki kez okulun psikoloğunu ziyarete gitmeliydim ve hafifletici nedenlerden dolayı diğerlerinden farklı olarak sadece sayılı derslere giriyordum. Kalan zamanımdaysa, okulun derneklerine katılmak ve yardımcı olmak gibi görevlerim vardı. Varlığımı görmezden gelen ben için onlarla insanla konuşma fikri çok uzak ve uzak gelse de, karşı çıkabileceğim bir durumda değildim. Derneklere katılma fikrinin kimden çıktığına emindim oysa.
"Nora!" diye seslendim az ileride koridorda arkadaşımı gördüğümde. Ona doğru attığım ilk adımın arkasından ayaklarım tabanlarından yere çivilenmişti çünkü karşılaştığım görüntü karşısında durulmuştum. Nora'nın o çok sevdiği saçları şimdi yoktu. Onları kısacık kesmiş ve koyu yeşile boyamıştı.
Nora?
"Nora." Ona doğru başka bir adım attım. Beni duymamıştı. Pencerenin oraya bıraktığı çantasının içinden müzik çalarını alarak kulaklarına geçirmesinin ardından çantasını da tekrardan omzuna takmıştı. Tekrardan ona seslendiğimde müzik çalarından şarkı açtığını biliyordum ama ona seslenmekten alıkoyamamıştım kendimi. Sanki müzik çaları değil, kısacık ve mavi yeşil rengindeki saçları engelliyordu ona seslenişimi duymasını.
Nora bana taraf döndü, müzik çalarından şarkı seçerken bana doğru yürümeye başladı ve ona yaklaşan adımlarım bedenlerimizi biraz daha yaklaştırırken tekrardan dudaklarımdan onun ismi döküldü. "Nora." Ve Nora'nın bakışları beni bulduğunda bunun sadece iki saniyeden ibaret olacağını bilmiyordum.
Bana baktı, bakışlarını benden aldı ve yanımdan öylece geçerek gitti.
Adımlarım durduğunda koridorun ortasında öylece kalmıştım. Beni görmesine rağmen neden orada hiç varolmamışım gibi davranmıştı, bilmiyordum. Sorunun nereden başladığını bile bilmiyordum. Dayanılmaz varlığım onun içinde dayanılmaz bir hale gelmiş olmalıydı. Aynadaki yansımama zorla bakan bakışlarıma rağmen onun beni görmeyi sevdiğini sanıyordum. Bana İsaac öğretmen gibi kendimi sevmemi söylemese de, bunu beni severek gösterirdi bana.
"Bak," der gibiydi hep. "Böyle sevmelisin kendini işte."
Duraksadım. Nora'yı da kaybedemezdim. Onun da Hamlet gibi yanımdan öylece geçip gitmesine izin veremezdim. Onun da beni unutarak devam ettiği hayatını uzaktan izlemek istemiyordum.
Arkamı dönerek onun yürüdüğü tarafa koşar adımlar atmam ve bedenlerimiz arasındaki mesafe azaldığında uzanarak onu kolundan tutmam sadece bir dakikamı alsa da, merdivenlerin orada ifadesiz gözlerle yüzüme bakan arkadaşım bana hissettirdiği duygular milyonlarca yılın ağırlığını taşıyordu sanki.
"Sarı hırkamı giyiyorum ve bu farkedilmemesi çok zor olan bir renk tonu. Öyleyse, neden beni görmüyorsun?" Onun kısacık saçlarının arasında kaybolan kelimelerim yüzündeki ifadenin çatlamasını sağlasa da, kırılmasına vesile olamamıştı.
"Seni görmeyen ben miyim, Ova?" Nora kulaklıklarını tek eliyle çıkardığında sırtını duvara yaslamış, donuk bakışlarını yüzümde dolaştırmıştı. "O kadar fazla kendi halindesin ki, günlerdir sınıfta yanında oturmama rağmen benimle konuşmuyorsun. Yüzüme bile bakmıyorsun. Birlikte bir şeyler yapmayı teklif ettiğimde beni duymuyorsun, okula gitmediğim zamanlarda bunu farketmiyorsun dahi. Saçımı kestiğimi ve boyadığımı bile farketmemişsin üzerinden bir hafta geçmesine rağmen."
Bu kadar zamandır gerçekten onu farketmemiş miydim? Ne düşünüyordum ki? Bunca zaman kendi kabuğuma çekilerek etrafıma çelik kapılar örmüştüm ve yanımdan geçenleri dahi görememiştim. Peki neden Nora o çelik kapının ardında kalmıştı? Neden onu da orada unutmuştum? Sadece neden?
"Hamlet'in ölümünün seni çok fazla etkilediği için böyle olduğunu düşünmüştüm ama aslına bakarsan her zaman böyle olduğunu farkettim. Hamlet yaşarken de böyleydin. Senin için sadece eski küçük arkadaşın vardı ve yıllardır konuşmamanıza rağmen hala onun en yakını senmişsin gibi davranırdın. Ona aşık olduğunu sanmıştım. Kendimi öyle avutmuşum bu kadar zaman. O senin sevdiğin çocuktu ve ben senin yakın arkadaşındım. Ama öyle değil Ova. Senin için sadece Hamlet var sanki. Sadece onu görüyorsun, sadece onu umursuyorsun sadece onu seviyorsun. Hamlet'in ölmesine rağmen yine aynı şeyleri yapıyorsun ve bu korkunç bir hal almaya başladı." Nora'nın yüzündeki ifadesizlik kırıldığında orada bana acıyan ifadenin yeşerdiğinin şahidi oldum. "Sanki kendinin bile farkında değilsin artık, Ova."
Onunla konuşmak istememe rağmen sessiz kalan tek tarafta bendim. Böylesine ağır kelimeleri dikenlerini kesmeden bana fırlatırken ne düşünüyordu? Kanayabileceğimi hesaba katmadan gerdiği okların uçlarını sivrilerken onun karşısında silahsız olduğumu göremiyor muydu? Ya da görmekten yorulmuş muydu? Ah, doğruydu. Ona karşı silahsız olsam da onun için elimde çiçekler de tutmamıştım hiç.
"Senin için sadece Hamlet var. Kalbinde bir başkası için yer yok. Dün çocuğu döverken tek arkadaşını kaybettiğini bağırdın." Nora'nın alaycı bakışı ortamı yay gibi gerdiğinde yutkunamamıştım. "Ben sadece merak etmeden duramadım doğrusu. Tek arkadaşın Hamlet'se ben neyim, Ova? Yıllardır birlikte olmamıza rağmen ben neydim?"
"Nora," diye ismini fısıldadığımda bunun ardını getiremeyeceğimin ikimizde farkındaydık.
"Yoruldum." dedi en sonunda Nora derin bir nefesi içine alarak. "Seni kazanmaya çalışmaktan gerçekten yoruldum. Seni kazanacağım diye kendime o kadar yüklendim ki, şimdi sadece arkadaşlığımızdan nefret etmeye başlıyorum." Kendisine birkaç saniye tanıdı. "Benim de arkadaşım ol istemiştim, fazlası değil. Hamlet'e baktığın gibi bak bana, umursa beni ve sev beni istemiştim. Ama artık bunu bile istediğimden emin değilim."
"Hamlet beni unutmuş ve hayatına devam etmiş." Bu söylediğim onun ne kadar umurundaydı bilmiyordum ama kendimi açıklamaya nereden başlayacağımı ya da başlayabileceğimi bile bilmiyordum. "Bu kadar zaman sadece anılarına tutunarak kendimi mahvettim. Üzgünüm, bunun seni üzdüğünü hiç görmedim. Berbat bir arkadaş olduğumun farkındayım."
"Berbat bir arkadaş olduğunun farkındasın, öyle değil mi?"
"Öyle."
"Ve farkında olmana rağmen hala bana karşı böyle olmaya devam ediyorsun?"
Nora kafasını eğerek alnını ovmaya başladı ve güldü. Ona verecek bir cevaba bile sahip değildim. Sadece arkadaşlığımızın benim yüzümden nasıl parçalanışını izliyordum. İleride ölecek kadar özleyeceğim bir insanın varlığının daha hayatımdan kayıp gidişini izliyordum.
"Ben üzgünüm," Ona söyleyebileceğim en becilce şeyi söyleyerek beni affetmesini bekledim. "Hayatın senin için de zor olduğunu biliyordum ama bununla başa çıkabileceğini düşündüm çünkü sadece Hamlet'e tutunan bana rağmen sen özgürdün. Ama her ne kadar özgür olsan da bazen kendi zincirlerinden kurtulamıyorsun ve sana elimi uzatamadığım bütün zamanlar için yanında olmak istiyorum."
"Hayır, hayır, Ova. Bunu bana yapma." Nora alnını ovmaya başladı yüzündeki tükenmişlikle.
"Buradasın çünkü Nora'yı da kaybetmek istemiyorsun. Benim istediğim Nora'yı da kaybetmekten korkman değil, Nora'yı kaybetmekten korkman."
Ah.
Gerçekten böyle mi düşünüyordu?
Ya da..
Böyle düşünmesini önlemek için bir şeyler yapmış mıydım ben hiç?
"Her neyse işte," diye mırıldandı Nora uzun sessizliğin sonunda, hayal kırıklıklarıyla dolu ifadesini yanımızdaki çöp poşetine fırlatırken. "Hamlet'in hayatında sen de vardın."
"Hayır, sadece İra vardı."
"Hayır, Ova" Nora bakışlarını kaçırdı."Hamlet'in intiharından birkaç gün önce tekrardan arkadaş olmuştunuz. Eğer kendisini öldürmeseydi hala yakın arkadaş oluyor olacaktınız."
"Nasıl?"
Nasıl?
"Hatırlamıyor musun?" Neyi? "Nehirin orada seni öpmüştü."
Nehirin orada seni öpmüştü.
Hatırlamadığım yeni bir anı daha.
O gece, ışıklı ormanda nehir yansımamızı taşırken beni öpmüştün. O günden sonra aklımda tek şey vardı; Neden beni öpmek isteyesin ki?
•̩̩͙✩•̩̩͙
"Hey," Odanın kapısını açtığımda dudaklarımdan içeri akan tek sesleniş bu olsa da, gözlerim karanlık odada yaşayan siluetlerin üzerinde gezinmeye başlamıştı. "Hala burada mısın?"
İleri doğru attığım ilk adımın son adım olma sebebi, karşılık alamadığım için kırılan cesaretimdi. Onu kovan kişi bendim ve gitmiş olduğu gerçeği tarafından kalbi kırılan yine bendim. Sessizlikle lanetlenmiş odanın tam ortasında durduğumda etrafta gezinen bakışlarım kurumuştu. Birkaç saniye daha hiçbir şey yapmadan havada asılı kalan bedenimin öylece dikilmesini izledikten sonra üzerimdeki okul kıyafetlerinden kurtularak Venüs'ün eski kazağını üzerime geçirmiş ve küf kokan yorganın altına bedenimi saklayarak nefes alış seslerimin etrafımı sarmasına ve hala canlı olduğumu bana hatırlatmasına izin verdim.
"Artık kendini seçme vaktin gelmedi mi, Ova?" Hamlet'in kısık sesini duyduğumda kafama kadar çektiğim yorganın altından çıkarak gözlerimle onun bedenin aramaya başladım. Onu bir daha göremeyeceğimi sanmıştım.
Oradaydı.
Hemen köşede çökerek oturmuş, sırtını duvara yaslayarak öylece boş gözlerle beni izliyordu. Omzuna kadar gelen uzun siyah saçları beyaz gömleğinin üzerine dökülmüştü ve bol karelerle kaplanmış siyah pantolonu öne doğru uzattığı bacaklarını sarıyordu. Parmaklarında çiçek desenli yüzükleri vardı ki, bana eskiden aldığımız sakızların içinden çıkan ve koleksiyonunu yaptığımız yüzükleri hatırlatmıştı. Ya da gerçekten bu gece parmakları o yüzükleri taşıyordu.
"Neden ölü olmama rağmen, sürekli beni çağırıp duruyorsun?" Dudaklarında alaydan ve mutluluktan uzak bir gülümseme vardı.
Farkındayım.
Bir insan olarak ne kadar acınası olduğumun farkındaydım.
Senden vazgeçtiğimi söylememe rağmen hala odamın içinde yarattığım hayaline tutunuyordum.
"Ölmüş olduğun için üzgündüm ve uzunca bir süre acı çektim, beni unutup başka arkadaşlıklar edindiğini ve hayatına devam ettiğini duyduğumda sana kızgındım ve seni kurtarmak adına hiçbir şey yapmak istemedim. Ama sana karşı ne hissedersem hissedeyim günün sonunda seni sadece özlüyorum." Doğrularak oturduğum yatakta ona bakarak aptalca gülümsemeden edemedim. "Sanırım seni çağırmaktan hiç vazgeçemeyeceğim, ölmüş olsan bile."
Hamlet ölsen bile, lütfen hayalinin benimle yaşamasına izin ver. Başka türlü bir yaşam biçimini kaldırabileceğimi sanmıyorum.
Gözlerinde nasıl bir ifade vardı bilmiyordum ama söylediğim acınası kelimeler onu etkilemiş olmalıydı. Belki de onu üzmüştü.
"Ova hatırlıyor musun," Hamlet'in kelimeleri eskiye uzanan bir ağa dönüştüğünde içinde olduğum hüzünden sıyrılarak onu dinlemeye koyulmuştum. "Bir keresinde 45 derece sıcakta kızıl tarlanın oradaki otobüs durağında dakikalarca oturup, sohbet etmiştik."
"Nasıl unutabilirim ki? Yine benim kendimi senin uğrunda feda ettiğim bir andı. Yoksa kim güneşin tepede olduğu bir günde sırf sen yorgunsun diye seninle oturup pastırmaya dönerken otobüs beklemeyi yeğlerdi ki?" Sesimdeki heyecanla onu yanıtladığımda uzun süredir böyle heyecanlanmadığımı farketmiştim.
"Her zamanki Ova," Hamlet güldüğünde ona katılarak gülmek için yeltensem de söylediği bu sözcüklerdeki hüzün beni yakalamıştı. "Her zaman bana karşı fazla dikkatli ve düşünceliydin. Seni incittiğimde, kızdırdığımda bile bana karşı nazik olmaya devam ettin. Bana hiç bağırmadın, hiç vurmadın, hiç kalbimi kıracak sözcükleri havaya savurmadın. Bir nokta da tuhaf düşünceler zihnimi ele geçirmeye başladı bu yüzden. Nasıl olurda bana tek bir kez bile kızmazsın? Nasıl olurda hep alttan alırsın? Nasıl arkadaşlardık biz ki, kalbini kırsam bile bunu umursamıyorsun? Senin de söylediğin gibi, benim uğrumda hep kendini feda edip durdun. Bana vurmak için gelen çocukların karşısına tek başına çıktın ve yaralanan sadece sen oldun. Beni korumak adına, kurtarmak adına ve mutlu etmek adına kendi varlığını hiçe saydın. Öyle ki, artık senden geriye hiçbir şey kalmadı, Ova. Artık sana baktığımda sadece Hamlet'in arkadaşını görüyorum. Kendisi gibi olan, hayalleri, istekleri, sevdiği ve sevmediği şeyleri olan Ova artık yok."
Hamlet duraksadı. Bu duraksama onun ve benim arama sonsuzluk gibi gelen sessizliği davet etmişti.
"Sanki seni kaybetmişim gibi, Ova. Sanki uzun süre önce ölmüşsün gibi." Kelimeler beni incitmeye başladığında onları sessizliğimle bile durduramamıştım. "Sanki sen benden çok daha uzun süre önce intihar etmişsin."
Görmezden geldiğim varlığımın diğer insanları üzebileceğini hiç düşünmemiştim.
Okula iki yıl geç başladığım için önceleri sadece sınıf arkadaşım sonrasında hayatımdaki tek insana dönüşen Hamlet'le aynı sınıfta, aynı sırada otururken tanışmıştık. Benim en yakın arkadaşım olmuştu. Zamanla sadece onunla vakit geçirmeye başlamıştım ve kendi isteklerimin solduğu bir dünyaya sahip olmuştum. Aslında bakarsanız, yapmak istediğim ya da başarmak istediğim pek bir hayalim hiç olmamıştı. Zihnimde hep o vardı. O güneşti ben onun etrafında dönüp dururdum. O güneşti ve ben onu kaybedemezdim.
Ama kendimi kaybetmek sorun olmamıştı.
-Birkaç yıl önce, kızıl tarlaya karşı otururken sakladığımız eski bir anı.-
"Özlem duyuyorum,"
Otobüs durağında oturmuş, her yirmi beş dakikadan bir geçen sarı otobüsü bekliyorduk. Bugün okula bisikletimi getirmemiştim ve Hamlet yürümek için çok yorgun olduğundan otobüsle gitmeye karar vermiştik en sonunda. Güneşin tepede olduğu, aydınlık bir gündü. Tarlanın orada çalışan çiftçilerin söylediği şarkılar ve buradan bile duyulan kafa karıştırıcı sohbetlerinin eşliğinde durakta oturmuş, ayaklarımızı bir ileri bir geri sallarken elimizdeki kağıt parçasını yelpaze niyetine kullanıyorduk sıcaktan terlediğimiz için.
Arada serin bir rüzgar tenimize zarifçe dokunsa da bu pek yardımcı olmuyordu ve yelpazeleyen elim giderek yoruluyor, hareket ettiği için daha çok terliyordu. Hoşlandığım çocuğun karşısında terli terli oturmak romantik hissettirmesi bir tarafa dursun çok utanç verici bir durum gibi zihnimin üzerinde gezinse de onun yanında hiç kendimi beğenmediğim hislere sahip olduğum olmamıştı. Benden rahatsız olmazdı, bilirdim. Onun yanındayken ben de kendimden rahatsız olmazdım, onun yanında olmayı severdim.
"Son günlerde diğer insanları daha fazla özler oldum. Kalbimi kırsalar da, kırmasalar da onları çok fazla özlüyorum." diyerek üzerimizden ağırca akan zamanın arasına kelimelerini sıkıştırdı Hamlet.
Sıcaktan saçlarının dipleri terlemiş, ıslanmıştı. Üzerindeki büyükbaba çizgili gömleğini odak alanıma onur konuğu ilan ederken derin bir nefes aldım ve bütün dikkatimi ona verdim.
"Peki özlediğin şeyin diğer insanlar olduğundan emin misin?"
Kaşlarını çatarak bir süre bakışlarını yüzümde gezdirdi ve dudaklarını büzerek başka tarafa baktı. Düşünceli olduğu zamanlarda bakışlarını sürekli bir şeyler üzerinde gezdirip dururdu. Neye baktığını tam kestiremedim.
"Öyle olması gerekiyor." Beni onaylasa da ikimizde aramızda oturan bu onayın şüpheyle yoğrulduğunun farkındaydık. Kendini bir şeylere inandırmak istiyor gibiydi. Emin değildi, emin olmadığını biliyordu ama emin olmak istiyordu ve yalan söylüyordu.
"Bak bana," diyerek elimdeki yelpaze görevini onurla yerine getirmekten buruşmuş kağıdı hafifçe omzuna vurdum. "Gözlerime bak, içine." Yelpazelemeyi durdurduğum için alnımdan akan terlere engel olamamıştım. "Seni tanırım ben. Yine kendini üzecek bir konu buldun, değil mi?"
Yaşlı teyzeler gibi elimi alnıma yaslayarak ofladım. "Ben seninle ne yapacağım? Birileri seni incitmesin diye okulda gangsterlik yapıyorum diğer çocuklara ama sen günün sonunda kendin kendini incitmeyi herkesten daha iyi beceriyorsun. Sana da gangsterlik mi yapmalıyım acaba kendini üzme diye? Huh?"
Hamlet gülümsedi ve utanarak kafasını önüne eğdi. "Her zaman depresif olan o arkadaş ben olduğum için üzgünüm, Ova."
Duraksadım.
Ah.
Onun ne kadar hassas olduğunu hep unutuyordum. Daha dikkatli olmalıydım.
"Hey," Elimdeki kağıdı kucağıma bırakan onun elini tuttum ve bu bana bakmasını sağladı. "Üzgünüm, onu kastetmediğimi biliyorsun. Sorun değil. Üzgün hissetmen sorun değil. Ben buradayım ve hep seni dinleyeceğim. Tamam mı?" Güneşin aydınlattığı güzel yüzüne bakarak gülümsedim. "Sen bana sahipsin, Hamlet. Benim arkadaşlığıma sahipsin, bana herşeyi anlatabilirsin seni dinlerim."
"Depresif olsa bile mi?" diye sordu Hamlet tereddütle.
"Tabii ki," Onu kendimden emin şekilde onayladım. "Seni üzen konuları bana anlat ki, kıçlarını tekmeleyebileyim."
Hamlet aptal cevabıma gülmekle yetinmişti.
"Bazen eskiden yaşadığım bir anıyı hatırlıyorum. Eski komşumuz Alec'sin bana kitabını ödünç vermesi ve bizim onun odasındaki halıda oturup, saatlerce öylece konuşmamızı, mesela. Odasını çok sevdiğimi hatırlıyorum, yatağını, duvarlarını, penceresini ve kitaplığını kaplayan renkli ışıklara sahipti. Konuşabileceğimiz bir sürü ortak konumuz vardı ve hep bana karşı çok kibardı. Bir keresinde evlerinde yatıya kalmıştım ve çok fazla uykulu olduğum için bana yatmadan önce dişlerimi fırçalamamda yardımcı olmuştu. Rahat uyumamız için sakin bir şarkı açmıştı ve biz ışıkların altında saatlerce başımıza gelen anılardan bahsedip durmuştuk. Çok eğlenmiştim o gün. Kendimi aptal bir çocuk gibi hissetmiştim ve bu hissi sevmiştim." Hamlet bir süre sessizlikle boyadı önümüzdeki kızıl tarlaya bakan gözlerini. "Bazen o zamanki gibi hissetmeyi özlüyorum sanırım. Çok uzaklar şimdi."
"Belki de özlediğin şey o insanların kendisi değildir, onlarla olan anılarındır ya da onlarlayken olduğun kişidir."
"Özlediğim şeyin kendim olduğunu mu düşünüyorsun?" Hamlet şaşırmışlık nidaları altında şekillenen ifadesinde kök salmış bakışlarını üzerime çevirdi ve dudaklarını araladı.
"Öyle değil mi?" Düşünceli bakışlarını yine nesnelerin üzerinde gezdirmeye başladığında karışık düşüncelerin zihnini esir aldığını anlamıştım. Onu biraz rahatlatmak adını tuttuğum elini sıktım. "Sanırım öyle."
Bu hislerini dağıtmak için ne yapabileceğimi bilememiştim.
"Ah, Hamlet ah." diyerek iç geçirdim. Karnımda garip diye tanımlayacağım yoğun duygular vardı ve yediğim kurabiyelerin altında eziliyorlarmış gibi hissediyordum. "Senin için bir şeyler yapmak istiyorum."
"Nasıl bir şeyler?"
"Seni üzmeyecek bir şeyler olsa yeterli."
"Yapıyorsun zaten,"
"Ne yapıyor muşum?"
"Benimlesin. Sohbet ediyoruz. Birlikte vakit geçiriyoruz," Gülümsedi. "Hala arkadaşımsın."
"Bu yeterli mi gerçekten?"
"Yeterli."
"Emin misin?"
"Evet."
Önüme döndüm. Ucu yokmuş gibi görünen bu tarlayı severdim. Bana sınırsız şeyleri hatırlatıp dururdu ve sürekli kendimi sonu olmayan şeylerin içinde bulurdum; sınırsız gökyüzü, deniz, tarla ve arkadaşlığımız.
Arkadaşlığımın senin için yeterli olduğu zamanları özlüyorum.
Bana kalbini açtığın ve uzunca konuştuğun zamanları özlüyorum.
Ah, seni özlüyorum.
"Bazen ben de öyle hissediyorum," diye fısıldadığımda bakışlarımı odanın köşesinde oturarak bana bakmayı sürdüren Hamlet'ten alarak içinde olduğum yorganın yüzeyine sabitledim. "Bazen ben de kendimi çok özlüyorum. Eski anıları hatırlayıp, eskiden olduğum o kişi gibi düşünmek, davranmak ve yaşamak istiyorum. Sanki geçtiğim yıllar büyüyüp, değişmemi sağlamak yerine sürekli birilerini kaybettirip durmuş içimde. Her yeni yaşımda çok alıştığım birilerini kaybettim ve bir yabancıyla yola koyuldum. Ona alıştığımda onu da kaybedeceğim. Öyleyse, neden sürekli kendimi kaybedeceğimi bildiğim halde bulmak için bu kadar çok çabalıyorum?"
Düşüncelerim çoğalıp, bölünüyor, kafatasımın dışına erişmek için kemiğimi çürütüyorlardı. "Her yıl, durmadan sürekli bir şekilde kendimi kaybedip, özlüyorum." diye mırıldanarak yüzümü soluma döndüm ve boş olan yanıma doğru iç geçirdim.
"Neden sadece seni dinledim hep?" Bakışlarımı Hamlet'te çevirememiştim. "Sana ben de nasıl hissettiğimi anlatmalıydım."
Ben de yalnız ve kaybolmuş hissetmiştim.
Ben de.
Ama bunun için çok geç olduğunu gecenin bir yarısı Venüs'ün eski odasında senin hayalinle konuşurken farketmiştim.
"Muz ve brokoli kostümü giyerek cadılar bayramına gittiğimizi hatırlıyor musun? Herkes bizimle alay etmişti ve sen sırf bana güldüler diye kendinden büyük çocukları pataklamıştın." Hamlet gülümseyerek başka bir anını önüme fırlattığında midemde uzun süre önce yaşlılıktan ölen kelebeklerin kanat çırpışını hissetmiştim.
"Hayatımda senden daha güzel brokoli görmemiştim ve o gün senin güzelliğin tarafından büyülenmeme rağmen seninle alay etmeleri ağırıma gitmişti."
"Senin yüzünden partiden kovulmuştuk, Ova. Kaldırımda oturup annelerimizin gelip bizi almasını beklemek zorunda kalmıştık kırk dakika." Hamlet'i karanlık ve küflü odada otururken böylesine gülerken görmek gözlerimin dolmasına neden olmuştu. Her zaman çiçeklerin içinde olmasını istediğim bu güzel çocuk, karanlıkta bile parlıyordu.
"Birbirimize kalbimizi açtığımız ne çok anımız var, Hamlet." Eski günler kalbimi çarpıtmaya başladığında yüzüme yayılan gülümsemeye engel olamamıştım. "Eğlendiğimiz ne çok anımız var."
"İyi bir arkadaştın sen, Ova." Hamlet konuştu. "Seninleyken çok eğlenirdim."
"Bazen geçmişe geri dönmek istiyorum," diye mırıldandığımda yüzümüzdeki gülümseme soldu. "Bizi üzen o anıları değiştirmek ya da seni kurtarmak için değil. Birlikte güldüğümüz, eğlendiğimiz ve mutlu olduğumuz o anıları tekrar tekrar yaşamak için."
"Öyle mi?" diye sordu Hamlet oturduğu köşeden doğrularak bana doğru ilerlemeye başladığında.
"Öyle." Onu yanıtladığımda artık yanıma varmış ve tam karşımda oturarak bana yaklaşmıştı.
"Öyle demek." Elinin tersiyle yanağımı okşadığında sıcak nefesini yüzümde hissetmiştim ve bu his ömrümü tek çırpıda feda edebileceğim kadar değerliydi. Onu ve canlı varlığını böylesine hissetmek beni öldürüyordu.
"Ben de," diye fısıldadı bana uzanırken. "Ben de sahip olduğumuz güzel anıları tekrardan hatırlayabilmek için biraz daha uzun yaşamayı isterdim."
Çenesini omzuma yaslayarak, kollarını etrafıma sıkıca doladı ve bana sarıldı.
Sadece seni kurtarmaya kafayı taktığım için sıradan arkadaşlar gibi sıradan sohbetler edip, sıradan zaman geçirememiştik. Ve ben en çok bunun için pişmandım.
Eskiden arkadaş olduğum oğlan çocuğunu özlemek yerine, dönüştüğün yeni kişiyi tanımaya çalışmalıydım.
14 yaşındaki Hamlet'le tanışmalıydım.
"Hamlet," diye ona seslendim usulca. Kollarımı bedenine sarmak için kalkışsam da boşluğa toslayacağımı bildiğimden onun bana sarıldığını hayal etmekle yetindim.
"Hımm," Beni kısık sesiyle yanıtladığında yok olmaya başlayan varlığı kalbimin üzerinde toplanarak onu ezmişti.
"Ateş böcekleriyle sarılı o göldeyken," Yutkundum. "Beni neden öptün?"
"Gerçekten hatırlamıyor musun, Ova?" diye sorduğunda sesi kırgındı.
Hatırlamıyordum.
**•̩̩͙✩•̩̩͙**
Uzun zamandır derin bir acının içindeyim.
"Ova,"
Bazen çektiğim bu acının anlamını bulamamaktan korkuyorum.
"Ova."
Ya beni mahveden bu acının bir anlamı yoksa?
Ya ben öylesine acı çekiyorsam?
"Ova?"
O zaman bana ne olacaktı?
"Hey," Omzuma dokunan parmakla zihnimin iliştiği karanlıktan sıyrılarak olduğum konuma geri döndüğümde kaşlarım çatılmış, gözlerim İsaac öğretmenin endişeli yüzüyle buluşmuş ve afallamıştım.
"İsmini mi unuttun?" diye eğlenir gibi bir ifadeyle sordu isaac öğretmen ve doğrularak yüzünü buruşturdu. "Sana sesleniyordum." Ne zaman gelmiştim buraya? "Üzgünüm," Onu yanıtladıktan hemen sonra yine düşüncelerim tarafından içime çekilmiştim.
Sanırım, ne yaşanırsa yaşansın yine dönüp dolaşıp geleceğim tek yer İsaac öğretmenin atölyesi idi.
İsaac öğretmen bir süre daha yüzümü gözleriyle tarayarak endişelenmesi gereken bir şeyler olup olmadığını kontrol etti ve en sonunda her zamanki gibi vereceği soruların havada asılı kalacağı kanaatine gelerek kendi sandalyesine doğru ilerledi. "Etekleriniz hazır," Fırçasını eline alıp resmine devam ettiğinde söylediği ilk cümle bu olmuştu. Dikkatim üzerine doğru çekildi. "Yeşil renkler ve yaprak şeklinde genişçe uzuyorlar. Çiçek şeklinde tokalarınız da var."
"Ne eteği?" diye sordum söylediği hiçbir şeye anlam veremeyerek.
"Ah," İsaac öğretmen burnunu çekti. "Beni dinlemediğini bu kadar belli etme, şapşal." Daha sonra kalbinin üzerine ellerini yasladı ki, bu elindeki fırçadan mavi boyanın beyaz gömleğine bulaşmasına sebep olmuştu. "Gösteri için. Hatırlamıyor musun, dans edecektiniz."
"Kütüphanenin açılışı için olan gösteri, değil mi?"
"Bazen dinliyormuşsun," İsaac öğretmen alayla güldü. "Duygulandım."
"Ben katılmasam," İsaac öğretmen tarafından kelimelerim yarıya bölündü; "Ova iki kişi eksiğimiz var, sen de gelmezsen dansın sonundaki açan çiçek hareketini yapamayacağız. Bu yüzden kendi köşene çekilip kafanın içindeki hayaletlere konser vermek yerine kıçını kaldır ve okuldan sonra praktik yapmaya gel."
"Konser verebileceğim hiç kimse yok kafamın içinde." Mırıldanışım odanın içinde dönüp dolaştığında İsaac öğretmenin bakışlarını hemen üzerimde hissediyordum.
Kafamın içi sessizdi.
Konuşabileceğim hiç kimse yoktu kafamın içinde. Orada da yalnızdım.
"O zaman insanlara konser verirsin." İsaac öğretmenin bitmeyen teklifleri yağmur olup yağmaya başladığında yine öğrencileri için iyi öğretmen olmak için triplere girdiğini farketmiştim. "Hem senin küçük arkadaşın da konser vermek istiyordu. Birlikte yapabilirsiniz."
"Küçük arkadaş?" diye sordum kasılan bedenimi kontrol edemeden.
"Hamlet."
Hamlet.
Hamlet?
Ah.
Ayağa kalktığımda sabahtan beri oturduğum sandalye gürültüyle geriye doğru kaymıştı. Sessizliğe kurban giden zihnim ve dolan gözlerimle birlikte atölyenin çıkışına doğru hızla ilerlemeye başladım. Yürümek ruhuma iyi gelmediğinde ve sabırsızlık bütün bedenimi ele geçirdiğinde koşmaya başlamıştım; okulun koridorlarında koşarken tanıdık bir o kadar da yabancı yüzü arıyordum.
Sonunda.
Sonunda.
Sonunda.
Sonunda.
Seni bir daha asla gerçekten göremeyeceğimi sanmıştım.
9 yaşındaki Hamlet'i kurtarmaya çalışırken 14 yaşındaki seninle asla tanışamayacağız sanmıştım. Bütün hayatımı kafandaki intihar düşüncelerini silmeye adamışken, sana gerçekten yaşamaya neyin değer olduğunu gösteremeyeceğimi sanmıştım. Arkadaşlığımızı kalman için yeterli sebep yapamamaktan çok korkmuştum.
Bir daha asla..
Koşmaktan ağrıyan ayaklarım zeminin üzerinde toslayarak durduğunda odak alanıma giren bedenle kalbim tekrardan nefes almaya başlamıştı. Omzuna kadar uzanan siyah saçlar, bedenini saran okul üniforması ve elinde tuttuğu romanıyla orada, sınıfın hemen karşısında durmuştu. Canlıydı. Nefes alıyordu ve kalbi atıyordu.
Ah, sen.
Eğer sen cennetsen söyle bana; var olan bütün tanrılara diz çöküp dua edeceğim.
Eğer cehennemsen söyle bana; bütün varlığımı şeytana satacağım.
Başka nasıl ifade edilir bilmiyorum ama seni biraz daha görmek adına, nefes aldığım bu dünyayı bırakır, sonsuz rüyalarda kaybederdim kendimi.
Yapardım.
Ona doğru atacağım ilk adım havada asılı kaldığında saç diplerime üfüren keskin soğuğu hissetmiştim. Kıpırdayamadım.
"Fazla zavallıca, değil mi?" Hamlet'in hemen önünde durduğu sınıfın içinden gelen konuşmaları duyduğumda neden orada öylece dikildiğini anlamıştım. "Ben sadece anlamıyorum. Eğer acı çekiyorsan aksine bunu diğerleri farketmesin diye saklarsın. Hamlet parmağı incinirse rehber öğretmenden tut bütün okulun haberi oluyor. Kabalaşmak istemiyorum ama sizce de biraz ilgi meraklısı, değil mi?"
"Ona acıyarak arkadaş olmaya çalışmalı mıyız ki?"
"Onun gibi birisine katlanabileceğimi sanmıyorum. Hayatımda sadece depresif düşünceleri olan ve sürekli kendini kesen insanlar olsun istemiyorum. Bu beni de kötü etkileyecektir. Böyle bir arkadaşlık için hayatımı feda edemem."
"Adamım, bu gerçekten beni üzerdi."
"Ne?"
"Düşünsene, intihara bu kadar takıntılı olan birisiyle arkadaşsın ve ona kalbini açıyorsun. Ona alışıyorsun. Ve en sonunda onun yaptığı ne? Kendini gerçekten öldürerek seni tümüyle arkada bırakmak. Üzüntüden ölürdüm herhalde."
"Çok bencilce, değil mi?"
"Hamlet çok bencil."
Hayır.
"Sadece kendisini düşünüyor."
Durun.
"O ve acıları."
Hamlet öyle birisi değil.
"Çok bencilce."
Lütfen durun artık. Bütün bunları duymayı hak etmiyordu.
"Ya arkada bırakacağı insanlar? Onlara ne olacak diye düşünecek mi hiç?
Onun nasıl biri olduğu hakkında hiçbir fikriniz dahi yoktu.
Ona doğru adım attığımda tek düşündüğüm onu kolundan yakalayarak oradan götürmekti. Neresi olursa olsun farketmezdi. Benden nefret etse bile, sorun değildi.
Ah, sen onu tanıyorsun öyleyse?
Adımlarım onun kırıldıkça küçülen kalbine ulaşamadan bedenlerimizin arasına giren yabancı bir bedenle engellemişti. Adımlarım durduğunda biliyordum. Koridorda nefes alan ve bir kez daha geçmişe dönmeyi başaran bedenim aslında tümüyle yabancıydı. Hamlet'in kulaklarını kapatan ellere baktığımda kirpiklerime tutunan damlalar daha fazla dayanamayarak atlamaya başladılar ve ben yavaşça öldüğümü bile farkedemedim.
Söylesene Ova, 14 yaşındaki Hamlet'i sen ne kadar tanıyorsun?
İra elleriyle Hamlet'in kulaklarını kapatmıştı.
Bu anıyı hatırlıyordum; öylesine koridordan geçtiğim bir gündü ve uzaktan Hamlet'i sınıfın önünde öylece dururken görmüştüm ama ona doğru yaklaşmamış aslında dinlediği o ağır kelimeleri hiç duymamıştım. Ve İra'nında onun hemen arkasında durduğunu görmüştüm, ama hatırladığım o anda o asla Hamlet'e doğru gitmemiş ve kulaklarını kapatmamıştı. Eski olan o anıda İra, sadece arkasını dönerek gitmişti. Öyleyse şimdi neden Hamlet'in yanında olan kişi sendin? Neden o zaman yaptığın gibi arkanı dönerek gitmedin?
Sanırım geçmişe dönen tek kişi ben değildim.
Bunca zaman ona baktığımda gördüğüm tek yüz 9 yaşındaki arkadaşımdı. Ve şimdi düşünüyorum da, onun yüzü hep böyle miydi ki?
Baktığım yüz kimindi?
Nasıl bir yüze sahipti?
Ben neye bakıyordum?
Söylesene Ova, sen, şu an karşında duran bu çocukla hiç tanıştın mı ki?
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top