15; hayat bazen böyle de yaşanır
♪
tears over beers, modern baseball.
15.BÖLÜM;
Hayat bazen böyle de yaşanır.
Hayatımın koca bir kısmını koşarak geçirmiştim. Odanın ışığını kapattığımda arkama bile bakmadan kaçmıştım, beni üzmesinden korktuğum şeylerden kaçmıştım, yalan söylediğim zaman insanlar zarar gördüğünde ve olaylar büyüdüğünde gerçeği itiraf etmekten ve kötü şeyler yaptığımda kendimi yargılamaktan kaçmıştım. Kendimden, özümde var olan o kişiyi görmekten arkama bile bakmadan kaçmayı denesem de, en çok senden kaçmayı denediğim gerçeğini görmezden gelemezdim.
Kendimi kaybetmiştim.
Kendimi, gerçekte kim olduğumu bile bulamadan sürekli bir şekilde kaybedip duruyordum. Daha fazla kendime yabancılaşamayacağım gerçeğini aynadaki yansımama söylesem de, alelade bir gün uyanıyorum ve gözlerimin tesadüfen otobüs camında rastladığı yüzün kime ait olduğunu dakikalarca düşünürken buluyorum kendimi. Zordu. Hem bu kadar yabancı hem bu kadar yakın nasıl olunurdu ki?
Kendim hakkında bir şeyleri aydınlatmak için duraksadığım oluyordu çoğu zaman. Sevdiğim rengin ne olduğunu ve nedenini düşünürdüm ya da hayal olarak nitelendirdiğimiz şeyin bende karşılığının ne olduğunu. Kimi sevdiğim üzerine kafa yorup dururdum. Günün sonunda kazandığım tek şey sancılı bir baş ağrısı olurdu.
Doğduğumda kendimi kaybetmiştim. Bana verilen ismin benim olduğunu ve bana seslenildiğini anladığımda kendimi kaybetmiştim. Biraz tuhaftı; doğduğumdan beri bulamadığım şeyi kaybedip, edip durmuştum. Beni oluşturan sınırları belirlemekten yorulmuştum. Beni diğerlerinden farklı kılacak konulara ve el yazısına sahip olmaktan bıkmıştım. Sıradan olamadığım gibi kendim gibi de olamamaktan çok yorulmuştum.
Senin gözünden bakardım kendime. Bana uyarladığın bütün kılıflara girmek, onlarla bütünleşmek ve geride kalan parçalarımın yok olmasını isterdim. Kendimi senin gözünden yaratmak isterdim. Tıpkı bir Tanrı gibi. Kim olduğumu düşünürsen o kişi olmak isterdim, bunun için çabalardım. Kendimi bulmak o kadar zordu ki, benim için yarattığın kişiliğe kolayca bürünebilir, geri kalan hayatımı öyle yaşardım.
O kişi olduğuma kendimi inandırırdım.
Yanındayken olduğum yabancı kişiden kaçmayı hiç istememiştim. O yabancıyı benimsemiş ve sevmiştim. Sadece hem bu kadar kendinin farkında ve hem bu kadar kendine yabancı nasıl olunurdu hala çözebilmiş değildim.
Senin yanındayken sürekli konuşurdum, kendimden büyüklerle kavgaya tutuşurdum ve hep öfkeli görünürdüm. Öfkemin seni koruduğunu bilirdim, seni inciten insanlara karşı takınabildiğim tek tavır buydu ve bu onları senden uzak tutardı. Fakat aslında ben hiç de öyle birisi değildim. Hep sessizdim. Şarkı bile dinlemezdim. Sessizliğin içinde gömülerek gözlerimi kapatırdım. Bir süre sonra neden bu kadar sessiz olduğum ve neden sessizliği bu kadar çok sevdiğimle ilgili düşünceler zihnimi istila etmeye koyulduğunda verecek hiç bir cevabım olmazdı. Kendimle yüzleşmek zordu. Bu yüzden senin gözlerindeki o kişi olmak için çabalar dururdum. Öfkeli birisi olarak bilirdin beni. Öyleydim. Öyleydim çünkü seni korumak için gerekliydi. Bundan daha fazla açıklamaya ihtiyacım olmadığı için memnundum, böylelikle sürekli kendimi kaybettiğimi düşünerek acı çekmiyordum.
Seni sevmemek imkansızdı.
Beni altında ezildiğim o acıdan söküp alarak, kişiliğimi yeniden şekillendirmiştin. Kendimi bulmak zorunda değildim, senin beni bulduğun gibi olmak kolaydı. Benim için beni bulmuştun.
Seni sevmemek imkansızdı.
Seni sevmemek imkansızdı.
Beni yaratan sendin. Bunca yıl senin gözünden izlemiştim kendimi.
Seni sevmemek imkansızdı.
Peki ya ben?
Ah.
Kitap okumayı severdin; Kitapları öylesine okumazdın. Bir yazar seçerdin ve o yazarın bütün eserlerini okumadan durmazdın. Yazarın kitaplarını sıralamasıyla okumaya özen gösterirdin. Ilk yazdığı eserinden başlayıp, sırayla son eserine kadar okurdun. Ilk ve son hikayesinin anlatım tarzını, kullanılan kelimeleri, anlatılan anlamı karşılaştırarak notlar alırdın. Saçlarını uzatırdın, onları taramayı severdin. Güzel kokmaları için farklı ürünler kullanırdın. Şarkı söylemek hayalindi ve ayağın seni zorlasa da tarla boyunca eve kadar yürümek seni iyi hissettirirdi.
Sevdiğin şeylerin ne olduğunun farkındaydın ve onları yapmaktan mutluluk duyardın. Seni tanıdığımda bütün bu şeylere sahiptin, kendini, ne yapmak istediğini ve kim olduğunu biliyordun. Seni yaratan ben değildim. Kişiliğini benim gözümden kendine bakarak şekillendirmemiştin aksine benim gözümdeki sen hep olduğun sendin.
Kendini az çok bulmuştun.
Beni sevmemek senin için de imkansız mıydı?
Benim yanımdayken farklı birisine dönüşmüyordum çünkü ben sorduğumda da, bir başkası sorduğunda da sevdiğin renk aynı kalıyordu. Kendine özel el yazın, kendine özel kelimelerin vardı, hayat felsefen ve belirli düşüncelerin, inançların vardı. Bir şeyi sevmediğinde sebebini açıklayabiliyordun çünkü nedenlerin vardı. Durmadan kişiliğini şekillendirmeye devam ediyordun. Seni yaratmam için ipleri benim elime tutuşturmak yerine sevdiğin şeyleri kendin bulmayı seviyordun.
Senin için hiç bir şey yapmamıştım. Senin için beni vazgeçilmez yapacak hiç bir şey yapamamıştım.
Ya beni sevmemek senin için imkansız değilse?
Ya beni sevmemek senin için imkansız değilse?
Ya beni sevmemek senin için imkansız değilse?
Ya beni sevmemek senin için imkansız değilse?
Duraksadım.
"Beni hiç umursamadın mı?" diye mırıldandım kafasını acıya yastık diye yatıran yorgun sesimle. Odanın bir köşesine çökerek oturmuş, ellerimle uykusuzluktan şişen gözlerimi ovalıyordum. "Çok acınasıyım. Hala seni yeniden görmeyi düşlüyorum. Kendisini odasına kapatarak delik deşik eden o kişi sen değilmişsin gibi hala karşımda durmanı ve benimle aynı odada kalmanı istiyorum."
Giderek aydınlanan gökyüzüne çevirdim bakışlarımı, küçük üçgen pencereden sızan aydınlık varla yok arasında bir yerlerde kaybolmuştu. Işığı bir daha görememeyi göze alarak kendimi buraya hapsetmeye razıydım.
"Bir şeyler söylemeyecek misin?"
Derin bir nefes alarak bakışlarımı yatağın üzerinde oturarak sessiz bir şekilde elindeki fotoğraf albümünü inceleyen Hamlet'e çevirdim. Fotoğraf albümü ona aitti. Cenazesinden sonra annesi bana vermek istemişti, içinde birkaç yıl sonra elime aldığımda yakmak isteyeceğimi bilemeden çocukken gülerek çekildiğimiz bir sürü güzel fotoğraf vardı.
Hamlet yavaşça diğer sayfaya çevirdiğinde onu izlemeye dalmaktan kendimi alamadım. Uykusuzdum ama küçük pencereden sızan ışığın onun saçlarına doğru süzülen ve gözlerine ulaşamadan kırılan görüntüsü biraz daha uyanık kalmamı sağlayacak yegane nedendi. Solgun teni, uzun siyah saçları, bol büyükbaba tarzı kiyafetleri, yüzündeki yara bantları ve bedenindeki yaralar tasvir etmekten bıkmayacağım görüntüydü. Keşke duygularını da yüzüne baktığımda kolayca anlayıp, tasvir edebilseydim.
"Güzel bir çocuk, değil mi?" diye mırıldandığımda gülümsemiştim. Hamlet mutfak tezgahında oturarak gülümsediği fotoğrafının üzerinde gezindiriyordu bakışlarını. Fotoğrafı çeken kişi on bir yaşındaki Ova'ydı.
"Onunla çok iyi gülerdik. Onunla olduğumda daha çok kendim gibi hissederdim. Bir şeyler ters gittiğinde ya da fark etmez doğru gittiğinde, bir şeyler duyduğumda, komik bir cümle okuduğumda, tuhaf bir olaya tanık olduğumda, o konuşmak, anlatmak istediğim tek kişiydi."
Gülümsedim.
"Onun böyle düşünüp düşünmediğini asla bilemeyeceğim gerçi," Oturduğum yerde daha da küçülmeye çalıştım. "Bütün bu sorularla baş etmek için arkasında beni bıraktı."
Kendimi görmezden gelmek için barınak edindiğim yeni köşemi geride bırakarak ayağa kalktığımda onun da bakışları beni bulmuştu. "Çok güzel vakit geçirmedik mi?" Adımlarım ağırca yer yatağına doğru yaklaşıyordu.
"Çok güzel vakit geçirdik." diyerek beni onayladı.
"Köprünün altındayken, dans ederken ve kendimizle ilgili aptal anılarımızı anlatıp gülerken sonsuz değil miydik? Çok eğlenmemiş miydik?"
"Çok eğlenmiştik."
Yatağa, onun yanına oturdum. "Sevmemiş miydik?" Üzgün bir nefes aldım. "Arkadaşlığımızı, birlikte vakit geçirmeyi sevmemiş miydik?"
"Sevmiştik."
Sevmiştik.
"Yine birlikte çok eğlenebilirdik, Hamlet." Gitmek istemeseydin eğer.
"Peki, yeterli miydi Ova?" Hamlet elindeki albümü kapatıp yere bıraktı. "Zamanında çok konuşmuştuk, gülmüştük ve eğlenmiştik. Bütün bunları yaşamıştık, evet. Eğer bütün bunlar zamanında yeterli olsaydı, zaten gitmeyi istemezdim. Eskiden yaptığımız şeylerin beni kurtarmasını bekleyemezsin. Kurtarsaydı şu an gerçekten yanında oturup seninle konuşuyor olurdum."
Haklıydı.
Sanırım insanların her zaman gideceği ihtimalinin olduğunu hiçbir zaman tam olarak kabul edemeyeceğim. Ve gerçekten gittiklerinde hala oradaymışlar gibi davranacağım.
Gözlerine bakarak cümle kurduğum, adımlarımı adımlarının hizasında atmak için çabaladığım ve tarla boyunca varlığımızı birbirimiz tarafından kabul ederek yürüdüğümüz insanların bir gün karelerden ibaret olan anılara dönüşmesi yokuş aşağı bisiklet sürerken aniden önünde beliren uçurumdan farksızdı. Kendini tutamazdın. Kendini tutamazdın ve düşerdin.
Hamlet'in cenazesindeyken önümdeki uçurumu görebiliyordum; Yine de, kendimi frenlemek istememiştim. Uçurumdan yuvarlanarak anılarla dolu okyanusta daha da dibe batmak istemiştim.
Etrafımdaki insanların üzerinde gezdirdim bakışlarımı kısa bir süre için. Hamlet'le bir şekilde bağı olan herkes buradaydı ve ona karşı bir şeyler hissediyorlardı. Üzülüyorlardı, özlem duyuyorlardı, ne hissedeceklerini bilemiyorlardı ve sadece cenazeni izliyorlardı. Bütün bu insanlar bir şekilde zamanında onun hayatında bir konuma sahip olmuştu ya da en azından küçükte olsa bir şeyler yapmış insanlardı. Bir şekilde onu tanıyan herkes buradaydı ve Hamlet cenazesinde yalnız değildi. Ama neden insan ölmek isterdi ki, etrafında onu saran bir sürü insana sahipken? Neden gitmek isterdi ki, aynı insanlar tarafından merak edilip, özlenilip, sevilirken? İnsanın yalnızlık sebebi insanların olmamasıydı, öyleyse insanlar varken bile bu his neden var olmaya devam ederdi?
Daha sonra yeterli olmadığını anladım.
Ne bütün bu insanlar, ne de ki, bütün bu ilişkiler, hikayeler, anılar, arkadaşlıklar ve aşklar yeterliydi. Bir insanı kurtarmak için bütün bu şeyler yeterli değildi. Asla yeterli olmamıştı zaten.
Telefonumun titreşimi zeminden yattığım yer yatağına doğru yayıldığında gözlerimi daha sıkıca kapatarak diğer tarafa doğru döndüm ve üzerimdeki yorgana daha sıkı sarılarak arayan kişiyi görmezden geldim. Telefon bir süre sonra bana küserek sessizliğe gömüldüğünde sarıldığım yorganı bırakarak düşüncelerin zihnime dolmasına müsaade ettim, yeniden. Etrafınızda konuşmayan birisi olduğunda düşünceleriniz bu görevi üstlenirdi ve zihninizdeki kelime dağarcığını yırtana kadar susmazdı.
Telefonum yeniden titremeye başladı.
Gözümün önündeki karanlığı dağıttığımda odanın içindeki karanlığa tosladım ama bu beni göz kapaklarımın içindeki karanlık kadar korkutmuyordu. Telefonu uzanarak aldığımda artık üçüncü kez çalıyordu.
Telefonu açtım.
"Ova," diye mırıldandı telefonun arkasındaki ses, büyük bir heyecan, yorgunlukla. "Üzgünüm seni uyandırdım."
"Önemli değil," Yatakta doğrularak oturdum. "Sen iyi misin?" Endişeliydim.
"Ah, her zamanki halim işte. Ihm, Ova," Sarhoş olduğunu telefonu kulağıma ilk yasladığım andan biliyordum. Biliyordum çünkü ayık olduğu zamanlar giderek çok azalmıştı. "Garajdayım, gelebilir misin?"
Ah.
Ve beni üzen, kaçtığım şeyler beni yakalamıştı.
"Gelebilirim," Her zaman giderdim.
Yataktan kalkıp yüzümü ovmam, terliklerimi ayağıma geçirerek odadan çıkmam, küçük dar koridoru geçip merdivenlerden inmem ve garaja ulaşmam sadece birkaç dakikamı almıştı benden. Alınan dakikalar uzanarak boynuma dolanmış, sadece hayal edebildiğim manzaranın varlığıyla nefes alışlarımı zayıflatmıştı. İçeriye attığım tek adım yoğrularak mermiye dönüşerek kafamın tam içine saplanmış, biriktirdiğim bütün güzel anılarım kanların altında kalmıştı. Garajın kenarında karşısındakı içki şişesiyle duran babam, birkaç saniye sonra beni fark etti ve gülümseyerek bana el sallama hamlesi yere düşmesiyle sonuçlandı.
Hayal kırıklığı yaşamıyordum.
Üzülmüyordum.
Onu sırf içtiği için suçlayamazdım. Onu tek iyi hissettiren şeyi yaptığı için suçlamam ne kadar doğru olurdu ki?
"İyi hissediyor musun?" diye sordum yürümeye başlayıp onun yanına yaklaşırken. Sorunun içinde sitem yoktu, hesap sormak yoktu, acı çekmişlik bile yoktu. Onu suçlamıyordum. Böylesine acı çekmeyi kim, neden bile isteye isterdi ki? Onu anlıyordum. En azından anlamaya çalışıyordum.
"İyiyim," diye kelimeleri bile sarhoş olmuş şekilde cevapladı sorumu.
"Her akşam votka, rakı ve şarap yani?" Gülerek yanına oturduğumda yaklaşarak alnıma küçük bir öpücük kondurdu.
"Bir, iki, üç ve!" Ses tonu bir tık yükseldiğinde kıkırdayarak derin bir nefesi ciğerlerime hızlıca çektim.
"Her akşam votka, rakı ve şarap,
İçtikçe insan delirir olur harap." İkimizde birlikte ritmik bir şekilde şarkıyı söylemeye başladığımızda gülümsedim. Babam gülümsememi gördüğünde elini bana uzatarak yarı sarhoş, yarı kibar olmaya çalışır bir şekilde dansa kaldırdı beni. Dans etmeye başladık. Dans etmeye çalıştık çünkü o kadar sarhoştu ki, ayakta zor duruyordu.
"Kurtar burdan beni ne olursun ya Rab." diye yakındı. "Bitsin artık bu serap."
Beni etrafımda döndürdü. "Sarhoşum ah," diyerek ona eşlik ettim. "Öldüm ben ah, hep sevmekten."
"Her akşam votka, rakı ve şarap.." Bakışlarım babamın yüzüne kaydığında yanaklarındaki damlalara takılı kaldım ve şarkıyı dilimden düşürdüm. Dans etmeyi bıraktım.
Acı çekiyordu.
Ben öylece durduğumda babam da çökerek yere düşmüş, birkaç saniye sonra ise yere uzanmıştı.
İçmek bile yardım etmiyor gibiydi. Hala acı çekiyordu.
"Haksızlık bu," diye fısıldayarak hala sakince şarkıyı mırıldanan onun hemen yanına uzanarak garajın açık kapısından gözlerimizin önüne serilen karanlık gökyüzünü izlemeye başladım.
Neden kendimi kandırmaya bu kadar hevesliydim ki? Tek geceyle her şeyin hallolacağını sanmıştım. Tek bir geceyle onun bütün eski güzel anılarımıza yaptığı ihanetin acısını unutacağımı sanmıştım. Bu kadar uzun bir süre sonra onu gördüğümde iyi hissedeceğime inanmıştım bütün o zamanlarda. Ama neden hala iyi hissetmiyordum? Onu bu kadar beklemişken, onun gelişinin hayallerini kurarken, eskiden hep beni iyi hissettiren o iken neden şimdi mutlu olamıyordum? Onu çok özlemiştim ve şimdi hemen yanımda uzanıyor, gökyüzünü izliyorduk. Dans etmiş ve gülmüştük. Bana karşı çok kibardı.
Ama neden hala..
Acı çekiyordum?
"Yardıma ihtiyacım olduğunda bana yardım edeceğini söylemiştin." diye mırıldandım karanlık gökyüzünün altında uzanan sarhoş bedene doğru. Beni duyduğunda mırıldandığı şarkıyı durdurdu. "Acı içindeyim. Bana yardım etsene. Yardıma ihtiyacım var. Kurtar beni."
Iç çekti.
"Sana yardım edemem."
"Neden, söz vermiştin oysaki."
Öksürdüğü için kelimelerim öksürüklerinin içinde dağılıp, boğuldu.
"Halime baksana," dedi üzgünce. "Kendime yardım edemezken seni nasıl kurtarabilirim ki?"
"Sana yardım etmemi ister misin?"
"Lütfen," Sesi sona doğru kırılmıştı. Uykuya mı dalıyordu?
"Biliyor musun, her zaman birisine yardım eden o kişi olmaktan bıktım." Bakışlarımı izlediğimiz gökyüzünden çektim. "Sana yardım edemem, üzgünüm."
"Her zaman bana karşı çok iyiydin. Beni iyi bir baba olmamakla hiç suçlamadın ve hep sevdin, yorulmadan." Aramızdan akan sessizliğin eşliğinde elimden tuttu. Küçük hamleler yapmayı çok iyi becerirdi ve her zaman onun karşısında silahsız kalırdım.
"Yapabilirsin," Ve vurulurdum, tam kalbimden.
"Yapamam," diye fısıldadım. "Ne diyeceğim sana? Alkolü bırakmak için, temizlenmek için seni cesaretlendirmeli miyim? Peki karşılığında sana ne söylemeliyim? Sana vaat edecek neyim var ki? Ondan daha iyi hissettirecek bir şeye sahip değilim. Nasıl bir sebep verebilirim sana yaşamaya devam etmek ve temizlenmek için?" Doğrularak oturdum ve babamın votka şişesine uzandım. "Ben bile neden hala yaşadığımı bilmezken sana ne diyebilirim ki?"
Elimdeki yarı dolu votka şişesine baktım. "Seni mutlu edecek ne kaldı ki? Ben bir sebep değilim." Hüzünlü gözlerimi şişeden çekerek şişeyi dudaklarıma dayadım ve alabildiğim kadar büyük bir yudum aldım. Ağzımın içini hep dişlediğim için alkol yarayı yakmış, yetinmemiş boğazımıda ateşe vermişti.
"Seni çok severdim ben," diye mırıldandı uykulu sesiyle, ya da sarhoş sesiyle. Emin değildim. "Her zaman küçük arkadaşın için kahramancasına öne çıkardın ve hep insanları korurdun."
Bir yudum daha aldım. "Birisine kafana göre yardım edemezsin. Onlar yardımı kabul edip, istemezlerse sen sadece onları rahatsız edip durursun." Ve birkaç yudum dana.
"Annen iyi mi?"
"Her akşam votka, rakı ve şarap şarkısını o da çok seviyor." Şişenin tamamını bitirmiştim ama elimdeki duruşu hoşuma gittiği için bir süre daha tutmaya karar verdim. "Tabii o daha çok içip içip, siyah maskara sürüyor ve daha sonra ağlamaya başlıyor. Bütün maskarası yüzüne aktığında aynada kendisine bakıyor, kırmızı rujunu sürüyor sonra elinin tersiyle siliyor, yatağın üzerine çıkıp dramatik şarkılar söyleyerek bütün eve konser veriyor." Duraksadım. "Onu hiç anlamıyorum."
"Kadınları hiç kimse anlayamaz." Babam çok klişe bir cümle kurduğunda yüzümü buruşturarak ona baktım. "Çok karmaşıklar."
Daha sonra ikimizde güldük.
"Ben karmaşık değilim." Sakince mırıldandım gülmeyi kestiğimizde. "Sadece kalmanız için bir sebep olmayı isterdim."
Yalnız kalmak istemeyen ben, bütün o ayçiçeklerinin arasında yalnızdım.
Kalbimin kırılmaması için kendimi görmezden gelen ben, bütün o anıların gerisinde ağlıyordum.
Sarhoşluğun bedenime yaydığı etkiyle elimdeki votka şişesi düştü ve yuvarlanarak ayaklarımızın ucuna kadar gitti. Onu izlerken gülümsedim, nefes aldım, dönen başımı tutarak tekrardan onun yanına uzandım.
"Hatırlıyor musun 4 yıl kadar önce seninle otobüs yolculuğuna çıkmıştık. Sadece ikimiz. Saatlerce yol gitmiştik. Yemek için indiğimizde bana istediğim her şeyi almıştın. Çay içmiştik. Sohbet etmiştik. Eğlenmiştik. Bana karşı çok kibardın, çok düşünceliydin. Ve kendindeydin, uzun süre sonra ilk defa. Kendimi bir leydi gibi hissetmiştim ve senin yanındayken utanıyordum. Yeteri kadar güzel olamamaktan, kibar olamamaktan çok korkuyordum. Fazla para harcamanı istemediğim için yemek istediğim çoğu şeyi söylememiştim bile. Dönüş yolundaysa, otobüsün camından güneşin batışını izlemiştik birlikte."
Elimi yavaşça uzatarak büyük eline dokundum. "Zihnime sıkışan bir anı bu ve her zaman anımsıyorum. Seninle güzel bir anıya sahip olmak çok muhteşem bir duygu. Keşke daha çok anı biriktire bilseydik birlikte. Eminim, çok eğlenceli birisindir."
"Üzgünüm," dedi ve ben sadece gülümsedim. Diyecek ne kalmıştı ki?
"Üzgün olmamalısın."
"Senin için yeteri kadar iyi bir baba olmak isterdim. Sana verebileceklerimin yarısını bile veremediğim için üzgünüm. Keşke daha iyi ebeveyn olmayı bilen bir ailenin çocuğu olsaydın. O zaman benim ve annenin kederinin altında ezilmek zorunda kalmazdın. Sadece oyuncak ayıları ve renkli odaları seven küçük şımarık bir kız olarak büyüyebilirdin. Seni şımarık bir kız yapacak kadar iyi bir hayat suna bilseydim keşke. Ama çektiğim acı o kadar ağır ki, sadece onu düşünebiliyorum. Sadece acı çekmeyi beceriyorum ve senin de hayatını mahvediyorum. Sana iyi bir çocukluk borçluyum."
"Ben çocukken daha fazla acı çekiyordum. İşte o zamanlar baban eve gelmeyince, geldiği zamanlarda sadece sarhoş olunca, seninle hiç sohbet etmeyip sana hiç sarılmayınca hissediyorsun biryerlerde derinden bir kırığın belirdiğini ve her nefes aldığında seni kestiğini. Ona kızıyorsun, kırılıyorsun, küsüyorsun. Sonra işte kendine yönlendiriyorsun bütün oklarını; Ben yeteri kadar iyi değil miyim? Neden yeterli değilim? Ben sevilmeyecek kadar ne yaptım? Benim sorunum ne?" Sarhoşluğun etkisiyle güldüm ama bir taraftan fazlaca hissizdim. "Ama bir süre sonra bu sesler, hani kafanda var olan ve bütün bunları sana söyleyen sesler geçiyor. Bu artık bıktığın için ya da ihtiyacın olmadığı için olmuyor. Hala o güzel anılara ihtiyaç duyuyorsun. Sesler kayboluyor çünkü artık farkına varmaya başlıyorsun; Ah, hayat böyle de yaşanır diyorsun. Umursamamak değil bu. Sadece bir süre sonra kabulleniyorsun ve sürekli aynı bıçakla aynı yeri deşmektense yarayı izlemeyi seçiyorsun. Bunu sana yapan o insana bakıyorsun bu kez. Sana yaptıklarına değil, onun kendisine. Özünde nasıl bir insan olduğuna, neden bunu yapmak zorunda kaldığına ve neler yaşadığına. Kırılmak yerine anlamaya çalışıyorsun. Bunu, sevilmemeyi hak etmediğini biliyorsun ama aynı adamın alnına silah dayayıp seni sevmesi için de onu zorlayamayacağını biliyorsun. İşte bu kadar. Zorlayamayız. Hiç kimseyi bizi sevmesi için zorlayıp, sevmediğinde onu suçlayamayız. Beni siz dünyaya getirdiniz ve sadece bunun beni sevmeniz için sağlam bir neden olamadığının farkındayım. Bazen olmuyor işte. Bazen birisi kalmak için o sebep olamıyor ve bunun suçlusu hiç kimse değil. Hayat bazen böyle de yaşanıyor."
Acı vericiydi.
Biliyordum.
Ama bazen hayat böyle de yaşanır.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top