14: geçmişteki acıları tekrar tekrar yaşayan birisi
i can't handle change, roar.
14.BÖLÜM:
GEÇMİŞTEKİ ACILARI TEKRAR TEKRAR YAŞAYAN BİRİSİ.
Ova.
"Ova," diyerek kendi kendime fısıldadım. Kelimem dudaklarımdan havaya doğru ağır bir şekilde süzüldü ve gözlerime tırmanamadan yok oldu.
Bazen hiç var olmamışım gibi davranırdım. Hiç doğulmamışım, hiç okula giden kaldırımlarda tarla boyunca bisiklet sürmemişim, evde herkes yorgun olduğu için evi temizleyen ve yemek yapan o kişi hiç yaşamamış gibi yapardım. Sonia'yla birlikte kaldığımız odanın sadece ona ait olduğunu düşünürdüm. Kendime ait olan kiyafetleri bile giymezdim çoğu zaman. Sonia'nın kiyafetlerini giyerdim ve hep eve geldiğinde bunun için beni azarlardı. İş toplantısı için aldığı beyaz gömleğini okula giydiğimde ve eve dönüş yolunda bisikletten düşerek gömleğin dirseklerini mahv ettiğimde benim için bu kiyafet macerası da sonlanmıştı. Artık Sonia kiyafetlerini annemin dolabında tutuyordu ki, annem yalnızlığı sevdiği için odasına girmemize pek izin vermezdi. Kendi kiyafetlerimi giymeye başlamıştım. Ve çoğu zaman onların ağırlığı altında ezildiğimi hissederdim.
Bana ait şeylerin varlığı beni üzüyordu.
"Ben geldim, büyükanne." Salona doğru geçtiğimde hiç değişmeyen ortamın varlığı altında kalmam uzun sürmemişti. Büyükannem her zamanki koltuğunda oturarak televizyon izliyordu. Ağır adımlarla ilerleyerek halının üzerine kendimi bıraktım ve gözlerimin önüne serilen boş tavanın üzerindeki çatlakları saymaya koyuldum. Konuşmak istemiyordum. O kadar çok yorgundum ki, hiç bir şey yapmadan sadece uzanmak ve aslında orada olmadığımla ilgili kendimi uzunca kandırmak istiyordum.
"Bugün benim için meyve almadın mı?"
"Üzgünüm büyükanne, çok yorgundum." Diye mırıldandım gözlerimi kapatmadan hemen önce. "Geçmişteki acıları tekrar tekrar yaşayan biri kadar yorgundum."
"Haberlerde duydum az evvel. Biliminsanları zaman makinesi üzerinde çalışıyorlarmış. Yaklaşık elli yıl içinde zamanda yolculuk yapabileceğiz." Büyükannem kendince şikayetler savurmaya başladı ona hiç bir zaman cevap veremeyecek olan arkadaşı- televizyona doğru. "İşleri güçleri yok, insanları geçmişe gönderip tekrardan o berbat yılları yaşamalarını sağlayacaklar. Geçmişe gitseniz ne olur ki? Sen aynı sen olarak kaldığın sürece zaman değişse de aynı şeyleri tekrardan yapıp duracaksın."
"Geçmişe dönmek istemez misin, büyükanne?" Gözlerimi açıp ona bakamadım.
"İsterdim." Diye mırıldandı.
"Ama aynı kişi olduktan sonra hiç bir anıyı değiştiremeyeceğimizi söyedin. Öyleyse ne anlamı var ki, tekrardan oraya gitmenin?"
Doğru ya, ne anlamı kalmıştı? Acıları tekrardan yaşamaktan başka elime ne geçmişti ki zaten? Yine buradaydım ve Hamlet yoktu. Geride kalan o kişi yine bendim.
"Geçmişe sadece kötü anıları değişmek için dönmek istemezsin ki. Bir takım hatalar yapıldı evet ve aslına bakarsan önemli değil. Artık geçti. Geriye dönüp batığımda değiştirmek istediğim bir şeylerin olmadığını görüyorum. Geçmişe dönüp mendebur dedenizin yüzüne tükürmek istesem de, onun varlığını silecek bir şeyler yapmayı istemiyorum."
"Büyükanne üzgünüm ama aptal mısın? Neden seni üzecek anıları tekrardan yaşamak için geçmişe dönmek isteyesin ki?" Büyükannem sessiz kaldığında onu zorlayacak başka hiç bir kelimeye dudaklarım aralanmamıştı.
Ne beklemiştim ki zaten? Hiç bir zaman kahraman olamamıştım, öyleymişim gibi davranmaksa sadece daha kocaman hayalkırıklıklarına yol açmıştı.
Ova olmamın ne anlamı vardı? En sonunda ben hiç bir şey yapamamıştım. Benim için bile kalmak istememişti.
Gözlerimi açtığımda ne kadar yorgun olduğumu farketmiştim. Yavaşça ayağa kalktığımda salonun çıkışına doğru adımlıyordum. Uyumaya ihtiyacım vardı. Uzunca uyumaya ihtiyacım vardı.
"Mutlu olduğum anıları tekrar tekrar en baştan yaşamak için."
Duraksadım.
"Gülümsediğim o anıları tekrardan yaşamak için bütün o acılara tekrardan katlanabilirim."
"Değer mi?" diye yüzü gözü kedere bulaşmış sorumu ona yönlendirdim.
"Önemli değil. Değmese bile isterdim." Büyükannem gülümsedi.
Sessiz kalmayı tercih ettim. Zihninizin içinde binlerce bıçağın varlığı, o bıçakların siz tarafından özenle hazırlanmış olması gerçeği ve saplanacağı yeri iyi bilirken sizin beceriksizce saklanma dürtünüz, gülünçtü. Merdivenleri çıktığımda, ayağım takılıp düşecek gibi olduğumda, Sonia'yla beraber kaldığımız odanın karşısında birkaç saniye durduktan sonra Venüs'ün eskiden kaldığı çatıdaki odaya doğru yöneldiğimde bile sessizdim. Her zamanki gibi sessizdim. Dilim yoktu sanki ya da diyebileceğim sözcükler. Düşüncelerim o kadar kopuktu ki, bir araya getirip kelimelere dökemezdim.
Üzerimdeki kiyafetlere baktım uzunca Venüs'ün yer yatağına otururken.
Neden bu kadar çok eşyam vardı ki? Neden bana ait bir şeyler vardı? Neden varlığımın hatırlanmasını sağlayan eşyalar vardı? Bu kadar çok eşyam varken nasıl saklanacaktım? Kendi varlığımı bana ait olan kifayetlerin içindeyken nasıl görmezden gelecektim?
Ayağa kalkarak ağabeyimin eski kiyafetlerinin olduğu dolabı açtım ve karşılaştığım beyaz sweater'i alarak üzerime geçirdim, kendi kiyafetlerimden tümüyle kurtulduktan hemen sonra.
Bana ait olanlar ağırdı.
Bana ait olan şeyler canımı yakıyordu.
Başkasına beni hatırlatacak eşyalarımıın olması beni üzüyordu.
Kahverengi pijama altını bacaklarıma geçirdim ve aslında sessizliği giymişim gibi yatağa doğru yürüdüm. Birkaç adımda ulaştığım bu yatağın artık üzerinde, yorganın altındaydım. Bütün bedenimi saklamıştım.
Etrafımda bu kadar çok eşyam varken kendimi nasıl görmezden gelecektim?
Başka birisi olmak isterdim. Arkadaşıma gerçekten yardım edebilecek birisi olmayı çok isterdim. Bir daha kendi varlığımı hissedememek sorun değildi, bir daha Ova olamamak sorun değildi. Hatta büyükannemin aksine mutlu olduğum anıları tekrardan yaşayamamak önemli değildi. Ben sadece Hamlet'in yaşamasını istiyordum.
Ben sadece onun yaşamasını istemiştim.
"Hey,"
İzlediğim karanlığa gömülen boşluktan bakışlarımı çektim usulca ve yorganın içine daha da gömüldüm. Biraz daha uzun yaşaması için elimden geleni yapmıştım.
"Nasılsın Ova?" Ben sadece benim arkadaşım olarak kalmasını istemiştim.
"Seni özledim." Ama yapmamıştı.
"Neden," dudaklarımdan öylece kelimeler döküldüğünde soru işaretini koymayı bile başaramamıştım.
Karanlığın içindeki bedeni yatağa oturduğunda varlığını daha yakından hissetmiştim. Bana yaklaştı. "Seni çok özledim."
Kendini yaşatmak için hiç bir şey yapmamıştı.
Sadece çekip gitmişti.
Bir arkadaşa sahip değilmiş gibi. Arkada onu ölecek kadar özleyecek birisi yokmuş gibi.
Beni hiç düşünmemişti.
"Hayır," diye konuştum üzüntüyle kaplı bataklığın içine adım atarak var olan duygularımın boğulmasını uzaktan izlerken. Onların sonsuza kadar o çukurun içinde kaybolmalarını gerçekten istemiştim. "Sadece kendini düşündün. Sadece kendi acını umursadın. Benimle hiç konuşmadın, hiç bir şey anlatmadın. Ben yanımdan öylece geçtiğinde seni durdurmalıydım biliyorum, sorunun ne olduğunu sormalıydım, sana sarılmalıydım. Ama sen de hiç bir şey yapmadın, Hamlet. Hiç bir şey yapmadın. Seninle konuşmadığım için benimle hiç konuşmaya çalışmadın, yanından öylece geçtiğimizde kolumdan tutup beni durdurmadın, yanlış anlaşılma olup olmadığını sorgulamadın. Beni geri kazanmak için hiç bir adım atmadın, öylece vazgeçtin benden. Bana hiç gerçekten ne olduğunu ve nasıl hissettiğini söylemedin. Kendini odana kapattın, sadece çektiğin acını düşünerek kendini kestin. Kendini öldürdün." Kelimelerin bu kadar ağır olacağını ve onları sadece dudaklarımla taşıyamayacağımı hiç düşünmemiştim. Ama o an öylelerdi.
"Seni ne kadar çok sevdiğimi ve özleyeceğimi umursamadın. Beni hiç düşünmedin." Seni kurtaramadığım için ne kadar üzgün olduğumu bilemezdin. Öyle ki, hala seni kaybettiğimi kabullenemediğim için buradaydın ve benimle konuşuyordun. Ama her şeye rağmen seninle konuştuğum bütün bu şeylerin aslında sana ulaşmadığının içten içe farkındaydım. Sadece ben itiraf edebilmek için fazla üzgündüm.
Zordu.
Kelimelere dökmek kolaydı çünkü eminim bir çok romanda bununla ilgili daha güzel betimlemeler okumuşsunuzdur ve filmlerde çok daha etkili cümleler kurulmuştur. Ama her gün okula bisikletle giden Ova olarak söyleyebileceğim tek şey bunun ne kadar zor olduğuydu. Shakespeare bile kendi eserinde karekterinin ölümünü şanlı cümlelerle ağıtlamak yerine sadece "O öldü." diye yazarken bunun ne kadar zor bir duygu olduğunu size anlatamazdım. Kelimelerim yetmezdi. Duygularım bile yetmezdi.
O kadar derin bir insandı ki, onu tümüyle hissetmek için bile duygularım yetersizken onun kaybını nasıl hissedebilirdim?
"Üzgünüm," Elini bana yaklaştırdığında yüzümü çevirerek onun bana dokunmasına izin vermedim. "Acı çekiyordum, Ova."
Peki ya ben?
Bana ne olacaktı?
"Bencilin tekisin, Hamlet."
Bir arkadaş olarak beni hiç düşünmediğin için sana öfkeliydim ama aynı zamanda üzgündüm. Neden kolayca vazgeçebileceğin biriydim ki ben? Sana olan sevgim seni burada tutmaya neden yetmemişti? Neden ben yetersizdim? Neden senin için hiç bir şey yapamamıştım?
"Senin için geçmişe gittim, bir şeyler yapmak adına elimden geleni yaptım. Gerçekten yaptım. Ama sen kendin için hiç bir şey yapmak istemezken seni nasıl kurtarabilirdim ki?" Nasıl olurda kendin için hiç bir şey yapmazdın? Yorganın altındakı sesim gittikçe kısıldı ve yok olmaya başladı. "Belki de kabullenmeliyim. Vazgeçtin. Her şeyi arkanda bırakmayı göze aldın. Beni arkanda bıraktın ve vazgeçtin. Neden daha fazla çabalayayım ki?" Altına sıkışıp kaldığım yorganın biraz daha ağırlaştığını ve altında ezildiğimi düşünmeden edememiştim. Hiç kimse gibi hissediyordum. Yorganın altında ezilecek olan birisi bile yoktu sanki.
"Senin için geçmişe gitmeyeceğim." Değiştirmeye çalıştığım bütün o zamanlara karşı yine kendini öldürmeyi seçmiştin ve bu değişmeyecekti. Her ne kadar anılarla oynasam da sonuç değişmeyecekti ve ben bu döngünün içinde sıkışıp kalacak, üzülüp duracaktım. Çünkü seçimini yapmıştın. Seçimini yapmıştın ve bunu değişebilecek o kişi ben değildim.
Ben olsaydım hala yaşıyor olurdun.
Ben olsaydım hala arkadaşım oluyor olacaktın.
"Seni bir daha görmek istemiyorum," diye fısıldadım.
Ova'nın yok olmasını istiyordum.
Çünkü Ova'nın gerçekten bir değeri olsaydı, ölmezdin.
Gerçek şuydu ki, uzun zamandır kendim gibi davranamıyordum.
☪︎⋆
┊ ⊹
✯ ⋆ ┊ . ˚
˚✩
"Hey," diye uykunun damladığı sesimi mutfaktan içeriye doğru saldım.
"Nasılsın, Ova?" Solgun koyu yeşil geceliğiyle mutfak masasında oturup kadehini yudumlayan annem beni her gördüğünde sorduğu tek ve basit soruyu yüzüme doğru fırlattığında salonda oturup televizyon izleyen büyükannemin üzerindeki bakışlarını bana yönlendirmişti.
"Sen nasılsın?" Üzerimdeki sorunun delici ucunu ona çevirdiğimde buzdolabının kapısını açıyordum. Varlığımı kanıtlayan her bir şeyi tek tek görmezden gelmeye karar vermiştim. "Neler yaptın bugün, günün nasıldı?"
"Sessizdi." Annemin dudaklarından bezgin bir ifade döküldüğünde, bu ifade kendini birkaç kez tekrarladığında bile ona bakmadım ve kendim için süt ısıttım. "Günlerim fazla sessiz geçiyor, sanki dünya tarafından unutuluyorum. Hiç kimse adımı seslenmiyor bile."
Ölüyordun.
Gözlerimin önünde ölüyordun.
"Birisiyle konuşabilirsin." Birkaç yudum aldığım sütü tezgahın üzerine koyarak karşımdaki küçük pencereden karanlık çökmüş bahçemize daldırdım bakışlarımı. Venüs'ün kıyafetlerini giyiyordum hala ama annem bununla ilgili hiç bir şey söylemedi. Belki de bana dikkatlice bakmıyordu.
"Birisi?" Annem gülümsedi. "Kim neden benimle konuşmak istesin ki?"
Ben.
Ben isterdim.
"Haklısın." Sütü alarak tek dikişte kafama diktim.
"Sütle sarhoş mu olmayı düşünüyorsun, Ova? İstersen sana şarap verebilirim."
Neden?
Biliyorsun değil mi; ben senin arkadaşın değildim, ben senin çocuğundum.
"Hiç bir anne on altı yaşındaki çocuğuna şarap vermez."
"Ben farklıyım."
Benimle arkadaş olmanı istemiyordum. Bazen bana beni gerçekten kalbine yakın olan o kişi olarak gördüğünü söyleyerek dertlerini benimle paylaşman, varlığımın farkında olduğunu ve bana güvendiğini anlatsa da ben senin terapistin değildim. Bana sürekli dertlerini anlatamazdın. Çünkü senin için üzülüyordum ve canını yakan her şey için acı çekiyordum. Neden sürekli senin için üzülmem gerekiyordu? Böylesine ağır bir duygunun altında ezilmeme izin veremezdin.
Bütün hayatım boyunca yaptığım tek şey seni anlamak olmuştu. Bana sarılmadığında anlıyordum, yaptığın tek şey bizi görmezden gelerek yalnız kalmak olduğunda anlıyordum, sürekli üzgün olmanı anlıyordum, babamı çok özlediğinde anlıyordum, büyükannemle faturalar yüzünden kavga ettiğinde anlıyordum, Venüs'ün kendini aileden birisi olarak görmeyerek üzüldüğünün farkındayken ona hiç bir şey söylemediğinde, Sonia'nın gece boyunca anlattığı hikayelerini aslında dinlemediğinde ve ikizlere hiç gerçekten onları ne kadar sevdiğini söylemediğinde anlıyordum seni. Her zaman anlamıştım. Bu kadar acı çektiğin için hiç üstüne gitmemiştim, gidecek gücü kendimde bulamamıştım. Yaşadığın acıları bilmek ellerimi zincirle bağlamıştı ve ben sana karşı hiç bir şey yapamıyordum.
Seni bir de ben incitmek istememiştim.
"Umursamak için fazla üzgünsün, değil mi?" İç çektim. Derin bir okyanustaydım. Her saniye ağır bir duygu zihnime kancasını atıyordu ve bedenim dibe gömülüyordu.
"Eğer daha düzgün bir hayat yaşasaydın böyle olmak zorunda kalmazdın ve acı çekmezdin, değil mi? Sevdiğin bir şeyler bulup onunla ilgilenirdin ve çocuklarına daha iyi annelik yapardın. Kocanı elinde doğru düzgün tutabilirdin ve haftasonları toplaşıp dans edebileceğin arkadaşların olurdu, değil mi? O zaman ben gecenin bir yarısı annemi mutfakta dağılmış bir şekilde şarap içerken bulmazdım ve varlığımızı görmezden gelerek gününün sessiz sakin geçtiğini anlatışını dinlemezdim."
Ama şimdi incinen tek kişinin sadece ben olmasından yorulmuştum. Kapıyı çekip çıkan o kişi olamayacağımın farkındaydım. Her zaman kapının dışında kalıp diğerlerinin acısını düşünecek o kişi olmam sorun değildi diye düşünmüştüm. Kaçarak zihnimin içinde saklanmam sorun değildi diye düşünmüştüm. Ama geldiğim noktaya durup baktığımda; daha fazla saklanabileceğim bir zihne sahip olmadığımı görüyordum. Yıkımların altında kalmıştım en sonunda. Kendimi bile saklayamayacağım kadar dağınıktım.
"Ova?"
Çok fazla anlamıştım ve çok fazla yorulmuştum.
"Sen niye varsın ki?" Kelimeler tenimin üzerinde eridiler. "Neden anne olmak istedin? Baktın olmuyor, bırakmalıydın. Venüs'ü evlatlık almamalıydın, bizi doğurmamalıydın. Bütün bunları neden yaptın ki? Babamın biraz daha seninle kalması için mi yoksa yalnız kalmamak için mi? Bizimle neredeyse hiç konuşmuyorsun ama her akşam yemeği hep birlikte yemeliyiz diye bir kuralımız var. Bizi buraya acı çekmemiz için mi getirdin?" Kelimeler sadece dökülüyordu ve ben yaratacakları etkiyi düşünecek kadar kendimde değildim. "Bak, ben diğerleri gibi olmanı istemiyorum, biliyorum farklısın ve bunu farkettiğin için seninle gurur duyuyorum ama böyle de olmanı kaldıramıyorum."
Keşke annemden gizlice şarap içip dağılabilseydim ve uzunca bir süre kendimi bulamasaydım. Ama buradaydım, onun karşısındaydım ve ona göz kulak olmak gibi bir vazife omuzlarımın üzerinde kök saldığı için öylece sorumsuzluk yapamazdım. Hiç bir zaman şikayet eden ve sorumsuzca sadece eğlenen birisi olmamıştım. Sınırlarım vardı. Eğlenmek istemediğim için çizmemiştim bu sınırları, sadece kendimi eğlenceye verecek kadar zamanım olmamıştı hiç. Anneme ve eve göz kulak olan o kişi bendim ve zamanla bu hevesim de giderek solmuştu. Bütün gün sadece yatakta uzansam da, eğlenmek için kalkmayacağımı biliyordum artık.
"Neyi kutluyoruz?" Han'ın sesini duyduğumda içinde olduğum hayalkırıklıklarının üzerine basarak ayak izlerimin kanamasını sağladım.
"Ben de içeceğim." Serra onun ardından mutfağa girdiğinde ortamdaki gergin havanın onlara da bulaşması fazla zaman almamıştı.
"Senaryonuz nasıl gidiyor?" diye sordum sakin bir tonlamayla. Annem sessizce şarabını içmeye devam etmeyi seçmişti. Söylediklerimin onu nasıl hissettirdiğini kestiremiyordum. Bir anlık öfkenin kurbanı olmadığımı biliyordum, içimde çürümeye yüz tutmuş bu duyguları daha fazla taşıyamazdım. Kendimden saklanamadığım gibi onlardan da saklanamıyordum.
"Gitmiyor." Serra iç çekerek kendini sandalyeye attı ve saçlarını karıştırdı. "Tıkandık. Hiç bir sahne yazamıyoruz."
"Aslında tıkanan kişi Serra ama iki kişilik zıt düşünceleri konu aldığımız için bir diğerimiz tükendiğinde diğerinin rölu önemsiz kalıyor." Han kendisi ve Serra için kadeh alarak masadaki şaraptan kadehleri doldurmaya başladığında bir taraftan da benimle konuşuyordu. Annem sessizdi.
"Yani birbirimize ihtiyacımız var."
İkizlere bile bir şeyler söylememişti.
"Sadece birbirinize değil," diye mırıldandım kendi kendime. "Herkese. Herkese ihtiyacınız var varlığınızın tek başına bir anlam ifade etmesi için. Sizinle aynı düşüncede olan, farklı düşüncede olan insanlara ihtiyacınız var. Düşüncelerinizi daha da güçlendirmek için ya da tümüyle değiştirmek için. İsminizi seslenen insanların olması gerekiyor. Sizi seven ve sizden nefret eden insanların varlığına ihtiyacınız var. Sizi unutan insanlar olmalı, sizi daima birer anı olarak hatırlayacak insanlar olmalı. Sizi hiç tanımamış olan insanlar da gerekiyor. Bazen kaçmak istediğinizde onların arasında saklanabilesiniz diye. Etrafınızda bir sürü insan olmalı ki, yalnızlığınız bir mecburiyyet değil, bir seçim olsun. Ve pişmanlık duyduğunuzda bunu değiştirebilesiniz."
"Ova,"
Hayır.
Annem neden bu kadar sessizdi ki?
"Ova," diyerek Han'ı tekrarladı Serra. "Bu şimdiye kadar senden duyduğum en uzun cümle." Serra oturduğu sandalyeden kalkarak bana yaklaştı ve az önce oturduğum sandalyenin karşısında diz çökerek karşımda oturdu. "Sen iyi misin, akıllım?"
"Sadece bazen diğerlerine ihtiyaç duyuyorum." diyerek fısıldadım. Anneme bakıyordum ama o sadece ilerideki duvarı izleyerek şarabını içiyordu.
"Biz varız, Ova." Han uzanarak omuzumu okşamaya başladı. "Buradayız. Seninleyiz."
Hamlet de diğerlerine ihtiyaç duymuş olmalıydı. Her ne kadar yalnız kalmayı seçerek kendi içinde yaşasa da, bazen o da birilerine ihtiyaç duyuyor olmalıydı.
"Yetmiyor." İç çekerek ayağa kalktım. "Sadece var olmanız, her zaman aynı ortamda bulunmamız yeterli değil." Onların önünden geçerek mutfağın diğer tarafına doğru ilerledim. Sizin varlığınıza ihtiyacım yoktu, sizin varlığınızın benim varlığımı görmesine ihtiyacım vardı.
"Senin için ne yapabiliriz, Ova." Serra ayağa kalkarak sorduğunda yüzünde endişeli bir ifade vardı.
"Bir şeyler." diye mırıldandım sadece. O kadar çok hayalkırıklığım vardı ki, kendimi ve acılarımı görmezden gelemiyordum.
Birilerinin de beni umursamasını istiyordum.
"Nasıl bir şeyler?"
"Bana sormayacağınız türden bir şeyler işte. Ben söylemeden yapacağınız bir şeyler. Her Salı ve Çarşamba senin ve Han'ın sevdiği yemeği yapıyorum. Perşembe Sonia'nın favorisini pişiriyorum. Diğer kalan günler Venüs'ün, yemeğin yüzüne bakmasa da annemin ve büyükannemin sevdiği yemeği yapıyorum. Bazen babam için patates bile kızartıyorum, hiç eve gelip yemese de. Her haftasonu evi temizliyorum tek başıma. Çünkü hepiniz çok meşgulsünüz ve sizi rahatsız etmek istemiyorum. Market alış-verişine dahi yalnız başıma gidiyorum. Biliyorum, bütün bunları yapmamı benden hiç biriniz istemediniz ama siz benim ailemsiniz ve sizin için bir şeyler yapmak benim için sorun değil." Duraksayarak derin bir nefesi içime çektiğimde yorgunluğum katlanarak çoğalmaya başlamıştı ve ona engel olamadım. "Sadece bazen benim de sizden biri olduğumu hatırlamanızı ve benim için de bir şeyler yapmanızı istiyorum."
Kendimi yeterince görmezden geliyordum. Varlığımın tümüyle yok olup gitmemesi için en azından birinizin beni görmesine ihtiyacım vardı.
"Ova," diye konuştu annem uzanarak kadehini doldururken. "Arkadaşını çok fazla özlüyorsun, değil mi?"
"Hamlet'i mi?" Han anneme dönerek sorduğunda annem onu kafasıyla onaylamıştı.
"Sadece 14 yaşında sessiz bir çocuktu." Kadehinden bir yudum aldı. "Ova arkadaşının ölümünü atlatmakta zorluk çekiyor."
14 yaşındaki sessiz çocuk.
Hamlet sadece bundan ibaret değildi.
"Ova, bu gece hep birlikte uyuyalım mı?" Serra bana bakarak zihnime şefkatli sessiyle ulaşmaya çalıştığında annemin ağırca masadan kalktığını gördüm. Mutfak masasının üzerindeki kadehi yavaşça aldı, mutfağın çıkışına yöneldi ve ağır adımlar atmaya başladı.
"Hep birlikte uyumak istemiyorum," diye konuştum. "Annemle uyumak istiyorum."
Duraksadı. "Bu gece uyuyabileceğimi sanmıyorum Ova, üzgünüm."
"Annemle uyumak istiyorum," diye tekrarladım bir kez daha. Sesimin üzerinde gezinen acı farkedilmeyecek gibi değildi.
"Ova, lütfen."
"Seninle uyumak istiyorum." Kelimelerim bozulmuştu. Sürekli aynı yerde dönüp duran düşüncelerimi toparlamak o an için oldukça zor bir eylemdi. Nasıl olurdu da bu kadar bencil olabiliyordu? Nasıl olurdu da beni hep görmezden gelen o insanlardan hiç farkı olmazdı? Nasıl olurdu da acımı anlamazdı? Her gün devamlı bir şekilde acı çeken birisi nasıl olurdu da başkasının acısını görmezdi?
"Beni yoruyorsun," Annem yürümeye başladığında adımlarının sesi birer kurşuna dönüşerek kalbime saplanmaya başlamıştı. Kalbim acıdı. Damarlarım acıdı. Kanım acıdı. Acıyan kanım en kısa sürede bütün bedenime pompalanarak damarlarımdaki felaketin yaranmasına vesile oldu.
"Neden," diye mırıldandım onu elimde sıkıca tutmak istermiş ve hiç bir zaman gitmesine izin vermeyecekmiş gibi. Onu bırakmak istemiyordum ama o beni her zaman bırakıyordu; mutfağın ortasında, kafamın içinde. "Neden yaşamaya devam ediyorsun?"
Duraksadı.
"Bileklerindeki yaraları gördüm." Sesim titremişti. "Nasılsa bir gün kendini keserek hayatına son vereceksin. Neyi bekliyorsun ki?"
"Ova!" Han'ın endişeli sesini duyduğumda ona bakmıştım kısa süreliğine. Gözlerim mutfağın kapısına kaydığında Sonia'nın orada öylece durarak beni izlediğini farketmiştim. Büyükannem de salondaki televizyonun sesini kısmıştı. Herkesin dikkati sonunda bana kaymıştı. Ama neden böylesine bir yolu seçmeliydim beni görmeleri için. Neden içlerinden birisini incitmeliydim benim varlığımı da fark etmeleri için.
"Ben," Annemin fısıldayan sesi ortama ağır bir balta gibi saplandığında ve bütün duyguları akıtmaya başladığında hala arkasına bana dönüktü. "Ben çok fazla acı çekiyorum, Ova. Üzgünüm. Gerçekten çok üzgünüm."
"O kadar üzgünsen neden ölmüyorsun?" diye bütün öfkemle ona bağırdım. "Zaten sonunda yapacağın tek şey kendini öldürüp bizi arkanda bırakmak, değil mi?"
Senin için de beni arkanda bırakmak kolaydı, Hamlet için olduğu gibi. Neden hiç bir zaman ben, kalmak için bir sebep olamıyordum?
"Kendine gel Ova!" Bu kez Sonia'nın sinirli sesi zihnime konarak beni daha da dibe çekmeye başladı. "Neden onu böylesine incitiyorsun, Ova?" Sonia yanıma geldiğinde omuzlarımdan tutarak beni sertçe sarsmıştı. Keşke kafamı düşüncelerimin fırlayıp duvara çarparak paramparça olmasını saülayacak kadar hızlı sallasaydı. "Acı çektiğini göremiyor musun?"
"Acı mı?" Kendimi tutamadan güldüm. Bu haraketim ikiz abilerimi ve Sonia'nı oldukça şaşırtmıştı, öyle ki, omuzlarımdaki ellerini düşürmüştü. "Acı çekiyorsa ne olmuş? Acı çekmesi bizi çöp gibi ortada bırakıp ölmesi için haklı bir neden değil, Sonia. Acı çekmesi her gün kendini odasına kapatıp tek başına ağlaması ve kendini kesmesi için, bizi görmezden gelerek sadece yağmur yağdığında odasından çıkması için ona hak kazandırmıyor. Bunu bize yapamaz. Bunu yapamaz." Yanaklarımdan yaşlar akmaya başladığında odada yankılanan tek şey benim bağırışlarım ve ağlayışımdı.
"Hayır," Sonia beni durdurdu. "Tam da acı çekmesi bütün bunlar için ona hak kazandırıyor."
"Birisinin acı çekmesi diğerlerinede acı çektirmesi için hak kazandırıyor mu gerçekten, Sonia?"
Sessiz kalmıştı.
"Nasıl sadece kendini düşünebilirsin? Nasıl bu kadar bencil olabilirsin?" Sonia'nı iterek anneme doğru yürümeye koyuldum. "Nasıl ölerek bizi arkanda bırakmayı düşünürsün?"Onun hemen yanına vardığımda bana dönmesiyle onu omuzlarından tutarak itmiştim. Avuçlarım arasındaki varlığı bile canımı yakacak kadar ağırdı. "Nasıl bu kadar çabuk vazgeçebilirsin bizden? Senin için her hafta pirinç yapardım ben!"Onu birkaç kez daha sertçe ittiğimde elindeki şarap yere düşmüş ve kırılmıştı. Parçalanan camın çığlığı kulaklarımı inlettiğinde Sonia'nın beni durdurmak için bağırışını da bastırmıştı.
"Neden beni bırakmak bu kadar kolay sizin için? Neden beni hiç özlemeyecekmişsiniz gibi gidiyorsunuz hep? Neden kalmanızı sağlayacak o sebep olamıyorum ben? Sizi biraz daha uzun tutmak için elimden gelen her şeyi yaptım. Kendimi çok fazla zorladım ama neden bu yeterli değil? Neden yeterli değilim ki?"
Onu sertçe itmem sonucunda yere düşmüştü. Kucağına oturarak omuzlarına yumruklarımı vurmaya devam ettim sadece. Her şey ağır gelmişti. Kaldıramıyordum. "Kendini öldürürsen acı çekeceğim ve seni kurtarmak için hiç bir şey yapamayacağım. Kararından vazgeçirmek için dönebileceğim bir geçmiş olmayacak. Olsa dahi, ölmek isteyen birisi için yapabileceğim hiç bir şeyim kalmadı. Sen kendini kurtarmak istemezken nasıl olurda seni yaşatabilirim ki?"
"Ova," Annem fısıltıyla bana ulaşmaya çalıştığında seslerin giderek yok olmaya başladığını farketmiştim.
"Lütfen," diye ağlayışlarımın ardından fısıldadım. "Lütfen çok uzağa gitme. Sana ulaşamayacağım kadar uzağa gitme."
"Ova,"
"Lütfen ölme. Elimde hiç bir şeyim kalmadı. Bir geçmişe sahip değilim. Seni kurtaramam. Yapamam. Daha fazlasını yapamam."
"Ova," Venüs"ün sesini duyduğumda bakışlarımı ona çevirmiştim. Durmadan akan yaşlar karşısında rehine gibiydim. Gözlerime inen bulanıklık onları tümüyle görmemi engelliyordu. "Gel bakalım."
Beni kucağına aldı. Annemin kucağından çekerek kendi kucağına aldı ve başımı göğüsüne yaslayarak şefkatli bir şekilde saçlarımı okşamaya başladı.
O an anladım işte.
Dudaklarındakı bu sessizliği tanırdım. Bedenindeki tükenmişlik, bakışlarındakı boşluk ve ruhundakı keder. Izdıraplıydı.
Hiç kimsenin dudakları sözcüklere gebe kalmıyordu.
Annemden aldığım tek özelliğim; görünmez olmamdı. İkimizde başkaları tarafından görmezden gelinirdik sürekli. Bunu farkeden ben yalnız hissetmeyelim diye birbirimizi görmemiz gerektiğine inanırdım hep. Her zaman ona bakardım, onu görürdüm. Peki ya ben? Ben neden hala görünmezdim ki? Görünmez olmanın nasıl hissettirdiğini bildiğin halde neden görünmez hissetmeme müsade ediyordun?
"Ölecek değil mi?"
"Ölmeyecek Ova, onu koruyacağım. İçinde olduğu bütün acılarla savaşacağım."
Ölecekti.
Ağlayışlarımın içinde kaybolan duygularım ve varlığım dakikaların arasında saklanmaya yüz tuttuğunda abimin kolları arasında parçalanmaya başlamıştım. Bakışlarım yerde öylece oturan anneme direk bakmasa da onu hala görebiliyordum. Bulanıktı. Hiç bir zaman net olmayan varlığı gibiydi görüntüsü de.
Lütfen çok yükseğe uçma, güneş tenini yakardı.
Lütfen sadece kaç, acı seni yakalardı.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top