11; tek bir kelimeyle ona yakın olacaktım
♪
maneskin, vent'anni.
mitski, nobody.
11.BÖLÜM;
TEK BİR KELİMEYLE ONA YAKIN OLACAKTIM.
"Hamlet," diye seslendim odanın diğer tarafından.
"Bütün bu kuklaları pencerenin yanındaki dolaba koyuyorum, böylelikle her zamanın gözünün önünde olur ve düzenli görünür." Çalışma masasının üzerindeki kuklaları kucağıma dikkatli bir şekilde yığarken bir taraftan yapacaklarımı ona anlatıyor, sessizliğin odanı ve onu ele geçirmesini engelliyordum.
"Nasıl istersen," diye düşünceli bir sesle yanıtlamaktan başka bir şey yapmıyordu.
Odanı toplaması için ona yardım ediyordum. Daha doğrusu, zorla odanı toplatıyordum ve bunun için ona yardım ediyordum. Öncelikle yere dağılmış kağıtları poşete yığmıştık, yatağın yanına -zemine bırakılmış kitapları kitaplığına güzelce yerleştirmiştim ve şimdi ben çalışma masasının üzerini toparlarken, o yatağını toparlıyordu.
Tahta kuklaları pencerenin yanındaki dolaba dikkatli bir şekilde yerleştirdikten sonra, çalışma masasındaki buruşturulmuş kağıtları poşete toplamaya başladım.
"Yardım edeyim mi?" diyerek seslendim yatağı toplayan Hamlete hitaben. "Hayır, zaten her şeyi sen yaptın."
"Pekala,"
Kağıtlatı poşete topladığım sırada odak alanıma takılan defterle duraksamıştım. Sıradan bir deftere benziyordu; siyah kaplamalıydı ve sayfaları sarıydı. Fakat dikkatimi çeken şey bu değildi, defterin içindeki yazıydı. Siyah kalemle şöyle yazılmıştı defterin bir köşesine.
İşte!
İşte sana uğruna ölünecek bir şey.
Birdenbire bedenim ağırlaştığını hissetmiştim. Ne tür bir duyguyla çelişiyordum, düşündüğümde her an beni uçurumdan atacak kadar güçlü bir duyguydu bu. Ne zaman ki onun yok olabileceğini düşünüyordum o zamanlarda nefesim kesiliyordu ve sanki ağırca toza dönüşerek yok oluyordum.
Uğruna ölünecek bir şey? Ölmek için kendini uğruna feda edebileceğin bir şey mi bulmuştun, sonunda? Bunca zaman sonra istediğini buldun değil mi?
Öyleyse ölecek miydin?
Bakışlarımı defterden çekerek hâlâ yatağını yapmakla uğraşan çocuğun üzerinde gezdirdim. Protez bacağı yüzünden ağırca haraket ederek yatağını toplamaya çalışan ve bunu yaparken hüzünle iç çeken bir çocuk vardı karşımda. Ölmek için haklı bir sebep arayan, okulu bitirdikten sonra ne yapmak istediğini hiç düşünmemiş, annesi tarafından sürekli kız olmadığı için baskı gören bir çocuk vardı.
Hüzünle bakan çocuk. Acı çeken çocuk. Ağlayacak gibi dolu dolu olan çocuk. Aşağılanan çocuk. Ölmek isteyen çocuk. Ölecek olan çocuk. Böylesine güzel bir çocuk hem de. Adını sürekli seslendiğim çocuk. Sevdiğim çocuk.
Sevdiğim.
Masanın üzerinde duran kalemi alarak defterdeki "ölünecek" kelimesinin üzerine çizgi attım. Ve oraya "yaşanacak" yazdım.
Çünkü yaşanmalıydı.
Çünkü sahip olduğumuz tek hayattı bu. Bir gün bir şekilde zaten bitecekti. O zaman hiç özlemeyecek miydik ki? Yaşamış olmayı özleyecektik.
Ölü olan bizler ölecek kadar özleyecektik yaşamayı.
Bu yüzden zamanı değildi. Ölmek için doğru zaman değildi. İleride deli gibi özlemek için doğru zaman değildi. En azından şimdi değildi.
Daha sonra pek bir şey konuşamadım. Ona seslenemedim bile. Sessiz bir şekilde odasını tümüyle düzene sokmaya yardım ettim. Daha daha sonraysa beni geçirmek için evden birlikte dışarı çıkmıştık. Gecenin altında, sol tarafımızda kalan tarla boyunca ilerliyorduk, ağır adımlarla. Hamlet yürürken bazen zorlandığı için bilerekten ağırca atıyordum adımlarımı.
Düşünüyorum da, bu kadar zaman onun benden nefret ettiğini sanmıştım. Bu yüzden kendimi kötü hissetmiş ondan uzaklaşmıştım. Bir daha konuşmamıştım onunla, bazen okula giden yolda karşılaşıyorduk ve o yavaş yürüdüğü için hızlıca yanından geçip gitmiştim. Ortak derslerimizde bile onu görmezden gelmiştim. Zor zamanlar geçirdiğini biliyordum. Herkes biliyordu. Ama bunu ergenliğine vererek hiçbir şey yapmamıştım onun için. Çocukluk arkadaşımı böyle kaybetmiştim.
Tek bir kelimeyle ona yakın olacaktım.
Çünkü Hamlet böyleydi. Tek bir kelimem onun için değerliydi ve tek bir sözcükle onu hiç kaybetmemiş olabilirdim.
Gerçek şu ki, ondan nefret ettiğimi düşünüyordu. Bu kadar zaman ona bunu düşündürecek ne yapmış olabilirdim? Her zaman ona karşı dikkatli, değil miydim? Her zaman benim için önemli olan kişi o değil miydi? Sözlerin dikenlerini teker teker temizleyerek ona söyleyen ben, aynı zamanda onu delik deşik eden kişiydim.
"Hamlet," diye ona seslendim. Birkaç adım önümden yürüyordu. Hafif esen bu havada, tarlanı geçip köprünün altındaki göle gelmiştik. Ateş böcekleriyle dolu olan bu göle çocukken hep gelirdik, etrafa ışık saçan ateş böceklerinin tam ortasında saatlerce sohbet eder, kartondan roket hazırlardık. Şimdi burada olmamıza rağmen, ateş böcekleri yoktu.
"Hımm?" diye beni duyduğuyla ilgili mırıltılar çıkardı hâlâ yürümeye devam ederken.
Saçlarına baktım.
Önümde yürüyen bu çocuğun attığı her adımda saçları bir sağa bir sola sallanıyordu.
"Neden senden nefret ettiğimi düşünüyorsun?" diye mırıldandım.
Hamlet duraksadı. Hiçbir şey söylemedi, yüzünü göle tutarak eskiden hep birlikte vakit geçirdiğimiz ve artık sadece yolumuzun üzeri olduğu için geçip gittiğimiz bu yerde bakışlarını göle çevirdi; gökyüzündeki yıldızları yüzeyinde yansıtan göl, sanki yıldızlarla doluydu. Parlıyordu. Aynı ona hüzünle bakan hüzünlü bir çocuk gibiydi.
Bazen depresyonda olduğumu düşünüyordum. Aslında üzgün değildim. Mutsuz hissetmiyordum ama buna rağmen mutlu da hissetmiyordum. Gün içerisinde gülebiliyordum ya da Nora'yla konuşurken bazen şaka yapabiliyordum. Ama gece olduğunda ve ben Venüs'ün uyuduğu çatı katında yalnız kalmak içim gittiğimde nasıl hissedeceğimi bilmiyordum. Hayır, aslında nasıl hissedileceğini bilmiyordum.
"Keşke yağmur yağsaydı,"
Neden..
"Uzun süredir yağmıyor,"
Neden.
"Keşke sesini duyursa."
Neden sen de yağmuru seviyordun? Neden güneş gibi parlayan sen yağmuru özlüyordun? Neden yağmur olmak zorundaydı? Neden güneş değil, neden yıldızlar değil, neden yağmur?
Senin de mi tek arkadaşın yağmurdu?
Ben her zaman senin bir güneş olduğunu düşünmüştüm. Her zaman parlıyordun, her zaman sıcaktın. İlkokulda yanıma oturan ve benden küçük olan o çocuk her zaman güneş gibiydi benim için. Şimdi neden, neden güneş değilde yağmuru seviyordun?
Güneşi sevmeni isterdim.
Ben çok isterdim.
Acı çeken birisi değil, gülümseyen birisi olmanı isterdim.
Birkaç adım atarak Hamlet'in yanında durdum ve gölün üzerine yansıyan, yıldızların içerisindeki görüntümüze baktım.
"Ben o gün arkadaşlarınla konuşmanı duydum," Hamlet montunun eteklerini sıkıca kavradı, bana bakmıyordu, konuşmak için fazla üzgün bir sese sahip olmasına rağmen anlatıyordu. "İra'yı bulmak için sınıfları geziniyordum ve diğer kızlarla konuşmanızı duydum."
O an gözüme dünyanın en hüzünlü çocuğu gibi görünmüştü.
"Benim tuhaf olduğumu söylediler ve sen," Duraksadı. "Sen sadece güldün."
Küçükken arkadaştık ve onu seviyordum.
Sonra aniden benden uzaklaştı.
Nedenini artık biliyordum.
Benim tuhaf olduğumu söylediler.
"Hey Ova baksana, Hamlet tuhaf bir çocuk, değil mi?"
Ve sen sadece güldün.
"Neden onunla arkadaşsın ki?"
Güldüm.
Göldeki yansımasının ne kadar üzgün olduğunu farkettim. Ona bir şeyler söylemeliydim: hatıralarında yer edinen bu anının içinde dönüp duran ruhunu oradan söküp alacak bir şeyler.
Tek bir kelimeyle ona yakın olacaktım.
Tek bir kelime.
Daha sonra derin bir nefesi içime çektim ve Hamlet'in elini tuttum. Eli soğuktu. Aniden, böyle bir durumda neden ona bir açıklama yapmak yerine böyle bir şey yaptığımı merak ediyor olmalıydı ama önemli değildi. Elini sıkıca tuttum ve durgun göldeki yansımamızı onunla birlikte izlemeye davam ettim. Bütün bu zamanlar için tek bir şey söyleyemedim, açıklama yapamadım.
"Yıldız olmak istiyorum, Ova." Hamlet iç çekti. "Çok fazla istiyorum."
"Neden yıldız olmak istiyorsun ki?" Yoksa kastettiğin şey ölerek birer yıldıza dönüşmek mi? Bedenimi ani bir yorgunluk kaplamaya başladığında düşüncelerimin içine iyice çekilmeye koyulmuştum.
Yıldız olmak için illa ölmek zorunda değilsin, Hamlet. Bütün saçma bahaneler bitene kadar yaşamaya devam et.
"Bazen içimde büyük siyah bir kara deliğin varlığını hissediyorum sanki söylemek istediğim bütün sözcükler orada hapsolmuş ve bu yüzden sessizleşmişim gibi. Bazen bağırmak ve içimdeki kara deliği parçalamak istiyorum. Birisinin orada durup bana bakmasını, beni duymasını benim de var olduğumu farketmesini istiyorum." Duraksayarak kafasını birkaç saniyeliğine gökyüzüne kaldırıp derin nefesi ciğerlerini çekti. Gitar çalmayı unutmuş gitarist gibi bir hali vardı; bir o kadar aklındaki müzikte kaybolmuş, bir o kadar notaları bulamayan hüzünlü.
"Kelimelerimin herkese ulaşmasını istiyorum, şarkı söylemek istiyorum. Spot ışıkların altında olmak ve bir sürü çiçek almak istiyorum."
Her zaman yaptığım bir ritüel gibi sessizliğin kadehiyle dudaklarımı yıkayarak sakince onu dinliyordum.
"Şarkı söylemek.." diye mırıldanarak düşüncelere daldı Hamlet. "Nasıl şarkı yazılacağını bilmiyorum ki."
Şarkı yazmasını ona söylememiştim ama düşüncelerinin merkezine yerleşen tek şey buydu. Demek ki, şarkı yazmak istiyordu. İçinde bir şeyler vardı ve bunu dışarı atmak istiyordu, uzun zamandır içindeki kara deliğin onu ele geçirmesine izin vermişti. Bu kadar sessiz ve çekingen olduğu için onu ilk başta dilsiz sanan ben zamanla onu dinlemeyi o kadar çok sevmiştim ki, sırf o konuşsun diye zorla iki çift laf eden ben ona sürekli sorular sormuş, sohbeti başlatan ilk kişi olmuştum. Onun için hep farklı birisi olmaya çalışmıştım; bütün sınırlarımı onun için yıkmıştım.
Şarkı söylemek istiyormuş.
Onun gibi bir çocuk şarkı söylemek istiyormuş.
14 yaşındaki gerçek bir çocuk gibi hem de.
"Given,"
"Hım?" Hamlet anlamayarak yüzüme baktı.
"Anime işte, eve gidince izle." Bakışlarımı ondan kaçırdım ve nehirdeki yansımamızdan asla ve asla çekmemeye çalıştım.
"Hımm, tamam." Hamlet elimi bırakacak gibi olduğunda elimin içindeki elini daha da sıkı kavradım, şimdi olmazdı. İçindeki o şeyi dışarı atmalıydın.
"Sever misin anime?"
"Bilmem, pek izlemedim."
En çok kitap okurdun, okulun kütüphanesindeki bütün kitapları neredeyse okumuştun. Ve bittiğinde gidecektin. Nedense bunu hatırlamak üzerime ağır bir hüzünü bırakmıştı.
Ben seni kurtarabilecek o kişi miydim, hep merak ederdim.
"Sana yardımcı olacak şarkı yazman için,"
Seni kurtara bilecek miydim?
"Öyleyse izlerim."
Yeniden sen ve ben, Ova ve Hamlet nehirdeki ateş böceklerini birlikte izleyebilecek miydi?
"Sevdiğin bir şarkı var mı?"
Annen bize gelip hep birlikte yine güzel zaman geçirebilecek miydik?
"Pek şarkı dinlemem,"
Seninle yine okula beraber yürüyebilecek miydim?
"Peki film?"
Yazdığın şarkıları söylediğinde seni bütün kalbiyle dinlemek için her zaman orada olan kişi ben olabilecek miydim?
"Uzun zaman önce film izlemeyi bırakmıştım."
Bir gün sana duygularını itiraf eden o kişi olabilecek miydim?
Sessiz kaldım. Nora'nın dediği gibi onu biraz anlamak için şimdilerde nelerle ilgilendiğini anlamaya çalışıyordum ama pek bir şeyle ilgilenmiyordu. Sadece kitap okuyordu. Ya da ben sadece kitap okuduğunu biliyordum.
"Sen neleri seversin, Ova?"
Seni.
Sorusu havada asılı kaldığında bakışlarını benden kaçırmıştı. Ona verecek bir cevabım yoktu bu yüzden sessiz bir şekilde gölü izledik.
Onu nasıl kurtaracağımı düşünüyordum. Onu nasıl hayatta tutabileceğimi ve tekrardan onu kazanabileceğimi düşündüm uzun bir süre için. Elinden sıkıca tuttuğum bu çocuğun elini nasıl hiç bırakmam diye uzunca düşündüm.
Bunca zaman sonra, şu an arkadaş olmasak bile ben onun her zaman bir arkadaşı olarak yanında olacaktım.
Cesaret edemeyerek yapamadığım onca şeye rağmen, bu kez her şeyi yapacaktım.
Bir kahraman nasıl olunur bilmiyorum ama bir kahraman olacaktım.
Hamlet için.
˚✩
˚✩
Yazdı.
Hava serindi, güneşin kızılı ışınları sınıfın penceresinden içeriye doğru yavaşça süzülüyordu. Spor dersinden yeni çıkmış bizler için hava fazla sıcaktı. Önce kızlar daha sonra erkekler olmak üzere sınıfta üzerimizi değişirdik. Soyunma odası olmadığından kaynaklı bu durumdan bazı kızlar faydanalarak hoşlandıkları çocukların çantasını karıştırırlardı.
O zamanlar durgundum, sürekli düşünceli olurdum. Bu kadar çok düşünmeme rağmen düşündüğüm tek şey küçük arkadaşımdı. Acaba başına bir şey geldi mi diye hep endişelenip dururdum. Çünkü o zamanlar gözümün önünden ayırdığım an ya yaralanırdı ya da birisi ona sataşırdı. Çelimsiz ve kız gibi göründüğü için onu gören insanlar onunla alay ediyordu. Ve o zamanlar tek gayem o insanları iş üzerinde yakalayarak ağızlarına gelişigüzel geçirmekti.
Sınıfın sıralarından pencereye en yakın olanın üzerinde oturarak gömleğimin düğmelerini iliklerken diğer taraftan bir gözüm okulun bahçesindeydi. Biraz önce ilerideki ağacın altında sessiz bir şekilde oturarak etrafı izleyen arkadaşım orada değildi ve okulun bahçesinde birkaç kişiden başka hiçkimsenin varlığı odak alanıma girmiyordu. Nereye gitmiş olabilirdi ki? Tuvaleti mi gelmişti acaba?
"Ova?" diye konuşarak arkamdan seslenen ince sesin sahibine çevirdim bakışlarımı. Saçlarını tavşan gibi iki taraftan kurdeleyle bağlayan bir kızdı. Sınıf arkadaşlarımla pek konuşmazdım, beni daha çok bir olay gerçekleştiğinde karşı tarafı büyük bir öfkeyle benzetirken görürlerdi. Sınıfta konuşmadığım gibi derslerde de konuşmazdım, bu yüzden zayıf diye tanımlıyorlardı beni. Okuyamayan, yazamayan ve matematik problemi çözemeyen birisi olarak hafızalarda yer edinmiştim.
"Neden hiç bizimle konuşmuyorsun?" Yüzüme tatlı bir ifadeyle bakmaya başladığında onu görmezden gelmeyi tercih ederek sorusunu havada asılı bırakmıştım.
"Şu küçük arkadaşına mı bakınıyorsun? Neydi ismi.." Hatırlamak istermiş gibi alnını kırıştırmaya ve diğer kızlara bakınmaya başladı.
"Hamlet değil miydi?" Sonunda hatırladığında onu başımla onaylamıştım. Tepkimi gördüğünde gülümseyerek birkaç addım daha attı bana karşı. "Geçen gün onu görmüştüm nehirin orada. Elindeki oyuncak ördekleri nehirde yüzdürüyordu."
"Hey Ova, baksana," İsminin Liza olduğunu bildiğim esmer kız ikimizin konuşmasının arasına girdiğinde dikkatimi ona vermiştim. "Sence de Hamlet tuhaf bir çocuk değil mi?"
"Tuhaf?" Kaşlarımı çatarak ne dediğine anlam veremediğimi belirttim. Nasıl bir tuhaflıktan bahs ediyordu?
"Yani tuhaf işte," Alnını kaşıdı. "Kız gibi."
"Bence de Hamlet tuhaf bir çocuk," Az önceki kız tekrardan konuştuğunda bu kez bakışlarımı ikisininde üzerinden çekerek pencereye sabitlemiştim.
Neredeydi ki?
"Neden onunla arkadaşsın ki?"
"Gerçekten tuhaf,"
Gülmeye başladım.
"Sence de tuhaf değil mi ya, ben de öyle düşünmüştüm." Ve güldüğümü gören sınıf arkadaşlarım benim gibi gülmeye başladılar. O an kapının sesi duyuldu. Herkes irkilerek oraya doğru dikkat kesildiğinde yüzümdeki gülümsemeni silmiştim.
Tuhaf.
Hiçbir şey söylemeden bakışlarımı tekrardan pencereye çevirmiştim. O an içimden hiçbir şey söylemek, hiçbir açıklama yapmak geçmemişti.
"Arkadaş olmaya ne dersin?" Kurdeleli kız yüzüme bakarak gülümsediğinde, okulun bahçesindeki o ağacın altına hiçkimsenin oturmayacağını anlamıştım. "Tuhaf bir kız değilim, arkadaşlarım beni sever ve bir sürü oyunca-"
"Zaten yeterince arkadaşın var," Oturduğum sıranın üzerinden inerek okul gömleğimi düzelttim. "Bana ihtiyacın yok." Ama onun bana ihtiyacı var ve tek arkadaşı benim.
Daha fazla orada kalarak vakit harcamak istemediğimden kapıya doğru yönelerek sınıftan çıkmıştım. Koridorda yürürken aklımda sadece o vardı. Acaba birisi mi sataşmıştı? Acaba tuvalette mi sıkıştırılmıştı? Gerçi ona sataşanlara ağzının payının nasıl verileceğini öğretmiştim. Öyleyse düşmüş olabilir miydi? Öğretmen mi bir şey söylemişti?
Aklıma kazınan her yeni düşüncenin ağırlığıyla attığım adımlarda ağırlaşıyordu sanki. Eve gitmiş olabilir miydi? Ama beni her zaman beklerdi.
Öyleyse..
Hamlet.
"Sonunda, aklım çıkacak sandım." diye kendi kendime mırıldanarak adımlarımı hızlandırmaya başladım. Geçen günkü kavgada burnunu yaralayn Hamlet burnunun üzerine iki tane yara bandı yapıştırmıştı ve onu her gördüğümde gülmek istiyordum.
"Hamlet," diye ismini seslendim karşı karşıya geldiğimizde ama hiç beklemediğim bir olay gerçekleşmişti. Gülemsemem yüzümde asılı kalırken Hamlet yanımdan öylece geçip gitmişti. Öylece. Yüzüme dahi bakmamış, beni görmezden gelmişti.
Neden?
Ah.
Olduğum yerde duraksayarak bir adım daha atamadım ileriye doğru. Nefesim göğüskafesimde sıkışıp kalmıştı.
Küçükken arkadaştık ve onu seviyordum.
Çünkü arkadaşlarınla konuşmanı duydum.
Sonra aniden benden uzaklaştı.
Benim tuhaf olduğumu söylediler ve sen sadece güldün.
Nedeni..
"Hamlet!" diye ona seslenerek arkamı döndüm. Durmamıştı, yürümeye devam ediyordu.
Tek bir şansım daha olsaydı.
İlerliyerek benden uzaklaşan çocuğa yetişmeye çalıştım.
Tek bir cümle.
Hemen arkasından ona yetiştiğimde bileğinden kavradığım gibi onu kendime çevirmiştim. Gözleri dolu doluydu ve yüzünde acı bir ifade vardı. O zamanlar beni geçtikten sonra ağladığını bilseydim seni asla öylece bırakmazdım. Ben yapmazdım.
"Güldüm çünkü onlara tuhaf gelen senin iyi ki," diye nefes nefese kalmış bir şekilde mırıldanarak yanağına uzandım. Gözlerinde daha fazla kalmayı başaramayan damlalar yanaklarına dökülmeye başladığında elimle onları silmeye çalışmıştım. "İyi ki," diyerek yeniledim. "Onlarla değil benimle arkadaş olduğuna mutlu olmuştum."
Sadece benimle konuştuğuna, köprünün altındaki o nehirde sadece benimle zaman geçirdiğine, seni sadece benim koruyabilmeme, senin için özel birisi olduğuma, hiçkimseye değil sadece bana gerçek yüzünü gösterdiğine o kadar sevinmiştim ki o an, ne yapabileceğimi bilemeden gülmüştüm. Mutlu olduğum için gülmüştüm. Sana sahip olduğum için gülmüştüm.
Güldüm çünkü seni seviyordum.
"Neden bunu bana, ben yaşarken söylemedin?"
Gözyaşlarının arasından gülümsedi Hamlet.
Yanaklarındaki yaşları silen ellerimin arasında gülümseyen, burnunun üzerinde iki tane yara bandı olan bu çocuk yok olmaya başladı. Peri masallarındaki gibi toz bulutu haline gelerek yavaş yavaş kollarımın arasından süzülüp gitti.
Tek bir kelimeyle ona yakın olacaktım.
Öyleyse neden zamanında bunu yapmamıştım? Bütün bunları zamanında söylemediğim için üzgünüm. Öylece geçip gitmene izin verdiğim için ölecek kadar üzgünüm
Yazdı.
Hava serindi ve güneş tepedeydi. O gün ilk kez eve yalnız dönmüştüm ve bu eve yalnız dönüşlerimin başlangıcıydı.
˚✩
˚✩
Evden dışarı çıktığımda bisikletimi aldım ve tarla boyunca yürüyerek okula gitmek için bahçenin çıkışına doğru ilerledim. Evimizin bahçesinden çıkarak etrafa bakındığımda hiç beklemediğim birisinin tam karşımda durduğunu görmüştüm.
Belki inanamayacaksınız ama saçlarını taramıştı. Saçları dağınık değildi ve yıkamıştı sanırım. Yüzündeki yara bantlarını çıkardığı için yüz hatlarını daha belirgindi ve ben uzun süre sonra onun yüzünün her bir bölgesini rahatça bir bütünmüş gibi görebiliyordum. Üzerinde hep giydiği kahverengi bol pantolonu vardı ve yine ona büyük gelen gömlekle yandan asılan siyah çantasını taşıyordu. Tarlanın korkuluklarına kalçasını yaslayarak bana bakıyordu. Hafif rüzgarda taradığı saçları uçuşuyordu ve bu bana doksanlardan fırlamışmış gibi hissettiriyordu.
Hamlet.
Kahverengi montu, protez bacağını kaplayan bol pantolonu ve yüzündeki gülümsemesiyle beraber karşımda duruyordu.
"Birlikte yürüyelim mi?" diye sordu onunla göz göze geldiğimizde. Sesi her zamanki gibi sakindi. Bazen öfkelense bile sakin konuştuğu için nasıl hissettiğini anlamazdım.
Kafamı sallayarak onu onayladım birkaç saniye süren şaşırma serüveninden hemen sonra. Gülümseyerek yanıma geldiğinde hâlâ ona bakıyordum, daha sonra ellerini ceplerine saldı ve biz, sabahın altısında, şafak söktüğünde tarla boyunca yürüdük. Güneş sağımızda omuzumuza doğru vuruyordu ve solumuzda kalan tarla rüzgarla birlikte sallanıyordu ve ben güneşin sahibi gibi yanında yürüyordum.
"Bugün hava çok güzel, değil mi?" diye konuştu uzun sessizliğin ardından.
"Öyle," Onu yanıtladığımda yeni doğan güneşe bakıyordum.
Parlıyordu.
Sağımda kalan güneşin altındaki çocuğa baktığımda onunda parladığını gördüm. Sanki güneşmiş gibi gözlerimi ondan alamıyordum.
"Çok uzun zamandan sonra hava ilk kez bu kadar güzel,"
"Hamlet," diye ona seslendim tam yanımda olmasına rağmen.
"Okulda bir etkinlik var. İsaac öğretmen ismimi dans etmem için yazmıştı. Yaprağa benzer eteklerimiz bile olacakmış." Derin bir nefes aldım. "Katılmak ister misin?"
"Güzel dans edebilceğimi düşünmüyorum, üzgünüm."
"Hayır dans etmek için değil," Adımlarımı durdurdum. "Şarkı söylemek için."
"Şarkı söylemek?" Hamed kaşlarını havaya kaldırdı, şaşırmış gibi bir hali vardı.
"Sahnede bağıran tek kişi sen olacaksın bütün o spot ışıkların altında." diye heyecanla konuştum. Eğer bunu kabul ederse provalarda onunla daha çok zamanım olurdu ve ben onu gitmek fikrinden vazgeçirmek için her şeyi yapardım.
"Bağırmak mı?" Hamlet kendini tutamadan gülümsemişti. "Nasıl öyle narin bir sanatı bağırmak diye tanımlayabilirsin? Hiç değişmemişsin."
Sen de.
Hala hayranlıkla izlediğim o çocuksun.
"Sana çiçek bile vereceğim," Sana bütün çabamı vereceğim.
Orada duracağım ve içindekileri haykıran seni elimdeki çiçeklerle izleyeceğim. Çünkü orada izlenmeye değer bir çocuk olacak.
Şu an arkadaş olmasak bile, hala, ben hala onu bir istisna olarak görüyorum. Yanında bu kadar çok konuştuğum tek kişi o.
"Bana çiçek mi vereceksin?" Hamlet tekrardan gülümsedi.
"Tabii ki. Kocaman kocaman kızıl güller vereceğim ve herkesin dikkati senin üzerinde olacak."
"Ama senin paran yok ki." Hamlet kıkırdamaya devam ederken yürümeye başladığında onun arkasından yürüyordum.
"Haklısın, en fazla bir tane alabilirim. Kızıl güller gerçekten pahalı."
Bir süre kendi düşüncelerime gömüldüm. Bu sadece birkaç dakika süren bir yolculuktu. "Baksana Hamlet, maket güller alsam olur mu?"
Hamlet güldü.
"Olur."
"Gerçekten mi? Ucuza kaçtığımı düşünmeni istemiyorum gerçi."
"Zaten ucuza kaçtın."
"Hee?" Ona gözlerimi irice açarak baktığımda bu halime kahkaha atmaya başlamıştı.
Ve yolculuk boyunca 14 ve 16 yaşındaki sıradan arkadaşlar gibi konuşup durduk. Hiçbir sorunumuz yokmuş gibi, tek derdimiz pahalı kızıl güllermiş gibi.
˚✩
˚✩
"Hey sen," Birkaç adım ötemde durarak bana seslenen ince sesin sahibine çevirdim bakışlarımı. Gömleğinin düğmeleri kocaman göbeği yüzünden patlayacak gibiydi ve pantolonun düşük boyundan leoparlı iç çamaşırını görüyordum. Klasik Amerikan filminden fırlamış zorba çocuk gibi havası vardı. Poposu kıllıydı. Ayakkabısını düzltmek için eğildiğinde bu manzaraya şahit olmuş, her ne kadar yüzümü buruşturmak istesem de bunu yapamamıştım.
"Bunu hatırlıyor musun?" diye alaycı sesini kulaklarıma yakın bir yere yayarak burnunu gösterdi. Burnunun üzerinde sargı bezi vardı ve sağ gözü şişmişti. "Burnumu kıran barbar eserini nasıl hatırlamaz?"
"O kadar da önemli bir eser değilmiş." diyerek kafamı iki yana salladım ve bu sohbetin kavgadan sonra kaybedenin bastıramadığı kinini kusmak için başlatmak istediği kavga olduğunu anlayarak öylece geçip gitmeye yeltendim. Ama bunun kolayca geçip gideceğimi ve onu umursamazsam yok olacağını sandığım diğerleri gibi olmadığını birkaç saniye farkla anlamıştım. İki tarafımdan beni durduran muhtemelen bir üst sınıf öğrencilerin varlığıyla aniden kasılmıştım. Anlık şaşkınlığım yerini mantıklı düşünceye bıraktığında bıkmışçasına nefesimi dışarıya saldım.
"Okuldayız, koridorun tam ortasında ve birkaç kapı ötede öğretmenler odası var." Kafamı iki yana salladım sıkılarak. "Ağzımı kapatmaya zaman bulamadan bağırıp herkesi buraya toplayabilirim. En fazla ne yapabilirsiniz ki? Bana vuracak mısınız? Öyleyse akran zorbalığından sizi dava ederim. Boş duracağımı mı sanıyorsunuz? Şimdi bile beni bırakır bırakmaz İsaac öğretmenin yanına gidip sizi şikayet edeceğim. Ve akşam babam evinize velilerinizle konuşmaya gelecek, tabii ki, birkaç polis eşliğinde."
Gülümsedim. Samimiyetten yoksun alaycı bir gülümseyişti bu. "Aptal falan mısınız?"
"Seni sevdim." Hayatının sonuna kadar zorba bir kişiliğe sahip olacak karşımdaki bu domuza bakarak yüzümü ifadesiz tuttum. Hiçbir ifade geçmiyordu içimden. Onu böylesine bir kişiliğe sahip olmaya itenin ne olduğunu merak etmeden duramasam da, her hangi mantıklı bir sebep ondan nefret etmemi engellemiyordu.
"Sürekli gözünün sidiyini akıtan o çocuk yerine sen olsaydın baya eğlenirdik gerçi."
"Seni küçük domuz." diye tükürürcesine konuştum.
"Sonunda dikbaşlı barbarımızın dikkatini çekebildik. Ne mutlu bana." Yanımda duran iki çocuk ve karşımdaki domuz kendi aralarında kıkırdadıklarında içimde bir şeylerin endişeden kasıp kavrulduğunu hissediyordum. Bana olan yenilgisini neyle bastıracağını çok iyi biliyordu.
"Senden yaşça küçük olan ben tarafından bir ezikmişçesine yenildin. Sana o gün o kadar acıdım ki, acıdan bayılmasan vurmayı kendi isteğimle ben kesecektim. Ve şimdi durmuş karşımda dikkatimi çekebildiğini mi sanıyorsun? Sadece bu şamatanın bitmesini ve hayatına dana gibi çökmeyi bekliyorum."
"Dur daha başlamadım ki," Domuz diye tanımladığım çocuk konuştu. Kaybettiğim her dakika içimdeki sessiz kızın öldüğünü ve ona gerçekten vurmak isteyen birisinin geldiğini hissediyordum. Hamletten mi bahsediyordu az önce? Öyleyse neden onu ağlattığıyla ilgili konuşuyordu? Bütün bunlar bana zamanında Hamlet için kavgaya girdiğim çocukları anımsatmıştı amma bu kez içimdeki endişe etrafı kasıp kavuruyordu. Çocukların kavgası olmaktan çıkmıştı, kendini erkek diye tanımlayan ergenlik dönemindeki kendi gücünü ispatlamaya çalışan bedenin kavgasıydı bu. Her şeyi yapabilirdi. Gücün onda olması için etrafındakilere her şeyi yapardı.
Cebinden bir ruj çıkararak gözümün önünde sallamaya başladı. Yarısı yenmiş kırmızı bir rujdu bu.
"O tahta bacağı tuvaletde bu ruju sürerken yakaladık. Yüzü zaten bir kız gibi çok beyaz ve güzel, bedeni bir kadın gibi fazlaca ince. Kırmızı ruj ona o kadar yakışıyordu ki," Dudağını dişlerinin arasına alarak birkaç saniyeliğine gözlerini kapattı.
"Kendimi tutamadım."
Neden?
"Onu yakaladım, bana karşı koyacak kadar gücü bile yoktu."
Neden ben..
"Orospu çocuğunu ters çevirdim ve ağlatana kadar siktim." Duraksadı. "Gerçekten çok dardı."
Neden ben her şeyi kaybetmiş gibi hissediyordum?
"Ve bana direnmeye çalıştığında ona bu ruju yedirdim. Bir görsen tam bir kız gibi ağlıyordu."
"Seni öldüreceğim." dedim sadece.
"O kadar da önemli değil öldürmek işlerini sonraya saklayalım. Şimdi bizimle geliyorsun kendi ayaklarınla, hiçbir zorlama olmadan. Tabii bu senin kendi kararın. Gelip arkadaşını oradan götürmen için sana fazlaca kibarlık yapıyorum. Kendisi kalkacak durumda değil."
Duraksadım.
"Yürü."
Yanımdaki çocuklar yürümeye başladıklarında ruhumdan bağımsız bir şekilde ayaklarımın harakete geçtiğini ve insanların yazmayı öğrendiği, okumayı, arkadaş edinmeyi, aşık olmayı ve büyümeyi öğrendiği bu binada kanımı donduracak sahneye tanık olmaya gidiyordum. Yoktu. Bu sahne daha önce hiç yaşanmamıştı ve ben bunun sonunda ne olacağını kestiremiyordum.
Keşke Hamlet benim oğlum olsaydı. Keşke onu ben doğursaydım, keşke onu her gün görseydim ve keşke onun elini sıkıca tutup yürümeyi öğreten ilk kişi olabilseydim. Her zaman onunla yakın bir anne olurdum. Elinden tutar benimle şarkı söylemesi için ona gülümserdim. Çocukken saçlarını kesmemesini tenbihlemek yerine istediği gibi şekillendirirdim. Onu çok severdim ve bunu ona hissettirirdim. Yanında olurdum. Acı çektiğinde görmezden gelmek yerine onun yanında olurdum.
Keşke Hamlet benim oğlum olsaydı.
O zaman ne değişecekti ki?
Zamanı geri alsam da, acı çekmesini engelleyememiştim. İkinci kez acı çekmesini sağlamıştım.
Koridoru geçtiğimizde hiçkimsenin bizden şüphelenmediğini farkettim. Son derece sıradan görünen, yan yana yürüyen ve sohbet eden arkadaş grubu gibiydik sanki. Hiçkimse beni durdurup yardım edip edemeyeceğini sormuyordu. Yüzüme bile bakmıyorlardı. Ve biz öylece uzaklaşıyorduk oradan, adım ve adım.
Öğretmenler odasının oradan geçerken aniden kapının açıldığına ve İsaac öğretmenin dışarı çıktığına şahit oldum. Birkaç saniyeyle tamamlanan bir an olsa da göz göze gelmiştik ve o kaşlarını çatmıştı.
Evet. İşte buydu!
Bana bakın, görün beni. Görmekten başka şansınız yoktu. Şu an beni görmekten başka şansınız yoktu. Bu kısacık anda bile duymalıydınız beni. Gözlerimden, size bakışımdan anlamalıydınız. Hiç olmazsa yanımdaki çocuklardan anlamalıydınız çünkü benim Nora'dan başka arkadaşım yoktu. Hiçbir şey olmamış gibi yürümeme aldırmayın, gelmeliydiniz arkamdan ve bu çocukların beni götürdüğü o yere varıp onu kurtarmalıydınız. Tek umdum sizdiniz. Bana Hamlet'i birlikte kurtaracağımız için söz vermiştiniz.
İsaac öğretmen aniden bakışlarını yüzümden çekti, kalbimin aniden yanan bir evin içine atıldığını hissetmiştim. O an içimde filizlenen bütün tohumlar o evin içinde kül olmaya yüz tutmuş gibi alev alev yanıyordu. Sadece bir anlık yüzüme bakan öğretmenimiz kafasını önüne çevirmiş öylece yürümeye devam etmişti.
"Hamlete yardım etmeliyiz!"
"Bana anlat, ne oldu?"
"O ölecek."
"Ölmeyecek. Onu kurtaracağız."
Onu kurtaracağız. Birlikte.
Birlikte.
Öyleyse neden gidiyorsun?
Sen..
Sen kendine öğretmen mi diyorsun?
Zeki olduğunu, bir şeyleri öğretmek konusunda profesyonel olduğunu bütün okul biliyor ama sen gerçekten öğretmen misin ki? Sen öğrencilerinin acısını anlamadığın halde kendine öğretmen diyebiliyor musun? Her zaman benimle ilgilenen sen, her zaman bana kendimi sevmemin gerektiğini söyleyen sen, atölyeye bisikletle gelirken bana eşlik eden ve güzel hikayeler anlatan sen neden şimdi burada değilsin? Sana olan bakışlarımı anlamayacak kadar nasıl uzak olabilirsin bana? Nasıl?
Sen öğretmen olmayı haketmiyordun.
İri çocuk ve diğer ikisiyle merdivenleri indiğimizde giderek kalabalıktan uzaklaşıyorduk. Düşündüğüm gibi okulun eski koluna doğru ilerliyorduk. Sessizlikle harmanlanmış birkaç dakika ağır düşüncelerim sonucunda sonsuz asırlara dönüşmüş gibiydi. Netice olarak, birbirine çelme takıp düşüren dakikalardan sonra eski okulun eski tuvaletinin önüne varmıştık. İçerde birisinin olup olmadığı anlaşılmıyordu bile.
"Geleceğini düşünmedim dersem tam bir palavra olur aslında çünkü adım kadar emindim geleceğinden. Ne de olsa başkaları tarafından korunmaya muhtaç bir çocuk o, değil mi? Onun gibi güzel bir kuğuyu kaybetmek akıl işi değil."
Geçen sefer olduğu gibi çantamla ona vurmak ve bayılana kadar onu dövmek istiyordum ama bedenime uygulanan endişe cevap vermeme bile engel oluyordu.
"Şimdi öncelikle beni dikkatlice dinle," İsmini duyup hafızamda asla yer edinmesini istemediğim çocuk bir şeyler söylemek adına dudaklarını araladığında ona fırsat dahi vermeden öne doğru atıldım ve tuvaletin kirli kapı kulpunu tuttuğum gibi kapıyı açarak içeri daldım.
İçeri ayak bastığım andan ciğerlerime dolan küf kokusu beynimi yakacak derecede ağırdı. İçeriyi aydınlatmak için herhangi bir ışık yoktu bu yüzden küçük pencerelerin izin verdiği kadarıyla içeriye gri ışık sızıyordu. Duvarlardaki aynalar oldukça lekeliydi ve kabinler dokunmak istemeyeceğim kadar pisti. Böylesine mide bulandırıcı bir yer..
Neden bu kirli yerde oturuyorsun?
Her daim çiçekler içerisinde görmek istediğim bir çocuksun sen.
Hamlet, en az kapı kulpu kadar pis olan bu fayansda oturarak öylece boşluğu izliyordu. Karşılaştığım bu ifade kanımı dondurmuştu. Üzerinde sadece kirlenmiş okul gömleği vardı. Ve onun protez bacağı, odanın diğer tarafındaydı.
Neden her tarafın kirliydi?
Her zaman ilaç kokan senin, bir erkek çocuğu gibi biraz parfüm biraz ter kokmanı istemiştim.
"Hamlet," diye ona seslenmek istedim her zaman yaptığım gibi. Ama dilimin ucunda yoğun bir acı vardı ve dudaklarımdan tek kelimenin çıkmasına dahi izin vermiyordu.
Hamlet diye en sevdiğim ismini seslenememiştim.
"Neden lafımı bitirmeme izin vermiyorsun ki?" O çocuk içeri girdiğinde Hamletin bakışları bile kımıldamamıştı. "Kendimi ezik gibi hissettim bir anlığına ama sonra hemen geçti," Esneyerek yanıma geldi. "Benden daha ezik birisiyle aynı havayı paylaştığımı hatırladım."
"Sesin çıkmıyor," Üst sınıflardan birisi konuştuğunda ona tepki vermedim. Gözlerim Hamletin protez bacağındaydı. Bunu kaçmaması için mi yapmışlardı?
"Neyse, yakala." Diğer çocuk elindeki telefonu bana doğru fırlattığında refleksle onu yakalamıştım.
"Umarım seni buraya sadece onu alıp gitmen için çağırmadığımızın farkındasındır."
"Farkındayım." diye mırıldandım dişlerimin arasından isimsiz olan o çocuğa doğru.
"Zeki olmanı sevdim." Bana göz kırptığından midemdeki yemekleri kontrol altında tutmaya çalışıyordum.
"Biliyorsun değil mi, senin için bundan sonrası yok."
"Bir kızdan böylesine tüyler ürpertici tehditler almak gerçekten çok hoş ama şimdi bunlar için ayıracak zamanım yok." Eliyle beni başından savar gibi hareket yaparak onun yanına doğru ilerlemeye koyuldu.
"Seni buraya onu ve onun böylesine güzel yüzünü kaydetmen için çağırdım." Onun üzerine eğilerek eliyle çenesini tuttu ve kendisine bakması için zorladı. Ona dokundu. O pis elleriyle onun yüzüne dokunmuştu.
"Ellerini çek onun üzerinden." Elimdeki telefonu yere fırlatarak onlara doğru atıldım ama beni durduran üst sınıflar yüzünden bunu yapamamıştım.
"Sakin ol kızım ne bu dramalar. Onu bırakın beni alın havaları." Çocuğun ne konuştuğunu dinlemek istemiyordum. Onun yanına gitmek ve ona sıkıca sarılmak istiyordum. Giymesi için sıcak bir şeyler vermek ve ona yemek ısmarlamak istiyordum. Onu buradan çıkarmak istiyordum.
"Uslu bir şekilde al o telefonu ve onun güzel yüzünün fotoğrafını çek. Çabuk ol."
"Siktir git orospu!" diye dişlerimin arasından konuştuğumda gülmüştü. "Sana o pis ellerini çek diyorum. Uzak dur ondan!"
"Ne dedin? Onu nasıl siktiğimizi mi izlemek istiyorsun?" Kafasını kendini onaylarcasına sallamaya başladı.
"Çek pis ellerini yüzünden." diye konuştum tekrardan.
"Ama zaten onu kanatana kadar siktik daha fazlasını kaldırabileceğini düşünmüyorum. Hem biz de insanız, enerjimiz tükendi."
"Uzak dur ondan."
"Ama eğer bunu çok istiyorsan senin için biraz daha yapabiliriz, değil mi çocuklar?" Beni tutan çocuklar onu gülerek onayladı hemen ardından.
Şaka değildi.
"Hayır tamam," diye fısıldadım aniden. "Lütfen durun."
"Ne dedin sesin çok kısık kızım senin,"
"Lütfen bırakın onu."
"Efendim?"
"Size yalvarıyorum."
"Ah, öyle mi? İtaatkar olduğunda o kadar da eğlenceli olmuyorsun ama ya!"
Eğlenceli mi sizin için bu durum? Gerçekten öyle mi? Yere çökerek oturduğumda bütün dünyanın küçüldüğünü ve etrafımda öylece döndüğünü hissetmiştim.
"Al şunu," Yanımda duran çocuk uzanarak yere fırlattığım telefonu eline aldı ve bana uzattı. "Boşuna oyalanma bu arada içinde numara kartı yok. Sadece kayıt et." Telefonu ondan alarak doğrulmaya çalıştım. Dizlerim hiç olmadığı kadar şiddetle titriyordu.
"Şimdi çek bakalım şu güzelim yüzü."
Ona dokundu. Ona dokundu ve ben canını daha fazla acıtmaması için bütün bu sahneleri sessizce izledim. Kaydettiğim her an için kendimden iğrendim. Eğer geriye dönersem ve eğer tek bir şansım daha olursa, onu bütün bunlardan kurtarabileceğimi düşünmüştüm. Eğer bana tek bir şans daha verseler, karşısına yeniden çıkacak ve bu sefer onu görmezden gelmeyecektim. En azından şu ana kadar biraz da olsun başardığımı sanmıştım ama gerçek şuydu ki: Onu görmezden gelmemem onu kurtarabileceğim anlamına gelmiyordu.
Güç verircesine sıktığım o eli sıkıyordu ama ona hiç güc vermiyordu.
Acı veriyordu.
Asırlar gibi geçen dakikaların ardından elimdeki telefon yere düşmüştü. Odak alanımdaki tek manzara kirli fayanstı ve ayakkabılar. Çocuklar aralarında konuşarak ve komik bir şeyler varmışçasına gülerek uzaklaşıyorlardı. İşleri bitmişti. Geride kalanlar ve acı çekenler önemli değildi. Bir insanı intihara sürüklemek sorun değildi.
Hiçbir şey önemli değildi.
Bakışlarımı yavaşça kaldırarak banyonun bir köşesinde, kirli kıyafetlerin içerisinde sessizce oturan çocuğa baktım. Bana bakmıyordu.
Bunca zaman sonra, bu kadar yaşanmışlıktan sonra bile hala onun acısını görmezden geldim. Yine bunu yaptım. Yine aynı hatayı farklı şekilde yine yaptım.
"Hamlet," diye ona seslendim. Beni duymadı. Konuşmadı benimle, yüzüme dahi bakmadı. Saçlarına dokunmak, ona sarılmak istiyordum. Bütün bunları haketmediğini söylemek istiyordum.
Sol elimi havaya kaldırarak saçlarına dokunmaya yeltendim. "Sen iyi-"
"Dokunma bana." Dudaklarından savrulan tek kelime buydu. Elim havada asılı kalmıştı.
Neden bana güvensindiki? Neden beni istesindiki?
Küçük bir yanlış anlamada elini bırakan kişi ben değil miydim zaten?
O kişi bendim.
"Üzgünüm," diye fısıldadığımda gözlerimden akan yaşlara engel olamamıştım. "Ben çok üzgünüm," diyerek alnımı dizlerine yasladım ve ağlamaya başladım.
Her zaman üzgün olduğumu söylerdim. Üzgün olmaktan başka hiçbir şey yapamamıştım. Sadece üzgün hissetmiştim. Yapabildiğim tek şey bu olmuştu.
Gözlerimi sıkıca kapattım ve bakışlarımın gözyaşlarımın içinde boğulmasını izin verdim. Gördüğüm bütün anıların boğularak ölmesini istedim.
Üzgün olmaktan daha fazlasını yapacaktım. Kahraman olamadım. Hiçbir zaman. Kahraman olamasam da seni kurtarmak için elimden gelen her şeyi yapacağım.
Bu kez gerçekten seni kurtaracağım. Son bir kez bana inan. Üzgün olmaktan daha fazlasını yapacağım.
Ve gözlerimi açtım.
Odak alanıma ilk giren şey, yeni yeni aydınlanan tavan olmuştu. Kendime birkaç saniye verdim beynimin içinde olduğu durumu anlamlandırabilmesi için. Ve birbirini tekrarlayan birkaç dakikanın ardından sarıldığım yastığı kucağımdan iterek yattığım yataktan fırladım.
Uyuya mı kalmıştım? O gün nasıl sonlanmıştı ki? Beni odama kim getirmişti? Ve en önemlisi, Hamlet neredeydi?
Üzerimi hızlı bir şekilde değiştirerek kapıyı açtım ve merdivenleri hızla inmeye koyuldum. Şu an bütün bunlara kafa yormak yerine okula gitmeyi ve İsaac öğretmene her şeyi anlatmayı daha çok istiyordum. Birlikte Hamlet'in evine gitmeyi söyleyecektim, okuldaki çocukların yaptığı zorbalığı ve kalan her şeyi. Şikayet edecektim. Yardım isteyecektim.
"Günaydın," Ablamın mutfaktan kahve bardağıyla birlikte çıktığını gördüğümde gece uyumak yerine hikayesiyle uğraştığını anlamam uzun sürmemişti.
"Sen iyi misin?" Yüzündeki endişeli ifadeyi gördüğümde hızlıca ayakkabılarımı giyiyordum.
"Benim nasıl hissettiğim önemli değil," Anahtarlarımı hızlıca aldım. "Her zaman üzgün hissediyorum." Ve kapıyı açarak dışarı çıktım.
"Çok üzgün hissediyorum."
Bu ablama ilk kez gerçek hislerimi itiraf ettiğim andı. Neden bir anda bunu yapmıştım bilmiyordum, genellikle sorusu havada asılı kalmalıydı ve ben sadece gülümseyerek geçip gitmeliydim. Ama öyle olmamıştı.
Bisikletimi hızlıca aldım ve yola koyuldum.
Kahraman olacağına söz vermekten başka bir şeyler yapamayan birisiydim. Her zaman onu koruyacağıma dair sözleri havaya savurur, korkmaması için elini sıkıca tutardım. Ölmemesi için boş umutlara kapılıp onu zorlayan bendim. Yaşamak kolaymış gibi yapmaktan başka hiç bir şey yapmamıştım bugüne kadar.
Okulun bahçesine vardığımda bisikletten hızla inerek koşmaya başladım. Bir saatlik yol birkaç gün gibi uzun sürmüştü.
Onu ne zaman görsem yeterli olduğunu, kendinden nefret etmemesi gerektiğini söyleyip dururdum. Gerçek şuydu ki, kendini sevip sevmemesi önemli değildi. Kendini delice sevdiği halde bile acı çekebiliyordu.
Öğretmenler odasına gelişigüzel daldığımda birkaç öğretmenin sert bakışları altında ezilmiştim. İsaac öğretmen burada yoktu. Hızla geri çıkarak koşmaya başladım.
Hiçbir detayı görmezden gelmeyecektim bu kez.
Merdivenleri hızla indim ve İsaac öğretmenin kendi odasına doğru ilerledim.
Çiçek tutan bir çocuk için.
Kapıyı çalmayı akıl edemeden az öncekinden farksız bir şekilde içeri daldım.
Ellerinde çiçek tutan bir çocuk için.
"Ova?" İsaac öğretmen beni bu halde gördüğüne şaşırmış bir şekilde kaşlarını kaldırarak oturduğu yerden kalktı. "Sorun nedir?"
Ellerinde çiçek tutan bir çocuk için bütün gücümle savaşacağım.
"Hamlet," Sıklaşan nefeslerimi düzene sokamadığım için duraksamak zorunda kalmıştım.
"Hamlet mi?" İsaac öğretmenin kaşları çatıldı.
"Hım hım," Derin nefesi ciğerlerime çektim. "Ona yardım etmeliyiz. Çok ağır bir olay yaşadı ve ben hiçbir şey yapamadım, öylece durdum. Evine gitmeliyiz, annesiyle konuşmalıyız ve Hamlet'le de. Ona sarılmalıyız. Anlıyor musunuz? Acı çekiyor, bu yüzden,"
"Ova," İsaac öğretmen lafımı sakin sesiyle kestiğinde içimdeki endişe giderek büyüdü. Öyle ki, devam dahi edemedim.
"Hamlet öldü." İsaac öğretmenin yüzüne hüzün çöktü. "Çok uzun bir süre önce."
Çok uzun bir süre önce.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top