Bisiklet - Kod: 13
Merhaba, ben geldim. Kimler burada? Bölüme geçmeden birkaç şey söyleyeceğim. Bazı kısımları büyük harfle yazdım, kötü görünüyorsa söyleyin lütfen. Bölümü okurken oy verip yorum yaparsanız çok mutlu olurum. Şimdiden teşekkürler. 🖤
BİSİKLET - KOD: 13
⏳️
Bir şey demeden yokuş aşağı koşmaya başladığımda önüme çıkan adamla olduğum yerde sıçrayıp bir adım geriye gittim.
" Ne çok beklettin. " dedi, gülümseyerek. Bana doğru çevrilmiş silahı olmasa iyi niyetli bir karşılaşma diyebilirdim.
Kaşlarımı kaldırıp yaşlı adama şaşkınlıkla baktım.
" Merhaba, Bünyamin Bey. " dedim, belimdeki silaha uzanırken. " Sizi görmek güzel ama gitmem lazım. Acelem var. "
" Tabii tabii. " dedi, boşta olan elini öne doğru uzattı. " Kodu alayım önce. "
" Haaa! " dedim, başımı sallayarak. " Anladım şimdi. "
Silahını salladı. " Hadi evlat. " dedi, sevecen bir sesle. " Zaten bu iş sana birkaç beden fazla. Bırak Profesör'ler çözsün. "
Gülümseyip silahımı doğrulttum. " Dert etmeyin, lütfen. Hallederim ben. "
" Şansını zorlama bence. "
" Bu adam ne yapıyor böyle. " dedi, Berta.
" Lanet olası gece bitmiyor. " dedi, Kürşat. " Oyala adamı, birazdan oradayız. "
Alaycı gülümsememi yüzümde tutup Bünyamin Akça'ya doğru bir adım attım. " Bu gece şans benden yana. Yerinizde olsam arkama bakmadan kaçardım. "
Kısa bir kahkaha attı. Gülüyor olsa da kırışan yüzündeki gerginliği görebiliyordum. " Seni öldürmek için buradayım. "
" Kim gönderdi sizi? "
" Bilmemek senin için daha iyi. "
" Sana güvenmemekte o kadar haklıydım ki. " dedim, konuyu değiştirerek dikkatini dağıtmaya çalışıyordum.
" Bana güvenmediğini biliyordum. " dedi, " Gerçekten akıllı bir çocuksun. "
Ben sessiz kalırken silahının emniyet kilidini açtı. " Son kez söylüyorum. " dedi, kendinden emin ciddi bir ses tonuyla. " Silahını bırak ve kodu ver. "
" Tamam. " dedim, ellerimi yavaşça havaya kaldırıp. " Bırakıyorum. " diyerek silahı yere koydum. Çantama yöneldiğimde fermuarı açmadan önce göz ucuyla yaşlı adama baktım. Sabırsızlıkla kodu çıkarmamı bekliyordu, dikkati çantaydı. Fermuarı açıp elimi içine soktuğumda hızlıca dönüp çantayı yüzüne doğru savurdum. Beklenmedik hamlemle afallayan Akça silahını ateşledi. Boşlukta patlayan silah ikinci seferi için bana döndüğünde tekmemi bileğine geçirip yere düşmesini sağladım. Yaşlı adam acıyla inlerken yüzüne yumruk atmıştım. Yaşlı olduğu için alt etmem çok kolay olmuştu.
" İyi misin? " diye, sordu Kürşat.
" İyiyim. " dedim, yüz üstü yere yatırdığım adamın ellerini arkadan birleştirdim.
" Bir an önce gelmeniz lazım. "
" Merak etme bulmak üzereyiz seni. " dedi, Gürbüz. " Konumuna çok yakınız. "
" Acele et, Gürbüz. " dedi, Berta. " Adamlar silah sesini duymuş olabilir. "
Bünyamin Akça, olduğu yerde kıpırdayıp ellerini kurtarmaya çalıştı. Omzundan bastırdım. " Hocam, sakin durun. "
" Bırak beni, Bigem. " dedi, boğuk çıkan sesiyle. " Yanlış yapıyorsun, pişman olacaksın. "
" Neyden pişman olacağım? "
" Kodu çalıştırma. "
" Birileri var. " dedim, devam etmeden önce biraz düşündüm. Diyeceğim şeyleri kendim dahi mantıklı bulmadığım için nasıl devam edeceğimi bilmiyordum. " Neyse. " diyerek geçiştirdim.
Profesör kesik kesik gülme sesleri çıkardı. " Düşüncelerin korkunç geliyor değil mi? " dedi, aklımı okur gibi. " Yaşayacakların daha korkunç olacak. "
" Evet, evet. " dedim, alayla ama söyledikleri huzurumu kaçırmıştı.
Çok geçmeden Kürşat'ın kullandığı araç yanımda durdu ve arkadaşlarım tek tek atladı.
" İyi misin? " dedi, Alçin telaşla koluma dokunup.
Gülümseyip başımı salladım. " İyiyim. "
" Bünyamin Bey'i kaldırın yerden. " dedi, Kürşat Gürbüz ve Ayata'ya dönüp. " Uzaklaşalım hemen buradan. "
Çocuklar Kürşat'ın dediğini yapıp yaşlı adamı arabaya bindirdi ve peşinden yerleştik.
" Bana ne yapacaksınız? " diye, sordu Profesör.
Kimse cevap vermiyordu. Herkes kendi kabuğuna çekilmiş sessizce akan yolu izliyordu. Bir savaştan çıkmışım gibi hissediyordum. Arabaya binene kadar iyiydim ama şimdi yorgunluktan sızmak üzereydim. Başımı koltuğa yasladım ve kendimi serbest bıraktım. Arabanın hareketiyle başım da arada sırada sallanıyordu ama umursamıyordum, dik tutacak halim yoktu.
Yanımda oturan Alçin başımı eliyle destekleyip omzuna yasladı. Gözlerimi yukarı doğru kaldırıp halsizce gülümsedim. " Kapat gözlerini. " dedi, dudaklarını kıpırdatarak. Minnetle dediğini yapıp omzuna tamamen yerleştim. Yarı uyanık yarı uykulu geçen iki saat yolcuğun ardından araba durmuştu.
" Geldik. " dedi, Berta.
Karanlığa karışan mırıltılar, homurtular eşliğinde toprak yola indik. Ay ışığının aydınlattığı yerde etrafıma baktım. İki tarafında tarlaların, sık ağaçların ve ahşap yapıda çiftliklerin uzandığı toprak bir yoldaydık.
" Eşyaları alıp beni takip edin. " dedi, Kürşat önden ilerlerken.
Arabadakileri umursamadan iki hızlı adım atıp yanında yürüdüm. " Kürşat. " dedim, sessizce.
" Konuşacağız, Bigem. " dedi, bir saniye bana dönüp. " Önce güvende olduğumuzdan emin olmam lazım. "
Evin önünde durduğumuzda cebinden anahtarı çıkarıp kapıyı açtı. " Siz geçin içeri, ben etrafı kontrol edip geliyorum. "
Salona geçip hepimiz bir süre öylece birbirimize baktık. Kimse ne yapacağını bilmiyordu, tek kelime edemiyordu.
" Bana ne yapacaksınız? " dedi, Akça.
" Bünyamin Bey. " dedi, Berta zoraki bir şekilde gülümserken. " Bekleyin lütfen. "
" Bağlamamız gerekiyor mu? " diye, sordu Ilgın. " Rehin mi aldık? "
" Bağlasak fena olmaz. " dedim. " Kaçabilir. "
" Evet, başımıza daha fazla iş almayalım. "
Gürbüz sırt çantasından kırmızı renkli, büyük bir bant çıkardı. " Bu iş görür galiba. "
Ayata ile yemek masasının yanından aldıkları sandalyeye adamı otutturup ellerini ve ayaklarını bantladılar.
" Yaptığınız hiç yakışmadı size çocuklar. " dedi, Profesör.
Ruhsuz bir kahkaha attım. " Hocam birkaç saat önce bana ateş etmek de size yakışmıyordu. "
Sinirle nefesini verdi. " Bigem! Hata yapıyorsun. "
" Anladım anladım. " dedim, alayla başımı sallayıp " Kırk kere söylediniz. "
Arkamdamda gelen ayak sesiyle Kürşat'a döndüm. " Bünyamin Bey, şu an sinirlenmesi gereken benim. O yüzden kesin sesinizi. "
" BANA NE YAPACAKSINIZ? " diye, bağırdı.
Kürşat hızlı iki adım atıp belinden çıkardığı silahı Profesör'ün alnına yasladı. " SANA SESİNİ KES DEDİM. "
Bünyamin Akça'nın yüzü korkudan gerilmişti, göz bebekleri titriyordu. " Öldürecek misin beni? "
" Tek kelime daha edersen tereddüt etmeden dağıtırım beynini. "
" Kürşat. " dedi, Berta. " Konuşmamız lazım. "
Kürşat, sert bakışlarını Bünyamin Akça'nın gözlerinden ayırmadan silahını tekrar beline yerleştirdi.
" Herkes karşıdaki odaya geçsin. " diyerek bize döndü Berta.
Gösterdiği odaya gelip siyah deri koltuklara yerleştik. Sade döşenmiş, doğrusu hiç döşenmemiş, sıradan bir çalışma odasıydı. Ahşap rengi masada sadece diz üstü bilgisayar, birkaç kağıt ve iki kalem vardı. Kitaplık neredeyse boştu. En son içeri gelen Kürşat kapıyı kapatıp ayakta durdu.
" Bu gece burada kalacağız. " dedi, " Yarın helikopterle Basel sınırından Mulhouse geçip oradan sahte kimliklerle Türkiye'ye döneceğiz. "
" Mulhouse. " dedim, biraz duraksadım. " Ortak bir hava limanı çok iyi denetleniyor olmalı. Riskli olmaz mı? "
" Sahte kimliklerle sorun olacağını düşünmüyorum. "
" Her şey bitti mi şimdi? " diye, sordu Ayata. " Başardık mı? "
" Daha değil. " dedi, Berta. Kalçasını çalışma masasına yaslamış yarım bir şekilde oturuyordu. " Aslında her şey Türkiye'de başlayacak. "
Ayata oflayıp başını geriye attı.
" Bigem kodu verir misin? "
Çantamı açıp içindeki her şeyi ortadaki sehpaya boşalttım. Birkaç dosya, üç deste dolar ve küçük bir kutu çıkmıştı.
" Para da mı çaldın? " dedi, Ilgın.
" Saçmalama, bakmadım ne aldığıma. "
" Bakmadın. " dedi, Kürşat anlamaya çalışarak.
Gözlerimi kaçırıp ensemi kaşıdım. " Kodu aldığımdan emin değilim. "
Kürşat sabırla iç çekip ortadaki dosyalardan birisini aldı. Berta ve Ilgın'da diğer ikisini almıştı. Bir süre dosyaları karıştırdılar.
" Burada bir şey yok. " dedi, Kürşat dosyayı sehpaya atıp.
" Burada da yok. " dedi, Berta.
Dudaklarımı yalayıp Ilgın'a döndüm. Herkes ona bakıyordu. Ilgın başını kaldırıp yüzüme baktı. " Yok. "
" Olamaz. " dedim, dosyayı elinden çekip. " İyi baktın mı? "
" Cidden boku yedik. " dedi, Ayata.
Sayfaları hızlı hızlı çevirip koda dair bir şey aradım ama yoktu. Başımı kaldırıp Kürşat'a baktım. " Abi. " dedim, ağlamaklı bir sesle. Ne diyeceğimi bilmiyordum.
Kürşat yüzünü, ensesini sıvazlayıp kapıya doğru gidip geldi. " Tamam, sakince düşünelim."
Arkadaşlarıma baktım. Alçin hariç hepsinin yüzünde korku ve hayal kırıklığı vardı. Alçin, ifadesiz bir yüzle sehpanın üzerindeki eşyalara bakıyordu. Kutuya uzanıp sağına soluna bakıp kapağını açtı.
" Bırakalım burada. " dedi, Gürbüz. " Gerçekten boktan bir hâl aldı artık. "
" Kürşat ne yapacağız? " dedi, Berta.
" Düşünüyorum. " dedi, biraz yüksek bir sesle.
Bakışlarım hâlâ Alçin'deydi o da kutunun içine bakıyordu. " Galiba. " dedi, " Buldum. " Kutudan çıkardığı flash belleği kaldırıp yüzüme baktı. " Bunun içinde olabilir. "
Berta, arkasındaki dizüstü bilgisayarı alıp ortaya koydu. Flash belleği takıp bir süre açılmasını bekledi. Hepimiz etrafında toplanmıştık. Berta, birkaç dosyayı açıp kapadı **92 isimli klasörü açtığında hepimiz sevinç çığlığı atmıştık, kodu bulmuştuk. Gülerek Alçin'e sarıldım. Kendime geldiğimde geri çekilip gözlerimi kaçırdım sonra gülmeye devam ettik.
" Demek ki Paul, Fürüzan gibi 1992'de yaşamıyormuş. " dedi, Alçin.
Kürşat, elini omzuma koydu. " İyi iş çıkardın. " dedi, gururlu bir gülümseme vardı yüzünde. " Teşekkür ederim. "
Arkadaşlarım da gülümseyerek hep birlikte sarıldılar. " Helal be! " dedi, Ayata sırtıma vurup.
Hepsini göğsünden itekleyip uzaklaştırdım. " Yeter bu kadar. "
" Arkadaşlar, şimdi gidip dinlenin. Kodu Türkiye'ye döndüğümüzde inceleriz. " dedi, Berta.
Herkes onaylayan mırıltılar çıkarıp odadan ayrıldı.
" Odalarınız üst katta. " diye, seslendi arkalarından.
Masanın üzerindeki eşyalarımı çantama doldurdum. Dosyaları ve silahı bırakmıştım.
" Silahı alabilirsin istersen. " dedi, Kürşat.
" Abi ben öğrenciyim, mafya değilim. "
Kaşlarını kaldırdı. " Ben mafyayım yani. "
" Bilmiyorum artık. " dedim, kollarımı açıp.
" İş insanıyım ben. "
" Kesinlikle. "
" Çık dışarı Bigem. " dedi, sahte bir kızgınlıkla.
Sırıtarak dışarı çıktım, fazla güldüğümden yüzüm acıyordu. Yüzümü buruşturup salonun ortasındaki bavulumu aldım. Kürşat, her şeyi önceden ayarladığı için hepimizin toparlanmasını istemişti. Bavulu çekerken hâlâ aynı şekilde sandalyenin üzerinde oturan Bünyamin Akça'ya yan bir bakış attım. Ona ne olacağı açıkçası umurumda değildi, sadece neden bize ihanet ettiğini merak ediyordum.
Topallayarak merdivenleri çıkıp boş odalardan birisine girdim. Küçük odada beyaz çarşaflı bir yatak ve elbise dolabı vardı sadece. Eşyalarımı yere bırakıp kendimi yatağa attım. Kollarımı ve bacaklarımı açıp bakışlarımı tavana sabitledim. Haftalardır planını yaptığımız gece sonunda bitmişti. Ve ben başarmıştım. Harun Özgen kesinlikle bizimle gurur duyacaktı. İsviçre'ye gelirken mezarıma karanfil diktiğini hayal ettiğim Özgen, şimdi kafamdan aşağı kırmızı güller saçıyordu. Birkaç gülü havada yakalamışken kapım çalındı. İçeri gelen Alçin'di. Elinde ilk yardım çantası vardı.
" Yaralarına bakalım istersen. " dedi.
Bir şey demeden hızlıca ayağa kalkıp yanına gittim. Kolundan tutup kapının eşiğinden kendime çektim ve sıkıca sarıldım. Alçin, kollarını iki yanında kaldırmış öylece duruyordu, donmuş gibi. " Teşekkür ederim. " dedim.
Bir şey demeden geri çekilip gülümsedi. " Teşekkür etme artık, ortak bir amacın içindeyiz ve birbirimize yardımcı olmalıyız. "
Ensemi kaşıdım. " Evet, ortak bir amaç. " diye, mırıldandım.
" Gel hadi. " Bileğimden çekiştirip yatağa otutturdu.
" Kötü mü? "
" Bakmadın mı kendine? " dedi, sonra biraz bakışlarıyla süzdü. " Yüzünü bile yıkamamışsın daha. "
İç çektim, ne kadar kötü görünüyordum bilmiyordum ama Alçin, elindeki pamukla dudağımın kenarına pansuman yaparken dünyanın en iyi adamı gibi hissediyordum. Bakışlarını dudağımdan çekip gözlerime baktı. Çok yakındık. Dudaklarına bakıp biraz daha yaklaştım. Öpmek istiyordum, bunu neden istediğimi bilmiyordum. Alçin ne yapacağımı anlamış gibi elini çekip başını ilk yardım çantasına çevirdi. " Yeter bu kadar. " dedi, kapağını kapatıp. Gülümseyip başımı uzaklaştırdım.
" Bu arada Marvin neden seni balkondan itti? "
" Marvin. " dedim, hatırlayarak. Bana son an da yaptıklarını bir an için unutmuştum. O kadar çok şey yaşamıştım ki bunları bir sıraya koyup değerlendirmem günlerimi alabilirdi. " Çok dengesiz davrandı. "
" Evet, bir yardım etmek istiyor gibiydi bir istemiyor gibiydi. "
" Beni balkona çekip kurtardı ama sonra itti. " dedim. Daha çok kendi kendime soru sorar gibi konuşuyordum.
" Kapıda alarm olduğunu biliyordu bence. "
Başımı parke zeminden çekip Alçin'in gözlerine baktım. " Yakalanmamı istedi. "
" Bunu babasını söyleyerek de yapabilirdi. "
" Bilmiyorum, kafam çok karıştı. "
" Bunları sonra düşünürüz. " dedi, ayağa kalkıp. " Gün doğmak üzere biraz dinlenelim. "
Başımı salladım. " İyi geceler. "
Çıkmak üzereyken tekrar bana döndü. " Bigem! "
" Efendim. "
" Marvin'den hoşlanıyor musun? " diye, sordu gözlerini kaçırarak. Utanıyor muydu?
Biraz düşündüm. " Bilmem, bunu hiç düşünmedim. "
" Peki. "
" Neden sordun? "
" Hoşlansaydın ayrılmak senin için üzücü olurdu. " dedi, gergince gülümserken.
" Hmmm! " diye, başımı salladım yavaşça. " Ortak amaç ve birbirimize yardım etmenin içinde duygularımız için endişe etmek de var galiba. "
" Ne? Anlamadım. " dedi, telaşla. " Neyse, kaçtım ben. "
Alçin odadan çıktığında sırıtarak ayakkabılarımı çıkarıp yatağa girdim.
●●●
Kahvaltı masasına oturduğumda herkes çoktan toplanmış, sessizce bir şeyler atıştırıyordu.
" Günaydın. " dedim, esneyerek çayımı doldurdum. Saat 11.20'ydi. Kendimi Paul Allen'in silahlı adamları tarafından aranan bir hırsız gibi değil de pazar kahvaltısına uyanmış öğrenci gibi hissediyordum. Çayımdan bir yudum alıp salona göz attım. " Bünyamin Akça nerede? "
" Kürşat'ın odasında. " dedi, Ayata. " Harun Hoca'yla konuşuyorlar. "
" Neye karar verecekler acaba? " dedi, Gürbüz.
Ilgın, sigara paketini masaya bırakırken bakışlarını üzerimizde gezdirdi. " Ya öldürürse. "
" Saçmalama. " dedi, Alçin ortadaki zeytine çatalını uzattı. Almaya çalışırken çatalın altından kayan zeytin kucağıma fırladı. Fırlayan zeytini umursamadan diğerine yöneldi. Kaşlarımı çatıp kucağımdaki zeytini ağzıma attım. " O kadar da mafya değildir. "
" Ne kadar mafyadır? " diye, sordum. Zeytinin çekirdeğini çaktırmadan önüne doğru itekledim.
Düşünür gibi gözlerini kıstı. " Topuğa sıkacak kadar. " dedi, gülerek gözlerini açıp.
" Yanlış. " dedi, arkamızdan gelen Kürşat'ın sesi. " Topuk çok benlik değil, genelde kafaya çalışırım. " Yumruğuyla hafifçe kafamı tıklatıp yanıma oturdu.
" Ne karar verdiniz? " diye, sordu Gürbüz.
" Öldürmeyeceğiz. " dedi, Alçin'e doğru eğilerek. Alçin gözünü devirip arkasına yaslandı. " Harun Özgen onu da Türkiye'ye getirmemizi istedi. "
" Kim için çalışıyormuş? " dedim.
" Söylemedi. "
" Ne zaman dönüyoruz? "
Masaya gelen Berta elindeki dosyayı gürültülü bir şekilde bıraktı. Sandalyesini çekerken cevap verdi: " Bir saat sonra helikopterin olduğu yere gideceğiz. "
" Bu uluslararası bir krize yol açmaz mı? " diye, sordu Ilgın.
" Açabilirdi. " dedi, Kürşat. " Eğer bir taraf mağdur olsaydı. "
" Ne demek bu? "
" Şu demek. " dedi, sesini biraz yükseltip ayağa kalktı. " Bizi sessizce ortadan kaldıracaklar. Ne onların ne de Türkiye'deki hükümetin başı ağrıyacak. Eğer burada olduğumuz duyulursa ve 95'te olanlar yeniden gündeme gelirse İsviçre hükümetinin işine gelmez. "
" Yani şu an bize bir şey olursa kimse hakkımızı aramayacak. " dedi, Gürbüz.
Kürşat olumlu anlamda başını salladı.
" Peki her şey yolunda giderse. " dedim.
" Günün sonunda devlet payına düşeni alır. "
" Bu çok da adil değil. " dedi, Alçin.
" Biliyorum ama bu devlete ait bir proje değil, benim şirketime ve Harun Hoca'ya ait. Devlet biliyor ama yüzde yüz desteklemiyor. "
" Sen gerçekten iş insanısın. " dedim.
Kürşat söylediğime neşeli bir kahkaha attı.
" Evet! " dedi, Berta ellerini bir kere çırparak. " Pasaportlarınızı dağıtayım. " Yanında getirdiği dosyadan pasaportları çıkarıp sahte isimlerimizi okuyarak uzattı.
" Selin. " dedi, Ilgın'a doğru uzatırken.
" Emre. " Ayata almıştı.
" Hüşaameetin. " dedi, aksanlı bir şekilde Gürbüz'e kimliğini uzatırken. Herkes isme ve aksana gülerken Gürbüz yüzünü buruşturdu. " Hak ettiysem eyvallah. " dedi, Türkçe olarak.
Berta, anlamasa da Gürbüz'ün mimiklerinden memnun olmadığını anlayıp güldü. " Şaka. " dedi, " Kerem. "
Hepimiz önce şaşırsak da Berta'nın espri yapmaya çalışmasına gülmüştük.
Alçin'in adı Işıl'dı.
" Deniz. " dedi, en son bana uzatırken.
Pasaportumu alıp kontrol ettim. " Deniz Karan. " diye, mırıldandım. Kimliğimdeki tek doğru görünen şey fotoğrafımdı.
" Şimdi herkes hazırlansın bir saat sonra çıkıyoruz. " dedi, Kürşat.
Kahvaltı masasını toplayıp bulaşıkların yıkanmasına yardım ettim ve odama geçtim. Kahvaltıdan önce duş almış, yaralarımı küçük bantlarla kapatmıştım. Sağ kaşımda bant vardı, gözümün altı çizikti. Sol elmacık kemiğim hafif şişti ve görüşümü gölgeliyordu. Dudağımın kenarındaki patlaklık biraz yanağıma yayılmıştı.
Bavuldan çıkardığım beyaz tişörtü, gri ekose gömleği ve bol siyah pantolonu üzerime geçirdim. Sırt çantamı kontrol edip omzuma taktım ve bavulumu alarak salona döndüm. Koltuklardan birisine kurulup şarja taktığım telefonu kurcalamaya başladım. Pek bir şey yoktu. Sosyal medya kullanan birisi değildim. Telefonu eğlenceden çok iletişim için kullanıyordum. Sıkılıp tuşları kilitlemek üzereyken Marvin'den gelen mesajla duraksadım.
her şey için özür dilerim. umarım iyisindir. sana ihanet ettim ama mecburdum. tehdit edilmiştim. bu bir şeyi değiştirmez biliyorum. çok üzgünüm. beni affet ya da affetme bilmiyorum. sadece sözünü tut ve gelecekte beni bul lütfen. hatamı telafi etmeme izin ver.
Mesajı birkaç kez okuyup bir cevap verip vermemeyi düşündüm. Nasıl bir mecburiyet beni ölümle karşı karşıya getirebiliyordu anlamak zordu. Onu affedip affetmemekten çok neden yaptığı önemliydi benim için. Babasının işin içinde olmadığını biliyordum. Kim Marvin'i buna zorlamıştı? Aynı kişinin Bünyamin Akça'yı da kullandığını düşünüyordum. Sanki birisi kodu çalıştırmayalım diye bütün kartlarını kullanıyor gibiydi.
Parmaklarım klavyenin üzerinde donmuş bir şekilde beklerken merdivenlerden gelen seslerle başımı kaldırdım. Alçin ve Ilgın gülüşerek bir şeyler konuşuyordu. Alçin'in kısılan gözlerine, dudaklarının kenarında oluşan belli belirsiz çizgilere, tepesinde topladığı dağınık saçlarına baktım. Yüzüne düşen birkaç teli kulağının arkasına iliştirirken göz göze geldik ve telefonun tuşlarını kilitledim.
" Gerçekten bunu söylemiş olamazsın. " dedi, Ilgın'ın omuzuna doğru kolunu sallayıp. Ekru, salaş bol gömleğinin bir ucunu gri pantolonun içine katmış, kollarını katlamadan öylece bırakmıştı. Dağınık ve güzel görünüyordu. Tamamen ona odaklandığım için Ilgın'ın cevabını dinlememiştim.
" Herkes hazır mı? " dedi, Kürşat.
" Hazırız. " dedi, Gürbüz.
" Çıkalım o halde. " dedi, elleri bağlı olan Akça'yı sırtından hafifçe itekleyerek önünden yürümesi için yön verdi.
Minübüs kırk beş dakika sonra bir binanın önünde durmuştu. Hepimiz Kürşat'a döndük çünkü neden buraya geldiğimizi anlamamıştık.
" Çatıya çıkıyoruz arkadaşlar. Orada bekliyor helikopter. "
Eşyalarımızı alıp asansörle elli sekizinci kata çıktık. Binaya her ne kadar bakım yapılmış gibi görünse de eski olduğu belliydi.
" Burası sana mı ait? " dedim, Kürşat'ın yanında yürürken.
Çatıya çıkan merdivenlerinin kapısını açıp " Evet. " dedi.
Bavulun uzun kulpunu indirip kaldırarak ilk merdivene çıkardım. " Ne iş yapıyorsun burada? "
" Şu an bir iş yapmıyorum, eskiden güvenlik şirketiydi. "
Ben cevap vermeden önce Gürbüz lafa girdi. " Bavulla kötü adamlardan kaç-mak. " diye, güçlükle söylendi. " Hiç ajanca değil. "
Kendimi tutamayıp kahkaha attığımda sesim yankılanmıştı. Nihayet çatıya vardığımızda gerçekten de bizi bekleyen bir helikopter vardı. Gülerek birbirimize bakıp hızlı adımlarla helikoptere doğru bavullarımızı çektik. Yaklaştıkça pervanenin sesi artıyor, rüzgârıyla saçlarımız, kıyafetlerimizin etekleri savruluyordu. Neredeyse binmek üzereyken gürültüyü delip geçen patlama sesleriyle bağırarak etrafa kaçmaya, yere yatmaya çalıştık.
" AAAAĞĞHHH! VURULDUM! VURULDUM! " dedi, Gürbüz yerde yuvarlanırken.
" VURULMADIN AHMAK HERİF! " diye, bağırdı Kürşat. Helikopterin sesinden sesi zor duyuluyordu. Tek dizinin üzerinde kurşunların geldiği yöne doğru birkaç el ateş etti.
Gürbüz, sakinleşip eliyle vücudunu yokladı. Rahatlayarak tamamen yapıştı yere. Yattığım yerden hafifçe başımı kaldırıp bize doğru gelen on üç tane adama dehşetle baktım.
" Siktir! Boku yedik. " dedi, birkaç metre ötemde yatan Ayata.
Berta, bavulunu önüne siper yapıp adamlara ateş etti ve bize döndü. " Bavullarınızın arkasına saklanarak helikoptere koşun. "
Berta'nın dediğini yaparak helikoptere doğru eğilerek hızlı adımlarla yürümeye başladık. Arkama baktığımda adamların iyice yaklaştığını fark ettim. Gerçekten bu sefer öleceğimi düşünmeye başlamıştım. Adımlarımı hızlandırıp birkaç adım önümde yürüyen Alçin'e yaklaştım. O sırada Alçin, bavuluna gelen kurşunla çığlık attı.
Bir saniye korkuyla tökezleyip adını haykırarak yanına koştum. " Alçin, iyi misin? "
Başını sallayıp kolumdan çekiştirdi. " DURMA! " dedi, bağırarak. " KOŞ. "
Yan yana koşarak sonunda helikoptere varmıştık. Bizden önce gelen Ayata binmemize yardım etti ve arka tarafa geçip eğildik. Biraz sonra Ilgın ve Gürbüz'de gelmişti. Berta ateş ederek geri geri yaklaşıyor bir taraftan da pervanenin rüzgarından yüzüne gelen saçlarını çekmeye çalışıyordu. Binmek üzereyken Kürşat'a doğru İtalyanca bir şeyler bağırdı. Kürşat Profesör'ü çekiştirerek bize doğru koşmaya başladı ama Bünyamin Akça tökezleyip yere düşmüştü. Kürşat, kaldırmak isterken koluna gelen kurşunla inleyerek yan tarafına doğru iki adım attı.
" Kürşat bırak! " diye, bağırdı Berta.
Kürşat bize bakmıyordu bile, tüm odağı peşinde olan ve aramızdaki mesafayi neredeyse tamamen kapatmış adamlardaydı. Kurşun yediği koluyla sanki hiçbir şey olmamış gibi adamlara biraz daha ateş açıp oyalanmalarını sağladı. Yeniden yerde yatan adama yönelip ayağa kaldırdı fakat Akça sırtına yediği kurşunla yere devrildi.
" KÜRŞAT! " Berta avazı çıktığı kadar bağırıyordu.
Kürşat, bir şey yapamayacağını anlamış olmalı ki Profesör'ü orada bırakıp helikoptere koştu. Ateş hattı şiddetini arttırırken metale çarpan kurşun seslerini duyabiliyordum. Kapı kapanmadan helikopter havalandı ve çatıdan uzaklaşmaya başladık. Yavaş yavaş küçülen adamlar gökyüzüne doğru biraz daha ateş etti. Birisi Bünyamin Akça'yı kontrol edip karnına tekme attı. Çatı görüş alanımızdan çıktığında birbirimize baktık.
" Ölmedik. " dedi, Ayata. " Oha lan ölmedik. "
" Ölmedik. " dedik, durumu idrak etmeye çalışarak. Sonra histerik bir şekilde kahkaha atmaya başladık. Gülüşlerimizi durduran Kürşat'ın acıyla yüzünü buruşturması oldu.
" Abi iyi misin? " diye, sordum.
" İyiyim, iyiyim. " dedi ama yüzü tam tersini söylüyordu. Ceketini çıkardı, beyaz gömleği neredeyse kıpkırmızıydı.
" Ciddi görünüyor. " dedi, Berta. " Bu şekilde uçağa binemezsin. "
Kürşat sesini çıkarmazken Berta gömleğinin düğmelerini çizmeye başladı, Kürşat'ın elini tutup durdurmasıyla yüzüne baktı. " Ne yapıyorsun? " diye, sordu Kürşat.
" Yarana bakmam lazım. "
" Burada olmaz. "
" Abi bırak baksın. " dedi, Ayata.
" Kötü görünüyor. "
Kürşat kaşlarını çattı. Soğuk, solgun yüzü kan kaybettiği için daha da beyaz görünüyordu. Berta'nın elini yavaşça bırakıp gözlerini rastgele helikopterin içinde dolandırdı. Bu açmasına izin verdiği anlamına geliyordu galiba. Kadın, seri bir şekilde düğmelerini çözüp gömleği sıyırdı. " Sıyırmış. " dedi, yaraya bakarken. Hepimizin yüzü buruşurken Berta'da mimik oynamıyordu, ifadesizdi.
" Alçin köşedeki sırt çantasını verir misin? "
Alçin aceleyle dediğini yapıp çantayı uzattı. Berta içinden gazlı bez ve yumuşak bir bez çıkardı. Yarayı su dökerek yumaşak bezle temizledi ve sardı. " Şimdilik idare eder. " dedi, sonra bize döndü. " Biriniz giyecek bir şeylerler versin. "
" Ben veririm. " dedim ve bavulumdan çıkardığım gömleği verip giymesine yardım ettim.
" Teşekkür ederim. " dedi, Kürşat.
Herkes susmuşken arkama yaslanıp başımı cama çevirdim. Açık mavi gökyüzüne, bulutlara ve küçücük görünen sıralı tarlalara, ormanlara baktım. Her şey bitmişti neredeyse. Ülkeme dönmeme son bir adım kalmıştı, eşikte bekliyordum. Korksam da başıma bir yığın iş açılmış olsa da rahatlamış hissediyordum. İç çekip bakışlarımı arkadaşlarıma çevirdim. Onlar da kendi iç dünyalarına çekilmiş, sessizce düşünüyordu. Yoruldukları, düşen omuzlarından belliydi. Bundan kısa bir süre önce birbirini tanımayan beş kişiydik. Bir amaç uğruna mücadele edip birbirini için endişe duyan beş kişiye dönüşmüştük. Türkiye'de bizi ne bekliyordu hiçbir fikrim yoktu. Her ne kadar heyecan duysam da İsviçre'ye gelirken hissettiğim kaygıları taşıyordum. Ardımda bıraktığım ülkeyle döndüğüm ülke aynı değildi ya da aynı olmayan bendim.
Gökyüzünün çizgisi neresi bilmiyordum ama sınıra ulaşıldı. Basel geçildi, kurallar ihlâl edildi. Önümde sıra olmuş insanlara kayıtsızca baktım. Sonra elimdeki pasaportu açıp sahte ismimi okudum tekrar; Deniz Karan. Bigem Karay olarak geldiğim ülkeden Deniz Karan olarak ayrılıyordum. Bunu biraz önce Malhause havalimanı memuru da onaylamıştı. Evet, ben artık Deniz Karan'dım. Sıra ilerledi, Bigem ardımda kaldı.
⌛️
BÖLÜM SONU
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top