32. Bölüm

Merhabalar! Ve Hayırlı Cumalar...

Nasılsınız bakalım görüşmeyeli?

Katre'nin anlatımıyla...

(''Sen hiç aşk filmi izlemez misin?'' Sesim tam da istediğim gibi ifadesiz bir tondaydı.

Hiç duraklamadan pat diye verdiği cevap ve bitiminde göz kırpması kalbimi sekteye uğrattı.

''Seninle yaşıyorken izlemek neden...'')

•••

Kitabımın son cümlesini bitirdikten sonra derin bir iç çektim. Yeni bir son ve yine içimde oluşan koca boşluk... Kapatacak kitaplığa yerleştirecektim dikkatlice. Hepsi bu kadar basit ve bir o kadar da kolay olmalıydı. Ama değildi.

Onlardan ayrılmak zor geliyordu. Benim için karakterden daha fazlasıydı. Onlar hayatlarını benimle paylaşan dostlarımdı. Sırdaşlarımdı. Her birinin ayrı bir yeri vardı bende. Günler hatta yıllar sonra gördüğümde ya da elime aldığımda hasretimin boyutu beni şaşırtırdı. Bu kadar özlemiş miyim ya, derdim kendi kendime. Onları hatırlar sanki gerçekten ruhları bir bedene kavuşmuş ve bana ulaşmış olmanın memnuniyetiyle gülümsemişler gibi karşılık verir, hafifçe gülümserdim.

Göğsüme bastırırken kitabımı Penny, Collin, Jim ve diğerlerinin her birine sarılıyormuşum hissi kuşatmıştı bedenimi. Bir parça hüzün bir parça mutluluk hayat buydu işte. Zıtlıklar ve yarım kalmışlıklar...

Hilmi ve Hilmiye'ye göz ucuyla baktıktan sonra kitabımı komodinin üzerine usulca bıraktım. Sarah Jio / Gündüzsefası. Kitaplığımda yerini almadan önce bir süre daha kafa kafaya verecektik. Bazen sadece uzun uzun bakacak bazen de elimi alıp kendimi ifşa ettiğim satırı okuyacaktım. Hayallere dalacaktım. Onların hüzünlendiği anı hatırlayıp bir köşede sessizce bende kederime gömülecektim.

Odamın kapısının açılmasıyla bakışlarım annemi buldu. Zihnimdeki düşünceler kırılan cam parçaları misali etrafa dağıldı. Bütünlüğünü kaybetse de varlığını hâlâ koruyordu...

''Yemek hazır...'' Birkaç saniye durakladı gözleri merakla yüzümü tararken. ''da bu surat ne?'' Omuz silkmekle yetindim. Hareleri yüzümün her yerini meraklı bir beklentiyle tararken bir anda yüzünü buruşturdu.

''Katre!'' Sesinde bıkkın bir isyan vardı. ''Kitap sonrası depresyonunu kendini sakla annecim. Hadi yemeğe.''

•••

Sağ elimle ağzımı kapattım bilmem kaçıncı kez. Esnemekten ağzım yırtılacaktı bugün.

''Dün gece niye uyumadın?''

Nehir'e kaçamak bir bakış atıp ''Sevdiceğimle konuştuk,'' dedim istemsizce sırıtarak.

''Sabaha kadar mı?'' Meraktan çok onaylamayan bir tonlama hâkimdi sesine. ''Konuşacak ne bulduysanız,'' kafasını iki yana salladı. ''Diyeceğim ama sen sevecek bir şey bile bulmuşsun, konuşmak ne ki!''

Daha çok kendi kendine söyleniyor gibiydi. O yüzden cevap vermedim. Dershaneden çıkıp usulca eve doğru ilerlemeye devam ettik. Nehir bu aralar durgundu. Notlardan da bahsetmiyordu. Demek ki gelmiyordu devamı.

Düşüncelerime omuz silkip yanımızda duran beyaz arabaya verdim dikkatimi. Sakince aşağı inen camın ardından yüzünün her santimetrekaresini ezberlediğim adam göründü. Dudaklarımı mutlu bir heyecanla yukarı doğru kıvırdım. Beni almaya mı gelmişti yoksa bir tesadüf müydü? Açıkçası umurumda değildi. Burada karşımda olması dünyalara bedeldi.

''Atla hadi.'' Nehir'in varlığını es geçip muhatabının sadece ben olduğumu vurgulamak için gözleri gözlerime kilitlenmişti.

Sakince arkadaşıma doğru döndüm. Hissetmiş gibi başını, eğerek baktığı ayakkabısından kaldırdı. Zihnimde dönüp duran kelimeler bir araya gelemiyordu bir türlü. Gözlerimde kararsızlığın yansıması vardı. Ne diyecektim ki?

''Git sen.'' Halden anlayan bir ifadeyle bakıyordu yüzüme. Sesinde incinmişliğin kırıntısı dahi yoktu. Kuşkusuz dünyadaki en şanslı insandım. Harika bir kardeşe, muhteşem bir aileye ve sevdiğim adamın kalbine sahiptim...

Nehir'e sarılırken ''Teşekkür ederim,'' diye fısıldadım kulağına doğru minnetle. Cevap vermedi tamda tahmin ettiğim gibi. Rica ederim ya da önemli değil gibi laflar etmezdi çoğu zaman. Yapmam gerekiyordu yaptım abartma, derdi. ''Hoşça kal, dikkatli git!''

Sessizliğini bozmadı. Harelerini kısacık bir süre için yumup açarken tebessüm etti sadece.

•••

Arabadan inip sarı tabela üzerine yazılmış Adalet Parkı yazısında göz gezdirdim. Korel ve şehir parkı? Nedense komik gelmişti. İstemsizce kıkırdadım. Bagajdan aldığı poşetlerle parkın içine doğru ilerlemeye başladık.

İkimizde sessizdik. Arabaya bindiğimde nasıl olduğumu sorduktan sonra konuşmamış radyoyu açmıştı. Ara ara yüzündeki mutlu gülümsemeyle bana bakıyordu o kadar.

''Şurası nasıl?''

Daldığım düşüncelerden dolayı nereyi kastettiğini tam bilmesem de ''İyi bence,'' dedim. Ha o kamelya ha bu kamelya ne fark ederdi ki? Yemek odaklı olduğum için konakladığımız yer pek önem teşkil etmiyordu benim için. Korel elindekileri masaya bırakırken yanına geçip oturdum. Yardım edilecek bir şey yok gibiydi.

Poşetten çıkardığı ayranlardan birini çalkalayıp benim önüme bıraktı. Ne düşünmem gerektiğini bilmiyordum. Daha hafif sandviç falan yapmıştır kendi elleriyle, diye düşünmüştüm. Ama adam eltiekmek ve ayran almıştı.

Korel'e baktım. Elindeki ayranını çalkalamayı bıraktı. ''Beğenmedin mi?'' dedi. Sesindeki tonlama da ne endişe ne de merak namına bir şey vardı. Öylesine sormuş gibiydi. Ya da bana öyle gelmişti, bilemiyorum.

Kafamı iki yana salladım. Bu hem düşüncelerimi dağıtmak hem de sorusuna verilmiş bir cevap gibiydi. ''Şaşırdım sadece.'' Dedim usulca. Ayranı bir iki kez daha çalkaladıktan sonra açtı. Büyük bir iştahla yemeğimize başladık.

Çantamdan dikkatlice ıslak mendilimi çıkardım. İçinden bir tane aldıktan sonra Korel'e uzattım. Başparmağımla dudağının üstündeki ayranı işaret ettim gülerek.

Yüzünü buruşturdu ''Az kütük değilsin hani!'' derken. Kaşlarımı istemsizce çattım. Ne kütüklüğüm vardı şimdi? Hızlıca bir mendil çekip paketten yana doğru kaydı ve aramızdaki mesafeyi kapattı. Usulca dudağımı silerken donmuş gibi hareket etmiyordum. Gözlerim kahve çekirdeklerinin içinde kayboluyordu.

Bir insan nasıl bu kadar güzel bakabilirdi?

''Beklediğimiz hareketler bunlar!'' dedi göz kırpıp çekilirken. Peçeteyi poşete attıktan sonra yeni bir tane aldı ve elini ağzını silmeye başladı. Yanaklarım utançtan alev alevdi. Avuçlarımın içinde sıkmaktan başka boyuta geçirdiğim mendille bende ellerimi sildim. Çöpleri topladıktan sonra ayaklandım. Çöp kovasını besledikten sonra sağ elimde hazır beklettiğim mendille elimi tekrar sildim. Onunda içine atıktan sonra sevdiğim adama doğru yürümeye başladım.

Bana öyle bir bakıyordu ki hem yok oluyordum hem var...

Beceriksizce gülümseyip yanına oturdum. Anında kolu omzumu bulup beni kendine biraz daha yaklaştırdı. Başımı huzura yasladım. Parmakları kısa bir süre sonra saçlarımda gezintiye çıkmıştı.

Yüzüne baktım el verdiğince dudaklarını usulca gerdi hemen. Ardından anlıma dudaklarını bastırdı. Bir hayalin tam içindeydim. Aniden ''Bekle hemen geliyorum,'' diyerek ayaklandı. Cevap vermemi bile beklemeden çıkışa doğru ilerlemişti. Çatık kaşlarımda gözden kaybolana kadar onu izledim. Niye gittiği sorusu beynimi kemirirken nefesimi sertçe dışarı üfledim. Öğrenirdim elbette.

Çevreme bakındım vakit değerlendirmek amacıyla. Yan kamelyadaki aile çimlere yerleşmişti. Diğer yanımızsa boştu. Karşıya doğru baktım. Basket sahasından çıkanı görmemle öylece kalakaldım. Bir Poyraz eksikti. Dümdüz ilerliyordu bir nevi bana doğru geliyordu. Önemsememeye çalıştım. Yolun yarısına geldiğinde sağına dönecek ve çıkıp gidecekti belki de. Tabii ki öyle yapacaktı.

Ben kimdim ki yanıma gelecekti!

Korel geliyor mu, diye kapıya doğru baktım. Su yeşili gözlerin daha fazla etkisi altında kalamazdım. Korel'i görmemle nefesimi tuttum. Poyraz sağa dönmez de düz yürümeye devam ederse neler olabileceği konusunda bir fikir sahibi değildim. En azından felaket senaryolarımı es geçmeye çalışıyordum.

Korel, Poyraz'ın yanından geçerken ona dönüp gülerek bir şey söyledi. Ne dediğini duymam mümkün değildi elbette. Ama Poyraz'ı sinirlendirecek bir şey olduğu çok belliydi. Poyraz'ın bana bakmasıyla hızla kafamı çevirdim. Bakışları bedenime huzursuz bir korku salıyordu.

Girişte durup elindeki paketi masaya bıraktı. ''Gel hadi gökyüzü suratlım.'' Dedi paketi açarken. Gökyüzü suratlım... İki kelimenin ne kadar da ötesindeydi şu garip kalbim için... Mutlulukla dolu bir nefes bahşettim ciğerlerime. İçinde ne olduğunun merakı beni çoktan ayaklandırmıştı bile.

Maratona çıkan kalp atışlarımdan eser yoktu şimdi. Korel'in elindekilere bön bön bakmaktan kendimi alamıyordum nedense.

Ne vardı ki Korel'in elinde?

Umarım beğenmişsinizdir... 

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top