27. Bölüm
Keyifle okuduğunuz bir bölüm olması dileğimle...
Katre'nin anlatımıyla...
''Safsal!'' Sinirli gözleri yüzümdeydi.
Gülümsemem gözlerimi kısmama neden olacak kadar büyüdü. ''Trafik ışığı.''
''Selam!'' Araya giren yabancı sese doğru dönerken yüzümdeki gülümseme geri çekildi. Başımı hafifçe sallamakla yetindim.
---
Gülümsemesi yüzüne bağdaş kurdu. ''Nasılsın?''
''İçine s*çılmış gibi.'' Sesimdeki durgunluk can sıkıntımdan kaynaklıydı. ''Sen?'' Daha canlıydı ses tonum.
''İyiyim.'' Başımı ağır ağır salladım nedensizce. Yemediği halt kalmayanlar ne zaman kötüydü ki?
''Senden bir şey rica edebilir miyim?'' Umutlu bir heyecan vardı sesinde. Kaşlarım istemsizce çatıldı sözleri beni şaşırtırken. ''Bunu bize bırakır mısın?'' Bakışlarım gözlerinden elindeki poşete doğru kaydı. Kafamı hafifçe yana eğdim. Sanki böyle yapınca içindekinin ne olduğunu anlayacaktım.
Sormama fırsat vermeden yine konuştu. ''Birkaç parça elbise...'' Kolumu hafifçe kaldırıp öne doğru uzattım. Sevda'yı her ne kadar sevmesem de komşuyduk. Benden ilk kez bir şey istemişti, onu kıracak değildim.
Teşekkür ve ardından gerçekleşen veda faslından sonra Nehir'le yolculuğumuza devam ettik.
+++
Günler birbiri ardınca gidiyor ama ben hâlâ yerimde sayıyormuş gibi hissediyordum. Hiçbir şey değişmemiş her şey yerli yerindeymiş gibi. Acılarımda, hüzünlerimde başucumdaydı hep. Hayal kırıklıklarım artık birleşip düzelemeyeceği için süpürülmeye ihtiyaç duyuyordu. Temizlik yaparken en çok süpürme işini sevsem de konu düşlerim olunca sevemiyordum bir türlü. Elimden de gelmiyordu zaten.
Hayal kırıklıklarımda anılarıma dâhildi.
Başımın altındaki yastığı çekip yüzümün üstüne örttüm. Anlamsızca zevk alırdım bu durumdan. Düşüncelerin mutsuzluğuma tuz biber olduğu zamanlarda yapardım daha çok. Birde annemin sabah uyandırmak amaçlı adımı zikrettiği anlarda... İki elimi kaldırıp yastığın üstüne yerleştirdim. Dışarıya kendimi boğuyormuş gibi bir izlenim bırakıyordum kesin. Ama asıl boğulma içimdeydi. Düşünceler nefes almamı bile güçleştiriyordu.
Zihnimde binlerce Korel'le tanışma anı şekillenmişti. Bazıları abartılı bazıları ise olabildiğine sıradandı. Ama hiçbiri gerçeği kadar alaycı değildi. Gülüşü gözlerimin önüne geldiğinde yorgun bir acıyla nefesimi dışarı verdim.
Ertesi gün bilerek parkta bana çarpmıştı. Dikkatini celp ettiğimi sanıp mutlu olmuştum. Belli etmemiştim elbette. Yine dalga geçmesi aklıma gelmiş ve sinirlenmiştim. Sonrasında bir kız çıkagelip yer yer çatlayan sinirlerimi un ufak etmişti.
Flaşı bulup ona verdiğimde; dudaklarının yanağıma sözlerinin ruhuma can oluşu bu bizim başlangıcımız olabilir, diye düşünmeme neden olmuştu. Lâkin düşünmenin bir tık ötesine bile geçememiştim. Yastığı birkaç saniyeliğine sertçe yüzüme bastırdım. Böyle olmamalıydı. Gülüşümü saklamam gerekirken acımı fısıldıyordum. Rahatsızca yerimde kıpırdandım.
Zihnim farklı bir anıyı misafir etmeye başladı. Karanlık bir gecede umudu yarı yolda tökezleyip kalan bir genç kız... Aşkın acımasız oyununa kukla olduğu yetmezmiş gibi iki gaspçının deneme tahtası olmuştu. Birer film sahnesi gibi geçseler de gözümün önünden benliğime bıraktıkları kalıntılar filmin çok ötesindeydi.
Soluklarım nefes borumda düşe kalka ilerlerken yastığı geriye doğru itip yatak başlığıyla kafam arasında kalan boşluğa yerleştirdim. Ellerimi karnımın üzerinde birleştirdim yavaşça. Korel zor durumda kalmasın, diye polise gitmemiştim. Dudaklarım güçlükle gerildi. Telafi amaçlı sinemaya gitmiştik sonra. Geçmişte yaşadığım hayal kırıklıklarını bir kenara itmiş, artık kendi filmimizin vizyona gireceği tarihi daha umutlu beklemeye başlamıştım.
Acılı bir alayla 'Hah' derken dudaklarımda eğreti bir gülümseme oluştu.
Hayatında yer etmeye başladığımı sanırken tek yaptığım amansızca yerimde saymakmış. Sadece bunu fark edememişim. Kendimi umutların yalanına teslim etmişim.
Çaresiz acıyla yoğrulmuş kederli nefesimi dışarı üfledim güçlükle. Saatin tik taklaması vuruyordu kulağımdan öte yüreğime... Kendimi hiçbir yere sığdıramıyor, boğuluyordum durduğum yerde.
Masanın üzerindeki telefonumdan gelen mesaj sesi başımı bıkkınlıkla o yöne doğru çevirmeme neden oldu. Rahatsız edici sesin yüzümde meydana getirdiği nahoş buruşmayla ayaklandım. Ya operatör ya da indirim mesajıydı. İkisi de önem teşkil etmediği için banyoya doğru ilerledim. Rutin işlerimi halledip firari uykumun dönüşünü bekleyecektim.
+++
Dershaneye doğru adımlarken çantamdan telefonumu aldım. Evden çıkarken saate bakmamıştım. Parmaklarım ezbere bildiği şifreyi girerken içimden erken olmaması için dualar ediyordum. Harelerim sağ üst köşeye odaklandı hızla. Yedi dakika sonra ders başlayacaktı ve benim beş dakikalık yolum vardı kat etmem gereken.
Dün gece yüzüne bakmaya tenezzül etmediğim mesajı açtım. Meraktan öte can sıkıntısındandı bakma nedenim. Gözlerim harflerin üzerinde dolaştı. Alışkanlığın getirdiği bir hızla başlasam da ikinci kelime öylece duraklamama neden oldu.
Gizlenme gereği duyulan korkuya eşlik eden susuz ve acılı bir yutkunmadan sonra merakla okumaya devam ettim.
Nehir'in anlatımıyla...
Gecenin üzerine abanan kasvet içimdeki sıkıntıya yoldaşlık ediyordu. Omuzlarımı indirip kaldırdım ciğerlerime yeni bir nefes armağan ederken. Umudum sarışın bir kız tarafından baltalandığından beri notların sahibini düşünmemeye çalışıyordum. Fakat başarılı olduğum söylenemezdi.
Son harfteydik artık ama bir haftadır en ufak bir ses seda yoktu. Biran önce son not gelsin ve kim olduğunu öğreneyim istiyordum. Bu saçmalık tez zamanda son bulmalıydı çünkü. Hayatımda hiç kimseyi istemiyordum. Önceliğim kariyerimdi. Kendi ayaklarımın üstünde gururla durabilmemdi...
Alt dudağımı sertçe ısırdım. Baştan beri Baran olmasını ümit etmiştim. Mağazadan çıkarken bana çarpan Rüzgar kendisini de seçeneklere ekletmişti. Sonrasında yaşananlarla yine Baran'da karar kılmıştım. Ya da umudum kendini bir kez daha öne çıkarmış ve diğer seçenekleri defetmişti, bilemiyorum. Nefesimi sıkıntıyla dışarı üfledim.
Baran bile olsa-ki değildi- umurumda olmamalıydı. Onu gördüğümde kalbimin trafiği aksıyor diye onunla geleceğe bir adım atamazdım ki. Güven olmalıydı bir ilişkide. Tabii öncesinde kendinde... Bu hayatta gözü kapalı sırtımı yaslayabileceğim tek bir kişi vardı, o da Katre.
Ailem bile güvensizliğimin temelinde rol oynamıştı.
Küçükken oyunun en heyecanlı en güzel yerinde annem 'Gel bak sana ne vereceğim' diyerek beni eve çağırırdı. Her seferinde anneme güvenir, bırakmak istemesem de oyunu eve koşardım. Merak ederdim annemin bana vereceği şeyi. Hiçbir zaman dediğini yapmamıştı. Her seferinde eve gelmem için söylenen, saf yüreğimi kandıran, güvenimi sömüren bir söz olarak kalmıştı.
Abimin bisiklet sürmeyi öğrettiği zaman 'Tutuyorum, korkma' dediği halde bıraktığı ve düşüp iki hafta evden dışarıya çıkamayacak duruma gelmem de gizliydi güvensizliğim.
Her sabah erkenden uyanır babama beni de emniyete götürmesi için yalvarırdım. Orada hiç çocuk olmadığı gibi bana göre bir yerde olmadığını söyler, kesin bir dille reddederdi. Bir kere olsun elimden tutup götürmemişti. Döktüğüm gözyaşlarının çaresiz yorgunluğuyla kalmıştım.
Çocukluk işte bir gün izlediğim filmin bir sahnesini zihnime güzelce kazımıştım. O sabah annem uyuduğumu sanıyordu, babama 'uyanamadı seninki' demişti şefkatle gülerek. Dudaklarım sinsi bir edayla kıvrılırken kapıya doğru ilerlemiştim. Sessizce dışarı çıkmış arabanın yanına gelmiştim. Filmde bagaja giriyordu adam ama korktuğum için bunu es geçmiştim. Zaten kapılarda kapalıydı.
Bir şekilde babama çaktırmadan arabaya binmem gerekiyordu. Göremeyeceğini umduğum bir yere gizlenip dua etmeye başlamıştım. Babam evden çıktığında eğilmekten ağrıyan uzuvlarımı unutmuş, küçük kalbimin küt küt atışlarını dert etmeye başlamıştım. Babam duyar diye nasılda korkmuştum.
'Nehir? Ne yapıyorsun bakalım sen burada?' diyen sesle gözlerim korkuyla büyümüştü. Parmaklarım hızla dudaklarımdan firar eden çığlığı kesmek için ağzıma doğru gitmiş ama çokta başarılı olamamıştı. Ondan tarafa döndükten sonra yine eğilmiştim. 'Ne yapıyorsun burada?' diyerek yinelemişti sorusunu komşumuz. Saklanıyordum işte nesini soruyordu ki bu adam? Cevap vermeme gerek kalmadan babam gelmişti.
Adamla kısa bir sohbet faslından sonra sert bakışlarını suçlu gözlerime dikmiş, hiçte nazik olmayacak bir şekilde kolumdan tutup eve götürmüştü. O an önemsediğim tek şey planımın bozulmuş olmasıydı. Komşumuza da çok sinirlenmiştim zaten. Pis adam!
Tabii ki pes etmemiştim. Ne olursa olsun o emniyete gidecektim. Öğleden sonra annemden zar zor izin alıp mahalledeki arkadaşlarımın yanına gitmiştim. Niyetim elbette ki onlarla oynamak değildi. Kaldırım kenarına oturmuş, annemin kontrol amaçlı pencereden bana baktığı anı beklemeye başlamıştım. Kısa bir süre sonra perde çekilmiş, annemin camdan dolayı çokta net olmayan siması görülmüştü. Büyük bir coşkuyla el sallamıştım gülümseyerek. Belirsiz hareketlenmeden sonra perde kapanmıştı.
Hızla ana caddeye doğru koşmadan önce ben abimin yanına gidiyorum, demiştim arkadaşlarıma. Karşıya geçen insan topluluğuna karışmış biraz daha ilerlemiştim. Annemle markete hep bu yoldan giderdik. O yüzden gönül rahatlığıyla yürümeye devam etmiştim. Sürekli insanlara bakıyordum. Karşıdan gelen saçları ara ara kırlaşmış adamı görünce dudaklarımda bir tebessüm oluşmuştu. Ona kaybolduğumu ve beni polise götürmesini söyleyebilirdim.
Parmaklarımı dudaklarıma örtüp hafifçe kıkırdamıştım. Sonra adama doğru birkaç adım atmış yanında durmuştum ama beni önemsemeden ilerlemeye devam etmişti. Kaşlarım sinirle çatılırken iki yanımda yumruk yaptığım ellerimi sıkmış, ayağımı sertçe yere vurmuştum. Nasıl olurda beni takmazdı? Boyumdan büyük öfkeyle adamın peşine takılmıştım.
Benden baya uzun olduğu için dizinin bir karış yukarısına doğru parmaklarımı uzatmış kumaş pantolonu avucuma el verdiğince hapsetmiştim. İrkilip bana doğru dönerken kaşlarını çatmıştı. Hâlâ sinirliydim ona. Elimi kendime doğru çekip 'Ben kayboldum' demiştim sanki suçlu oymuşçasına.
Kaşları biraz daha çatılmış ardından yüzüne bir gülümseme kurulmuştu. Ailemle, evle ilgili birkaç soru sormuş ama hepsine bilmiyorum beni polise götür, dememden dolayı emniyete götürmüştü. Polis aracından inen bir kadın ve dört çocukla olduğum yerde kalakalmıştım. Babam burada hiç çocuk olmadığını söylemişti oysaki.
Elimi tutan parmaklar harekete geçirmek için çekiştirdiğinden dolayı yürümeye başlamıştım. Kalbim yüzünü asmıştı çoktan. Yanımdaki adam polisin birine benim kaybolduğumu söylerken etrafı inceliyordum. Abim yaşlarında olduğunu tahmin ettiğim bir kız, bayan polis eşliğinde içeri girmişti. Çenem ağlamak üzere titrerken merdivenlere yönelmiştik. İkinci kata çıktığımızda sola doğru dönerken ben babamı görmüş ve koşarak yanına gitmiştim.
Sandalyede oturan bir kızın önünde dizlerini kırarak eğilmiş, küçük ellerini avucunun içine hapsetmişti. 'Bana güven' demişti siyah bukleleri okşamadan önce. Her şey bulanıklaşırken beni buraya getiren adam yanımda yerini almış bir şeyler söylüyordu. Babam geriye doğru dönmüş, beni görür görmez gülümseyen çehresi sinirle kasılmıştı.
'Hani hiç çocuk yoktu?' demiştim paramparça bir halde. Titreyen parmaklarım kızı hedef almış 'Bu ne?' diyerek devam etmiştim sözlerime. Beni bir polisle odasına postalayıp sorumu es geçmişti. Ardından beni buraya getiren adama neler olduğunu sormaya başlamıştı. Sonrasında güzel bir azar, bir hafta ev hapsi... Hiçbirini umursamamıştım babamın beni kandırdığı kadar.
Geçmişten günümüze dönmem de en az o günkü olay kadar çaresizlik doluydu. Sol yanağımda hissettiğim sıcaklıkla boğazımdaki ağrıda yerini almış, yutkundukça sızlıyordu. Acısı hâlâ yüreğimdeydi o günün. Çok sonraları fark etmiştim. Babam bana güven vermemişti hiçbir zaman. Beni 'ona inanmaya' zorlamıştı.
Aileleri tarafından zorla dilendirilen, hırsızlığa zorlanan çocukların arasında işim yoktu elbette ama bunu bana güzel bir dille söylememişti hiçbir zaman. Beni karşısına alıp anlayacağım dilden anlatmamıştı. Ona güvenin verdiği bir inançla inanmamı sağlamamıştı. Keskin sert sözlerle inanmaya zorlatmıştı.
Bazen bunlar mı güvensizlik nedeni, bu kadar basit mi, diyordum kendi kendime. Ve evet, bu kadar basitti güveni sarsmak! Hiç olmadığı kadar kolaydı...
Titrek nefesimi havayla bütünleştirdim ayaklanmadan hemen önce. Poşetin içindeki siyah kutumu elime alıp dolabımın en altına koydum. Günlerdir çöpe atacağım, diye kapının yanında durdurmuştum ama yüreğim varmıyordu atmaya.
Ellerimle sertçe yüzümü sıvazladım. Kapıya doğru attığım birkaç adımı gerisin geriye yürüyüp dolaptan kutuyu aldım. Yatağımın üzerine gelişigüzel fırlatılmış hırkamı giyip salona doğru ilerledim.
''Anne?'' Başını yan çevirip bana bakmasıyla ''Katre'ye bunu verip gelebilir miyim?'' dedim kutuyu işaret ederek. Çatık kaşları kutuda oyalandı bir süre. Kafasını usul usul sallayıp önündeki kâğıtları incelemeye devam etti. Yazılı dönemlerinin en sevdiğim kısmıydı. Annem hiç olmadığı kadar durgundu. Ayaklarımı hareketlendirip hedefime doğru emin adımlarla ilerledim.
Bu gece tüm bu saçmalıklar son bulacaktı!
Bu bölüm biraz hatırlatma gibi olsun istedim. Malum artık eskisi gibi her hafta yayınlayamıyorum bölümleri. Sınavdan dolayı araya giren uzun zamanda unutmuş olabilirsiniz diye kısa kısa yer vermek istedim geçmişe. Daha uzun yazarsam sıkılırsınız diye bu kadar sürdü...
Yine her hafta Cuma günü bölümleri paylaşmak için çabalayacağım. Ama olur ama olmaz bunu bilemem. Zaten güzel yazamıyorum, yetmezmiş gibi bir süre uzak kaldım buralardan. İsteğimi, hevesimi yok etmedi ama... Zorlanıyorum işte...
Yine de... Umarım beğenmişsinizdir... :)
Katre'ye mesaj atan da kim? Peki ya Nehir'e notları gönderen?
Düşüncelerinizi merakla bekleyen biri var buralarda. Yalnız bırakmayın yahu. ;)
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top