21. Bölüm


Multimedya; ♥ Hilmi

Hayırlı, bereketli, bol dualı Cumalar...

Keyifli okumalar...

Katre'nin anlatımıyla...

''Poyraz!'' Bedenini hemen bana doğru döndürdü. Yüzü sakin olsa da gözleri meraklıydı.

''Teşekkür ederim.'' Dedim minnetle.

''Ne yaptım ki?'' Tıpkı dün gece yaptığı gibi omuz silkip gülümsemişti. Gözleri kısa bir süreliğine yön değiştirip arka tarafıma uğrasa da son durak yine gözlerimdi. Dudaklarına keyifli bir gülüş hâkimdi. Nedense ona gülümsemek namına bir şeyler yapmak istemiyordum. Evet, ona minnet duyuyordum. Yardım etmişti bana. Ama sevgi gösterisi yapmak gelmiyordu içimden. Konuşmamız sonlandığı için yüzümdeki sakin ifadeyi bozmadan arkamı döndüm.

Kaşlarım çatılsa da kalbim çatırdamıştı gördüğü manzarayla. Çünkü heyecan ve hayal kırıklığı ringe çıkmıştı. Bana doğru gelirken yüzünde sert bir ifade vardı.

''Al!'' dedi soğuk bir sertlikle. Bakışlarımı elindeki bilekliğe çevirdim. Kaşlarım mümkünmüş gibi daha da çatılırken söylediklerini zihnimde tartıyordum.

''Ne bu?'' dedim, çünkü bir sonuca ulaşamamıştım.

''Neye benziyor?'' dedi gözlerini sinirle belerterek. ''Dün bizde düşürmüşsün bende getirdim.'' Yaptığı açıklama kafamı daha da karıştırmıştı. Sinirle sol elimi kavrayıp bilekliği avucuma sertçe bıraktı. Sonrada arabasına doğru ilerledi. Başımı biraz aşağı eğip elimdeki bilekliğe baktım. Dün akşamın eseri olan sıyrıklarla hoş(!) bir uyum içerisindeydi. Bakışlarımı tekrar Korel'e doğru yönelttim. Ayaklarıma yürüme komutu verip hızla arkasından ilerledim.

Çalıştırmak üzere olduğu aracın yolcu kapısını açıp ''Bu benim değil!'' deyip suratına fırlattım. Kapıyı da sertçe kapatıp dershaneye doğru ilerledim devasa bir sinirle. Bir şeyleri kırıp dökmek, avazım çıktığı kadar bağırmak istiyordum. Oysa yapabildiğim; kalbimin paramparça olurken verdiği müzikali dinlemek ve ruhumun derinliklerine bahşettiğim sessiz serenattan ibaretti. 'Kesin sevgilisinin' diyordu sevmediğim yanım. Sanki ben tahmin edemiyorum! Nefesimi sertçe dışarı üfledim. Sağ kolumu tutup önüme geçen Korel'e çevirdim bakışlarımı.

Elindeki bilekliği sallayıp ''Sen değil mi şimdi bu?'' dedi. İnanamıyormuş gibi bir hali vardı.

Sinirle gözlerimi yumdum. ''Dalga mı geçiyorsun sen benimle?'' Bakışlarındaki ifade 'anlamadım' diye haykırıyordu resmen. ''Benim değil yeterince açık bir cümle. Daha ne kadar açıklayıcı olurum inan bilmiyorum!''

''Kimin o zaman?''

''Ben nerden bileyim!'' dedim bağırarak. Sesim yaşadığım siniri yansıtıyordu. ''Artık hangi sevgilini eve götürdüysen onundur.'' Dedim ve ona bilerek çarpıp ilerlemeye başladım. Alt dudağını sarkıtıp yaşlı gözlerle oturmuş kalbime de bir küfür savurdum. Bencil pislikten başka bir şey değildi.

Yerdeki teneke kutuya sertçe vurdum. Giderken tüm acılarımı, hayal kırıklıklarımı da beraberinde götürsün istedim. Ama o, önümdeki adamın tam kafasına çarptı. Gözlerimin şaşkın bir hayretle büyümesine engel olamadım. Kel, kafasına elini götürüp arkasına doğru dönerken hızla yan taraftaki aracın arkasına doğru koştum. ''Dur kaçma!'' Sesini duymamla alt dudağımı ısırdım sertçe. Yolcu kapısını açıp ''Atla!'' diyen Korel'e baktım. Bu gitmemiş miydi? Adamın bana daha da yaklaştığını görmemle çığlık atıp araca bindim hemen.

+++

Sessizce iç çektim. Adamdan kaçmayı başarıp bir kafeye gelmiştik. 'Beni dershaneye bırak' desem de dinlememişti. Şimdi ise karşılıklı oturup çaylarımızı yudumluyorduk. Korel'e kaçamak bir bakış attım. Dudaklarındaki gülüş varlığını hiç kaybetmemişti. Arabaya bindiğimden beri sürekli gülmüş, yaptığım isabete dair şaşkınlığını dile getirmişti. Hatta bir ara adamın yüzündeki ifadeyi bile taklit etmişti.

''Bu gerçekten de senin değil dimi?'' Bakışlarımı ona yönelttim. Bilekliği görmemle mutluluğum kanat çırpıp başka diyarlara göç etti.

''Tamam kızma.'' Dedi beni sakinleştirmek adına. ''Deniz, senin olduğunu söyledi. Hatta senin için çok önemliymiş. O yüz-'' Aklına düşen bir düşünce gözlerini sinirle yumup dişlerini sıkmasına yol açarken cümlesini de yarıda kestirmişti. Avucunun içine hapsettiği bilekliği sıkarken elini birkaç defa masaya vurdu. Aldatıcı bir sakinlik vardı dokunuşunda. ''Piç!'' dedi içinde patlayan volkanın lavını püskürtürcesine. Onaylamaz bakışlarımı Korel'e yönelttim hemen. ''Küfür etme!'' dedim uyarırcasına. Sözlerime karşılık gözlerini abartılı bir şekilde devirdi.

''Sence neden öyle dedi?'' Bide bu konuyu düşünüp kendime dert edemezdim. Sorup hemen cevabını almalıydım. ''Sana âşık olmuş beyefendi.'' Sesindeki alay elle tutulur cinstendi. ''Aklınca hediye göndermiş.''

Dudaklarımdan şaşkın bir kıkırdamanın çıkmasına engel olamadım. Canım benim ya. Dün akşamki masumane bakışları gözlerimin önünde canlandı. Tebessümüm keyifle sırtını yüzüme yasladı.

''Bakıyorum da çok hoşuna gitti.'' Sesindeki aksi tonda neyin nesiydi?

Bilekliği alıp koluma taktım. Bileğimi hafifçe öne doğru uzatıp nasıl olmuş diye inceledim sonrasında. ''Yakıştı mı?'' dedim çatık kaşlarıyla bana bakan Korel'e. ''Cık.'' Dedi burun kıvırarak. Onu önemsemeyip gülümseyerek bilekliğime bakmaya devam ettim.

Boğazını temizleyip ''Seni hâlâ rahatsız ediyor mu?'' dedi düz bir sesle.

''Kim?'' Gözlerim hâlâ bilekliğimdeydi. Nedense çok hoşuma gitmişti.

''Kılıç!'' dedi tükürürcesine. Yüzümdeki gülümsemede mutluluğun peşinden gitme kararı aldı. Çok bile kalmıştı... Kılıç derken Poyraz'ı kastediyordu. Kafamı kaldırıp ona baktım.

''Hayır.'' Dedim usulca. Öğrenmek istediği asıl şeyin flaş olduğunu çok iyi biliyordum. Yoksa beni rahatsız etmiş, canımı sıkmış zerre umurunda değildi. ''O günden sonra hiç flaş konusunu açmadı.'' Dedim istediği cevabı vererek.

''Yani daha sonrada konuştunuz.'' Sesi ifadesizdi tıpkı bakışları gibi.

''Dün geceye kadar hayır...'' Kısık bir tonda çıksa da hâlâ sakindi sesim. Görüntüler gözlerimin önünde kısa bir fragman yayınlıyordu.

''Boynunda onun eseri.'' Dedi kendi kendine. Dudaklarında öfkeli bir gülüş peyda oldu. Gözlerim hayretle büyürken ''Nasıl yani Poyraz mıydı o gaspçılardan biri? Ama sesleri benzemiyordu. Hem onun kadar yapılıda değillerdi,'' dedim hemen. ''O mu yaptırdı yoksa?'' Sesimde yaşadığım şaşkınlık kol geziyordu.

''Ne gaspı? Ne yaptırması?'' dedi Korel.

'''Boynunda onun eseri' demedin mi az önce?''

''Dedim...'' Kafasını da evet anlamında salladı. ''de bunun konuyla ilgisi ne?'' Masanın üzerindeki ellerini iki yana açtı. Anlamlandıramıyordu sözlerimi. ''Baştan anlatsana.''

Nefesimi sıkıntıyla dışarı verdim. Gözlerimi çayıma diktim alt dudağımı dişlerken. Korel'e kaçamak bir bakış atıp anlatmaya başladım her şeyi. Sonuçta tüm suç onundu. Ve bence kabahatini bilmeliydi.

Bir kez daha sıkıntıyla iç çektim sözlerim bittiğinde. Biran olsun çayla olan bakışmamı bölmemiştim. Tedirgince Korel'e çevirdim gözlerimi. Çenesi kasılmış, masanın üzerinde olan sağ elinin parmak boğumları beyazlamıştı. Bakışlarımla kahve çekirdekleri hemen beni buldu.

''Dün inat etmeseydin bunlar olmayacaktı.'' Dedi sinirle. Yok artık! Suçlu kendisi olmasına rağmen nasıl bu kadar kolay işin içinden sıyrılabiliyordu? Kahve çekirdekleri gözlerimdeydi. Yumruk yaptığı sağ elini ritmik hareketlerle masaya vuruyordu.

''Dün o kadar kaba olmasaydın bunlar olmayacaktı.'' Dedim cümleyi düzeltip. Çay kaşığıma işkence etmeye devam ettim.

''Ne demek şimdi bu?''

''Suçlu sensin demek.''

Sol eliyle kendini gösterip ''Ben mi?'' dedi. İnanamıyormuş gibi bir hali vardı. ''Ben seni uyarmadım mı? Uyardım. İnat eden sendin...''

''Çünkü seninle gelecek kadar gurursuz değildim.'' Dedim her harfin üstüne basa basa. Çattığı kaşlarıyla bana bakarken gözlerimi kaçırmamak için direndim.

''Anlamadım?''

Ona ters bir bakış attım. ''Gerçekten.'' Dedi. Seslice nefesimi dışarı verdim. ''Dün güzel bir şekilde beni yanında istemediğini söyleyebilirdin. Sana ve arkadaşlarına çokta meraklı değilim.'' Dedim soğuk bir sesle. Aklıma gelen en iyi cümle buydu. Oysa kalbim başka şeyler dökmesini istemişti dudaklarımdan.

Kahve çekirdeklerini yola çevirdi. Elleri, ritmik hareketlerine hız kesmeden devam ediyordu. Başımı tekrar önüme eğdim. Ona bakmak için pankart açan zihnimi, basın toplantısı yapan kalbimi, haykıran gözlerimi önemsemedim. Önemseyemezdim!

Aramızdaki rahatsız edici sessizliği bozdu bir süre sonra. ''Değer verdiğin birinin sana ihtiyacı varken geride kalan her şey saçma bir boşluktan ibarettir.'' Sesi anlamlandıramadığım bir tondaydı. Gözlerim hemen ona döndü fırsattan istifade edip. Kahve çekirdekleri hâlâ yoldaydı. Bakışlarımı çayıma çevirdim tekrar.

İçimdeki zelzelelere, kopuşlara karşın sertçe yutkundum. Ne kadar da tuhaftık öyle değil mi? Birkaç damla tükürüğün acılarımızla baş edebileceğini sanacak kadar umutluyduk. O tiksindiğimiz tükürükten medet umacak kadar aciz...

Sözlerinin doğruluğu, kızgınlığımın hedefi olan Korel'in yerine beni oturtuyordu. Korel'in, gerçekten değer verdiği, sevdiği biri olduğunu bilmiyordum. Gerçi ben onun hakkında hiçbir şey bilmiyordum.

Sanmaktan öteye geçemiyordum.

''Kalksak mı artık?'' dedim içimdeki kopuşlarla çelişen bir sakinlikle. Nefesini seslice dışarı verdikten sonra kafasını olumlu anlamda salladı.

+++

Bu aralar zihnimin yeni bir misafiri vardı. Tek farkı yeni olmasıydı. Yoksa o da diğerleri gibi acımasız bir pislikti. 'En yakın arkadaşının eski sevgilisine âşıksın.' Deyip kınayıcı gözlerle bana bakıyordu her seferinde. Haklı mıydı haksız mıydı, biliyordum.

Korel'i gördüğüm, ona âşık olduğum hatta uzaktan sevdiğim iki yılı aşkın süre boyunca Nehir'in varlığından bile haberim yoktu. Nehir'le olan dostluğumun adımını atarken üçüncü yıl dolmuştu. Ki Korel'le çıktığını bile yeni öğrenmiştim.

Nefesimi seslice dışarı verdim.

Bir yanda Nehir diğer yanda Korel. Biri kardeşim dediğim insan diğeri sevdiğim adam. Bir arafta değildim belki de ama... Çoktu amalar. Dipsiz ve sonsuzdu. En çokta amansız çaresizliklerle doluydu. Ne yana dönsem farklı bir sorun, cevapsız kalan farklı bir soru vardı.

Nehir'e küsmüştüm ama bir şeyleri bitirmiş değildim. Ben ona dostum demiştim. Olmayan kardeşimin yerine koymuştum. Kolay değildi ki silmek, bir çırpıda yok edebilmek. Düşününce ona da hak veriyordum aslında. Onu aldatan ilk aşkına, âşıktım. Her ne kadar unuttum, bitti dese de ona olan sevgisiydi biten. Yaşattıkları değildi.

Anılarını yok edemezdin çünkü.

Kabul, söylediği zaman onu dinlemezdim. İhaneti hazmedemedi ondan böyle söylüyor derdim. Çünkü bencil pisliğin teki olan kalbim anlamazdı. Ben Nehir'den çok kendime kızgın, kalbime kırgındım aslında. Dünyada başka kimse yokmuş gibi ona mı âşık olmuştum? Sahi bana bakmayan, adımı bırak varlığımdan bile haberi olmayan birine nasıl âşık olmuştum?

Kalp neden tanımadan da severdi ki? Neden sonunu düşünmezdi? Neden? Cevapsız soruların dipsiz okyanusunda çaresizlikle boğuluyordum. Bir yardım eli istiyordum. Beni çekip çıkaracak bir el... Ama kendimden başka kurtarıcım yoktu.

Nehir'in beni korumak için gerçeği gizlediğinin farkındaydım. Aramızdaki küslüğü uzatmak istemiyordum daha fazla. Ama karşısına çıkıp tek bir söz söylemeyi bırak yüzüne dahi bakamazdım. Çekingen bir utangaçlık vardı. Hem ne diyebilirdim ki? Ben senin hayatındaki ilklerin sahibi olan adama âşıktım ve sen bana bunu söylemediğin için kızdım mı?

Nefesimi seslice dışarı verip ''Ben ne yapacağım şimdi?'' dedim karşımdaki Hilmi'ye. Bir süre öylece durup onunla bakıştım. Kafamı geriye atıp nefesimi seslice dışarı bıktım tekrar. Hilmi'yi sağ elimle yana kaydırıp onun yerine geçtim. Sırtımı yatağımın başlığına yaslayıp Hilmi'yi de kucağıma oturttum.

Hilmi, yeşil renkli, göz çevresi ve ayakları sarı olan bir baykuştu. Turuncu bir gagası vardı. Siyah gözlerine ise mahzun bir ifade ev sahipliği yapıyordu. Sıkıca ona sarıldım. Tuhaftı biliyorum ama onunla aramda görülmez bir bağ vardı. Sarılmak, onu öpmek yanımda bir dostun varlığını hissetmek gibiydi. Hatta bazen ensesine bir tane yapıştırıp yüz üstü düşüşüne kahkaha bile atıyordum. Geceleri ona sarılıp uyuyordum. Ezberlediğim, tekrar ettiğim ders konularını bile ona anlatmaktan geri durmuyordum.

Her şeyin ötesinde Hilmi benim derttaşımdı.

Odada yankılanan mesaj sesiyle birkaç saniyelik bir bocalama yaşadım. Düşüncelerin uçuşması yerini merakın varlığına bırakmıştı. Hilmi'yi kenara koyup yatağın uç kısmına doğru diz kapaklarımın üstünde ilerledim ve masama doğru uzanıp telefonu aldım. Nefesimi sertçe dışarı üfledim, düşmemek için çabalamak yormuştu beni. Hızla eski pozisyonumu alıp ne yazdığını okumaya başladım.

Nehir'in anlatımıyla...

Başımı kaldırıp karşımdaki yokuşa baktım hüzünle. Çıkacak güç yoktu bacaklarımda. Ama eve gidecek başka kestirme yolda yoktu. Sıkıntıyla nefesimi dışarı verip adımlarımı hareketlendirdim çaresizce. Ayaklarımla olan bakışmamı birkaç çocuk sesi böldü. Kafamı kaldırdığımda yokuş aşağı koşan yedi çocuk gördüm. Ellerindeki rengârenk balonları ve attıkları sevinç kahkahalarını gıpta ile izlemekten alıkoyamadım kendimi.

''Bu senin.'' Sesin sahibi çocuklardan biriydi. Tam önümde durmuş, elindeki yeşil, kalpli balonu bana doğru uzatmıştı. Diğer elinde ise düz, mavi bir balon vardı. Dudaklarımda en az onunki kadar mutlu bir tebessüm oluştu. Sakince balonu alıp ona teşekkür ettim. Sesimdeki çocuksu keyif mutlulukla dans ediyordu.

''Rica ederim.'' Derken kıkırdamış ve iki yandan bağlanmış olan siyah saçları bir o yana bir bu yana sallanmıştı. Tam arkadaşlarının peşinden koşacakken ''Bekle bir dakika,'' dedim hızla. Ela gözlerini merakla açıp söyleyeceklerimi dinlemeye başladı.

''Bunu neden bana verdin?'' Elbette ki mutlu olmuştum ama bu soruyu sormalıydım. Çünkü balonun bağlı olduğu ipe; kurdele ile sabitlenmiş bir not kâğıdı asılıydı. Anlaşılan gizemli romantiğimiz sadece bana değil diğer çocuklara da jest yapacak kadar naif bir kişiliğe sahipti.

''Iııı...'' İşaret parmağını dudağının kenarına koyup düşünmeye başladı. Meraklı bir heyecanla vereceği cevabı bekledim. Aklına cevap gelmişçesine gözlerini kocaman açıp ''İçimden geldi,'' dedi heyecanla. Ve hızla arkadaşlarının peşinden koşup beni yenilgiyle baş başa bıraktı.

Nefesimi seslice dışarı verdim. Bakışlarımı çocuklardan alıp balonuma çevirdim kısa bir süre sonra. Yolun ortasında dikilmemek adına kenara doğru birkaç adım attım ve notun yazılı olduğu kâğıdı aldım titreyen elimle. Bakalım bu sefer ne yazmıştı?

''Lâl olan dilimle, tekleyen kalbimle takatim yok artık sensizlikle mücadeleye!''

Birkaç harf yığını olmasına rağmen neden çığ gibi bir mutluluğun altında kalmıştım ki?

Dudaklarımdaki tebessüm eşliğinde elimdeki notla bakıştım bir süre. Kalp atışlarımın hızlanmasından dolayı nefesimi titrekçe dışarı verdim. Kâğıdı çantama koyduktan sonra balonun ucuna bağlanmış olan ipi çözmeye başladım.

Balonun havasını azat edip kendisini saklayacaktım.

+++

Siyah orta boy kutuyu dolabımdan çıkarıp yatağıma doğru ilerledim sakin adımlarla. Üzerinde herhangi bir süs yoktu. Düz, siyah, karton bir kutudan ibaretti. Bağdaş kurarak yatağıma oturduktan sonra nefesimi seslice dışarı verdim. Sakince kutunun kapağını açtım. İçinde; ağladığım gün bileğime yapıştırılan ilk not, telefonuma attığı mesajın ekran görüntüsü halinin çıktısı, mavi küçük kutu, gelen üçüncü not ve çikolatanın paketi vardı... Jelatin kâğıdı elbette ki atmıştım. Ama dış kabını dikkatlice açmış ve onu da bu kutuya koymuştum.

Tuhaf veya saçma...

Bunun benim için zerre kadar önemi yoktu. Çünkü ben o şekilde adlandırmıyordum. Her ne kadar bir ambalaj parçası gibi görünse de öyle değildi benim gözümde. Beni seven, bana değer veren birinin gönderdiği bir hediyeydi. Elinin değdiği bir eşyaydı.

'Baran'ın göndermiş olma ihtimalinden dolayı desene sen şuna' dedi diğer yanım. Nefesimi sertçe dışarı verdim. Yani belki birazcık etkisi olabilirdi. Ah! Kimi kandırıyorum? Elbette ki onun için saklamıştım. Hem bisiklet yarışı yaptığımız gün de bana en sevdiğim çikolatayı almıştı. O olabilirdi. Ve ihtimal bile olsa buna değerdi. Hayallere dalmaya meyilli bir nefes verdim dışarı.

Kapının biranda açılmaya çalışılmasıyla kendime geldim hızla. Kapı kolu birkaç kez daha aşağı inip kalktıktan sonra ''Açsana kızım kapıyı!'' diyen sert ses duyuldu.

''Bir dakika.'' Dedikten sonra hızlıca kutuyu alıp dolabıma koydum. Ve kapıya doğru ilerledim. Yakalanma korkusuyla tökezlesem de düşmemiştim neyse ki.

''Niye kapalı bu kapı?''

''Sana ne!'' 19 yıldır abimle olan her konuşmamızda kendine yer edinen bir kelimeydi.

''Nehir!'' dedi abim uyarırcasına.

''Üstümü giyiniyordum.'' Sesime yaşadığım olayın hoşnutsuzluğu yapışmıştı. ''Malum kapı çalma olayından bihabersin.''

'' Acıktım. Bir şeyler hazırla da yiyelim.'' İşine gelmeyince hop başka konuya geç tabii.

''Anneme söyle hazırlasın. Hiç uğraşamam.''

''Evde olsa seninle muhatap olmazdım.''

Gözlerimi sinirle devirip yatağıma oturdum. ''Kime diyorum lan ben? Kalksana!'' Sesinden sinirlendiğini anlayabiliyordum. Öfkeyle gözlerine bakarken oflayıp ayağa kalktım. Çünkü bende acıkmıştım. Yoksa zordu beni kaldırmak... Yanından geçerken nefesimi bıkkınlıkla dışarı verdim. Gidip kendisi hazırlasa sonrada beni çağırsa ölürdü sanki.

Annemin gereksiz sıpası!

+++

Derin bir nefes alıp karşımdaki Katre'ye baktım. Umursamaz bir tavır takınsa da öyle olmadığını gayet iyi biliyordum.

''Özür dilemeyeceğim.'' Dedim sakin ama keskin bir sesle. Bakışları hemen beni buldu. Böyle bir cümleyle giriş yapmam onu şaşırtmışa benziyordu.

''Ben özür dilecek bir şey yapmadım Katre. Seni korumak için bazı şeyleri gizledim. Ve bunu kısa bir süreliğine yaptım. Sana elbette ki söyleyecektim kim olduğunu ama zamanı geldiğinde.'' Birkaç saniye durup soluklandım. Katre'yi kaybedemezdim. Bu yüzden kelimelerimi düzgün seçmeliydim. Ama konu Allah'ın ayaklı cezası olunca bu imkânsızlığa doğru emin adımlarla ilerliyordu.

''Ben böyle konuşmaları beceremiyorum.'' Dedim sıkıntılı bir sesle devam edip. ''Seni korumak için yapabileceğim tek şey buydu.'' Nefesimi sertçe dışarı üfledim. '' Kısaca gerekeni yaptım.''

Kafası öne doğru eğik, bakışları ellerindeydi. Bir şey söylemeyeceğini anlayıp devam ettim sözlerime. ''Ben seni kaybetmek istemiyorum Katre. Hele üzülmeni hiç!'' Aramızda tekrar kısa süreli bir sessizlik oldu.

İlk kez sessizlikten korktum. İlk kez sessizlikten nefret ettim hem de iliklerime kadar.

''Bitti mi?'' Kahverengi gözleri, yeşil gözlerime ifadesiz bakışlar atıyordu. Biran Katre'nin sözlerini idrak edemedim.

''Bitti mi ne lan?'' Sinirli bir şaşkınlık vardı sesimde. ''Dostuz biz! Yok biten bir şey. Sözümde, konuşacaklarımda, yaşayacaklarımız da bitmedi! Bitmeyecek!'' dedim bağırarak. Saçlarımı diplerinden sökmek istercesine çektim. ''Bitti mi diyor bide? Tövbe ya rabbim ya!''

Sertçe yutkunduktan sonra gözlerimi yumup sakinleşmeye çalıştım. Bir süre sonra bakışlarımı Katre'ye çevirdim. Alt dudağını ısırıp gözlerini etrafta gezdiriyordu. Çekindiği ya da beklemediği olaylar karşısında hep böyle davranırdı. Sesimi sakin bir tonda çıkarmaya çalışıp ''Katre'' dedim.

''Daha fazla dinlemek istemiyorum Nehir!'' dedi sertçe lafları ağzıma tıkıp. Yaşadığım hayal kırıklığıyla kala kaldım. Sertçe yutkundum gözlerim istemsizce dolarken. Boğazımdaki yumru düğümleri büyüyüp serpiliyordu hızla. En çokta sinir, iliklerimde kol gezerken gözlerimdeki sel baskınından nefret ediyordum. Çantamı ve hediye paketimi alıp ayağa kalkmaya yeltendim hemen. Ama başarısız oldum. Kolumdaki ele bakmayı bırakıp Katre'ye çevirdim bakışlarımı.

''Çok istiyorsan gidebilirsin trafik ışığım.'' Sesi anlamlandıramadığım bir tondaydı. ''Ama hediyemi verdikten sonra...''

Yüzündeki tebessümle bana bakmasına karşın ona boş bakışlar atıyordum.

''Korktum biran gerçekten korktum.'' Dedim hızla kollarımı boynuna dolarken. Elleri belimdeki yerini aldı hiç vakit kaybetmeden. ''Bende.'' Nefesi saçlarımın arasından özgürlüğe doğru yol aldı. ''Bende çok korktum.''

''Açabilir miyim?'' dedi benden ayrılırken. Kafamı olumlu anlamda sallayıp güldüm. Az önce kalktığım banka bıraktım bedenimi usulca. Merakla paketi açan Katre ile dudaklarım biraz daha kıvrıldı.

İçten söylenmiş iki güzel söz ve olup olmaması çokta önemli olmayan küçük bir hediye... Katre'nin gönlünü almak bu kadar basitti işte.

+++

''Cazgır?''

Gözlerimi sinirle yumup nefesimi sertçe dışarı verdim. Ben bunun, bana romantik notlar gönderdiğini düşünmüştüm dimi? Hayaller, kesinlikle ve kesinlikle saçmalığın doruklarında yaşadığımız anlardı. Arkamı dönüp ''Nehir!'' dedim keskin bir tonda.

''Diğer adın daha hoş!'' Dedi burun kıvırarak. Ona, bir boğanın, elindeki kırmızı bez parçasını sallayan matadora baktığı gibi baktım. Bakışlarım karşısında küçük bir kahkaha attı. Hadi ama bu tam anlamıyla haksızlıktı! Gülüşünün kalp ritimlerimde yaptığı aksaklık kesinlikle haksızlıktı. Tırnaklarımı etime geçirip kendime gelmeye çalıştım.

Ben neler saçmalıyordum böyle? Gülüşü zerre kadar umurumda olmayı bırak sınırlarına bile yaklaşmamalıydı. O da bir erkek diye hatırlattım kendime. O da diğerleri gibi bir erkek... Kalbim acıyla ritimlerine devam ederken kendime onun da diğerlerinden bir farkı olmadığını hatırlatıyordum. 'Önyargılısın!' dedi diğer yanım kınarcasına. Hadi ben sadece Allah'ın ayaklı cezasıyla çıktım ve aldatıldım. Peki ya diğer kızlar? Erkek sayısı çok olabilirdi genelleme yapmam için. Ama adam sayısının azlığı yaptığım genellemenin doğruluğunu ispatlar nitelikteydi.

Gülüşüne bir son verip gözlerime içine baktı ciddileşirken. Anlaşılan dalga geçmeyi bırakıp konuşmaya başlayacaktı. Kıpırdatmaya başladığı dudakları tezimin doğruluğunu ispatlamaya yönelik bir hareketti.

Bir bölümün daha sonuna geldik. Nasıldı?

Katre'ye kim, ne diye mesaj atmış ola ki?

Baran Nehir'e ne söyleyebilir?

Peki ya Nehir'in düşünceleri? Önyargımı gerçekten yoksa kendini koruma içgüdüsünden dolayı ortaya çıkan düşünceler mi?

Bu arada yeni kapak nasıl olmuş?

Yorumlarınızı bekliyorum... :) :)

Umut ve sevgiyle kalıp Allah'a emanet olun...

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top