15. Bölüm
Multimedya: Katre.
Hayırlı Cumalar ve keyifli okumalar...
İstemsizce çatılan kaşlarımla karşımdaki adama baktım. Üzerinde gri takım elbise, içine giydiği siyah gömlek ve taktığı çizgili kravatla fazlasıyla karizmatik biriydi. Ara ara kırlaşan saçları görüntüsüyle uyum içerisindeydi. Bakışlarımdan dolayı olsa gerek eliyle etrafı gösterip ''Her yer dolu,'' diye kısa bir açıklamada bulundu.
Gözlerimi, kafenin içinde küçük ve bir o kadar da hızlı bir gezintiye çıkardım. Dışarı bakıp düşüncelere daldığım için kafenin bu kadar dolduğunu fark etmemiştim. Benim haricimde tek başına oturan iki kişi daha vardı. Bu durumu önemsemeyip kafamı yavaşça adama çevirdim. ''Tabii. Buyurun.'' Dedim sakince. Gülümseyerek ''Teşekkürler,'' dedi ve ceketini düğmesini açtıktan sonra karşıma oturdu. Başımı sallamakla yetindim. Kahvemden bir yudum alıp kafamı tekrar camdan dışarı çevirdim.
''Rahatsız etmedim umarım.'' Bakışlarımı sakince karşımdaki adama yönelttim tekrar.
Yüzümdeki sakin ifadeyi bozmadım. İlk defa gördüğüm bir adama gülümseyecek, yanıma oturduğu için sahte mutluluk gösterisi yapacak halim yoktu. ''Hayır.''
Gülümseyerek bana bakmaya devam etti. Bakışlarındaki tanıdıklık hissi içimi ürpertiyordu.
''Kemal ben.'' Diyerek centilmen bir edayla elini uzattı. ''Katre.'' Elini nazik bir şekilde sıkıp geri çekildim. Oldum olası bu tür tanışmalardan nefret ederdim. Elini uzatmaya ne gerek var ki? Söyle adını geç.
''Katre.'' Diye tekrar etti sessizce. ''Güzel isim.''
''Öyledir.'' Dedim bir an boş bulunup. ''Teşekkürler.'' Deyip durumu kurtarmaya çalıştım hemen. Bu tavrım içten bir gülümsemesini bana bahşetmesine neden oldu.
Gözlerimi tekrar camdan dışarı çevirdim. Gözlerindeki ifade hiçte yabancı değildi. Ve bu tanıdıklık hissi içimi ürpertip ruhumun titremesine neden oluyordu. Derin bir iç çekip soğumaya yüz tutan kahvemden bir yudum daha aldım.
Yanımıza gelen kızıl saçlı garsonu önemsemeyip çalan telefonumu sakince elime aldıktan sonra arayana baktım. İlmek ilmek yüzüme işlenen tebessümle ''Efendim?'' diyerek cevaplandırdım.
''Meleğim nasılsın?''
''Özlem dolu. Sen?''
''Bende meleğim bende.'' Dedi buram buram hasret kokan sesiyle.
''Ne zaman geliyorsun?'' Cevap vermesini beklemeden ''Neyse duymak istemiyorum!'' dedim hoşnutsuzlukla.
Küçük bir kahkaha attı. ''Emin misin?'' Sesi muzip bir tondaydı.
''Kesinlikle.'' Dedim tereddüt etmeden.
''Peki, madem istemiyorsun bende söylemem.'' Bu durumdan keyif aldığı belliydi.
''Ne yani döneceğin tarih belli mi? Ne zaman?'' Heyecandan sesim biraz yüksek çıkmıştı. Bana dönen bakışlarla kafamı utangaçça önüme indirdim.
''Duymak istemediğini sanıyordum.'' Resmen benimle dalga geçiyordu.
''Ya ama baba ya...'' dedim sızlanarak. ''Ben davanın ne zaman biteceğini duymak istemiyordum. Senin geliş tarihini değil.'' Aslında babam davanın bittiği gün ilk uçakla dönecekti.
''Ha ikisi farklı diyorsun.'' Dedi gülerek.
''Aynen öyle.''
'Mehmet Bey müsait misiniz?' diyen bir sesle babam ''Meleğim kapatmam lazım. Kendine iyi bak. Görüşürüz,'' dedi hızla ve cevap vermemi beklemeden kapadı telefonu. İç çekip masaya bıraktım telefonumu.
Kafamı kaldırmamla Kemal Beyin yani karşımdaki adamın dikkatle bana baktığını gördüm. ''Kız babası olmak büyük bir şans.'' Dedi anlamlandıramadığım bir tonda.
Öylece ona bakmaya devam ettim. Pek bir şey anlamamıştım açıkçası. ''Erkek çocukları babalarının, onları aradığını gördüklerinde mutlu olmazlar. Ona büyük bir aşkla sarılmazlar, sevdiğini söylemezler. Hayatta en çok onunla mutlu olmazlar.'' Sesinde yaşanmamışlıklara duyulan büyük bir özlem vardı.
Kafasını hafifçe iki yana sallayıp ''Her neyse,'' dedi konuyu kapatmak istercesine. Dudaklarına burukluğun esir aldığı bir tebessüm yerleşmişti.
Belli belirsiz bir gülümsemeyle bende ona baktım. Konuşmak, bir şeyler söylemek istesem de söyleyecek tek bir harfim dahi yoktu.
''Baban avukat sanırım.'' Az önceki olayı geride bırakmış duru bir sesle konuşmuştu. '' İnsan, bazen istemsizce kulak misafiri olabiliyor.''
''Evet.'' Aslında bu her iki cümlesi içinde geçerli bir cevaptı.
''Senin hedefinde neler var?''
''Hemşirelik.''
''TM'ci anne babanın sayısalcı kızı...'' Daha çok kendi kendine söylenmiş bir cümle gibiydi. Çatılan kaşlarımla Kemal Beyin tam gözlerinin içine baktım.
Bu adam annemin mesleğini nerden biliyordu?
''Sayısalcı mı yoksa annen?'' Kırdığı potun farkındaydı. Parçaları eski haline getiremeyeceğini bildiğinden hiç olmazsa bir araya toplamaktı amacı.
''Hayır.'' Sesim bir duvar kadar sertti. Başını yavaşça salladı. Gözlerimi camdan dışarı çevirdim. Islanmamak için kaçışan insanlar yoktu. Yağmur durmuş, herkes eski rutinine dönmüştü. Yani artık kalkabilirdim. Masanın üzerine koyduğum cüzdanımı elime aldım. Tam hesabı isteyecekken Kemal Bey benden önce davrandı.
''Koy lütfen yerine.'' Sesi ricadan çok emir gibiydi. Kafamı kaldırmadan bakışlarımı ona yöneltmekle yetindim. Böyle de dik dik bakıyormuş gibi olacaktı ama pek umursadığım söylenemezdi.
Sesimi ifadesiz bir tonda tutmaya çalıştım. ''Bir şey mi dediniz?''
Eliyle cüzdanımı işaret etti. ''Benden olsun. Hem o kadar rahatsızlık verdim size.''
''Olmaz!''
''Bir teşekkür olarak algılayabilirsin.''
''Çok naziksiniz ama olmaz.'' Dedim keskin bir tonda. Parayı masaya bırakıp çıkışa doğru ilerledim. Yağmur kokusunu içime çekip sola doğru döndüm. İlerideki ana caddeden artık taksi, dolmuş önüme ne çıkarsa binip eve giderdim. Derin bir nefesi daha ciğerlerimle tanıştırdım.
Yağmurlu, kapalı havalardan nefret etsem de yağan yağmur ardından oluşan o atmosfere bayılırdım. Bir o kadar da özenirdim.
Birileri kırılırmış, incinirmiş diye düşünmeden hareket ettiğim anlarım olmuş olsun isterdim.
Öfkemi, hüznümü, kırgınlığımı, kızgınlığımı, acımı, sitemimi taşımaktan bıktığım, altında ezildiğim ne varsa hepsini söküp atmış olmak isterdim. İster gözü kör bir öfkeyle ister bir kaplumbağanın yürüyüşündeki sakinlikle... Hiç fark etmezdi.
Ruhumun hamallığına bir son vermiş olmam yeterliydi.
Kendi kendimi yiyip bitirmekten, zihnimdeki düşünceleri defalarca pişirip sofraya koymaktan dolayı ortaya çıkan o ekşimsi kokunun yerini dinginliğin kokusuna bıraktığını hissetmek isterdim. O rahatlığı tatmak isterdim.
Bi 'yağmur sonrası' olmak isterdim...
Kaldırımın, yola yakın kısmında durup beklemeye başladım. Bir süre sonra ağırlığımı sağ ayağıma verdim. Geçip giden arabaları izlemeye devam ettim.
Önümde duran siyah arabayla dikkatimi içindekine vermek yerine hiç istifimi bozmadan etrafa bakmaya devam ettim. Büyük bir ihtimal adres sormak için duran biriydi. Tabii telefonla konuşmak için durmuş olma ihtimalide olabilirdi.
Bir kitap ya da film karakteri olmadığıma göre paranoyakça senaryolara gerek yoktu.
''Katre?''
Ya da var mıydı?
Kafamı hemen arabadakine doğru çevirdim. Kaşlarımın çatılmasına, yüzüme soğuk bir ifadenin yer etmesine neden olan adama cevap olarak sadece baktım.
''Gel hadi, gideceğin yere bırakalım seni.''
''Gerek yok!''
''Çekinme gel lütfen.'' Nazik tavrı karşısında gözlerimi devirmemek için kendimi zorladım.
''İstememek, çekinmek değildir!''
Seslice bir nefes alıp verdi. ''Pekâlâ.'' Dudaklarını biraz daha kıvırdı. ''Tekrar görüşmek üzere hoşça kal Katre.''
Kaşlarımı mümkünmüş gibi daha da çatılırken cevap vermemi bile beklemeden giden arabanın arkasından öylece baktım.
Görüşürüz mü?
Korkunun yavaş yavaş ruhuma sızdığını hissedebiliyordum. Kimdi bu Kemal? Kafede benim haricimde iki kişi daha tek başına oturmalarına rağmen o, benim yanıma gelmişti. Bu durumu her ne kadar önemsememiş olsam da şuan fazlasıyla önem teşkil ediyordu. Annemin eşit ağırlık mezunu olduğunu bile biliyordu.
En önemlisi de o bakışlarıydı. O kadar tanıdıktı ki... Ama bir türlü anlamlandıramıyordum. Kim olduğunu bulamıyordum. Hani bazen bir kelime dilinizin ucuna kadar gelir ama dudaklarınızdan dökülmesine bir şeyler engeldir. İşte tam da öyleydi.
Yanaklarımı havayla şişirip bıraktım. Belki de öylesine söylemişti. Sonuçta yanlış aradığımız numarayı bile 'görüşürüz' diye kapatan insanlardık. Ağız alışkanlığından olabilirdi.
Sıkıntıyla nefesimi dışarı verdim. Hiç mi dolmuş geçmez buradan ya?
Bir kez daha sol tarafa dolmuşun geleceği yöne doğru çevirdim bakışlarımı. Ya sabır! Niye geçmiyor bunlar? Daha fazla ayakta durabilmek için takatim kalmamıştı. Birkaç adım gerileyip duvarın dibine bağdaş kurarak oturdum.
E yuh! Bu kadar erken geleceğini bilseydim değerlimi daha önceden yerle buluştururdum. Sol taraftan gelen yeşil dolmuşu görmemle hızla oturduğum yerden ayağa kalkıp durması için elimi kaldırdım. Hiç olmazsa bir dakika sonra gelseydin. En azından dinlenirdim. Nefesimi seslice dışarı verip dolmuşa bindim.
Çok güzel oturacak bir tane bile boş yer yok!
+++
Oturduğum bahçe duvarından hiç kalmak istemesem de yavaşça doğruldum. Yeterince yorgun olmam ve ayakta gittiğim yetmiyormuş gibi bide bazı parfüm şişelerine maruz kalmıştım. Artık nefes alamayacak hale geldiğimde şoföre inmek istediğimi söyleyip kendimi resmen dışarı atmıştım.
Ah! Bide koku alma duyumuzun çabuk yorulduğunu söylerler. Külliyen yalan!
En acı verici kısmı ise şoförün fren yaptığı andı. Resmen ayakta giden insanlara nispet yaparcasına frene o kadar sert basmıştı ki arkadan öne doğru insanlarda yığılma yaşanmıştı doğal olarak. Tabii ki şoförün umurunda bile değildik. O hengâmede bende 2P'nin üstüne düşmüştüm.
2P; psikopat pislik yani Kazım. Dört yıllık lise hayatım boyunca kafayı fena halde bana takmıştı. Gördüğümde yolumu değiştirdiğim, köşe bucak kaçtığım mahlûkun üstüne düşmüştüm. Anın gözümün önüne gelmesiyle sıkıntıyla ofladım.
Şoföre en nadide küfürlerimden birini daha ithaf edip yavaş yavaş yürümeye başladım. Bacaklarım da biriken laktik asit yürümemi engelliyordu. Park edilen araçların plakalarına baka baka ilerlemeye devam ettim. Nedense bundan zevk alırdım. İlerideki 42 KY 1907 plakalı aracı görmemle kalbim ritimlerini hızlandırma kararı aldı.
Olduğum yerde öylece durup etrafıma baktım. Şuan pek araba yoktu. Ama onun geldiği zaman yer olmadığı için ileriye park etmiş olma olasılığı vardı. Tüm ihtimalleri değerlendirmeliydim. Hızlıca çevremi taradım. Kimse yoktu. Asılan yüz ifademle önüme dönüp ayaklarımı harekete geçirdim mecburen.
Yan binanın bahçesinden çıkan kişiyle son anda durdum. Kafamı kaldırıp çarpışmak üzere olduğum kişiye baktım. Sarışın bir kızdı. Çarpışacak olmamız hiç umurunda değildi sanırım. Çünkü hemen arkasından çıkan Korel'in koluna girip arabaya doğru yürümeye başlamıştı.
Beynim, kalbime az önce aldığı hızlanma kararının ne kadar yanlış olduğunu haykırmaya başlamıştı bile. Sol yanağımda hissettiğim sıcaklıkla sertçe yutkundum. Sol elimin tersiyle sildim hemen acizliğimi. Titrek nefesimi dışarı bıraktım. Acının burukluğunda bir tebessüm yerleşti dudaklarıma. Anca plakasıyla mutlu olurdum ben. Kafamı iki yana sallayıp orada öylece dikilmeme bir son verdim.
Nehir, Korel ve Kemal acı üçgeniyle yürümeye devam ettim. Köşeyi dönünce sitenin bulunduğu caddeye girmiş olacaktım. Sıkıntı dolu bir nefesi daha dışarı üfledim. Keşke verdiğim her nefesle acıda yok olup gitseydi.
Aslında nefes değil de geçen zaman gibi olsaydı. Alıp vermek zor değildi. Çoğu zaman bir diğerinin aynısıydı. Ama zaman, geçti mi biterdi. Gelmezdi bir daha... Acıda, üzüntüde öyle olsaydı keşke.
Anlık olsa, akıp gitse ve bir daha da gelmese...
Kafamı sola çevirip ezilme tehlikemi en aza indirmeye yönelik bir girişimde bulundum. Sağa bakmam gerekmiyordu çünkü çift yoldu. Herhangi bir sorun yok gibiydi. Sağ ayağımı yavaşça hareketlendirip yola doğru bir adım attım. Peşimden gelecek olan sol ayağım çalan kornayla yerinde kalakaldı.
Duygularınızı düşüncelerinizi benimle paylaşın... E hadi ;)
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top