10. Bölüm
Hayırlı Cumalar ve keyifli okumalar...
Kıskacındasındır aşkın. Bir anda kapıvermiş, benliğini esir etmiştir. Nasıl olduğunu, ne ara olduğunu fark edememişsindir. Kurtulmak istersin bu yabancı ellerden. Çırpınırsın delice. Debelenip durdukça daha da içine batmaktan bihabersindir çünkü.
Kanarsın sonra. En ufak bir hareketi milyonlarca hayalinin davetiyesini bastırır. Bir gülüş, bir duruş, bir söz, bir dokunuş... Hatta bakmayış! 'Ne güzel bakmadı be' der umudun. Mutlu olmak için güzel şeylerin olmasına gerek yoktur çünkü.
Kanarsın sonra için için. Kendini yer bitirirsin de dertlerini yok edemezsin.
Maksat, güvenin kucağında yol almak, mutluğu yoldaş etmektir kendine oysaki. Bir yaz sabahı olan hayatın gölgelere de yer verir ister istemez.
Kıskanmak, aşkın hammaddesi, rahatlığın gölgesi...
Ne zor şeydi kıskanmak. Hele ki belli etmemeye çalışmak... Başkalarının gözü yanlışlıkla bile olsa ona uğrasın istemezdin.
Kıskanmak belki de bir katilin haletiruhiyesini en iyi anladığın andı...
Gözünü bile kırpmadan ona dokunduğu ellerini kapı kolu yapmayı, gözlerini oyup bilye niyetine oynamayı, saçlarını tek tek yolup süpürge olarak kullanmayı, kafasını kesip bowling topu yapmayı, omurgasını söküp askılık yapmayı, vücuduna asitle imzanı attıktan sonra yok oluşunu zevkle izlemeyi arzulamak...
Ama kendini yiyip bitirmekten öteye geçememek... Hele ki uzaktan seviyorsan onu da benliğinde yaşamak zorunda kalırdın. Canlıları geç cansızlardan bile kıskanırdın.
Bir eşyadan bile...
Hiç küçücük bir eşyayı kıskandığınız oldu mu? Bir metali, bir plastiği, bir bez parçasını bile kıskandığınız oldu mu? Sırf sevdiğinize sizden daha yakın diye...
Üzerindeki kıyafetini, yastığını, sarıldığı yorganını, değer verdiği arabasını, avucunun içindeki o anahtarlarını, tenine değen suyu, öpemediğiniz dudaklarından çıkan bir harfi, geçtiği yolu ve daha birçok şeyini...
O günü her ne kadar hatırlamak istemesem de Ceren'in çaldığı flaş geldi aklıma. Ceren'in elinden alışı, avucunun içinde saklayışı... 'Bir gün benim elimi de tutup böyle sahiplenir miydi?' demiştim kendi kendime. Bir flaşı kıskanmıştım, bir flaş olmak istemiştim. Sırf onun elinde olduğu için, sırf onun tarafından o kadar sahiplenildiği için...
Elimdeki flaşa baktım.
Düşürdüğünü bile fark etmemişti aceleden. Bana da çarpmış ama dönüp bakmadan arabasına binip gitmişti hızla. Acaba neden o kadar acele etmişti?
Küçük, siyah, üzerinde kırmızı ince çizgiler olan bir flaştı. O gün flaşa bu kadar dikkat ettiğimi bile fark etmemiştim. En azından görür görmez hemen tanıyacağım kadar...
Korel'in sinirden deliye dönmesine hatta ve hatta hiç çekinmeden bir kıza şiddet uygulayacak raddeye gelmesine neden olan flaştı. Sıradan gibi görünse de öyle olduğunu sanmıyordum. Yani o gün sırf Ceren çaldığı için sinirlenmemişti. İçindekiydi onun için önemli olan. Yoksa bu kadar ileri gitmezdi, gidemezdi.
Sokak ortasında dikilmeye bir son verip flaşı dikkatlice cebime koydum. Tabii öncesinde cebimin delik olup olmadığı kontrol ettim. Düşmesi hiçte isteyebileceğim bir şey değildi. Hızlı adımlarla eve doğru ilerledim. Yaklaşık beş dakika öncesine kadar eve gidip uzanmaktı tek isteğim. Ama şimdi flaşın içindekinin ne olduğunu öğrenmekti.
Korel'in bu kadar önem verdiği şeyin ne olduğunu öğrenmek...
+++
Belime kadar gelen saçlarımı düzleştirip açık bırakmıştım bugün. Sabahın köründe saç düzleştirmek pek benlik bir davranış değildi açıkçası. Ama bugün Korel'e, dün düşürdüğü flaşını vereceğim için biraz özen göstermek istemiştim kendime. Öyle çok bir şey yapmamıştım aslında. Yani benim için çok şey ama birçok insana göre hiçbir şey diye nitelenecek bir şeydi yaptığım.
Saç düzleştirmek...
Eh benim gibi uyku aşığı bir insanın sabah kalkıp saç düzleştirmesi büyük bir olaydı. Makyajdan nefret ettiğim için yapmamıştım. Bir kadının en güzel hali doğal haliydi.
Makyajlıyken sen, sen değil, bir sanat eserisin!
Bi' Yer' in önüne geldiğimde heyecandan terleyen ellerimi pantolonuma sildim. Derin bir nefes alıp içeri girdim. Hadi Bismillah.
Korellerin her zaman oturduğu masaya baktım ama boştu. Bahçede de değildi. Neredesin Korel ya! Kafede takıldığı grubundan adını bilmediğim biri vardı sadece. O tanımadığım çocuğa nerde olduğunu sorma fikrinden hemen vazgeçtim. Benimle muhatap olması, o iğrenç bakışlarıyla bana bakması hiçte isteyeceğim bir şey değildi. Hele ki buna bile bile benim neden olmam hiç!
Etrafa tekrar dikkatlice baktım. Sorabileceğim biri mutlaka olmalıydı.
''Birine mi baktınız?'' diyen sesle irkilmeden edemedim. Bakışlarım sesin sahibini buldu hemen. Bu, kafedeki garsondu. Buraya geldiğimde Korel'in birkaç kere onunla şakalaştığına şahit olmuştum. Ona sormamda bir sakınca yoktu.
''Korel...'' İsmini seslice söylemek bambaşkaydı. ''ona bakmıştım. Nerde biliyor musun?'' Diye devam ettim sözlerime. Baştan aşağı beni süzüp şüpheyle baktı. ''Niye sordun?'' dedi kollarını göğsünde kavuştururken. Sanki Amerika Başkanını sordum ne bu tavırlar? Ya sabır! Sinirle nefesimi dışarı verdim.
''Sorularıma soruyla karşılık verilmesinden hiç hoşlanmam.'' Dedim sertçe. ''Biliyor musun bilmiyor musun?'' diye yineledim sorumu farklı bir tarzda. Tavrım onu şaşırtmış gibiydi. ''Bilmiyorum. Bugün hiç gelmedi.'' Dedi. Bu duruma anlam verememiş gibi bir hali vardı. Yani doğruyu söylüyordu.
Başımı sallayıp kafeden çıktım. Allah Allah neden gelmemişti ki? Bir şey mi olmuştu yoksa Korel'e? Allah'ım ne olur bir şey olmuş olmasın... Ne olur...
'Abartma istersen Katre alt tarafı kafeye gelmemiş' dedi diğer yanım bıkkınlıkla. Abartıyor muydum? Tabii ki de hayır! Onu merak etmek abartmak değildi ki... Sıkıntıyla iç çekip eve doğru ilerlemeye devam ettim.
Sabah evden çıktığım andan dershane bitene kadar saniyeleri bile saymıştım. Korel'i göreceğim, onunla konuşacağım için heyecandan, sevinçten içim içime sığmamıştı. Ve bunu kimseye belli etmemek için büyük bir çaba sarf etmek zorunda kalmıştım. Özellikle de Nehir'e.
Ona neler olduğunu elbette ki anlatacaktım. Ama önce flaşı Korel'e vermeliydim. Nehir'in nasıl bir tepki vereceğini az çok tahmin edebiliyordum. Bu yüzden hemen anlatamazdım. Daha sonra ona, olanları ve flaşın içindekileri anlatabilirdim.
Flaşın içindekiler...
Aklıma gelen görüntülerle ürperdim. Bu... Bu kelimelerle anlatamayacağım kadar kötü bir durumdu. Yine birçok duyguyu bir anda yaşadığım bir andı. Eminim ki içindekiler sadece benim değil herkesin birçok duyguyu bir arada yaşayacağı olaylardı.
Kafamı iki yana sallayıp adımlarımı hızlandırdım. Görüntüleri unutmalıydım. Korel'e izlediğimi belli edemezdim. Sıkıntıyla bir kez daha iç çektim. Kollarımla bedenimi sardım. Yaşadığım ürperti geçmek bilmiyor gibiydi.
+++
''Ne sırıtıyorsun?'' Dedi Nehir onaylamaz bir tavırla.
''Son dersteyiz.'' Dedim neşeyle. Aslında daha çok Korel'i göreceğim içindi bu sevinç ama bunu bilmesine gerek yoktu. En azından şimdilik...
Dün annesi Nehir'i aradığı için son derse girmemiş ve apar topar eve gitmişti. Buda dün kafeye gittiğimden ve flaştan falan haberi olmamasına kolaylık sağlamıştı. Ama bugün işim zordu. Bir şekilde Nehir'den kurtulmalıydım.
Ama nasıl?
'Sen git ben dershanede hocalara sorularımı soracağım' desem kalır, oda sorardı. 'Bir yere uğramam gerek' desem 'sorun değil ya beraber gideriz' derdi. 'Bi' Yer gideceğim' desem gelmez beni de göndermezdi. Of!
Ne yapsam, ne desem ki?
Gözümün önünde sallanan elle dikkatimi Nehir'e verdim. ''Bir şey anlatıyoruz burada dinlesene!'' dedi sertçe.
''Kusura bakma ya dalmışım.'' Dedim suçlu bir tavırla. Gözlerim koluna taktığı çantasına sonra da boş sırasına takıldı. Bakışlarımı tekrar ayakta duran Nehir'e çevirdim. ''Nereye? Ders bitti de eve mi gidiyoruz?'' dedim şaşkınlıkla.
''Hı hı Katre dersler bitti. Eve gidiyoruz.''
Başımı hafifçe salladım. O kadar olmuş muydu ya? Nasıl daldıysam artık...
Defterimi birazcık kenara kaydırıp sıranın altından çantamı çıkardım. Sınıfa girip, kitabını masasına bıraktıktan sonra tekrar dışarı çıkan Elif'le kaşlarım çatıldı. Bakışlarımı sınıfta gezdirdim. Sınıf boştu ama herkesin kitabı, defteri sıralarının üzerindeydi.
Anlamsız bakışlarımı Nehir'e çevirdim. Elimle sınıfı işaret edip ''E herkesin kitapları falan burada.'' Dedim yarım yamalak. Gözlerini sinirle deviren Nehir'le kaşlarımı mümkünmüş gibi daha da çattım. Ne oluyordu yahu? Hiçbir şey anlamadım!
''Boşuna safsal demiyorum! Annem mesaj attı eve gidiyorum.'' Bıkkınlığı yüzünden okunuyordu.
''Kandırdın yani beni pislik!'' dedim kötü kötü bakarken.
''Safsalsın işte,'' dedi gülerek. Kalemimi ona fırlattım.
Konuşmasına izin vermeyip ''Sahi sen iki gündür niye erken gidiyorsun eve?'' dedim merakla.
''Annem anahtarlarını kaybetmiş. Dünde erken gelmiş eve, kapıda kalınca da gitmek zorunda kaldım. Bugünde erken geleceksen benimkini al dedim ama geç gelirim demişti. Fakat yine erken gelmiş.'' Hoşnutsuzluğu tavırlarına ve sesine yansıyordu.
''Anladım.'' Sesime yaşadığım sevinci yansıtmamaya çalıştım.
''Neyse gideyim ben.'' Ellerini de bay bay anlamında salladı.
Tam kapıdan çıkarken ''Güle güle trafik ışığım,'' dedim gülerek. Bana doğru hızla dönüp attığı bakışla kahkaha attım. Her trafik ışığım dediğimde yüzünün aldığı ifade karşısında gülmemek imkânsız gibi bir şeydi.
''Safsal!'' dedi sinirle ve gitti.
Dolmaya başlayan sınıfla birlikte Türkçe öğretmenimizde geldi. Türkçe en sevdiğim dersti ama şuan daha başlamadan bitsin istiyordum. Çünkü Korel'i bir an önce görmek istiyordum. Derin bir nefes aldım.
+++
Sırıtma Katre! Sırıtma!
Terleyen ellerim, yaprak gibi titreyen kalbim, hızlı nefes alışverişlerim, heyecandan birbirine dolanan ayaklarımla Bi' Yer 'e doğru güçlükle ilerlemeye devam ettim. Sakin ol Katre! Sakin! Alt tarafı Korel'in yanına...
Alt tarafı mı?
Cidden mi?
Yahu üç yıldır âşık olduğum adamdan bahsediyoruz. Onun yanına gitmekten, birkaç dakika bile olsa bir şeyleri paylaşmaktan. Alt tarafımı şimdi bu? Durup derin bir nefes aldım. Kendine gel Katre! Güçlü ol! Birkaç kere daha derin derin nefesler alıp tekrar yürümeye başladım.
Üç yıl... Koskoca üç yıl...
Dopdolu olsun isterken boşluğun dibini yaşadığım üç yıl...
Gizliden gizliye sevmek, acının çaresizliğini ruhunda hissetmekti. Onunla bir şeyleri paylaşmak isterken kendini, yalnızlığına söverken bulurdun. Kıskançlıktan delirip, türlü işkenceleri zihninde oynatırken, tırnaklarını avuç içlerine bastırıp dudaklarını dişlemekten öteye geçemezdin. Uçsuz bucaksız zihninin sınırları çizmek isterdin. Daha fazla acıyı yüklenecek bir ruhun yoktu çünkü. Ama umut... Yine yapardı yapacağını. Engel olurdu.
Umut, belki de ruhunun gizli düşmanıydı.
Uzaktanmış, gizliymiş önemsemezdi. Sevmenin çeşidiyle ilgilenmezdi çünkü. Sevmek başlı başına bir evrendi onun için. Karşılıklı ya da karşılıksız ne önemi vardı? Dert ettiği tek şey sendin. Senin sevgin, senin aşkındı. Çünkü herkes kendisinden sorumluydu.
Belki de yanılıyordum. Seni düşünen, seni anlayan tek şeydi umut.
Haberi bile olmadan sana huzur vermesi, yüzünü güldürmesi, adı bile geçince kalbinin bir an görevini unutmasını sonra da hatasını telafi etmek için çok çalışmasını sağlaması, hayallerinin, hayatının merkezinde olması. Ama bunlardan hiç haberdar olmaması...
Farklılık belki de buydu.
Uzaktan sevilmek nasıldı acaba?
Ben istemezdim mesela birinin beni uzaktan sevmesini. Platoniğimin olmasını istemezdim. Sevilmek, sevildiğini bilmek elbette ki güzeldi. Ama ben başkasını severken başkasının da beni sevmesini istemezdim. Zordu be uzaktan sevmek. Başka birine acı çektirmek istemezdim.
Ama ben onu uzaktan sevmeyi bile seviyordum.
Kafeden sinirle çıkıp arabasına doğru ilerleyen Korel'i görmemle ayaklarım yere çivilendi. Korel sinirlenince onunla konuşmayı bırak aynı ortamda bile olmak istemezdiniz. Bir anlık yaşadığım bocalamadan sonra hızla Korel'e doğru yürüdüm.
Böyle olmayacaktı koşmalıydım. Arabasının yanına gelmesiyle ''Korel'' diye bağırdım. Ya duymadığı ya da umursamadığı için dönüp bakmadı, bilemiyorum. Arabasının kapısını açtı. ''Korel'' diye tekrar bağırdım. Aramızda bir iki metrelik bir mesafe kalmıştı.
Sinirle kapıyı çarpıp yanına gelen bana döndü. Bakışları karşısında sertçe yutkundum. ''Ne var? Korel, Korel?'' dedi sinirle. Demek ki duymuş ama umursamamıştı. Kendine gel Katre şimdi bunu düşünemezsin!
Terleyen ellerimi bir kez daha pantolonuma sildim. Elimi cebime atıp flaşı aldım. Konuşmadan önce avucumun içindeki flaştan güç almak istercesine sıktım. Ellerimin titrememesini umarak açıp ona doğru uzattım. Flaşı görmesiyle bakışları hemen yumuşadı. Alırken elime değen parmaklarını önemsememeye çalışıp konuşmaya başladım.
''Şey... Çarşamba günü bunu düşürdün de fırının orda. Bağırmak istedim ama hızla gidince olmadı. Dün de geldim yoktun. Bende ondan az önce öyle seslendim.'' Dedim sakin çıkması için çok çabaladığım sesimle.
Biten sözlerimle bakışlarımı tedirgince ona çevirdim. Konuşurken hep çevrede gezdirmiştim gözlerimi. Eğer ona bakarsam konuşamazdım çünkü. Fotoğraflarına bile bakarken içinde kaybolduğum gözlerine gerçekte bakamazdım. Dalıp giderdim...
Tabii heyecandan bayılmazsam!
Gülümseyerek bana bakıyordu. İstemsizce yukarı doğru kıvrıldı dudaklarım. Sol elini belime atıp beni hafifçe kendine doğru çekerken ''Ya sen harikasın!'' dedi mutlulukla. Ve o tapılası dudaklarını sağ yanağıma bastırdı.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top