4. Bölüm


Multimedya: Baran ERDAL.

Keyifli okumalar...

Kendime gelmem biraz zaman alsa da sonunda kendime gelebilmişim. Hemen güllerin içindeki kartı aramaya başladım. Heyecandan titreyen ellerim bana hiç yardımcı olmuyorlardı. Hâlâ inanamıyordum kim bana neden çiçek göndersin ki? Küçük beyaz kartı bulunca merakım daha da arttı. El yazısıyla yazılmıştı üstündeki not ve şunlar yazılıydı:

''Sen dünyaya sürgün bir meleksin ve ben seni o kadar çok seveceğim ki bir daha cennetine dönmek istemeyeceksin.''

Vay canına! Daha fazla ayakta duramayacağımı anlayıp koltuğa bıraktım bedenimi. Başka birine yazıldığını duysam 'Aman ne bu be!' diye burun kıvırırdım kesin. Ama bana yazıldığını bilmek... Bambaşkaydı. Defalarca kez okudum notu. Her okuyuşumda ilk kez okuyormuşum gibi heyecanlandım. Bu normal miydi?

'Sürgün melek ve seni o kadar çok seveceğim ki' beynimde dönüp duruyordu bu kelimeler. 'Sürgün melek' diye tekrar ettim yüzümdeki istemsiz sırıtışla. Sürgün melek... Demek annemin bahsettiği sürgün melek buydu.

Acaba gönderen kimdi? Kalp atışlarım mümkünmüş gibi daha da hızlandı. Sağ alt köşeye yazılmıştı isim. Ve başparmağım ismin yarısının üstündeydi. Gönderen kişinin isminin ilk hecesini gördüğümde bir an nefesim kesildi, bayılacağımı sandım. Oysaki sadece üç harfti gördüğüm.

Kor...

Olabilir miydi gerçekten? Gözlerimi yumup derin bir nefes aldım. Bir süre durup kendimi sakinleştirmeye çalıştım. Ama durdukça sakinleşmemiş aksine daha da heyecanlanmıştım. Derin bir nefes daha alıp gözlerimi yavaşça açtım. Titreyen parmağımı usulca aşağıya doğru kaydırdım. Ve...

KorAy.

Ben neden bu kadar salaktım? Cidden yani KorAy isminin ilk hecesiyle neden hemen göndereni Korel sanacak kadar aptaldım? Varlığımdan bile haberi olmayan birinin evimi öğrenip bana gül göndereceğini düşünmek... Aptallıkta level atlamıştım resmen!

Ah! Her neyse şimdi aptallığıma sövmenin zamanı değildi.

Koray'ın kim olduğunu düşünmeye başlasam daha iyi olacaktı. Düşündüm, düşündüm ama bulamadım. Benim tanıdığım bir tane Koray vardı o da Kiralık Aşk dizisindeki Koriş'ti. E o da film karakteriydi. Amma saçmaladım ya! Film karakterleri falan...

Kartta KorAy yazılıydı. Acaba adı ikisinin adının birleşimi miydi? Kor ve Ay. Uygun isimleri düşünmeye başladım. Ama Kor ile başlayan erkek ismi olarak aklıma ilk Korel geldi. Korel olma düşüncesi şimdi hiç olmadığı kadar acı veriyordu. Hâlbuki az önce o olma düşüncesi ne kadarda mutlu etmişti beni.

Bu aralar hep böyleydim zaten. Mutluluktan havalara uçuyormuşum gibi oluyordu. En tepedeyken bir şey oluyordu ve hızla yere çakılıyordum. Sıkıntıyla nefesimi dışarı üfledim. Elimdeki gülleri ve kartı hırsla yan taraftaki tekli koltuğa fırlattım.

Annem çiçeğin bana gönderildiğini nasıl anlamıştı acaba. Ben bir türlü anlayamamıştım da. Of! Beynim duman attı düşünmekten!

Bedenen zaten yorulmuştum buna bide zihin yorgunluğu eklenmek zorunda mıydı? Sırt üstü koltuğa uzanıp annemin gelmesini beklemeye başladım. Şu an için yapabileceğim en iyi şey buydu.

Annemin ''Seni dinliyorum,'' demesiyle yumduğum gözlerimi açıp ona baktım. Az da olsa siniri geçmiş gibiydi. ''Koray diye birini tanımıyorum. Çiçeklerin bana geldiğini de sanmıyorum.'' Sesim yorgunluğumu ele veriyordu.

''Katre!'' Dedi annem dişlerinin arasından. 'Ne var?' anlamında ona bakmakla yetindim. ''Anlat.'' Dedi keskin bir tonda. Nefesimi sıkıntıyla dışarı verip oturur pozisyona geçtim. '' Dedim ya işte tanımıyorum. Kor ve Ay kelimelerinin birleşimi sanırım. Yani adı Koray olmayabilir.'' Diye bir tespitte bulundum.

''Hem sen bana geldiğini nerden biliyorsun ki?'' dedim konuşmasına izin vermeden. '' Bizim kapının önüne bırakılmış.'' Dedi sıkıntılı bir tonda.

''E bu bana geldiği anlamına gelmiyor ki. Yanlış gelmiştir.''

''Buna inanmamı beklemiyorsundur umarım Katre. Geçen gün ağlıyordun bu güller onun için mi?'' dedi şüpheli bir tonda.

''Tabii ki de hayır.'' Dedim bir anda. '' Hem o gün şampuandan...'' diye cümleme devam edecektim ki annemin dişlerinin arasından ''Katre!'' deyişi beni susturdu. Ayağa kalkıp sinirle bir ileri bir geri gidip gelmeye başladı. Sol elini beline yerleştirdi. Sağ elini sallayıp:

''Dershaneden mi, dışardan mı? Nerden bu çocuk?'' dedi hesap sorarcasına. ''Ya valla bilmiyorum. Yanlış gelm...''

''Bana bilmiyorum deyip durma Katre!'' Bağırıp cümlemi yine yarıda kesti.

''Bana neden inanmıyorsun ki? Bilmiyorum anne bilmiyorum!'' Sesim en az onun ki kadar yükselmişti. ''Neye kime inanmak istiyorsan ona inan!'' diye devam ettim sinirli bir ses tonuyla. Bana inanmamasının nedenini bir türlü anlayamıyordum. Görende sürekli eve bana çiçek geliyor sanacak.

Odama doğru ilerleyip kapıyı sinirle kapattım. Bilmiyorum kelimesi bu kadar karmaşık, anlaşılması zor bir şeydi de benim mi haberim yoktu? Sinirle odama dalan annemin konuşmasına izin vermeyip ''Güvenlikçi Ahmet Amcayı ara o kimin gönderdiğini sana söyler. Ben bir şey bilmiyorum!'' dedim sinirle. Sesim yüksek bir tonda çıkmıştı anneme bağırmak beni her ne kadar üzse de bazen gerçekten çıldırtıyordu insanı.

Bir şey söylemek için ağzını açsa da vazgeçip kapıyı sinirle çarpıp gitti. Bir süre sinirle olduğum yerde durup kapıya bakmaya devam ettim. Nefesimi sertçe dışarı verip odanın içinde dolanmaya başladım. Bir şeyleri kırıp dökmek, avazım çıktığı kadar bağırmak istiyordum.

Gözüm masamdaki kitabıma takıldığında ona doğru ilerleyip elime aldım. Kitap okuyacaktım. Sinirlendiğimde, üzüldüğümde, kızdığımda bile kitap okuyup kendime gelmeye çalışırdım. Bir nebzede olsa beni şuan ki halimden alıp bambaşka bir hayata sürüklüyordu çünkü.

Kitap okumak benim kaçışımdı, sığınağımdı, her şeyimdi.

Yatağıma uzandım, kitabımı açıp kaldığım yerden okumaya başladım. Başta kafamı bir türlü veremesem de bir süre sonra kendimi kitabın o büyülü dünyasına kaptırmıştım.

Kapımın açılma sesiyle annemin akşam yemeğine çağırmaya geldiğini anladım. Canım yemek yemek istemediği için uyuyor numarası yapacaktım. Kıpırdamamaya ve nefeslerimi düzenli alıp vermeye özen gösterdim. Yaklaşık bi beş dakikadır bunu tekrarlıyordum annem gelince inansın diye. Sanırım başarmıştım. Uyuduğuma inanmış olacak ki yavaşça kapıyı kapattı. Bende hiç istifimi bozmadan öylece durdum. Bir süre sonra uykunun kolları beni sarıp sarmalamıştı zaten.

+++

''Katre.'' Diyen yumuşacık sesle gözlerimi hafifçe araladım. Uyku mahmurluğundan görüşüm çokta net değildi. ''Günaydın, kahvaltı hazır, hadi kalk annecim.'' Hiç solmayan gülümsemesiyle sözlerini sarf ettikten sonra usulca dışarı çıktı. Her sabah uykuma devam edemememin nedeni annemken bu sabah anneme olan şaşkınlığımdı. Gayet sakin ve de mutlu görünüyordu. Derin bir nefesle doldururken ciğerlerimi gözlerimi de yumdum.

Yatağımdan ayrılmak istemesem de banyoya gidip rutin işlemlerimi halletmem gerekiyordu. Ayaklarımla yorganı tekmeleyip üzerimden attıktan sonra koşar adım banyoya gittim. Soğuk su kendime gelmeme yardımcı olmuştu. Dağılmış saçlarımı toplayıp sıkı bir topuz yaptım.

Aynadaki benle olan saçma bakışmam sürerken biranda aklıma dünkü çiçekler ve kavgamız geldi. Anlaşılan güller bana değildi. Yoksa annem bu kadar sakin davranmazdı. Acaba kime gönderilmişti? Neyse merak etsem de sormayacaktım.

Mutfağa gidip sakince sandalyemi çekip oturdum. ''Sana da günaydın.'' Dedi annem imalı bir tonda. Umursamayıp çatalımla domates dilimini alıp ağzıma attım.

Kahvaltı boyunca annemin bakışlarının üzerimde olduğunu hissetsem de kafamı kaldırıp bakmadım. Ona sinirliydim, en çokta kırgın.

''Katre?'' dedi annem sakin bir tonda. Ona bakma gereği duymadan anlamsız bir homurtu çıkardım. ''Hımm?''

''Sormayacak mısın?'' Güllerden bahsettiğini bilsem de ''Neyi?'' dedim anlamamış gibi.

''Hadi ama Katre! Neyden bahsettiğimi ikimizde biliyoruz.'' Bana inanmadığını belli ediyordu sesi. Ona ters bir bakış atmakla yetindim. ''Tamam, haklısın öyle bir tepki vermemem gerekirdi ama sinirliydim işte.'' Bakışlarımı tabağımdan alıp ona yönelttim. Gözlerindeki pişmanlık tüm kızgınlığımı, kırgınlığımı alıp yok ediyordu. Hem ben öyle uzun süre kimseye küs kalamazdım ki. Hele ki değer verdiklerime.

Daha fazla dayanamayıp içimdeki merakı sözlere döktüm. ''Eee kime gelmiş?'' Annemin yüzünü kaplayan, gözlerindeki ifadeyi yok eden gülümseme benimde gülümsememe neden oldu. Ben böyleydim işte. Sevdiklerimin mutluğuyla bile mutlu olan biriydim.

''Üst kattaki Ayça'ya gelmiş.'' Dedi annem burun kıvırıp. Ayça'yı pek sevmezdi. Onunda anneme bayıldığını söylenemezdi ya neyse.

''Otuz beş yaşında değil de on sekiz yaşındaki kızlar gibi kadın ya. Hâlâ çiçek almalar, sevgililer falan...'' Annem bu tavrıma sinirlenmişti sanırım ''Ne o Katre Hanım? Özendiniz herhalde?'' dedi hesap sorarcasına.

''Hayır canım. Ne özenmesi?'' dedim hemen. ''Eee neden o yelloza değil de bizim eve gelmiş?'' diye devam ettim merak ve sinir karışımı bir sesle. Annem hep yelloz derdi Ayça'ya. Bende onun gibi yelloz demiştim ki özenmediğime inansın diye. Sertçe çıkıştı. ''Nispet yapıyor herhalde.''

''Evde kalmış kadın neyini nispet yapacak anne ya.'' Dedim ona katılmadığımı belirtip.

''Bilemeyeceğim artık.'' Dedi aksi bir sesle. Kadının her şeyi annemi sinirlendirmeye yetiyordu. Annemin bu haline gülüp ''Eline sağlık ben odamdayım, ders çalışacağım.'' Deyip odama gittim. Arkamdan 'yardım etme zaten' diye homurdanan anneme sessizce kıkırdamakla yetindim.

Masama kimya kitabımı koydum, uzun ve bir o kadar da saçma bakışmalarımdan birini gerçekleştirmek adına hemen çalışmaya başladım. Bu yıl iyi bir kazanmalıydım.

+++

''Katre?'' Annemin hiç ama hiç sevmediğim ses tonu. Bakışlarımı televizyondan alıp anneme yönelttim. ''Yine nereye gideceğim?'' dedim sızlanarak. Güldü. ''Markete gidip kek, pasta için birkaç bir şey eksik onları alda gel.''

Sıkıntıyla iç çekip ''Tamam,'' dedim televizyonu kapatmak için hareketlenirken. Yavaş adımlarla odama gittim, dolabımdan kıyafetlerimi alıp giymeye başladım. Telefonumu ve parayı da alıp evden çıktım.

''Merhaba Ahmet Amca!'' Dedim sevecen bir tonda. ''Merhaba Katre.'' Her zamanki gülümsemelerinden biri yine yüzündeydi. Ahmet Amca sitenin güvenlikçisiydi. Dışardan sert bir görüntüsü olsa da çok sevecen bir adamdı. Gülümsememi daha da derinleştirdim. ''Nasılsın?''

''İyiyim çok şükür sen nasılsın? Nereye böyle?''

''İyiyim. Markete gidiyorum, var mı bir isteğin?'' Bazen bana sigarasını aldırırdı. Elini cebine atmasıyla sigara aldıracağını anladım. ''Bu sefer benden olsun.'' Dedim itiraz kabul etmeyen ses tonumla. Arkamdan bağırsa da umursamayıp ilerledim.

Markete gittiğimde elime alışveriş sepetini aldım. İlk olarak annemin istediklerini koydum sonrada olmazsa olmaz çikolatalarımı koydum. Son olarak da sigaraların oraya geldim. Elimi uzattığım pakete biri daha uzanmıştı. Kim olduğuna bakma gereği duymadan kendime doğru çektim. Ama oda kendine doğru çekmişti.

Sonuç; elbette ki başarısızlık!

''Bırakman için illa söylemek mi gerek? Kendin anlayamıyor musun?'' dedim sert bir tonda. ''Söylediklerini neden kendin uygulamayı denemiyorsun?'' En az benim kadar sertti sesi.

Baran?

Ona dönüp ''İlk ben aldım sen bırak!'' dedim keskin bir tonda. ''Hobi olarak mı yapıyorsun?'' diye devam ettim cümleme. ''Ne?'' Sözü kadar yüz ifadesi de anlamadığını haykırıyordu.

''Önce Nehir'in elindeki kitap şimdi benim elimdeki sigara paketi... Hobi olarak insanların elindekini mi alıyorsun diyorum.'' Sert bakışlarını umursamayıp ''Her neyse...'' Dedim konuyu kapatmak istercesine ve başka bir sigara paketini alıp kasaya doğru ilerledim.

''Çabuk pes ettin.'' Sesi çok yakınımdan gelmişti ve de alaycıydı. Peşimden geldiğini fark etmemiştim açıkçası. Aldıklarımı kasaya koyarken konuşmaya başladım. ''Pes etmedim. Vazgeçtim.''

''Güzel teselli.'' Sesi hâlâ alaycıydı. Ve fazlasıyla sinirimi bozuyordu. Geri zekâlı pislik!

Aldıklarımın parasını ödeyip poşete koyarken oda sigarasının parasını ödedi. Bana alaycı bir bakış atıp ilerlemeye başladı. Bende poşetlerimi alıp peşinden gittim. Aramızda bir metre ya var ya yoktu. '' Ben değiştirirsin sanıyordum. Ama kendin gibi sigaraları içiyorsun anlaşılan.'' Keyifli bir tonda konuşarak yanından yavaşça geçip ilerlemeye devam ettim.

Sigara paketi elimizin altında ezilmişti. Bende o yüzden bırakıp yeni bir paket almıştım. Yoksa asla bırakmazdım sonuna kadar direnirdim.

Arkama dönüp baktığımda bana anlamsız bakışlar atıyordu, kafamla sigara paketini işaret edip güldüm. Anlaşılan ezildiğinin hâlâ farkında değildi. Bakışları elindeki sigaraya çevrilince hızlı adımlarla yürümeye başladım. Malum arkamda kızgın boğalara bile taş çıkaracak bir sinirle duran Baran vardı. Ve ben ölmek için daha gençtim.

Aklıma az önce ona söylediğim söz gelince kendi kendime kıkırdadım. Ben Baran Erdal'a ezik demiştim. Bugün tarihe pırlantalı harflerle yazılmalıydı. Hatta swarovski taşlarla da süslense hiç fena olmazdı.

+++

Öğlen markette gördüğüm yetmiyormuş gibi bide akşam fırında Baran'ı görmenin verdiği üzüntüyle içeri girdim. Allah'ım neden Korel değil de Baran ha neden? Sıkıntıyla iç çekmekten alıkoyamadım kendimi. Baran'ın ürkütücü bakışlarına sevecen bir tavırla gülümsedim.

''Selam, kolay gelsin.'' Dedim gülümsememi bozmadan Emrah'a dönerek. ''Selam, sağ ol.'' Yüzünde yorgun bir gülümseyiş oluşmuştu. Emrah okuldan bir arkadaşımın abisiydi. Okuldan arta kalan zamanlarda burada çalışıyordu. İhtiyacı olduğu için değil de zevk için yapıyordu. Bir insan çalışmanın nesinden zevk alırdı ki? Çalışmak yani kulağa hiç hoş gelmiyor.

''Çıkmadı mı daha ekmekler?'' dedim sıkıntılı bir tonda. Geç kalırsam annemden yine azar işitecektim. ''Birkaç dakikaya çıkar. Geç geldin bugün.'' Sesinde yorgunluğun kırıntıları vardı. ''Öyle oldu.'' Demekle yetindim.

Gözlerimi etrafta gezdirmeye başladım. Bakışlarım Baran'ın üzerinde takılı kaldı. Yüzüne hoşnutsuz bir ifade ev sahipliği yapıyordu. Gözlerini yere dikmiş öylece bekliyordu. Kafasını kaldırmasıyla hemen başka yöne doğru baktım. Onu izlediğimi bilmemeliydi. Adım sesleriyle ayaklarımı ekmeklere doğru harekete geçirdim.

Çıkan ekmeklerden üç tanesini poşete koyup Baran'a, iki tanesini de bana verdi Emrah. ''Selam söyle Ada'ya.'' Dedim ekmekleri alırken. Ada okuldan arkadaşım, Emrah'ında kardeşiydi. Gülümseyerek kafasını tamam anlamında salladı. Parayı ödeyip hızla fırından çıktım.

Her zaman yaptığım şeyi yapıp sıcacık ekmeğimden bir parça kopardım. Bu ekmeklerin ucunda tanımlanamayan ama mevcut olan bir çekim kuvveti vardı. Böyle karşı konulmaz bir istekle yememizi sağlayan...

Sıcacık ekmeğimin verdiği o muhteşem hisle yüzüme bir tebessüm yerleşmişti bile. Adımlarımı biraz daha hızlandırdım. Yine geç kalmıştım. Ama ekmeklerin geç çıkması benim suçum değildi ki?

Gördüğüm manzarayla 'Yok artık!' demekten alıkoyamadım kendimi.

Katre ne görmüş olabilir? Yok mu tahmini olan?

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top