20. Bölüm


📣 📣

Bölümden önce ufak bir duyurum var!

Bildiğiniz üzere bölümleri her hafta Cuma günü düzenli olarak yayınlıyorum. Ve şimdiye kadar sizi hiç bekletmedim. Fakat YGS' den dolayı bu süreyi ne yazık ki uzatmak zorundayım.

İki haftada bir ve yine Cuma günü gelecek bölümler.

12, 26 Şubat ve 11 Mart'ta... Bu tarihlerden daha erken yayınlayabilir miyim? Elbette. Ama daha geç? ASLA. ( Bi sorun olmadığı takdir de keyfi olarak asla geç yayınlamam! )

Sadece 13 Mart' a kadar geçerli olan bi durum. Sonrasında her Cuma yeni bölüm gelmeye devam edecek İnşAllah. Kusura bakmayın lütfen, umarım anlayışla karşılarsınız...

🙏 🙏

"Aklınıza gelen güzel şeyleri duaya dökün...

Bakarsınız yol olur, niyet olur, nasip olur.

Hallolur.

Hayırlı Cumalar..."

🙏 🙏

Multimedya : 🚵 Baran 🚴

Şimdiye kadar yazdığım hiçbir bölümü beğenmedim hep bir eksiklik hissettim o kadar emek harcamama rağmen. Ama bu bölüm en beğendiğim bölüm oldu. Kötünün iyisi gibi... Umarım beğenirsiniz keyifli okumalar...

Katre'nin anlatımıyla...

Hızlanan nefes alışverişlerim korkunun dışa yansımasıydı. Put gibi durmayı kesip bir şeyler yapmalıydım. Mengene gibi ellerinden kurtulmaya çalıştım. Kulağımın dibinde hissettiğim nefesle daha fazla çırpındım. ''Ara çabuk üstünü!'' Sesi sertti.

Karşıma geçen ve yüzünde kar maskesi olan kişiyle tekmelerimi ona savurmaya başladım. Dudaklarımın üstüne örtülen elin çekilmesiyle çığlığımı sessiz sokağa bahşettim hiç zaman kaybetmeden. ''Bırakın beni!'' Ağlamaktan ve bağırmaktan dolayı boğazıma iğne batırılıyormuş gibi hissediyordum. Ağrıyı umursamayıp bir çığlık daha atacakken boğazımda metalin soğukluğunu hissettim. Keskin ucu hafif bir baskı halindeydi.

Beklenmedik olay çırpınışlarıma kısa süreli bir ara verdirdi. ''Acele et hadi!'' dedi yine arkamdaki ses ve yaşadığım transtan beni çekip aldı. Tekmelerimi karşımdakine savurmaya ve ellerimi kurtarmaya çalışırken boğazımda keskin bir sızı hissettim. Dudaklarımdan acı dolu inlemenin dökülmesiyle beni hapseden eller gevşedi. Karşımdakinin gözleri boynuma kilitlenip kalmıştı.

''Ne yaptın lan?'' dedi şaşkın bir korkuyla. Gözlerinin hedefi arkamdaki pislikti. Biranda yere doğru sertçe fırlatıldım. Dizlerim ve ellerimdeki sızıyla gözlerimi yumdum dişlerimi sıkarken. Ayak seslerinden koşarak uzaklaştıklarını anlayabiliyordum. Boğazımdaki sızı gittikçe artıyor ve ip gibi bir sıcaklık yayılıyordu aşağıya doğru. Zorlukla yutkunup gözlerimi araladım. Yaşlar görüşümü bulanıklaştırıyordu. Gözlerimi yumup tekrar açtım.

Yorgun bir titreklikle nefesimi dışarı verdim. Ayağa kalktım yavaşça. Titreyen ellerimi açıp onlara baktım. Sokak lambasının sarımtırak ışığı gözyaşlarımla buluşuyor ve görüşümdeki netliği yok ediyordu. Titreyen ellerimin tersiyle yaşları sildim. Bir kez daha yutkundum. Boğazımdaki varlığını hissettiren sızıya doğru götürdüm elimi. Parmak uçlarım hafifçe sobeleyip geri çekildi. Titreyen elime baktım tekrar. Kanımın bulaştığı elime... Gözlerimden bir damla daha koptu içimdeki zelzeleyle beraber. İçe doğru kıvırıp parmaklarımı sımsıkı bir yumruk yaptım. Yok etmek istediğim sadece kan değildi. Zavallı güçsüzlüğüm, boynu bükük acizliğimdi...

Ayaklarımı hareketlendirip ilerlemeye başladım.

Avuç içlerim, dizim ve boğazım ama en çokta kalbim sızlıyordu... Onun ağrısı apayrıydı. Ama bunu fazlasıyla hak ediyordu. Her şey onun yüzünden değil miydi zaten? Ne vardı sanki bu kadar aptal olacak? Düşüncesiz, bencil pisliğin teki olmak zorunda mıydı? Ya beynime ne demeli? Hayırsız evladına kızamayıp köşesine çekilen zavallı anneliğine ne demeli?

İkisinden de nefret ediyordum. Burnumu çekip gözyaşlarımı sildim tekrar.

Topal sokak lambasının önünden geçen aksak, çaresiz, aciz bir kız... Buydum değil mi ben? Bu kadar zavallı! Yorgun gözleri umutla yola kilitlenmiş hâlâ sevdiğinin gelmesini bekleyecek kadar biçare... Mantığının sesini hıçkırıklarıyla bastıran, kalbine olan öfkesini kusması gerekirken merhametle onu sarıp sarmalamak isteyen...

Kabaca burnumu çekip ayaklarımı kaldırım taşlarının üzerinde sürümeye devam ettim. Hızla geri geri gelip yanımda duran aracı önemsemeyip yürüdüm.

İçindekinin kim olduğuna bakmamıştım. Beni görmesin diye kafamı başka yöne çevirmiştim hatta. Sanki ben onu görmediğimde oda beni görmeyecek ve acizliğimle buluşmamış olacaktı. Dudaklarımı ısırdım. Gözlerim alt yapısı bozuk bir kentti. En ufak bir olayda bile selle karşı karşıyaydı yüzüm.

''Katre!''

Ayaklarım, önündeki görünmez setle yere sabitlenirken gözlerimi sımsıkı yumdum. Kimse beni görmemeliydi. Ben bile eve gidince aynalardan saklanacak, köşe bucak kaçacaktım.

''Ne bu halin? Ne oldu sana?'' Sesindeki endişe kulaklarımdan sızıp fay hatlarımı harekete geçiriyordu. Acı dolu bir hıçkırık koptu. Elleri her iki yanımda sallanan kollarımın üstündeydi. Güç vermek istercesine hafifçe sıktı. Oysaki daha da güçsüzleştim.

''Tamam, tamam.'' Dedi şefkatle ve beni kendine doğru çekti. Bir eli belimde diğeri ise saçlarımdaydı. Sımsıkı yumduğum gözlerimi açmadan hıçkırarak ağlamaya devam ettim. Beni sakinleştirmek için eli sırtımı yavaşça okşuyor, dudakları anlamadığım sözleri döküyordu. Algılamayı reddediyordu beynim, duymak istemiyordu kulaklarım... Ben sakinleşmek değil yok olmak istiyordum çünkü. Madem acılarım bitmiyordu o halde ben bitmeliydim.

Aradan ne kadar zaman geçti bilmiyordum. Kollarım iki yanımda öylece sallanıyordu. Ona sarılmamıştım. Öylece durmuş hıçkırarak ağlamıştım. İç çekişlere dönen ağlayışımla kollarımı kaldırıp onu hafifçe ittim. Burnumu kabaca çekip ayakkabılarıma çevirdim gözlerimi. Ona hiç bakmamıştım, bakmaya cesaret edememiştim.

''Daha iyi misin?''

Başımı hafifçe salladım. Aslında içi boşaltılmış teneke kutu gibi hissediyordum kendimi. Duvarlarında hâlâ artıkları kalan ama önemsenmeyip bir kenara fırlatılan... Boşaltılmış, yükünden kurtulmuş gibi dursa da benliğine acıyı hapsetmiş olan.

''Gel hadi pansuman yapalım.'' Dedi yumuşacık bir sesle. Gözlerim hâlâ ayaklarımdaydı. ''İstemiyorum.'' Dudaklarımdan dökülüp bir fısıltıdan öteye geçemeyen harfler boğazımda keskin bir acı bırakmıştı. Sertçe yutkunup ''İstemiyorum,'' diye yineledim sözlerimi. Boğazım yine acıyla kavruldu.

''Mikrop kapar.'' Sesindeki yumuşak tonlamayı bozmamıştı. Başımı hafifçe kaldırıp tedirgince ona baktım. Gözlerindeki şefkat pınarlarıma yağmur olup yağıyordu. Bana böyle bakmamalıydı. Gözlerim yeni bir afetin haberini vermek istercesine yanmaya başladı. Burnumu çektim çaresizce. Alt dudağımı dişlerimin arasına alırken gözlerimi başka yöne çevirdim.

''Hadi gel.'' Dedi yavaşça sol koluma dokunurken. Teması nazik ama harekete geçirmeye yönelikti. Oysaki ben ömrümün sonuna kadar orada öylece dikilebilirdim. Ayaklarımın beni dinleyip hareket edeceğini sanmıyordum.

Elini belime koyup hafifçe itti bu kez. Gözlerimi hemen ona çevirdim. ''Peki, tamam.'' Ellerini pes edercesine havaya kaldırdı. ''Pansuman yok. Ama en azından seni evine bırakayım.'' Sesindeki anlayışlı tonlama kendimden daha çok nefret etmemi sağlıyordu. Her ne kadar çekinsem de kafamı olumlu anlamda salladım.

Dudakları yukarı doğru kıvrılırken yüzünde rahatlamış bir ifade belirdi. Sakince arabaya binip emniyet kemerimi bağladım. Bakışlarım kucağımda topladığım ellerimdeydi. Burnumu çektim tekrar. Bana uzatılan peçeteyi utangaçça alırken çatallaşan sesimle evi tarif ettim.

Gözlerim akıp giden yolda kafam benim bile bilmediğim bir yerdeydi. Derin bir nefes aldım. Gözlerimi yumup kafamı arkaya doğru yasladım tükenmişlikle. Oldum olası ağladığım zaman rahatlamazdım. Daha da bitap düşerdim.

Bir süre sonra yavaşça ''Katre?'' diyen sesiyle gözlerimi araladım usulca. Dudaklarımı ıslatıp sertçe yutkundum. Emniyet kemerimi sakince çıkarıp ona doğru döndüm.

''Teşekkür ederim.'' Dedim minnetle. Konuşurken hâlâ boğazım ağrıyordu.

Omuz silkip ''Ne yaptım ki?'' dedi hafifçe tebessüm ederek.

Elimi kapıya doğru götürdüm. ''Katre?'' dedi tekrar. Ona dönmedim ama hareket etmeyi de kestim. ''Pansuman konusunda kararlı mısın hâlâ? Yapabilirim.''

''Ben hallederim. Tekrar sağ ol.'' Dedim samimi bir tonda ve arabadan indim. Ona son bir bakış atıp eve doğru ilerledim. Güvenlikçimiz Ahmet Amcanın sorularına maruz kalmamak için koştum. Asansöre bindiğimde kalan enerjimde yok olmuştu. Aynaya bakmamak için büyük bir çaba sarf ediyordum.

Paspasın altındaki anahtarı çıkarıp içeri girdim. Ayakkabılarımı sinirle kenara fırlatmak istesem de yapmadım. Annem geldiğinde bir şey öğrenmemeliydi. Banyoya gittim doğruca. Ceketimi çıkarıp kapının önüne bıraktım gelişigüzel. Aynadaki aksimle göz göze gelmeden önce direk boynuma baktım. Rahatça görebilmek adına hafifçe boynumu çevirdiğim için ağrısı biraz daha arttı. Dişlerimi sıktım güç almak istercesine. Parmaklarımı kurumuş kanın üzerinde gezdirdim. Sertçe yutkundum bu hareketimle.

Annemler büyük bir ihtimal gelmek üzerelerdi. Hemen ilkyardım malzemelerini alıp kendi pansumanımı yapmaya koyuldum. Küçükken çok haşere bir çocuk olduğum için sürekli düşer bir taraflarımı incitir, kanatırdım. Ama favorim yüz üstü düşmekti. Dizlerim ve ellerim alışkındı acıya. Tıpkı kalbim gibi...

Sıkıntılı nefesimi dışarı verdim. Anneme izin vermez kendim hallederim derdim hep. O yüzden bu pansuman işlerinde fena değildim ve fazlasıyla hoşuma giderdi. Zaten o yüzden hemşire olmak istiyordum.

Gözlerim aynadaki benle buluşmamıştı. Bakmamak için büyük çaba sarf etmiştim. Arada kaçamak değişler olmuş olsa da hemen başka yöne çevirmiştim bakışlarımı. Derin bir nefes daha alıp olay mahallini temizledim. Arkamda iz bırakmamalıydım. Etrafta göz gezdirip sorun olmadığı anlayınca yerdeki ceketimi de alıp odama gittim. Pijamalarımı giymeye başladım sakince. Kazağımı çıkarmak boğazımı ağrıtsa da önemsememeye çalıştım. Giyindikten sonra yorgun bir nefesi daha dışarı üfledim.

Yatağımın üzerine gelişi güzel bırakılmış kıyafetlerimi elime aldım. Kazağım ters yüzündeydi onu düzeltmek için elimi uzattığımda boyun kısmındaki kurumuş kanla kala kaldım. Gözlerimi yumdum bıkkın bir çaresizlikle. Nefesimi sıkıntıyla dışarı verdim ve hemen banyoya koştum. Islak mendille temizleme fikri aklıma çelmeye çalışsa da başarılı olmasına izin vermedim.

Sıcak suyu açıp sabunu elime aldım. Güzelce yıkadım yaka kısmını. Yaşların da yüzümü yıkamak istemesine karşı çıktım. Hiç vakit kaybetmeden saç kurutma makinasını fişe takıp çalıştırdım. Umarım annemler gelmeden hallederdim.

Tamamen kuruduğuna kanaat getirdiğimde kapatıp fişi çektim. Yerine güzelce koyup kazağımla odama doğru yol aldım. Düzgün bir şekilde dolabıma yerleştirmeye başladım kıyafetlerimi. İşim bitince dolabın kapağını kapattım bitap bir halde.

Sanırım artık derin bir nefes almayı hak etmiştim.

+++

Şalımı düzeltip yavaşça doğruldum. Yolda park edilmiş bir aracın aynasından boynumdaki sargının görülüp görülmediğine bakmak için durmuştum. Oflayarak ilerlemeye başladım. Umarım biran önce iyileşirdi. Çok derin değildi zaten sıyırıp geçmişti. Ama bu gizlenmemesini sağlamıyordu. Hem morluklarda vardı. Sabah anneme bir şeyler belli etmemek için çok çalışmıştım. Normalde kahvaltımı yaptıktan sonra üstümü değiştirirdim ama bugün şalıma kadar her şeyimle hazırdım. Annemde doğal olarak şüphelenmişti. Normal bir tavırla 'değişiklik olsun istedim' desem de inanmadığını biliyordum. Neyse ki fazla üstelemişti.

Sıkıntılı bir nefes daha havayla bütünleşirken zihnim dün geceki olaylara karışmıştı. Acemi olduğunu tahmin ettiğim iki gaspçı pisliğin deneme tahtası olmuştum. Korel de sağ olsun adının hakkını fazlasıyla vermişti. Beni kor alevin içine atmış, bir el gibi önemsemeyip gitmişti. Yaşlar büyük bir taarruzla hücum ederken gözlerime sertçe yutkundum. Titrek nefesimi usulca dışarı verdim.

Ağlamamak için sıktığım çenemin acısını kalbimde hissediyordum.

''Günaydın.''

Kendimi hemen toparlamaya çalışıp kafamı salladım usulca.

''Ben nasıl olduğunu merak ettim.'' Sesinde bir tutam çekingenlik vardı. Dudaklarımda küçük ama içten bir gülüş peyda olmak istese de izin vermedim. ''Daha iyiyim.''

Sözlerime karşılık kocaman gülümsedi. ''Sevindim.'' Bir şey söylemeyeceğimi anlayıp nefesini seslice bıraktı. ''Ben gideyim o zaman.'' Dedi. Kafamı sallamakla yetindim tekrar. Yüzümde hâlâ sakin bir ifade vardı. ''Görüşürüz.'' Sakince yanımdan geçti. Bir cevap vermek istemediğimden dolayı susmuştum.

Ani bir kararla arkamı dönüp sözlerin dudaklarımdan dökülmesine izin verdim.

Nehir'in anlatımıyla...

''Teşekkür ederim.'' Deyip uzattığı küçük mavi kutuyu aldım. Sade ama hoş bir kutuydu.

Ahmet Amca ''Rica ederim,'' derken gözlerim kutudaydı. Sakin adımlarla sitenin içine doğru ilerlemeye başladım. Aklıma gelen şeyle hemen arkamı döndüm. Geri zekâlılığıma sonra da sövebilirdim.

''Kim getirdi?'' dedim normal bir tonda çıkarmak için uğraştığım sesimle.

''Sizin yaşlarda bir kız getirdi.'' Kaşlarımın çatılmasını engelleyemedim. ''İsmini söylemedi. 'Siz verin o anlar' demekle yetindi.'' Kafamı sallayıp yürümeye başladım.

Kendimi banka bırakıp derin bir nefes aldım. Kucağımdaki kutuyu açtım hiç vakit kaybetmeden. İçinde en sevdiğim çikolata ve bir not vardı. Dudaklarımda oluşan istemsiz gülüşle notu alıp okumaya başladım.

''Kalbinde yokken izim karşında nasıl olsun yüzüm?''

Dudaklarımı içe doğru kıvırıp dişlerimin arasına aldım. Gülüşümü gizlemem gerekiyordu. Kalbim uzun süre sonra ilk kez ritimlerini hızlandırmaya başladı. Korkuda kendini belli etmek adına bir adım öne çıktı. Onu unutmamıştım ki. Zaten hep benimleydi. İzlediğim filmlerdeki, okuduğum kitaplardaki karakterlerde bile vardı. O zamanlarda bile eşlik ederdi bana. 'Ya bırakırsa?' derdim korkuyla. 'Ya aldatırsa?'

Kitabın ya da filmin sonu gelmeden geçmezdi o korku. Bazen bittikten sonra bile 'Acaba?' derdim. 'Acaba yüz üstü bırakır mı?', 'Acaba onu önemsemeden hayatına devam eder mi?'

Notu hızlıca kutuya koyup kapağını kapattım sertçe. Buna izin veremezdim. İki tane jestle heyecanlanamazdım. Evet, farklıydı ve bir o kadarda güzeldi. Ama olmazdı. Daha kimin gönderdiğini bile bilmiyordum. Belki de biri benimle dalga geçiyordu. Sonuçta bileğime ilk notu yapıştıranda kutuyu getirende bir kızdı.

Yine aynı isim yankılandı beynimde. Gözlerimi yumdum aciz bir çaresizlikle. Dalga geçmek fikrini düşünmeye bile değer görmemişti mantığım. Ama yapamazdım, tekrar birine kapılamazdım. 'Onun rüzgârında savruluyorsun.' Dedi diğer yanım. Sertçe yutkunup araladım gözlerimi.

Neden 'o' olmasını bu kadar çok isterken bile 'o' olmasın diye dua ediyordum?

+++

''Hazır mısın kaybetmeye?''

Başımı sakince yanımdaki keyifli sesin sahibine doğru çevirdim. Üzerinde siyah pantolon ve aynı renk kazağı vardı. Krem rengi ayakkabıları şalıyla hoş bir uyum içindeydi. Üzerinde ceketinin olmaması garibime gitmişti. Hava soğuktu sonuçta. Tıpkı benim gibi bisikletinin üstünde durmuş bana bakıyordu. Gözleri ise bir cevap vermemi bekliyorlardı. Omuz silkmekle yetindim cevap olarak.

''Bir tur dönüyoruz o zaman.'' Dedi parkın çevresini kast ederek. Gözlerimi yumup açtım tamam dercesine.

''Üç deyince!'' Göz kıptı ve ''Üç,'' diyerek sürmeye başladı bisikletini.

Bocalamamı bir kenara bırakıp hızla peşine düştüm. Ne kadar çabalasam da ona yetişemiyordum. Aramızda çok mesafe yoktu aslında. Pes etmeyip elimden geldiğince hızlı sürmeye devam ettim. Yarışmayı neden kabul ettiğimi bile bilmiyordum...

Zihnim, Baran'ın 'Hazır mısın kaybetmeye?' sözünü çalmaya başladı bir süre sonra. Hazır mıydım gerçekten?

Ya da zaten kaybetmiş miydim?

1 – 0 yenik miydim? Yoksa önde miydim? En ufak bir fikrim yoktu. Kaybetmek de göreceli bir kavramdı. En değer verdiğin şeyini yitirmekti.

Kimine göre girdiği yarışı kazanamamaktı, kimine göre sayısal lotoyu tutturamamaktı, kimine göre sınavda başarısız olmaktı, kimine göre evladını bulamamaktı, kimine göre sevdiğini ebediyete uğurlamaktı...

Farklıydı. Çünkü değerler bambaşkaydı.

Peki, benim kaybım neydi?

Üniversite sınavının da istediğim bölümü kazanamamış olmam mı? Allah'ın ayaklı cezası yüzünden yitirdiğim güven mi? Sanırım her ikisiydi.

Peki ya kaybedeceklerim?

O konuda bir fikre sahip değildim. Bazen 'Daha ne kaybedebilirim ki?', 'Kaybedecek neyim kaldı?' diyordum. Sıkıntıyla nefesimi dışarı verdim.

Hedefe benden önce varıp beklemeye başlayan Baran'ın yanına doğru hızımı kaybetmeden sürmeye devam ettim bisikleti.

''Kaybettin.'' Başı hafifçe öne doğru eğik, sesi ifadesizdi.

''Alışkınım.'' Dedim omuz silkerek.

''Bende.'' Daha çok kendi kendine söylenmiş bir kelime gibiydi.

Derin bir nefes alıp ''Tebrik ederim,'' dedim sakince. Kafasını kaldırıp anlamsız bakışlarla bana baktı. Nefesimi sinirle dışarı üflemek istesem de yapmadım. ''Kazandın ya hani ondan.'' Sesim hafif bıkkın bir tondaydı.

Gözlerimin tam içine baktı. ''Kaybettim.'' Sesi anlamlandıramadığım bir tondaydı. Yüzünde acı bir tebessüm oluşmuştu. Kaşlarım benden izinsiz çatılırken gözlerim gözlerindeydi. Söylediklerinden hiçbir şey anlamamıştım. Kastettiği başka bir şeydi ama ne?

''Su alacağım ister misin?'' Konuyu bir anda değiştirmesiyle bocalasam da hemen toparlandım.

''Hayır. Teşekkürler.'' Kafasını sallayıp ilerideki bakkala doğru gitti. Bisikletini yanımda bırakmıştı. Bende inip bisikletimi onunkinin yanına koydum.

''Ne yapıyorsun burada?'' Arkama döndüm hızla.

''Sence?'' dedim bıkkın bir tonda abime bakarak. Biranda nerden çıktığını anlayamasam da çok üstelemedim. Park zaten eve yakın bir yerdeydi.

''Çok oyalanmadan eve git!'' Sert bir tavırla emir verip arabasıyla hızla gitti. Gözden kaybolan arabadan bakışlarımı alıp Baran'a yöneltirken kaldırıma oturdum. Kasılan çenesiyle gelip yanıma oturdu. Neye sinirlendiyse su şişesini sıkmış ve şişelikten başka bir boyuta taşımıştı. Seslice nefesini dışarı verip şişede kalan suyu da tek dikişte bitirdi.

Dudağının kenarından firar eden su damlalarına kaydı gözlerim. Başımı hızla önüme çevirdim. Yoksa saçmalamam an meselesiydi. Uzattığı çikolatayla kaşlarım çatıldıktan kısa bir süre sonra ona baktım. ''İstemiyor musun?''

Çekingence elinden alıp ''Teşekkür ederim,'' dedim usulca. En sevdiğim çikolatayı reddedecek halim yoktu. Hem zahmet etmiş almış ikramı geri çevirmemek lazım öyle değil mi? Kafasını sallayıp şişeye işkence etmeye devam etti. İkiye bölüp yarısını ona uzattım.

''Sen ye. İstemiyorum.''

Aksi tavrına bozulsam da belli etmemeye çalıştım. ''Mutluluğu elinin tersiyle itmede ye.'' Dedim direterek. Kafasını bana çevirip öylece baktı. Al dercesine salladım elimdeki çikolatayı. Gözlerini biran olsun başka yöne çevirmeden sakince elimden aldı. Başımı önüme çevirip sertçe yutkundum. Titrek nefesimi usulca dışarı verdim.

''Gidersin sanıyordum.'' Öylesine bir şeyden bahsediyormuş gibiydi sesi.

''İstiyor olmayasın.'' Dedim alayla. Kafasını iki yana sallarken dudaklarında bir gülüş vardı. Keyiften uzak, sinir ve acının hâkimiyetinde olan...

''Sevgilini görünce öyle bir tahminde bulundum.'' Sesi ifadeden yoksundu.

Bahsettiği gitmenin Eymen ile gitmek olduğunu yeni fark ediyordum. Ben onu beklemeyip tek başıma gitmemi kastediyor sanmıştım. Sahi ben onu neden beklemiştim? Kafamı iki yana sallayıp ''Abim,'' dedim sakince. Çatık kaşlarla baktığı çikolatadan alıp bana çevirdi gözlerini. Bakışlarımı bir kez daha kaçırıp çikolatamı yemeye başladım.

Paketi avucumun içine hapsederken kaçamak bir bakış attım Baran'a. Elinde kalan son parçaya gülümseyerek bakıyordu. Dudaklarım bu tavrıyla istemsizce yukarı doğru hareketlendi. ''Neye gülüyorsun?''

''Mutlu ediyor.'' Dedi omuz silkerek ve son parçayı da ağzına attı.

👤 Katre'ye yardım eden şahsiyet kim? 👤

Gizemli romantiğimiz hakkında fikri olan? 

Hadi o narin pamuk eller yorumlara... 😄 😄 😄

Umut ve sevgiyle kalıp Allah'a emanet olun... 

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top