-8- "Eva'nın Çocukları"

Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayalım


Ellerini göğsünde birleştirdi ve giysi dolabına kıyafetlerini yerleştiren kurt-adamı izlemeye devam etti. Kaşlarını çatmıştı. Bacağının üstündeki diğer bacağını sürekli sallıyordu. Gerginliğini bu şekilde atmaya çalışıyordu ama olmuyordu.

Onun bir daha asla kendisine gelmeyeceğini düşünmüştü.

O lanet olası kurdun eşi olacağı düşüncesi içten içe onu yiyip bitiriyordu.

Ama yeğeni kedi olalı bir fare yakalamıştı.

"Daha ne kadar burada kalacaksın?" dedi Albert düz bir ses tonu ile. Clifford omuz silkti. "Sen anlatana kadar," dedi düz bir ses ile.

Albert giysi dolabının iki kapağını da kapattı ve Clifford'a baktı. Derin bir nefes aldı. Sakin olmaya çalışıyordu. Ama bu vampirin inatçılığı onu bitiriyordu. Neden bir keçi kadar inatçıydı ki? Sonuçta hala buradaydı.

"Ne söylememi istiyorsun?"

"O lanet kurt ile evlen-"

"Anne hakkında düzgün konuş!" dedi Albert sertçe. Vampir sertçe soludu.

"Tamam! Sevgili annemiz ile evlenmeyi düşünüyor muydun?"

"Bu Konseyin emriydi."

"Senin isteğini soruyorum," dedi vampir. Bu söylediği Albert'i güldürmüştü. Clifford onun gülümsemesini gördüğünde sertçe yutkundu.

"O da bana aynısını sordu."

"Ne dedin?"

"İstemediğimi söyledim."

"O ne dedi?"

"Bu iyi, dedi. O da benimle evlenmeye karşıydı."

Clifford derin bir nefes aldı ve başını yere eğip gözlerini kapattı. Neden bu kurt-adamı kaybetme ihtimali onu bu kadar çok korkutuyordu ki? Başını kaldırdı. Kollarını iki yana açtı. "Sarıl bana," dedi kısık bir ses ile. Albert onu dikkatlice süzdü.

"Neden?"

"Nedenini sorma. Sadece sarıl bana. Bugün buna ihtiyacım var."

"Kaybetmek," dedi Albert yavaşça ve Cliford'a doğru bir adım attı. "Seni bu kadar çok mu korkutuyor?" Clifford, hipnoz olmuş gibi başını salladı. Albert'in ona attığı her adımda mest olmuş gibi yutkunuyordu.

"Evet, korkutuyor."

"Yazık."

"Evet."

"Acınasısın."

"Biliyorum."

"Benim karşımdayken kibrini kaybediyor oluşun komik."

"Öyle."

Albert onun tam önünde durdu. Cliffor başını kaldırıp ona baktı. Odanın içini aydınlatan ışık yüzünden gözleri kamaşıyordu. Ama Albert'in yüzünü görebiliyordu. Albert ona üstten bakıyordu. Albert elini uzattı ve onun çenesini tuttu.

"Ben öldüğümde ne yapacaksın?"

Clifford bir anda kollarını Albert'in beline doladı ve onu kendine doğur çekti. Bacağının üstündeki bacağını indirdi. Albert'i kucağına oturttu.

"Hişt, bahsetme. Ölümü ağzına alma."

Vampirler ölümsüzdü. Sonuz yaşam bahşedilmişti onlara. Kalplerine kazık saplanmadıkça ya da kafaları kesilmedikçe ölmüyorlardı. Sonsuza kadar yaşıyorlardı. Ve Clifford iki yüz seksen yılı ardında bırakmıştı. Ama kollarının arasındaki bu kurt öyle değildi. En fazla yüz yaşına kadar yaşayabiliyorlardı. Bu gerçekte Clifford'u mahvediyordu.

"Bu bir gerçek," dedi Albert acımasız bir ses ile. "Biliyorsun ben senin gibi ölümsüz değilim."

"İzin ver seni ölümsüz yapayım. Sadece bir ısırığım ile vampire evirilebilirsin."

"Bunu asla kabul etmeyeceğimi biliyorsun. Irkıma hakaret edemem," dedi Albert ve kollarını, göğsüne yaslamış olan adamın başına doladı. "Ben öleceğim."

"Ölme," diye fısıldadı Clifford.

"Annem," dedi Albert yavaşça. "Soyumuzu ilerletmemi istiyor." Çenesini vampirin başına yasladı. "Dişi bir kurtla evlenip, çocuklarımın olmasını istiyor." Clifford bu ihtimal yüzünden dişlerini birbirine bastırdı.

"Seni başka birine bırakabileceğimi düşünüyor musun gerçekten? Buna ihtimal bile verme."

"Kurtlara engel olamazsın."

"Olurum!"

"Olamazsın."

"Olacağım!"

"Neden?"

"Ne?" dedi Cliffor başını kaldırarak. Albert ona baktı ve tek kaşını kaldırdı.

"Neden buna engel olmak istiyorsun?"

"Çünkü... Çünkü ben..."

"Sen ne?"

"..."

"Kendine bile dürüst olamayan bir adamsın sen," dedi Albert acımasız bir ses ile. Anlını, vampirin anlına dayadı. "Bir gün..." Sustu. Dilinin ucuyla dudaklarını ıslattı. "Bir gün karşılaştığımız o gece için lanetler okuyacaksın, şükretmeyeceksin. Çünkü ben zamanı geldiğinde annemin olmamı istediği kişi olacağım." Anlını, Clifford'un anlından çekti. Vampirin yüzünü görmek istiyordu. "O gece kuralları çiğnemeye nasıl başladıysam, bir gece de kuralları yeniden kabul edeceğim."

"O gece," dedi Clifford ve Albert'in dudaklarına baktı. "O gece kuralları çiğnemeni fısıldayan şeytan bendim. Kuralları kabul etmeni engelleyecek şeytanda ben olacağım." Başını sağa sola salladı. "Yemin ederim seni bırakmayacağım."

Albert, Clifford'un ensesindeki saçları tuttu ve çekti. Clifford'un başı yukarı kalkarken Albert dudaklarını onun dudaklarına bastırdı. Sadece saniyeler içinde ikisinin de dilleri birleşti. Dudaklarının arasına giren mesafelerde bile dilleri birbirine dolanmış oluyordu. Dudaklarının her hareketi onlar için bir şarkı yazıyor ve o şarkıyı dudaklarının arasından çıkan sesler söylüyordu.

Albert' bacaklarının arasında hissettiği baskı ile bedenini biraz daha Clifford'a yasladı. Clifford, onun kalçalarını elleriyle kavradı ve sıktı. Clifford, Albert'in alt dudağını emerken başını hafifçe yana yatırdı ve onu öpmeye devam etti. Penisinin üstündeki baskı inlemesine neden oldu. Elleri Albert'in pantolonunun içine kaydı.

Tanıştıkları o ilk geceyi hatırladı.

İnsanlara özenen bir vampir ve kurallardan sıyrılmak isteyen bir kurt o gece tanışmıştı.

Albert, başını geri çekti ve kendisine büyük bir arzu ile bakan vampire baktı. Başını hafifçe omzuna yatırdı. Vampirin bakışları onun açıkta kalan boynuna kaydı. Nefes alış verişleri birbirine karışıyordu. İkisinin de kalbi normalden hızlı atıyordu. İkisi de birbirini arzuluyordu. Ama aralarında duvarlar örülmüş gibiydi.

Biri kuralları çiğnemek istiyordu, diğeri kurallara bağlı kalmalıydı.

İkisi de biliyordu.

Birbirlerine dokunmaları yasaktı.

Birbirlerini öpmeleri yasaktı.

Birbirlerine sarılmaları yasaktı.

Birbirlerini sevmeleri yasaktı.

---

Odanın kapısını araladım ve merdivenlere baktım. Herhangi bir ses yoktu. Odadan çıktım ve kapıyı arkamdan kapattım. Merdivenlere yöneldim. Merdivenlerden inerken hala o tabloya bakıyordum. Vampir Lordu ve öldürdüğü ailesinin tablosu neden hala burada asılıydı ki? Onları öldürmüştü. Eğer kendisi onları öldürmeseydi, ailesi onu öldürecekti. Buna rağmen hala tablo oradaydı.

Tablonun önünde durdum ve başımı kaldırıp daha yakından inceledim tabloydu. Açıkçası bu kadar iyi bir ressamın dünyada var olabileceğini düşünmezdim. En ince ayrıntılar bile resmedilmişti. Bir fotoğraf karesi gibiydi. Ama değildi. Fotoğraf kareleri anı yakalar. O karedeki an değerlidir. Ama tuvalin üstündeki bu resim için aynısı geçerli değildi. Bu resimde duygularda resmedilmişti.

Vampir Lorduna baktım. Yüzünde kocaman bir gülümseme olmasına karşın ellerini yumruk yapmıştı. Sadece bir yanağında hafif bir kızarıklık vardı. Ressam her kimse Vampir Lordunun tek yanağındaki kızarıklığı da resmetmişti. Tablodaki aile üyeleri düz bir ifade ile ressama bakarken onun gözlerinde ışık vardı. Ressam bu ışığı bile resmetmişti.

"Çocukluğumu daha çok sevdin sanırım."

Başımı sağa sola salladım. Normalde geldiğini anlamazdım ama bana yaklaştığında hızlanan kalp atışları onu kolayca ele veriyordu. "Hayır," dedim. "Bunu çizen ressamın sanatına hayran kaldım."

"Anlıyorum. Ama sonuçta beni çizdi. Dün gece rahat uyuyabildin mi?"

"Evet," dedim bakışlarımı tablodan ayırmadan.

"Benim yanımda daha rahat olabilirdin," dediğinde gözlerimi devirdim ve ona doğru döndüm. Sportif giyinmişti. Bu haliyle amcasına benziyordu. "Tüm ailen ölmüş," dediğimde başını salladı.

"Evet.

"Amcan yaşıyor?"

"Beni mi merak ediyorsun?" dedi sırıtarak. Başımı sağa sola salladım. "Sadece tuhaf," dedim. "Sen kurban edilirken amcan orada değil miydi?" Derin bir nefes aldı.

"Oradaydı. Bana kurban edileceğimi söyleyen oydu zaten. Kaçmama o yardımcı oldu. Ben çıkmadan önce çıktı ve ben çıktıktan sonra onların olduğu katı tamamıyla patlattı. Şatonun altında hala koca bir moloz yığınız var."

"Anlıyorum," dedim yavaşça. "Bugün kütüphanede Eva hakkında ne kadar kitap varsa onları okumak istiyorum. Bana Eva hakkında bildiğin her şeyi anlat."

"Anlatacağım. Bu yüzden buradasın değil mi?" Başımı salladım. Eliyle merdivenleri gösterdi. "Kahvaltımız hazır. Gidelim mi?" Merdivenlere doğru döndüm ve merdivenlerden inmene başladım. Hemen arkamdan geliyordu.

"Bebeği hissediyor musun?"

"Hayır."

"Neden?"

"Çünkü şu anda sadece bir embriyo halinde," dedim omuz silkerek. "Sekizinci ya da dokuzuncu ayda belli olur."

"Anladım. O zaman geldiğinde birlikte uyuyabilir miyiz?" Kaşlarımı çattım.

"Neden?"

"Bebeğimi hissetmek istiyorum."

Bebeğimi hissetmek istiyorum.

Merdivenlerden indim ve koridorda ilerlemeye başladım. Duvarlardaki tablolar çok fazlaydı. Karanlığın birden fazla halini resmetmişlerdi resmen. Çoğunda vampirler tarafından ısırılan insanlar resmedilmişti. Bir tablonun önünde durdum. Tablodaki kadın bir vampir tarafından ısırılmış olmasına rağmen gülümsüyordu. Zevk ve mutluluk dolu bir gülümsemeydi bu.

"Neyi anlatıyor bu?"

"İnan hiçbir fikrim yok. Bunların hepsini Clifford aldı." Başımı salladım.

"Zevki tuhafmış."

"Öyle. Tuhaf bir adam," dedi düz bir ses ile.

"Peki, o tablo?" Gösterdiğim tabloya baktığında dudakları yavaşça yukarıya kıvrıldı. Başını hafifçe omzuna yatırdı.

"Merak ediyor musun?"

"Çok değil."

"Eva Ve On Çocuğun hikayesini anlatıyor."

"Eva'nın çocukları mı vardı?" dedim kaşlarımı çatarak. Eva yani anne biz kurtları seçmesine rağmen onun hakkında hiçbir şey bilmiyor olmam çok aşağılayıcıydı. Tabloyu incelemeye başladım. Belki bir şeyler bilebilirim diye.

"Yemek masasının üstünde uzanan kim?"

"Yaşlı Kurt," dediğinde kaşlarımı çattım. Bu Yaşlı Kurda hakaret değil miydi? "Bu tabloyu çizen bir kurt mu yoksa bir vampir mi?" dedim sertçe. Ölmesi gerekiyordu! Kimse, hiçbir ırk başka bir ırkın önde gelenine bu şekilde hakaret edemezdi. Sanki Yaşlı Kurt onların akşam yemeği gibi duruyordu.

"Bir insan."

"Ne?" dedim birden. Sonra hafifçe boğazımı temizledim. "Olaylara dışarıdan bakan bir ırk nasıl bilebilir ki?"

"Olaylara dışarıdan bakanlar gördüklerini çizer ve yazarlar anlıyor musun?" dedi yavaşça ve bana doğru döndü. "Onlarda bunu yaptılar. Burada on çocuk Yaşlı kurdu akşam yemeğinde annelerine sunacaklardı. Eva'yı bekliyorlardı. Yaşlı Kurtta Eva'yı bekliyor. Çünkü kendisini kurtaracağını düşünüyor. Yaşlı kurdun yemek masasında olmasının nedeni kurtların soyunun tükenmesi. Soyu tükenen bir ırk, başka bir ırk tarafından yok edilir unuttun mu? Bu her iki ırkında çaresizliğini anlatıyor." Başımı salladım. Fark ettim de ben tablolardan hiç anlamıyormuşum.

"Kahvaltı nerede?" dediğimde sağ taraftaki koridoru gösterdi. Koridora doğru ilerlerken onun arkamdan geldiğini hissediyorum. Kalp atışları yüzünden kulak zarlarımın patlamasını istiyordum.

Büyük bir salona girdiğimde şaşkınca etrafıma baktım. Salonda koridorda gördüğüm o tablodakine benzer bir masa vardı. Masanın etrafında ise ahşap, yontularak şekiller verilmiş sandalyeler vardı. Ama masanın başındaki sandalye diğer sandalyelerden farklıydı. O altın varaklı bir sandalyeydi. Taht gibi duruyordu. Masada sadece Albert ve Clifford vardı. Clifford beni görünce kaşlarını hafifçe çattı. Bakışları arkama kaydığında ise ayağa kalktı. Onun ayağa kalkmasıyla Albert'te ayağa kalktı.

Masaya yavaş adımlarla yaklaştım. Albert ve Clifford yan yana oturuyordu. Tahta benzeyen o sandalyenin hemen sağında oturuyorlardı. Sol taraf boştu. Sanırım oraya ben oturmalıydım. Derin bir nefes aldım. Tahtın solundaki sandalyeyi çektiğimde Vampir Lordu elini sandalyenin ahşap varağının üstüne koydu. Başımı ona çevirdim.

"Sen oraya oturacaksın," dediğinde kaşlarımı çattım. Tahtı gösteriyordu. "Neden?" dedim sertçe. Derin bir nefes aldı.

"Koridordaki tabloda bir masa vardı. Yaşlı Kurdun uzandığı o masa... O masa, bu masaya bakarak çizildi. Eva'nın ortaya çıkışından beri bu masa aileme ait. Eva'nın yeri orası." Başımı sağa sola salladım.

"Tanımadığım birinin yanına oturacak değilim," dedim yavaşça.

"Tylor," dedi Albert. "Oraya oturmalısın." Derin bir nefes aldım ve başımı salladım. Tahta benzeyen sandalyeye yöneldiğimde vampir lordu tahtın arkasına geçti ve çekti. Tahta oturduğumda vampir lordu solumda kalan sandalyeye oturdu.

Onun oturmasıyla salona hizmetçiler girmeye başladı. Ellerinde tabaklarla salona giren onlarca hizmetçi... Hepsi vampirdi. Lortlarının sırtı onlara dönük olmasına rağmen doksan derece eğildiler.

"Lordum izninizle servis yapacağız," dedi erkek hizmetçilerden biri.

"Devam edin," dedi vampir lordu soğuk bir ses ile.

Hizmetçiler servisi yaparken salonda derin bir sessizlik vardı. Hizmetçiler benimle göz göze geldikleri anda eğiliyorlardı. Elleri boş olanlar önümde diz çöküyorlardı. Bu çok tuhaftı. Bir vampirin, bir kurdun önünde eğileceğini kim söylerdi. Hizmetçiler salondan çıkarken kaşlarımı çatarak vampir lorduna döndüm.

"Önümde eğilmesinler!"

"Neden?"

"Hoş değil."

"Sen Eva'sın," dedi Clifford sertçe. "Alçak gönüllü olman bir işe yaramaz. Sadece onlara yüz vermiş olursun." Dişlerimi birbirine bastırdım.

"Amca," dedi vampir lordu. "Ses tonuna dikkat et." Clifford hiçbir şey söylemedi. Vampir lordu bana doğru döndü. "Önünde eğilmek zorundalar. Sen Eva'sın. Bunun dışında benim eşim olacaksın. Anladın mı?" Kaşlarımı çattım.

"İstemiyorum."

"Onlar isteyip istemediğini umursamayacak ve önünde diz çökecekler."

"Bu- her neyse!"

Yemek oldukça sessizdi. İlk defa bu kadar sessiz bir yemek masasına oturmuştum. Evde hiç böyle olmazdı. Kız kardeşlerim sürekli şakalaşırlardı. Babam ve annem sohbet ederdi. Ama şimdi ben onlardan çok uzaktaydım. Onlar yoktu. Ve bundan sonra da olmayacakmış gibi görünüyorlar. Omuzlarımı dikleştirdim ve çayını içen vampir lorduna baktım.

"Eva hakkında-"

"Eva, dünyanın en sıcak ülkelerinden birinde yaşayan bakire bir kadındı," dedi vampir lordu. Arkasına yaslandı. "Vampirler ve kurtlar ortaya çıkmaya başladığında köyün savaşçıları bir araya gelip köydekiler korumaya başlamışlar. Eva'nın ailesinde de bu savaşçıların arasında olan abileri ve babası varmış. Annesi o daha çok küçükken ölmüş. Bir gün savaşçılar vampirlere yenilmişler. Vampirler köye girecekleri sırada Eva'nın babası, vampirlerin önde gelenine kızını sunmuş. Tek şartı köye girmemeleri ve yenilmiş gibi yapmalarıymış. Vampir bunu kabul etmiş. Adam bir gece yarısı Eva'yı köyün dışına çıkarmış ve vampire vermiş. Eva çok ağlamış ama babası şanını ondan daha çok seviyormuş. Eva bir kan torbası olarak kullanılabilirdi ama doğaüstü güzelliği doğaüstü canlıları bile kendisine hayran bırakmış. Vampir, Eva'ya evlenme teklifi etmiş. Eva korkusundan vampir ile evlenmeyi kabul etmiş." Kaşlarımı çattım.

"Eva tehdit mi edildi?"

"Hayır," dedi. "Vampir onu tehdit etmedi. Ama Eva deli gibi korkuyordu. O vampir ile evlendi. On çocuğu oldu. Eva onları seviyordu. Ama yine de kendi isteği dışında o vampirle evlendiğini kabul edemiyordu. Eva, o vampirden nefret ediyordu. Ve bir gün ölümsüzlüğü ile bilinen vampirlerin liderlerinden biri öldü."

"Eva mı öldürdü?" dedim birden. Kendimi tutamamıştım. Başını sağa sola salladı. "Hayır," dedi. "Eva onu öldürmedi. Vampiri öldüren Eva'nın nefretiydi."

"Böyle bir şey mümkün mü?"

"Evet," dedi Albert ihtiyatla. "Mümkün. Ama bunun için kutsanmış biri olmalısın. Eva öyleydi. Kalbi saflıkla kutsanmıştı. Ve kalbine değen nefret tomurcuğu vampiri öldürdü." Kaşlarımı çattım. Böyle bir şey nasıl mümkün olabilirdi ki?

"Albert'i duydun," dedi yavaşça. Başımı ona çevirdim. "Eva ve çocukları evlerinde yaşamaya başladılar. Ama çocuklar babalarına çok fazla benziyorlardı ve bu Eva'yı sinirlendiriyordu. O vampir, Eva için bir zorunluluktu. Çocukları büyümeye başladığında vampirler ve kurtlar arasındaki o savaş patlak verdi. Kurtlar, vampirler tarafından soykırıma uğradı. Ve Eva o sırada tarafını değiştirme kararı aldı. Bir savaş vardı ve bu savaşta vampirlerin yok olmasını isteyen taraftaydı. Kurtların yanına geçtiğinde çocuklarının en büyüğü on üç yaşındaydı. Eva kurtların yanında savaşırken, onlara yardım ederken bir eril kurda aşık oldu. Ve ardından evlendiler. Eva, vampirden olan çocuklarını da yanına almak istedi ama onlar gelemdiler. Eva, ilk çocuklarını doğurduğunda tüm dişi kurtlar hamile kalmaya başladılar." Sertçe yutkundum. Bundan sonrasını biliyordum.

"Eva bolluk ve bereketin simgesi haline geldi," dedim. "Ama o vampirden olan çocuklar neden annelerinin yanına gitmek istemedi?"

"Basit," dedi Clifford. "Kurtların yanında savaşmak bir vampirin onurunu zedeler." Aynısı kurtlar içinde geçerliydi. Şu anda burada olmama bile onurumu zedeliyordu. "Eva'nın rahmi diğer dişilere nasıl geçti?" dediğimde Albert hafifçe boğazını temizledi.

"Bunu sadece bizim dişilerimiz bilebilir."

"Sizin?" dedi Clifford ona dönerek. Albert ona bakmadı. Bana bakmaya devam etti ve başını salladı. "Ama anladığım kadarıyla dişinin salgıladığı koku Eva'nın kokusuna benzediğinde dişi seçilmiş oluyor ."

"Ama Yaşlı Kurt anlıyordu?"

"Annem, Eva'nın o kurt-adamdan olan çocuğu. Eva tarafından kutsandığı düşünülüyor. Bu yüzden hala bu kadar uzun yaşıyor," dedi Albert. Tek kaşımı kaldırdım. Anlattıkları kurtlar ve vampirlerin var olmasından birle daha imkansız geliyordu. Kutsamalar, rahim, koku... Bunların hepsinin var oluşu ve benim etrafımda dönüyor olması canımı sıkıyordu.

"Otis," dedi Clifford. "Sevgili eşini konseye tanıtmalısın." Başımı vampir lorduna çevirdim. Çayından bir yudum aldı ve amcasına baktı.

"Tanıtırım."

"Yakın bir zamanda yap bunu," dedi Clifford. Vampir lordu sadece omuz silkti. "Bu beni bağlar," dedi. Sonra bana doğru döndü. "Bana ne vereceksin?" Kaşlarımı çattım.

"Bu ne demek oluyor?" dedim sertçe.

"Ben sana bir bilgi verdim. Sen de bana bir şey vereceksin."

"Bilgi istiyorsan söyleyeyim ondan ben de yok!" dedim sertçe ve arkama yaslandım. Çenesini avcunun içine yasladı ve bana baktı. "Bilgi istemiyorum," dedi yavaşça. Ses tonu yüzünden sertçe yutkundum. Neden bu ses tonu beni ürkütmüştü ki?

"Ne istiyorsun?"

Bakışları Clifford ve Albert'e kaydı. İç çekti ve yeniden bana baktı. "Bunu sonra konuşalım olur mu?" dedi. "Şu anda ailemizin dışında olanlar var."

"Ailemiz?" dedim tek kaşımı kaldırarak.

"Dışında?" dedi Clifford. Vampir lordu başını salladı. "Üstüne bastınız," dedi alayla. Elini havaya kaldırdı ve salladı. "Wulf!"

Büyük salonun çift kanatlı kapısı açıldı ve Wulf içeri girdi. Hızlı adımlarla vampir lordunun yanına geldi. "Lordum?" dedi saygıyla.

"Bugün Limuzini hazırlat."

"Emredersiniz Lordum. Başka bir isteğiniz var mı?" dedi Wulf. Vampir lordu başını salladı. Bana baktı. Süzmesi hiç hoşuma gitmemişti. "Tylor'a göre bir takım elbise bul." Yüzümü buruşturdum. Neden takım elbise giyiyordum ki?

"Neden takım elbise giyiyordum?" dedim kaşlarımı çatarak.

"Siz kurtlar dişilerinizin elbiselerini mi giyersiniz?" dedi alayla. Beni yeniden süzdü. "İyi bir fiziğin var. Sana onlar yakışmaz. Takım elbiseyi, elbiselerden daha iyi taşırsın. Ama giymek istersen, ben de görmek isterim." O pis aklından ne geçiyor hiç merak etmiyordum.

"Kapa çeneni!" dedim sertçe. "Beni nereye götüreceksin de takım elbise giymemi istiyorsun?" Gülümsemesi büyüdü. Omuzlarını dikleştirdi.

"Konseye," dedi alayla. "Vampirlerin Konseyine."

Siktir!

Bu adam neyin peşinde?

___

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top