-Başlangıç-

-25.04.2002-

Aylin Kayaaslan'ın günlüğünden;

" Bugün kucağıma hayallerimden de güzel bir bebek bırakıldı. Bembeyaz bir yüzü, insanın içini açan bakışları var. Bu satırları yazarken o her şeyden habersiz yanımda uyuyor.

Bugün sonsuz sadakatle bağlı olduğum eşimin başka bir kadından çocuğu olduğunu öğrendim. Beni aldattığını bile fark edemeyecek kadar kör durumdaymışım.

Bugün yanımda uyuyan bu güzel bebek bir ihanetin çocuğu. Kocamın bana olan ihanetinin. Bu sanki normal bir şeymiş gibi ihanetin çocuğuna annelik etmem isteniyor. Koskoca turizmciler kralı Haldun Kayaaslan'ın oğlunun gayrimeşru bir çocuğu olduğu ortaya çıkarsa her şey bitermiş.

Bugün benim kızım Hera'nın bir kardeşi oldu, adı bile olmayan bu güzel bebek. Annesi onu kapımıza bırakmasaydı Serdar başka bir kadından bebeği olduğunu bile bilemeyecekti. Çok öfkeliyim, hem de çok. Aldatıldığım için mi öfkeliyim, güvendiğim için mi bilemiyorum. Öfkemi yenmek zorundayım çünkü bu bebek kimsesiz. Onu bugün buraya annesi 7-8 yaşlarında bir sokak çocuğuyla yollamış. Bu bebeğe annesi bile sahip çıkmıyor.

Bugün bu bebeğin annesi ben oluyorum. Adını Vera koyacağım, isminin anlamı gibi arkada kalsın istiyorum.


Aylin "

-15.01.2018-

 İstanbul Teknik Üniversitesi'nde hayat aynı sıradanlığı ile ilerlerken kumral saçları beline uzanan, fiziğiyle bir prensesi andıran güzel kız elindeki kahvesi ile okul bahçesindeki çimlere ilerledi. Her zaman olduğu gibi yalnızdı, çok arkadaşı olmazdı. Elindeki notlarını gözden geçirirken iki kişinin onu gözetlediğinden habersizdi. Hatta her gün o nereye giderse bilen bu iki adam, kızın hayatını değiştirecekti.

"Ne diyorsun, sence tamam mı kız? Zeki bir şeye de benziyor, ben kaçırmayalım derim." dedi biraz daha sarışın ve olgun gözüken adam. Çalıların ardından yine kızı izliyorlardı. 

"Ne okuyor demiştin, fizik miydi?" diye sordu beyaz tenine zıt koyu renkli gözlere sahip olan. 

"Aynen öyle, fakülteden arkadaşların söylediğine göre profesörlerle çalışıyormuş. Bizim karşısında dilimizin tutulduğu soruları bile çözüyor diyorlar. Zaten notlarına baktım, hep AA alıyor. Beyin takımına destek çıkar, kesinlikle bu kız ekipte olmalı." diye ekledi diğeri.

Koyu gözleri olan başını salladı, elindeki kağıda göz gezdirdi. Kağıtta kızın bilgileri vardı. Annesi onu çok küçükken yetimhaneye bıraktığı için kız ailesinden kimseyi tanımıyordu. Geçimini sağlayabilmek için geceleri sade bir mekanda canlı müzik yapıyordu. Gündüzleri deli gibi fizik çözen kız, geceleri bir sahne sanatçısına dönüşüyordu. Yüzü ve fiziği de oldukça güzeldi.

"Tamam ekibe katılması için işlemleri başlat. Bu kız uygun. Kod adı Cindy olsun." dedi koyu gözleri olan ve ekibi kuran adam. 

"Sendeki bu espri anlayışı var ya.." diyerek ve söylenerek uzaklaştı sarışın olan. Şimdi ekibe katılması için kızı o ikna edecekti. 

Aynasızlar ekibinin üçüncü üyesi Cindy olmuştu. Kalan üyeler de koyu gözlü adamın kafasında aslında belirgindi. Sadece doğru zamanı bekliyorlardı. Serçe ve Kar Tanesi'nden sonra Cindy'nin ekibi çok iyi tamamlayacağını düşündü. Arkasına dönerek elindeki diğer kağıtlara göz gezdirdi. Sırada İstanbul Üniversitesi tıp fakültesinin zeki çocuğu vardı. Buradan çıktıktan sonra onu gözlemlemeye gideceklerdi. Bu ekibin iyi bir cerraha ve hatta jokerlik yapacak birine ihtiyacı vardı. Çocuğun kağıttaki resminde göz gezdirirken kurucunun aklından bunlar geçiyordu. Kağıdı biraz daha incelediğinde çocuğun kimya öğretmeni olan annesiyle tek başına yaşadığını gördü. Babası o çok küçük yaştayken onları terk etmişti. Tam da bu ekibi tamamlayacak biri, diye geçirdi içinden koyu gözlü adam. O bunları düşünürken sarışın adam yanına döndü. Gülümsüyordu. 

"Bu kızı ikna etmek tahmin ettiğimden de kolay oldu. Yarın seninle olan görüşmesini ayarladım. Cindy tamam yani. Sırada şu kimyacı çocuk mu var?" dedi karşısındaki adamın elindeki kağıdı işaret ederek. Koyu gözlü adam yan döndüğünde Cindy hala uzaktan onları izliyordu. Bu teklifi kabul etmesinin tek nedeni başından beri koyu gözlü adamı görmesiydi. Onun peşinden gitmek istiyordu. 

"Evet Cemil, sırada grubumuzun joker elemanı var. Element hiç de fena bir isim olmaz onun için." dedi koyu gözleri olan adam ve okul çıkışına ilerlediler. 

Cindy onlar giderken kendi kendine sayıklıyordu. "Keskin'lerden olacağım, hayatım değişecek." 

... devamı gelecek 

-15.05.2021-

Sabahın ilk ışıklarıyla sert yağmur damlaları kentin sokaklarına çarparken gri çalar saatin sesi kulaklarımda yankılandı. Akrep ve yelkovan her zamanki yolunda ilerlerken zor da olsa gözlerimi açıp doğruldum. Saat 06: 50'yi gösteriyordu. Annem ve babam gittikleri iş seyahatinden bu akşam döneceklerdi, sabah bu yüzden yine yalnızdım. Hızlıca okul için hazırlandım, kahvaltı etmeyi hiçbir zaman sevmezdim. Yağmurun hızlandığını camdan gelen seslerden anladım. Elimi çabuk tutup çıkmam gerekiyordu, daha Beyoğlu'ndan Beşiktaş'a doğru bir yolum vardı gidilecek. Telefonumdan Dila'nın mesajlarını kontrol edip kitaplarımı aldım. Yine benden önce okula gitmişti, bekletmemem için söyleniyordu. Dila benim bu hayattaki tek dostumdu. Miras meselesi yüzünden zaten neredeyse hiçbir akrabamızla görüşmüyorduk. Fazlasıyla yalnız görünebilirdim ama bu benim tercihimdi. Kaldırımları büyük adımlarımla arşınlarken aceleyle çıktığım için şemsiyemi unuttuğumu fark ettim. Yağmurdan sırılsıklam olacaktım. Güne puanım şimdiden eksilere düşmüşken kendimi kalabalığın içinden son anda otobüse attım. Otobüs ağır ağır ilerlerken kulaklıklarımı taktım ve kendimi müziği akışına bıraktım.

  Mimar Sinan üniversitesi büyük tabelası gözüme çarparken hızlı yağmur altında ıslanmadan kapıya ulaşmaya çalışıyordum. Kitaplarım ıslanmasın diye gösterdiğim çaba işe yaramıyordu. Büyük bir çanta almadığım için kendime kızarken görüş açıma bir şemsiye uzandı. Siyah şemsiyesini bana uzatan tanımadığım simaya baktım.

"Buna ihtiyacın var sanırım" dedi hafif alaycı bir tavırla. Zihnimi hızlıca taradım, onu daha önce buralarda görmediğime emindim. Öğrenci olamayacak kadar değişik bir tarzı vardı. Bu karşılaşmayla kitaplarım daha da ıslanmaya başlayınca şemsiyeyi elinden aldım. Gülerek sözüne devam etti.

"Şemsiyeyi aldığına göre beni aklında tut, kaderlerimiz bağlandı artık"

"Siz Neyden bahsediyorsunuz?"

"Bilmiyor musun yoksa, bir Japon inancına göre yağmur yağarken bir erkek bir kadına şemsiye uzatırsa kaderleri bağlanırmış"

"Öyle mi, çok komikmiş. Şimdi bana gerçekten iyilik yapmak istiyorsanız yolumdan çekilin de dersime yetişeyim. "

"Tabi, iyi dersler esmer kız. Senden bir şemsiye alacaklıyım. "

Cümlelerinin ardından göz kırparak uzaklaşan yabancıya baktım. Fazla samimi ve ne demeliydim, etkileyiciydi. Bana göre uzun olan boynuna, geniş omuzlarına ve kumral saçlarına bakarken hızla kafamı sallayıp önüme döndüm. İlk dersim klasik arkeolojiydi. Okuldan girip koridorun sonundaki dersliğe ilerledim. Dila sınıfta beklediğine dair mesaj atmıştı. İçeri girip arka sıraya geçtim ve şemsiyeyi kaloriferin yanına bıraktım. Yanına çantamı ve kitaplarımı bırakmamla Dila'nın ölümcül bakışları beni buldu.

"Neredesiniz siz Vera Hanım, bir gözü toprağa bakan yakışıklı profesörümüz Kemal Bey'in dersine geç girme basiretsizliğinde bulunacaktınız neredeyse." Dedi telefonunu sıraya bırakarak.

"Sorma ya, yağmur çok kötüydü anca geldim. Kapıda garip bir şey oldu. " Dila'nın yanına yerleşip tam gizemli beyi ona anlatacakken profesörümüz kapıda belirdi. Dila'ya sonra anlatırım bakışı attım ve gözlerimi kürsüye çevirdim. Ders dinlemeye çalışırken gözüm kitabımın ıslak uçlarına çarptıkça aklıma olanlar geliyordu. 45 dakika sonra ara verdik, kahve almam gerekiyordu. Hemen kantine geçtik. Dila soran bakışlarla olayı anlatmamı beklerken telefonum çaldı. Arayan halamdı, şaşkınlığımı gizleyemedim. Kaç senedir halamla görüşmediğimi hatırlayamıyordum bile. Merakla telefonu açtım. Halamın endişeli sesi kulaklarıma ulaştı.

"Vera hemen hastaneye gelmen gerekiyor, babanlar dönüş yolunda bir kaza geçirmiş."

"Ne kazası hala, neredesiniz çabuk söyle" Halam hızlıca yeri bildirirken dersliğe doğru koşuyordum. Dila yanımda konuştuklarımızı duymuştu ve peşimden geliyordu. Gelmemesi gerektiğini söylesem de beni dinlemedi ve okulun önünden bir taksiye bindik. Neden halamı aramışlardı, neler olmuştu bilmiyordum. 10 dakika yol bana asırlar gibi geldi. Hastaneye geldiğimizde Dila'nın resepsiyondan öğrendikleriyle yukarı çıktık. Beklemediğim bir kalabalık. Gözlerim bana tanıdık olan tek kişiye çevrildi, avukatımız buradaydı. Yavuz abi annemin üniversite arkadaşıydı, yıllardır avukatlığımızı yapıyordu ve sık sık bize yemeğe gelirdi. Hızla yanına gittim. "Neler oluyor Yavuz abi, niye herkes burada?" dedim endişeyle. Elini omzuma attı. "Sakin ol Vera, otur şöyle" diyerek beni yatıştırmaya çalıştı. "Neler oluyor dedim" sesimi yükseltmiştim. Herkes sessizdi. Halam da yanıma geldi ve destek olmak ister gibi elimi sıktı. Korku içinde yineledim. "Yavuz abi babamlara bir şey mi oldu?"

Bu sözlerimin ardından Yavuz abinin ağzından dünyamı alt üst eden o iki kelime çıktı. "Onları kaybettik" Olduğum yere yığıldım, gözlerim kapanırken etrafta sadece bir uğultu vardı.

---

Halam elinde yemeklerin bulunduğu işlemeli tepsi ile odama girdi, yeni uyanmıştım. Başımda bekleyen Dila'ya baktım, o da çok yıpranmıştı. Cenaze için gelenler gittikten sonra kendimi odama atıp hemen uyumuştum. Hava karardığına göre uzun süreli uyuyordum. Babam ile annemin turizm şirketi yönetimi bana kalmıştı. Aslında tek varis ben değildim, yıllardır yüzünü görmediğim hatta sesini bile duymadığım bir ablam vardı. Ben daha ilkokuldayken okuması için Kanada'ya dayımların yanına gitmişti ve bir daha dönmemişti. Neden gittiğini hala bilmiyordum. Halam ona ulaşıp babamların öldüğünü ancak sabah haber verebilmişti. Geleceğini söylemiş fakat ben bunu yapacağını hiç sanmıyorum. Zorlukla çorbadan bir yudum aldım, halam çalışma masamın sandalyesinde oturmuş beni izliyordu. Tüm cenaze işlerini hallettiği için ona minnettardım, bir haftadır da yanımda kalıyordu. Halamın çocukları yani konuştuğum tek kuzenlerim Ege ve Ece de buraya gelmişlerdi. Bana destek olmalarına çok şaşırsam da kimseye bir tepki veremiyordum. Halam söze başladı.

"Yavuz Bey aradı az önce, birlikte şirkete gitmeniz gerekiyormuş. İşler çok aksamış. Zor biliyorum Vera'cığım, istersen enişten bu işlerle ilgilenir. Ona vekalet vermen  gerekiyor. "

Daha annem ve babamın bir daha dönmeyeceği gerçeğini atlatamamışken şirkete gidip patronluk yapamazdım. Zaten hiçbir zaman o şirketin başına geçmek istememiştim, babamın tüm ısrarlarına rağmen turizm yerine arkeoloji okumaya başlamıştım. Bu yüzden bu vekalet işini kabul edecektim.

"Tamam, ne gerekiyorsa yarın getirsinler imzalayayım. Şirketle ilgilenmek istemiyorum. " Dedim ruhsuzca. Annemle babam bin bir emekle kurmuştu orayı biliyorum, otel açılışında annemin nasıl heyecanlandığı dün gibi aklımda. Kendimi kötü hissetsem de orayı devralmaya hazır değildim. Halam başını sallayıp odadan çıktı, Dila tekli koltukta uyukluyordu. Daha fazla yiyemediğim için tepsiyi bir kenara bakıp yüzümü pencereme döndüm. Kalorifer kenarında siyah şemsiyeyi görmemle kaşlarım çatıldı. Ayağa kalkıp elime alınca Dila bana döndü.
"Okuldan çıkarken aldım ben, senin değil miydi yoksa o?" diye sordu. Olanlar hızla gözümün önüne gelince gülümsedim. Şemsiyeyi yerine bıraktım. Eminim ki o gizemli bey artık kaderlerimizin bağlanmasını istemiyordu.

Bugün ablam arayıp en kısa zamanda geleceğini söyledi. Ona karşı hiçbir şey hissetmiyordum. Halam yarın evine dönmesi gerektiğini söylediğinde sessizce başımı salladım. Benim için yeterince yorulmuştu. Ege ve Ece ile salonda oturuyordum. Beni güldürmek için her şeyi yapıyorlardı ama keyfim yoktu. Ece çay getirmek üzere mutfağa yönelince ben de telefonu almak için odama çıktım. Merdivenlerden inince mutfaktaki sesler kulağıma çalındı. Ece ve halam aralarında konuşuyorlardı. Ece'nin sabırsız sesini duydum ve durdum.
"Anne yeter artık bu gece dönelim, şu suratsız kız için her şeyi yaptık.Sıkıldım ben"
Şaşkınlıkla kapıya iyice yaklaştım. Halam cevap verdi.
"Babanın her şeyi halletmesini bekliyoruz kızım, şüphelenmemesi lazım. Rol yap azıcık"
Duyduklarımla hızla mutfağa girdim.
"Neyden şüphelenmeyecekmişim hala?"
İkisi de şaşkınlıkla bana baktılar. Yakalanmanın verdiği ifade ile Ece bana bakarken halam söze girdi.
"Yanlış anladın Vera, biz başka bir şeyden bahsediyorduk" Güldüm.
"Ben gayet doğru anladım. Bunca zaman bana yardım ettiniz, hepsi zorunluluktan mıydı? Ne yapmaya çalışıyorsunuz siz?" Ben sesimi yükseltince Ece kaşlarını çatarak araya girdi.
"Öyle bağırmadan bir dur önce, annem kaç gündür senin için neler yaptı. Nankör."
Sinir katsayımın yükseldiğini hissettim.
"Neler çevirdiğinizi sordum, olayı başka yöne çekme." Sesleri duyan Ege mutfağa geldi. Ece'nin ise sabrı kalmamıştı görünüşe göre.
"Eh, yeter ya. İmzasını aldık zaten anne, neyden kaçıyoruz hala. Bu buz kraliçesi havalarına katlanamıyorum artık"   Duyduklarımla şaşkınca dudaklarım aralandı.
" Vekalet için verdiğim imzayla bir şey mi yaptınız, ne demek oluyor bu?" Ege kolumu tutarak beni sakinleştirmeye çalıştı. Bu hikayede sanırım o masumdu. Halam cevap verdi.
"Tabiki hayır Vera, Ece ne dediğini bilmiyor." Ece'nin kolunu tutarak ona kaşlarıyla işaret etti. Bir şeyler döndüğünü anlamıştım. Salona geçip telefonumdan Yavuz Abi'nin numarasını tuşladım.
Çok çalmadan açtı.
"Yavuz abi, şirket işleri halloldu mu? Eniştemin neler yaptığını bilmek istiyorum." Diğer tarafta Yavuz abinin sıkıntıyla nefes verdiğini duydum.
"Vera, bu konuda ben de seni arayacaktım. Müdahale edemediğim şeyler oldu. Keşke vekalet vermeden önce bana da danışsaydın. İmzaladığın kağıda bakmadın galiba?"
Bu konuşma hoşuma gitmiyordu.
"Hayır bakmadım. Bana sıradan bir vekaletname olduğunu söylediler. Neler oluyor açık açık söyler misin Yavuz abi?"
"Şirketin yönetimini enişten devralmış. Mirasını senden alabilir. İmza attığın kağıtta tüm yetkileri ona verdiğin yazıyormuş."
Şaşkınla donakaldım, hiç dikkat etmemiştim kağıda. Şimdi halamın sözleri anlam kazanmıştı. Bana çok kötü bir oyun oynamışlardı. Yavuz abinin telefonda seslenmelerini duysam da kulak asmayıp kapattım. Şemsiyemi ve montumu alıp arkada kalanlara bakmadan evden çıktım. Son hızla bu olanlardan uzaklaşmak istiyordum. Beyoğlu sokaklarında nereye gittiğime bakmadan dolaşmaya başladım. Gözyaşlarım istemsizce döküldü gözlerimden. Ailemden bana kalan tek şeyi kaptırmak üzereydim. Telefonum sürekli çalıyordu. Dayanamayıp tamamen kapattım. Dila ile bile konuşmak istemiyordum.

Hafif çiseleyen yağmurun altında uzun süre yürüdüm. Kafamı kaldırıp karşı caddedeki tabelalara baktığımda Dolapdere'ye geldiğimi fark ettim. Buraya fazla takılmazdım ama şu an ne yapacağımı bilemez haldeydim. Daha fazla düşünmeden ara sokaklara daldım. Sokak kenarlarında kendi halinde birçok insan vardı. Bir anlığına keşke onlardan biri olsam diye düşündüm. Kediler kenarlarda konaklıyorlardı. Şehrin her zerresinin hissedilebildiği bir semtti burası. Yağmur hızlanınca tentelerin altında yürümeye başladım. Hava da kararmak üzereydi. Çok yürüdüğüm için dönüş yolu gözümde büyüyordu. Çantamı da yanıma almadığım için mutlaka dönmek zorundaydım. Bir sokak daha geçtikten sonra karşımdakinin çıkmaz sokak olduğunu gördüm. Tam arkamı dönmüştüm ki bana gülerek bakan üç adam fark ettim. Üzerime doğru yürüyorlardı. Sarsak adımlarından içkili olduklarını anladım. Göz temasını keserek adımlarımı hızlandırdım. Ters yönde son hızda ilerliyordum ki adamlardan biri koluma dokundu. Yüzündeki iğrenç gülümsemesiyle konuşmaya başladı.
"Hişt güzellik, yolun buralara düşmüşken gel bizim misafirimiz ol. Çok iyi ağırlarız seni."
Hep birlikte gülüşmeye başladılar. Kolundan kurtulup ilerleyecekken diğeri önüme geçti. Benimle eğleniyorlardı. Sesimi yükselttim.
"Hemen çekilin önümden. Sonunuz kötü olur."

Bu sözlerimin üzerine kahkaha atmaya başladılar. Ne yapacağımı bilemiyordum. Etrafımı sarmışlardı.
"Bakın param falan yok çekilin yolumdan."
Önde olan konuştu bu defa.
" O zaman başka türlü ödersin güzelim"
Tekrardan üçü güldü. Elimde kendimi savunabileceğim sadece şemsiyem vardı. Hızlanan yağmura aldırmadan şemsiyemi savurdum ve önümdeki adama vurdum. Aynı anda da çığlık atmaya başladım, tek isteğim birinin duymasıydı. Diğer adam üzerime atılacakken arkadan güçlü bir el onu durdurdu. Baştan ayağa siyah giyinimli yüzünü tam göremediğim biri gelmişti. Onu gören adamlar benimle eğlenmekten vazgeçtiler ve ters yöne koştular. Kapüşonlu olduğu için hala yüzünü tam göremiyordum. Yanıma gelip "İyi misin?" Diye sordu. Hala titrediğimi fark etmemesini umarak cevap verdim. "İyiyim teşekkürler." Bu arada adam bana iyice yaklaşmıştı. Artık yüzünü görebiliyordum. Bu oydu! Şemsiyesini bana ödünç veren kişiydi. Peki neden bana tanımamış gibi bakıyordu?
"Aa sen o'sun, bana yardım etmiştin" dedim biraz kendime gelerek. Kaşlarını çattı. Ne diyorsun sen der gibi bakıyordu.
"Pardon, tanıyamadım."
" Nasıl ya, şemsiyenizi vermiştiniz bana. İşte bu elimdeki. Japon inancı falan demiştiniz hatta." Hatırlamasını isteyerek gözlerine bakıyordum. O ise hala yabancıydı.
"Karıştırıyorsunuz herhalde, neyse bir sorun yoksa hemen geldiğiniz yere dönün. Buraları sizin için fazla tekinsiz."
Beni nasıl hatırlayamıyordu? Bozulduğumu belli etmemeye çalıştım.
"Şemsiyenizi geri vereyim bari ben. Böyle çalmış gibi oldu" Elimdeki şemsiyeyi katlamak için kapattım, yağmur çok hızlı olduğu için deli gibi ıslanıyordum. Elimi kaldırıp şemsiyeyi yeniden açtı, şimdi ikimiz aynı şemsiyenin altındaydık.

Çok yakınımda duruyordu, ılık nefesi yanaklarıma çarptığında gözlerim biçimli dudaklarına kaydı. Kendime gelmek için bir iki adım gerileyince belimde olan elini indirdi.
"Şemsiye sende kalsın, ıslanırsın." Dedi ıslak saçlarıma dokunarak. Şemsiyeyi yeniden elime aldığımda arkasını döndü ve hızla uzaklaştı. Olabildiğince hızlı bir şekilde geldiğim yönde yürümeye başladım, hava tamamen kararmıştı. Telefonumdan saati kontrol ettiğimde yaklaşık 2 saattir yürüdüğümü fark ettim. Soğuktan dolayı üzerime bir yorgunluk çökmüştü. Dolapdere sokaklarını neredeyse koşarak geçiyordum. Geldiğim yolu bir solukta geri yürüyerek evimin sokağına girdim. Eniştemin arabası kapının önündeydi. Bir anlığına can korkusu olanları bana unutturmuştu. Eve geri dönmek demek, beni dolandıran insanları görmek demekti. İstemeyerek de olsa apartmana girdim. Anahtarlarımla kapıyı açtığımda karşımda Dila'yı gördüm. Sinirle yanıma ulaştı. "Neredesin sen Vera? Delirdik meraktan, herkes seni arıyordu." Islak şemsiyeyi ve montumu portmantoya bıraktıktan sonra Dila'nın soran bakışlarına aldırmadan salona geçtim. Kimseye hesap verecek halim yoktu. Salonda halamların olduğunu gördüm. Eniştem de çocuklar da buradaydı.
"Geldiğime göre evimi terk edebilirsiniz. Defolup kendi hayatınıza dönün. A ama bu evi de mi benden alacaktınız yoksa?"
Hepsinin şaşkın bakışları bana çevrildi. Halam ve Ege sıkıntılı görünüyorlardı.  Eniştem söze girdi.

"Sen beni yanlış anladın kızım, yetkileri almamın sebebi tamamen şirketin devam etmesi içindi. Uzun bir süre ilgilenmek istemeyeceğini düşündüm." Söylediği her söz bana yapmacık geliyordu.
"Niyetin yarın anlaşılır, yetkileri geri alacağım. Hemen yarın sabah hem de. Siz hiç merak etmeyin, babamın şirketini ben devam ettiririm."
Ece'nin kaşları çatılmıştı, belli ki benden böyle bir tepki beklemiyorlardı. Usul usul her şeyi onlara bırakacağımı düşünmüyorlardı umarım. Halam konuşmayı ele aldı.
" Vera gerçekten bizi yanlış anladın, sana yardım etmekten başka bir amacımız yok. Sen orası ile ilgilenmek istemediğini söylemiştin." Elimle durmasını istedim. Bu hikayeleri yeniden dinlemek istemiyordum. Yeterince yorulmuştum.
"Yarın sabah Yavuz abi ile yeni bir dosya düzenleriz, tüm yetkileri geri alırım. Tartışmak istemiyorum. Her şey için teşekkürler."
Odama çıkmak için merdivenlere yöneldim, Dila da peşimden geliyordu. Onların da toparlandığını duydum. Odama girer girmez kendimi yatağa attım. Arkamdan kapıyı kapatan Dila karşıma oturdu.
"Neredeydin tüm gün sen?"
Sorgu seansımız başladı.
"Bir şey yok, dolaştım biraz Dila. Lütfen bak çok yorgunum zaten. Uyumak istiyorum."
"Bu gece seninle kalayım mı, halanlar da gidiyor. Tek başına kalmamış olursun."
Beni düşünüyordu, ama ben yalnız kalmak istiyordum.
"Gerek yok, buraya kadar da boşuna yorulmuşsun. Evine dön Dila." Sıkıntıyla ofladı ama ısrar da etmedi. Işıkları kapatıp odadan çıktı ve birkaç dakika sonra kapı sesi geldi. Karanlık ve sessizlik çökünce gözümden dökülen yaşlarla kabus dolu bir uykuya sürüklendim.


Elimde dosyalarla Yavuz abinin ofisinden çıktığımda saat öğlene geliyordu. Bir an önce şu işlerin bitmesini istiyordum. Okulum bitene kadar şirketi yönetemeyecektim. Okulu yarıda bırakmak da istemiyordum. Yasal olarak yetkilerimi alacaktım ama yönetim işleriyle eniştem ilgilenmeye devam edecekti. En azından ben bunu yapmak isteyene kadar. Yavuz abi ile de konuşmuştuk, o da bunu destekliyordu. Halam da defalarca özür dilemişti sabah arayıp. Kabul etmekten başka daha iyi bir seçeneğim de yoktu zaten. Neredeyse üç haftadır okula uğramamıştım. Vizeler yaklaşıyordu. Bugün son derslere katılacaktım. Dila her ne kadar ben senin yerine not tutuyorum dese de bir şeylerle uğraşmam iyi olacaktı. Evde kalıp her fotoğrafta ağlama krizlerine girmeyi bırakmam gerekiyordu. Sabah yağmur atıştırdığı için şemsiyemi almıştım ama şimdi güneş tepedeydi. Otobüsle okulun yolunu tuttum. Kısa bir süre sonra okula doğru yürüyordum. Ağaçlı yoldan geçerken şemsiyem düştü. Yerden alırken karşıdan gelen tanıdık yüzü gördüm. Yine mi tesadüf?
"Pardon hanımefendi, şemsiyemi alacaktım?"


İyi okumalar, asıl karakterleri ayrıntılı bir şekilde ilerleyen bölümlerde işleyeceğim. Teşekkürler :)

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top