İşte buldun beni, tebrikler!
Duştan çıktığında, güneşin batmakta olduğunu gördü Nigar. Yorucu bir gün geçirmişti. Evinde yorgunluk kahvesi içerken, hiçbir şeyi düşünmek istemiyordu. Özellikle de o saçma sapan bilmeceleri hiç mi hiç düşünmek istemiyordu. Telefonun çalması, onun irkilmesine neden olurken ekrandaki Cansu ismi, rahat bir nefes almasına vesile olmuştu.
“Efendim canım!”
“Canım ne haber?”
“İyi, işte dinleniyorum!”
“Kaç gündür görüşemiyoruz, gelsene bana!”
“Olur valla, ben de sıkılmıştım! Tamam, hemen çıkıyorum! Bir şey lazım mı?”
“Sen gel yeter!”
Evden çıkarken kapıyı kilitlemeyi de unutmamıştı Nigar; çantasını kurcaladı, özellikle de kitabını almıştı yanına ve bu kitaba her baktığında, nedense o saçma sapan bilmeceler takılmıştı aklına. Reset çekti hemen ve aracına binerken dikiz aynalarını kontrol etti. En yakın arkadaşı Cansu, kaç zamandan sonra onu aramış ve evine davet etmişti. Hızla harekete getirdi aracı ve derin bir nefes alarak trafiğe aktı.
İlerdeki çevirme noktası, hızını düşürmesine neden olmuştu. Sinyallerini yakarak sağa çekerken polis memuru, hemen camın önünde bitmişti.
“Ehliyet ruhsat…”
Çantasını kurcaladı Nigar, alttan girdi üstten çıktı ama bir şey bulamadı. Polis, şüpheci bir şekilde ona bakarken Nigar, mahcup bir tavırla:
“Ya çantamdaydı en son ama…” deyip sustu.
“Torpido gözüne bakın!”
Eğildi ve torpido gözünü açtı Nigar, ehliyet ve ruhsatın olduğu minik çantayı çıkarıp gülümsedi.
“Kusura bakmayın, dalgınlık işte!”
Belgeleri kontrol eden polis memuru, tekrar uzatıp yol gösterdi. Nigar, telaşla belgeleri torpido gözüne bırakıp kapağı kapatmadan hareket etti. Bir gözü dikiz aynasında, bir gözü yolda ilerlerken irkildi. Sanki başından aşağı kaynar sular dökülmüş gibiydi; her ne kadar halden hale girse de Nigar, temkinli bir şekilde aracı sağa yaklaştırıp durdu. Polisin dediği aklını mıncıklarken gözleri, torpido gözünün açık kapağına kaydı. Yan koltuktaki telefonunu alıp fenerini yakarken:
“Yok canım, arabama kadar girmiş olamaz herhalde!” diye fısıldadı ve eğilip torpido gözünün içine baktı. Gördüğü harf, dudaklarını kanatırcasına ısırmasına neden olmuştu.
“Nasıl ya?”
Ansızın çalan telefon, onun zıplayarak korkmasına neden olmuştu.
“Allah’ın belası, kimsin sen?” diye bağırınca telefondaki şahıs,
“Bela okuma derim!” diye sakince karşılık verdi.
“Arabama nasıl girmeyi başardın?”
“Bunlar ufak detaylar Nigar! Bulduğun ne?”
“H…”
“Doğru! Sırada beşinci bilmecen…”
Hemen çantasından kitabını ve kalemini çıkaran Nigar, kesik nefesler alarak:
“Söyle!” diye sayıkladı.
“Beşinci bilmecen, ‘Temizliğin ABC’si, temizletir her hecesi…’”
Kapıyı açan Cansu, rengi kararmış ve benzi solmuş bir Nigar görünce şaşırmıştı; kendini boşluğa bırakırcasına koltuğa çöken Nigar, boş gözlerle etrafına bakınıyor ve ağlamamak için zor dayanıyordu. Arkadaşı her ne kadar sebebini sorduysa da diyemedi; belki onun da başı belaya girsin istemedi, belki inanmaz sandı ama bir şekilde geçiştirip konuyu dağıtmayı denedi. Fakat yine de Cansu’nun aklı ondaydı, onun bu esrarengiz ahvalindeydi.
Gözünü açtığı an, beyninin içinde çınlayan şiddetli sancıyla ve midesinin bulanmasıyla hızla yerinden fırladı ve lavaboya koştu. Böğürmesi ve akşam yediklerini lavaboya boşaltması, banyonun içinde yankılar yaratıyordu. Şimdi arkadaşı da uyanacak ve onun neden bu halde olduğunu sorup duracaktı. Birkaç kez daha midesini boşaltıma açtıktan sonra doğruldu ve elini yüzünü yıkadı. Beti benzi sararmış, gözleri iyice yuvalarına kaçmış, gözaltı torbalarında sarkmalar meydana gelmiş ve resmen şu birkaç günde yaşından büyük gösterir olmuştu. Havluyla yüzünü silerken morg geldi gözlerinin önüne; sonra mezarlıktaki karanlık ortam peyda oldu, torpido gözünden sanki bir canavar çıkıyor sandı ve gözlerini yumup iyice havluyu sürdü. Resmen kafayı yemek üzereydi. Kimdi bu adam ya da kadın? Ne istiyordu ondan? Neden ona musallat olmuştu? Kahve makinesinin düdüğüyle kendine geldi. Ne ara mutfağa geldiğini, ne ara kahve makinesini açtığını hatırlayamadı. Resmen zamanlar arası uçmuştu ya da beyni ona oyunlar oynuyordu. Gerçekten de iyi değildi. Kahvesini hazırlayıp cama yaklaştı. Birden bir tıkırtı duydu, adım sesleri geliyordu ve ensesinde beliren ürperme, bütün vücuduna yayılmıştı.
“Canım?”
Korkarak sıçrayınca elindeki kahve dökülüp üstündeki tişörtü lekeye çalınca Nigar, canı yanmasın diye hızla tişörtü çıkarmak zorunda kaldı. O çeviklikle nasıl bunu yaptı, aklı almıyordu. Cansu, tişörtü onun elinden alırken iri gözlerle onun suratına bakıyordu. Bu sessiz birkaç saniye, aslında her şeyi anlatır gibiydi. Tişörtü çamaşır makinesine atan Cansu, göz ucuyla ona yaklaşmakta olan Nigar’a baktı. Çamaşır suyunu eline aldığında:
“Beni korkutuyorsun Nigar!” diye fısıldamıştı.
“Ben de kendimden korkuyorum!” diyen Nigar, Cansu’nun elindeki çamaşır suyuna baktı. Markası bilindikti, ABC yazısını okur okumaz irkildi.
“Olamaz!” diye sayıkladı. Cansu, kısık gözlerle arkadaşının suratını inceledi. Nigar, bir şey demeden çamaşır suyunu aldı ondan; evirip çevirdi, her tarafına baktı, bir iz ve bir işaret aradı ama bir şey bulamadı. Aklına düşen şeyle refleks olarak harekete geçti. Kapağını açıp iç kısmına bakarken gözleri, adeta yuvalarını delip geçecekmiş gibi açıldı.
“A…” diye fısıldarken salonda çalan telefonun sesiyle irkildi ve hızla koştu. Hemen peşinden Cansu da gelmişti. Açtı telefonu, eli de sesi de titriyordu.
“A…” diye fısıldarken karşı taraftan gelen hırıltılı ses, saçları dahil bütün tüylerini diken gibi dimdik etmişti.
“Güzel! Son bilmecen geliyor.”
“Dinliyorum!” diyen Nigar, artık not almayı gerek görmüyordu.
“ABC’nin öğretildiği yerde, iki ters bir düzüm!”
Kapanan telefonun ekranına, nemli ve ılık gözlerle bakıyordu Nigar. Cansu’nun yaklaşmasıyla, gözlerindeki nemi silerek kendine geldi. Direk aklına okul gelmişti. Cansu’ya bakıp:
“En yakın okul nerde?” diye sordu.
“Hemen arka mahallede, bir ortaokul var. Neler oluyor?”
Derin bir nefes alan Nigar, bir şey demeden hızla kapıya yönelirken Cansu, anlamsız gözlerle onun arkasından bakmıştı. Tam çıkacakken döndü Nigar, arkadaşının suratına doyasıya baktıktan sonra:
“Kahvaltıyı hazırla Cansu, ekmekleri alıp geleceğim!” dedi. Başını salladı Cansu, her ne kadar içi el vermese de, derin bir nefes alarak arkadaşının arkasından bakakalmıştı.
Rastgele bir sınıfa girmişti Nigar; okulun tatil olması, okulda kimsenin olmaması, canını iyice sıkmıştı. Peki neden kapı açıktı? Bunu anlayamıyordu. Girdiği sınıfa, etrafına bakındı. Ortalıkta ne bir iz, ne bir işaret vardı. Tahtadaki yazıyı es geçti, eğik bir şekilde yazılmış ismi pek umursamadı. Çalan telefonu, onu kendine getirmişti.
“Okul mu, okuldayım işte!”
"Birinci sınıfta mısın? Girişteki sınıf…”
“Evet, oradayım aşağılık herif! Yeter artık!”
“Bu son Nigar, az daha dayan! Birazdan kuş gibi özgür olacaksın!”
“Ne istiyorsun?”
“Etrafına iyice bak Nigar, bir şeyler olmalı!”
“Tahtadaki ‘Ahmet’ isminden başka bir şey yok!”
“Aklını kullanmadıkça, tekrar aramayacağım seni!”
Kapandı telefon, her ne kadar bağırıp çağırsa da Nigar, bir türlü sesini duyuramamıştı. Tekrar etrafına bakındı, pencereden öğrenci sıralarına… Evet, öğrenci sıraları… Muhtemelen işaret buradaydı, hızla her sıraya birer ikişer baktı, aradı durdu ama iz olabilecek hiçbir şey bulamadı. Öğretmen masası? Masayı da kontrol etti ve bir şey bulamayınca, iyice bir etrafına adapte oldu. Yazı tahtasının yanındaki fiş iplerine takıldı gözleri. ‘A’ ayrı yazılmış, ‘B’ farklı yazılmış ve ‘C’ başka bir yerdeydi. Birden gözleri parladı. Fiş ipine yaklaştı. ‘Konsey’ isimli kitabı çıkarıp bilmecelerden elde ettiği harfleri, fiş ipine yan yana dizdi. Çıkan harfler, ‘TEMHA’ diye bir şeye işaret ediyordu.
“Ne ki bu TEMHA?”
Birden gizemli şahsın dedikleri geldi aklına; ‘iki ters bir düzüm’ lafı çark etti beynine ve gözlerinin kamaşmasına neden oldu. Birden harflerin yerleriyle oynadı Nigar, evirip çevirdi, tutup değiştirdi ve en sonunda gördüğü isim, aslında önceden tahtada yazılmış isimmiş, anladı.
“AHMET” diye fısıldarken telefonun çalması, yutkunmasına davetiye çıkarmıştı.
“Ahmet mi senin adın?”
“Adımı öğrendin, şimdi beni çıkar yerimden!”
“Nerdesin sen ya?”
“Kömürlükte… Gel ve benimle tanış!”
Telefonun kapanmasıyla Nigar, çantasına odaklandı. Çıkardığı bıçağı cebine yerleştirip telefonun fenerini açtı. Sanki son yolculuğa çıkacakmış gibi ‘Konsey’ isimli kitabın kapağına elini sürüp derin bir nefes aldıktan sonra hışımla kapıya yöneldi.
Merdiven basamaklarını inerken, sanki düşmanıyla yüzleşmeye gidiyormuşçasına öfkeli, intikam duygusunun kara örtüsüne bürünmüş bir edayla adımlarını atıyor ve basamakları ezercesine aşağı iniyordu. Ahmet denilen adamı ya öldürecek, ya derdest edip polislere teslim edecek ya da kendi ölecekti! Ama bugün, her şey burada sona erecekti. Attığı her adım, aldığı her nefes ve ettiği her hareket, sanki bu sona hizmet ediyordu. Kömürlüğün olduğu bodrum katına indiğinde, onu koyu bir karanlık karşıladı. Durdu yerinde,
“Ahmet!” diye seslendi.
“Geldim işte! Nerdesin Allah’ın cezası?”
Hiçbir belirti, hiçbir ses yoktu; fenerle etrafını yokladı, görünürde bir şey, kimse falan yoktu. Derin bir nefes alırken duyduğu tıkırtı sesi, yanından geçen bir şeyle içi gıcırdadı ve hemen feneri doğrulttu. Yerdeki sıçanın kaçarak saklanması, Nigar’ın yüreğini ağzına getirmeye yetmişti. Sıçrayarak geriye doğru bir adım atmasıyla bir şeye çarpması bir oldu. Birden paldır küldür yere düştü Nigar. Üstüne bir şey düşmüştü, bir şeyin altındaydı ve ağırlığını hissediyordu. Telefonun fenerini, üstündeki şeye doğru tutunca çığlığı bastı. Dili kökünden sökülürmüşçesine bağırmıştı, çenesi koparcasına haykırmıştı ve üstündeki ağır şeyi, hızla kenara atmaya çalıştı. Telefonun feneriyle iyice baktı. Bu bir cesetti ve kanlar içindeydi. Üstü başı kana bulanmış, elbisesi kan içinde kalmıştı. Duyulan siren sesleri, sararmış yüzünün korkudan fır dönen göz bebeklerini ileriki kapıya dikmişti. İçeri doluşan polisler, ona silah doğrultup:
“Teslim ol!” diye bağırırken Nigar, neye uğradığını şaşırmıştı.
Polisler eşliğinde dışarı çıkarılırken Cansu, hızla ona yaklaşmak istedi ama polisler, ona izin vermedi.
“Ben öldürmedim, öldürmedim ben onu!”
“Maktul Ahmet Aslan’ı, geçen ay işten çıkarmışsınız! Neden öldürdüğünüzü, merkezde açıklarsınız!”
“Ben öldürmedim!” diye sayıkladı Nigar, bir polisin elindeki delil poşetine baktı. Kendi bıçağıydı ve kana bulanmıştı. Yaşlı gözleriyle etrafına bakınırken neye uğradığını şaşırmış hali, her geçen saniye kat be kat artıyordu. Ahmet Aslan kimdi, onu ne zaman ve nasıl işten çıkarmıştı? Resmen beyni durmuştu. Bütün bunların mutlaka bir açıklaması vardı ama Nigar, robota bağlamış gibi beynini kullanamaz bir hale düşmüştü. Polislerden biri,
“Nigar Aksoy, Ahmet Aslan’ı neden öldürdünüz?” diye sorunca yaşlı gözleri, kayarak o polise takıldı. Bir şey diyemedi, ne diyebilirdi ki? Sustu sadece ve polis otosu hareket ederken o sustu, öylece sustu.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top