yirmi yedinci gün
İş yerine yorgun adımlarla gittim. Okuldan sonraydı, pert olmuş hissediyordum, okuldaki akıldan kıt insanlarla uğraştığım yetmiyormuş gibi şimdi de iş yerinde bu tip insanlarla uğraşacaktım. Bunların başını da Çiçek çekiyordu.
Kapıdan girer girmez onunla göz göze gelmiştim. Göz devirdim, gerçekten büyük bir andı doğrusu. Babasının mekânında elin kızını yıldırmaya çalışarak babasından intikam almaya çalışan zavallı Çiçek gözümde artık bir hiçti.
Emin adımlarla yürüdüm, eşyalarımı tezgâhın arkasından geçip içeriye bıraktım, bunu yaparken gayet soğukkanlıydım. Geri döndüğümde tezgâh arkasındaki işime başlamak üzere önlüğümü giymiştim.
Rutinleri gerçekleştirmek üzere kahve makinesine uzandığımda Çiçek'in sesini duydum. "Lavabodaki bulaşıkları unutma."
Kafamı çevirip lavaboya baktığımda orada sadece bir bardak ve bir çatal görmüştüm. İç geçirerek kahvelerin ayarlamasını yapmaya başladım. Kaplardan boşalanları doldurdum.
Kafam dopdoluydu. Her zaman olduğu gibi. Dün akşam eve gidince onu aramıştım, ama yine ulaşamamıştım. Evet, o dramatik çıkışı yaptıktan sonra bile karizmamı çizmek zorunda kalmıştım. Merak, daha doğrusu sevgi ve özveri böyle bir şeydi. İnsanların üstünü örttüğü, başka bir kalıba soktuğu sevgiyi ben onlardan daha farklı yaşıyorum ve bundan gocunmuyorum. Dışarıdan beni terk etmiş gibi görünen bir adamı yana yakıla bekleyerek onurumu katlediyormuşum gibi görünüyor olabilirim. Ama birini kalbine almak zordur aslında, birini o kalpten atmak kadar zordur.
"Münevver oraları paspaslamayı unutma!"
Çiçek'in sesi bütün dikkatimi dağıtmıştı.
Bunun derdi neydi? İş yerindeki hiyerarşiye göre bunları emretme konumunda değildi. Onu küçük görmüyordum ama sadece bir garsondu, babasının konumunu göz önünde bulundurmazsak emirleri alabilecek olan oydu.
"Paspas senin işin!" diye bağırdım.
Kahve kavanozlarını silmeye başladım, kavanoz kapakları kirli görünüyordu.
"Münevver oraları paspasla!" dedi bir kez daha. Sesi daha yakından geliyordu. Önüme bakmaya devam ederken aynı ses tonuyla konuştum ben de. "Paspas benim işim değil. Ayrıca ne zamandan beri senden emir alır oldum ki?"
"Münevver!" diye hırladı.
"Ne?" kafamı arkama çevirdiğimde oradaydı. Sinirden yanakları kızarmıştı.
"Paspas!"
"Sesindeki isyanı sevmedim Çiçek. Paspasın yerini biliyorsun da hem.. İçeride kapının arkasında." Gözümle arkada kalan kapıyı işaret ettim.
"Sen.."
"Ne, ben? Geçen çıkardığın olayın ardından bir de bana iş buyuruyorsun, ne dememi bekliyorsun? 'Tamam, olur Çiçek hanım...?'" Birkaç adım atıp tezgahın önüne geçtim, Çiçek'in tam karşısında durdum.
"Bana bak... Buranın sahibi Fatih beydir. Sen de burada sadece bir çalışansın, tıpkı benim gibi. Kendine gel ve saçmalamayı kes artık! Tavırların hem sana hem de babana zarar veriyor!"
Alayla güldü. Gözü alay dolu bir ifadeyle karardı. "Ben ne yaparsam yapayım babam beni atmaz. Ama sen bu tavırlarınla ömür boyu yalnız kalacaksın! O herif buraya her Allah'ın günü senin için mi geliyor sanıyorsun?"
Beni kışkırtmaya çalışıyordu. Ona yenildiğimi görmek istiyordu. "Bunun hangi kısmı seni alakadar ediyor? Lütfen işine dön. Paspas, dediğim gibi... Kapının arkasında."
Alaylı ifadesi yüzünde genişledi. Dişlerini göstererek güldü. "Beyza çıkana kadar bekliyor..." dedi. "Sonra o da Beyza'nın arkasından çıkıyor. Sen de yazık... Hala onun sana dönmesini bekliyorsun.."
Ona sırtımı dönmeden önce bağırdım. "Paspas! Çiçek..."
Gözlerime dolan yaşları içime akıttım, aklıma dolan şüphenin zehrini de. O bunu görmemeliydi.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top