yirmi dokuzuncu gün

Evden okul için çıkıyordum. Kapıyı kilitlerken evimin zilinin kapının içinden çalındığını duydum. Muhtemelen aşağıdan çalıyorlardı. Hızlı hareketlerle kilitleme işini bitirip iki katı aynı hızı adımlarıma yansıtarak indim. Kapının önünde gördüğüm manzara hem çok ilginç hem de çok güzeldi.

Ali, bir kadının kucağındaydı. Kadının yanında isminin Hilmi olduğunu şimdi hatırladığım "dayı" da duruyordu. Ali'yi görmüş olmanın sevincini damarlarımda hissettim, kalbimin çok hızlı attığını fark ettim.

Hızlı adımlarla yanlarına gittim.

Sevinçli bir nidayla "Onu bulmuşsunuz!" dedim.

Kadın konuştu, muhtemelen annesiydi Ali'nin. Birbirlerine çok benziyorlardı.

"Evet... Onu bulduk.." dedi.

Sorup sormamak arasında tereddüt etsem de sordum. "Nerede?"

"Babası onu..." Kadın Ali'ye baktı. "Attaya götürmüş."

Ali'ye çevirdim gözlerimi. Sessizce bana bakıyordu. Ona gülümsedim.

"Ali sizi görmek istedi." dedi kadın. Gözlerinin kızardığını gördüm. Hatta dolduğunu da. "Adınızı da bilmiyor..." deyip bir anlığına gülümsedi. "Pencerenizi gösterip bir şeyler söylüyor ama anlayamadım."

"Adım Münevver." dedim, kadının gülüşü genişledi.

"Ben de Ayten. Hilmi'yle tanışmışsınız.."

Kafamı salladım, yorgun gözlerle hala sessiz duran adama baktım. Gülümsedim ona da. "Ali'yi bulduğunuza çok sevindim. Peki babası..." diye soracak oldum.

Anne araya girdi. "Baba attaya gitti..."

Hilmi bir adım bana yaklaştı. "Konuşabilir miyiz biraz?" diye sordu.

Ona kafamı salladım ve onunla beraber Ali'den ve annesinden birkaç adım uzaklaştık. Hilmi önce Ali'ye baktı, sonra bana döndü. "Babası tedavi görüyor.." dedi.

"Akıl hastanesinde mi?" diye sordum, ifadesiz bir bakışla yüzümü tarayıp kafasını sağa sola salladı. "Hayır.. Yani kendisini pek sevmem ama yaptığı şeylerin mantıklı bir açıklaması olduğunu söyledi... Hastaymış."

Kaşımı kaldırıp anlamaz bir ifadeyle sordum. "Ne hastası?"

"Kansermiş, son evrelere gelmiş artık. Tedavi de olmamış, bunalıma girmiş. Bundan dolayı kendisinden bir iz kalmasın istemiş giderken. Ali'yi de yanında götürmek istemiş vesaire... Doktor fazla yaşamayacağını bize de söyledi. Ali'nin yanında elimizden geldiğince hassas davranmaya çalışıyoruz..."

"İz bırakmak istememiş mi?" diye sordum, kafasını salladı.

"Evet, ablamdan da bundan dolayı boşanmak istemiş zaten. Hastalığı ilk öğrendiğinde bir süre uzaklaştı, sebepsiz şekilde. Ablam boşanmayı kabul etmedi falan. Sonra geri döndü bir gün. Tavırları bir garipti, bakışı bile değişmişti..." deyip durakladı. "Belki sana garip gelebilir ama ablamı çok severdi. Böyle deyince de ölmüş gibi bahsediyorum ondan ama... Değişti işte. Hastalık süreci onu kötü etkiledi. Eğer en başında bunu ablamla paylaşsaydı belki de şu an her şey daha farklı olurdu. Ama o kendi başına karar verdi ve uzaklaşmayı seçti. Çözülür sandı, ama bu arada tedavi bile olmadı. Hastalığı kabullenmeye çalıştı ve kabullendiğinde de psikolojisi iyice bozuldu..."

Kalbimin ortasına oturan cümleler Hilmi'nin ağzından döküldükçe boğulduğumu hissettim. Onun anlattıkları bana kendimi suçlu hissettirmişti. Suçluydum, insanlara yalnızca gösterdikleri yüzleriyle karşılık vermiştim. Ali'ye baktım. Minik gözlerinde kayboldum.

Murat geldi aklıma yine. Ali'ye baktım, Murat'ı gördüm.

Hilmi'ye baktım Murat'ı gördüm.

Ayten'e baktım yine Murat'ı gördüm.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top