yirmi altıncı gün
Okula yürürken aklımdan birçok şey geçiyordu. Faturalar yatacaktı, babama bir miktar para gönderecektim, halam bana bir miktar para gönderecekti onu çekip birkaç ihtiyacımı karşılayacaktım, akşam Yeliz'e gidecektim... Beynim bir o kadar doluyken bedenim de bir o kadar büyük bir boşluğun içindeydi.
Murat'ı göreli iki gün olmuştu ama onu hala deli gibi merak ediyordum.
Onun beni ne kadar merak ettiğini de merak ediyordum. Merak etmese gelmezdi, değil mi? Merak etmese benim çalıştığım iş yerinde ne işi vardı?
Ama ya başkasıyla gelmişse, ama ya başkası için gelmişse?
Hayır.. Murat'ı tanırdım. Başkasının varlığı söz konusu olsa bana bunu söylerdi. Giderken hiçbir zaman umutsuz bir ifade kullanmamıştı. "Geleceğim bak, sakın üzülme tamam mı?" demişti.
Sıkıntı olan şey, neden gittiğini, nereye gittiğini ve ne zaman döneceğini söylememesiydi. Umut veren bir insanın verdiği umudu bu kadar sekteye uğratması akıl alır gibi değildi.
Düşünceler içinde boğuşarak yürüdüğüm okul yolu bana zehir olmuştu. Kalbimin ortasına saplanan acıya Murat'ın ortak olamaması beni daha da bitiriyordu. Aslında beni en çok üzen, Murat'ın içinde olduğu muhtemel müşkül yüzünden boğuştuğu sorunlara benim ortak olamamamdı. Benimle paylaşsaydı, bana anlatsaydı her şey daha kolay olabilirdi. Ama o kabuğuna çekilmeyi uygun görmüştü, yani kaçmayı.
Kampüsün kapısına geldiğimde çantamdan öğrenci kartımı çıkarmak için kapının kenarında durdum. Çantayı karıştırırken arada bir kafamı kaldırıp etrafa göz gezdiriyordum.
Ve o tanıdık silueti gördüm.
Maskesi yüzünü kapladığı ve şapkası gözlerini kapattığı halde tanımıştım onu.
Benim onu gördüğümü görünce hızla gerisin geri yürümeye başladı. Arkasından bağırdım. "Murat!"
Durakladı.
Toparlanıp hızlı adımlarla yanına gittim.
"Dün seni aradım ama yine ulaşamadım.." dedim.
"Telefonum kapalıydı." Sesi boğuk geliyordu, ama boğuk hali bile gözlerime yaşlar dolduracak kadar dokunaklıydı benim için.
Boğazıma bir şeylerin oturduğunu hissettim, gözlerimin yandığını. Onun benimkinden neredeyse iki karış uzun kafasına bakmak için kafamı yukarı doğrultmuştum.
"Sen bana istediğin zaman ulaşabiliyorsun." dedim.
"Ama..." "Münevver, durumu biliyorsun."
"Hayır, bilmiyorum!" dedim, sesim yüksek çıkmıştı.
"Seni sadece... bir süre daha yalnız bırakacağım. Sonra sana koşacağım inan bana, her şeyi anlatacağım da.." uzanıp elimi tuttu. Kalbimdeki gümbürtü eminim dışarıdan da duyuluyordu.
Yutkundum.
"Yanında olmama izin vermiyorsun, yanımda olamadığın gibi.."
"Sadece biraz daha dayanacağız... Sonra...."
"Bilmediğim bir işe mi girdin? İllegal bir yerde mi çalışıyorsun? Bir halt mı yedin? MİT'te görev mi aldın? Her yerde aranıyor musun? Belalın mı var? Ne bu ne ne ne!"
Elimi daha sıkı tuttu. Ama konuşmadı.
Elini bıraktım, gözümü sildim ve arkamı döndüm.
"Döndüğünde beni bulamayacaksın demeyeceğim, ama döndüğünde ben hatırladığın gibi olmayacağım."
Bu sefer ben uzaklaştım onun yanından. Arkama ben bakmadım, ağladım ama sessiz. Başımı önüme de eğmedim, gözümü de silmedim. Kalbimi tuttum, kalbime tutundum.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top